EDİRNE KİLİSELERİ
Prof. Dr. Recep MESUT
EDİRNE AYASOFYASI ve POLAK MEKTEBİ
1361
Edirne Kalesi "vere" ile teslim olmuştur. Kale muhafızı tekfur, ailesini ve hazinesini bir kayığa yüklemiş, Meriç nehri yolu ile Enez'e kaçmıştır. Savunmasız kalan kale halkı, kıyım ve yağmaya uğramamak için, 1. Murat'a kale kapılarını açmıştır. "Eski İstanbul Yolu"'ndan gelen 1. Murat "İstanbul Kapısı"'ndan (bugünkü Balıkpazarı) girmiş ve kale ortasına kadar ilerlemiştir. Burada yer alan şehrin en büyük Ayasofya Kilisesi'nin (Hagia Sophia) camiye dönüştürülmesini emretmiştir.
[Osmanlılar daha önce de İznik Ayasofya Kilisesini İslami ibadete devşirmişlerdi (1330). Daha sonra da Sofya'da (1385, bu şehrin adı da oradan kalmıştır), Selanik'te (1430), İstanbul'da (1453), Trabzon'da (1461) aynı isimli kiliseleri devşireceklerdir].
Caddenin sonuna kadar giden 1. Murat, ikinci bir kiliseyi (Panagia) de camiye çevirtmiştir - "Kilise Camii". Kale içindeki bu iki devşirme caminin mevcudiyeti 52 yıl yeterli görülmüş(!), ancak 1413 yılında ilk selâtin camii (Eski Cami) tamamlanmıştır. Osmanlılar Kaleiçi'ne büyük cami yapmamışlar (küçük mescitlerle yetinmişler), çünkü gayrimüslim bölgesi olarak telâkki etmişlerdir.
1440
Sultan 2. Murat'ın emriyle Ayasofya Camii'nin güneyindeki arsaya bir medrese yapılmış (bugünkü "Halebiye Medrese Sokak" üzerinde) ve Halep'ten gelen Seraceddin Mehmet bin Ömer Halebî (Fatih'in de hocalığını yapmıştır) ilk müderris olduğu için Ayasofya Camii'ne de Halebiye Camii denilmeye başlanmıştır.
1752
Edirne'yi tahrip eden ve "Küçük Kıyamet" olarak halkın zihninde yer eden korkunç depremde kale içindeki devşirme camiler de yıkılmışlar ve bir daha onarılmamışlar. Yıkılan diğer camiler ayağa kaldırılmışlar, çünkü vakfiyeleri ve gelirleri belirliymiş. Fakat vakfiyesi olmayan devşirme camilerin enkazı yaklaşık 140 sene sahipsiz durmuş (!).
1795
Rusya, Prusya ve Avusturya, Polonya Krallığının topraklarını paylaşarak ilhak etmişler ve bu devleti tarih sahnesinden silmişlerdi. [Ancak 1918'de Birinci Dünya Savaşında bu üç imparatorluk dağılınca, Polonya yeniden devlet olarak kurulmuştur]. Fakat Polonyalı asilzadeler, subaylar ve münevverler farklı ülkelere iltica etmişler ve Osmanlı tarafından hüsnü kabul görmüşlerdir.
1841
Prens Adam Czartoryski, İstanbul'da Polonya temsilciliği açmış ve mültecileri örgütlemiştir. Sultanın izniyle Anadolu yakasında "Adampol" (bugün Polonezköy) adında otantik bir köy kurmuştur. Onun yardımcısı Konstantin Borzecki Müslüman olmuş (Mustafa Celâleddin Paşa) ve Türk kızı ile evlenerek hizmetini sürdürmüş. Torunu Celile Hanım ünlü şairimiz Nazım Hikmet'ın annesidir.
Macar Milli kahramanı Layoş Koşut ve Polonya-Litvanya-Belarus'un milli şairi Adam Mickiewicz Kırım Savaşında Avrupa kamuoyunda Türkler lehine Ruslara karşı ateşli nutuklar atmışlar ve İngiltere, Fransa ve Sardunya asker göndererek Kırım Savaşı'nın kazanılmasında etkili olmuşlardır. Maalesef Mickiewicz 1855'te İstanbul-Beyoğlu'nda koleradan vefat etmiş, kemikleri 1890'da Krakow Wawel Katedraline nakledimiştir.
1854
Bulgar eğitimci Dragan Tsankov İstanbul'da haftalık "Bulgaria" gazetesini basmaya başlamış ve Polonyalılardan yardım alabilmek için Katolik mezhebine geçmiştir. Rusya'nın etkinliğini azaltmak için Avusturya (ve Fransa) Bulgarları katolik inancına geçirmek için Slavca konuşan ve katolik olan Polonya asıllı misyonerleri okul kurdurmaya sevk etmişler ve parasal destek vermişlerdir. [Fakat bu misyonerler Polak = Pomak isim benzeşmesini istismar ederek Bulgarca konuşan Müslüman Pomaklara da el atmışlardır].
1862
Edirne'deki Bulgar çocuklarını okutmak için ilk Katolik Bulgar Mektebi kurulmuş. 93-Harbinde kapanan mektep yaralı Osmanlı askerlerine hizmet etmiş ve Sultan 2. Abdülhamit tarafından madalya ile taltif edilmiştir.
1888
93-Harbinden sonra Edirne'yi ziyaret eden Rus konsolos Gh. Léchine, Ayasofya (Halebiye) Camii enkazını görmüş ve fotoğrafını çekmiştir (Sofya Arkeoloji Müzesindedir). Enkazın bulunduğu alana "Kemer Avlu" deniyormuş ve Türkler kilise arsasına yerleşmek istemiyorlarmış.
1893
Bulgar Katolik Okulu Kaleiçi'ne taşınmış ve "Kemer Avlu" arsasını satın alarak iki katlı Avrupaî bir bina inşa etmişler. Avlusuna bir Katolik şapel ve çan kulesi ilave etmişler. Avrupa'da "Katolik Bulgar Okulu" veya "Bulgar-Alman Okulu" olarak bilinmiş, fakat Edirneliler "Polak Mektebi" demeyi tercih etmişler (öğretmenler Polonyalı imiş, öğrenciler ise Kıyık ve Kirişhane'den Bulgar asıllı çocuklar meccanen okumuşlar). Modern giyim kuşam ile Batı müziği orkestrası varmış.[Aynı yıllarda, 1870'te Sultan Abdülaziz Ortodoks Bulgarlara, Rum Patrikhanesi'nden bağımsız Ekzarhlık hakkı vermiş. Ortodoks Bulgarlar da Edirne'de iki kilise (bugün Sveti Georgi ve Svetii Konstantin i Elena Kiliseleri restore edilmişler) ve ayrı okul (Dr. Petır Beron Okulu) kurmuşlar. Azınlıkta olan Katolik Bulgarlar ile Ortodoks Bulgarlar arasında müthiş kavgalar yaşanmış].
1915
İttihat ve Terakki iktidarında Polak Mektebi'ne el konmuş ve "Kız Öğretmen Okulu" yapılmış.
1918-1927 arası tekrar Polonya Azınlık Okulu olmuş.
1927-1958 arası tütün deposu olarak kullanılmış (30 yıl Cumhuriyet yılları)
1958
Maliye Bakanlığı binayı satın almış ve Eğitim Bakanlığına tahsis etmiş.
1958-1973 "Erkek Öğretmen Okulu"
1973-1984 1. Murat Ortaokulu
1984-2010 1. Murat Lisesi
2010- 1. Murat Anadolu Lisesi
EDİRNE'DE "KİLİSE CAMİİ"
Edirne'de şimdi böyle bir cami yok, fakat Osmanlı yıllarını anlatan "şehir tarihçileri" bahsetmişlerdir:
17.yüzyıl -Abdurrahman Hibrî (1604-1659):"Enisü'l-Müsâmirîn"
18.yüzyıl - Örfi Mahmud Ağa (1704-1778):"Berây-ı Şehr-i Edirne"
19.yüzyıl - Ahmet Bâdi (1839-1907): "Riyâz-ı Belde-i Edirne"
Edirne Fatihi Sultan 1.Murat, kaleyi sulhen teslim alırken (1361), iki Bizans kilisesini camiye çevirtmiştir. Ayasofya Kilisesi daha sonra (1440) Halebiye Camii adını almış ve depremle yıkılacağı 1752 yılına kadar faaliyette imiş. 140 yıl harabe halinde durmuş ("Kemer Avlu") ve Polonyalı katolik misyonerler arsayı satın alarak "Polak Mektebi"ni inşa etmişler (1893). Bugün Kaleiçi'nde 1.Murat Anadolu Lisesi olarak durmaktadır.
İkinci devşirilen kilise ise ana caddenin (bugün Balıkpazarı Caddesi) sonunda yer alıyormuş. Kilisenin Rumca adı kesin değildir ("Panagia" veya "Taxiarchon"), fakat halk arasında "Kilise Camii" diye anılmış. Bu kilisenin içinde şifalı bir su kaynağı (ayazma) varmış ve birçok hastalığa iyi geldiğine inanılıyormuş.
1451'de tahta çıkan 19-yaşındaki Sultan 2.Mehmet bu camiyi yıktırmış ve "Saray-ı Cedid" inşaatındaki mermerlerin çoğu o binadan alınmış. Fakat yerine büyükçe bir cami yaptırmış..."iki ayak üzerine altı kubbe, bir minare ve dışında beş adet kubbeleri vardı. Ortasında kâfirler döneminden kalma bir pınar vardır ki, ateşli hastalıklar ve başka hastalıklar için faydalıdır..."(A. Hibrî). Adına "Fatih Camii" denmişse de Fatih Sultan Mehmet sahiplenmemiş, vakfiye ve bağış yapmamıştır. Kale içindeki devşirme camilerin hizmet giderleri Yıldırım Bayezid Vakfından karşılanıyormuş (A. Hibrî). Bu nedenle de halk bir 300 yıl daha "Kilise Camii" adını kullanmış.
1752'de korkunç bir deprem ("Küçük Kıyamet") Edirne'yi yerle yeksan etmiş ve Kaleiçi'ndeki devşirme camiler de yıkılmış. Vakfiyeleri ve mütevelli sorumluları olmadığı için 140 yıl enkaz arsa halinde durmuşlar.
Bugün bu "Kilise Camii"'nin yeri neresidir?
Ahmet Bâdi Efendi'nin verdiği bilgiye göre, Kilise Camii'nin kıble tarafına Uşşakî tarikatından Şeyh Hacı Mustafa Kamber Baba bir zaviye (tekke) "Kamber Ayağı" yaptırmış, ölümünden sonra buraya gömülmüş ve türbe yapılmış. Edirne Mal Müdürü olarak görev yapan Ahmet Bâdi, 1903 Büyük Yangınından sonra, Kilise Camii arsasını özel şahıslara satan komisyonda bulunmuştur. Kamber Baba zaviyesi de yanmış, fakat ermişin mezarı kurtulmuş. Halkımız yaşayan insanlara sahip çıkmasa da, yatırlara (yol ortasında olsa bile) saygı gösterir. Bugün de Kaleiçi'nin ücra köşesinde, "Kamber Baba Tekke Sokak", 14 numarada, şeyhin mezarı demir parmaklıkla korunmaya alınmıştır. Bu boş arsanın kuzey tarafında, Çukur Sokak ile Balıkpazarı Caddesinin köşesi, artık yok olmuş "Kilise Camii"'nin yeridir. Eğer yolunuz düşerse Kamber Baba'ya bir Fatiha okuyun. Onun sayesinde Edirne Fatihi Sultan 1.Murat ile Edirne doğumlu İstanbul Fatihi 2.Mehmet'in yolları bu mıntıkada kesişmiştir.
"KIRCHENMOSCHEE"
Dünyaca ünlü mimarlık tarihçisi Cornelius Gurlitt (1850-1938) 1905'te İstanbul'a gelmiş ve Sultan 2. Abdülhamit'in izniyle İstanbul, Edirne ve İznik'te Osmanlı eserlerini ölçmüş, rölöve çıkartmış ve fotograf çekmiştir. "Die Baukunst Konstantinopels" (1907-1912) ve "Die Bauten Adrianopels" (1910-1911) eserleriyle Osmanlı mimari sanatını dünyaya tanıtmıştır. Edirne'deki Kaleiçi devşirme camileri görmemiş, çünkü yıkılmışlardı. Fakat en eski selatin camisi olan Yıldırım Bayezid Camii'ni "Kirchenmoschee" [= Kilise Camii] olarak ilan etmiştir.
Yüz yıl sonra bile, Selanik'teki Avrupa Bizans Eserleri Merkezi (2007, Robert Ousterhout, Charalambos Bakirtzis) aynı camimizi Bizans eseri göstermiş, sadece inşaat tekniğinin Türk tipi olduğunu ilave etmiştir.
Gerçekten de, durup dururken, Sultan Yıldırım Bayezid 1399 yılında Tunca'nın öbür tarafına, sapa bir yere, ibadet mekanı dört kollu haç biçiminde olan bu ilk Osmanlı sultan eserini niçin garip yapmıştır? Ve vakfiye yazdırmış zengin gelirler bağışlamıştır.
Edirne şehir tarihçileri (Abdurrahman Hibrî, 1635; Ahmet Bâdi, 1890) evvelden beri varolduğunu, "kiliseden dönme ve mihrabı çarpık" olduğunu doğruluyorlar, fakat sebebini açıklayamıyorlar.
Dr. Rifat Osman (1874-1933) ve Osman Nuri Peremeci (1874-1945) soruşturmuşlar ve "fetihten önce Tris İerarches adında bir kilisenin varolduğunu" tespit etmişler.
Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi (1899-1984) ve sanat tarihçisi Oktay Aslanapa (1914-2013) kesin Osmanlı yapısı olduğunu, fakat "başarısız ve aksaklarla dolu", "Osmanlı mimarisi denen dev'in sakat çocuğu" olduğunda birleşiyorlar.
Bizantinolog Semavi Eyice (1922-2018) ise "hiç tereddüte yer vermeyecek surette Türk üslûbunda tuğla-taş tezyinat ile kaplanmıştır. Esasen nekropol mıntıkasında bir "mausoleum" olup, "imaret" gayesiyle zâviye olarak yapılmıştır" demiştir.
Gerçekten de "Eski İmaret" (bu nedenle 2.Bayezid'ın külliyesine "Yeni İmaret" denmiştir) olarak uzun yıllar hizmet etmiş, fakat mutfak ve hamam bölümleri işgallerde yıkılmış. Yolcuların konaklayabildiği iki geniş "tabhane" odası da bir mescit için yapıldığını, minarenin sonradan duvar üstüne eklendiğini göstermektedir.
Fakat mescit bile olsa, imaret bile olsa, ibadet mekanının bir doğu-batı ve kuzey-güney doğrultusunda dört kollu Bizans haçı eksenine çarpık düştüğünü açıklamak gerek. Çünkü binayı görmüş olan 1.Bayezid'in bilerek ve isteyerek yaptırdığını kabul etmek gerek (Bursa, Bolu, Kütahya ve Balıkesir camileri muhteşem İslami eserlerdir. "Bursa Ulucamisi"ni kanıt göstermek yeter).
"Tris İerarches" isminden yola çıktık. Yunan Dili ve Edebiyatı uzmanına sorduk - "Üç Azizler" demekmiş. Hıristiyanlık tarihinde din uğruna şehit düşenler "aziz" ilan edilirler ve "martyrion" (şehitlik) inşa edilir.
Çağdaş imkanlar sayesinde internet kullandık. Google'a yazdık: "Martyrs of Adrianopolis". Bütün dünyadan (Amerika, Avustralya, Rusya) bilgiler döküldü: MS 310 yıllarında [Diocletianus zulümleri (persecution)] Hıristiyanlar tenkil edilirken, Roma'nın Trakya Valisi Adrianopolis Kalesinde, üç İsa yanlısı inanmışlara (Maximus ve karısı Asclepiodote ile Theodotus) kanlı işkenceler yapmış, çengellere asmış, vahşi hayvanlara atmış. İki hafta süren bu işkencelerden sonra Philippopolis'e (Plovdiv, Filibe) giderken, Edirne Kalesi dışında, "Saltis" köyünde (bugün Yıldırım Mahallesi) başlarını kestirmiş. MS. 312'de Hıristiyanlık serbest bırakılmış, 395'te resmi din sayılmış. Adrianopolis dışındaki martyrion kavimler saldırılarında yakılıp yıkılmış. Osmanlı fethinde yıkık haldeymiş. Ayağa kaldıran 1. Bayezid olmuş. Fakat niçin?
Birinci Kosova Savaşında (1389), babası 1. Murat'ın şehadeti üzerine sultan ilan edilen 1. Bayezid, savaşta ölen despot Lazar'ın oğlu Stefan'ı haraçgüzar yapmış ve kızı Olivera'yı nikahına almıştı. 1396 Niğbolu'da (bugün Bulgaristan'da Nikopol) katolik Haçlıları dağıtırken despot Stefan Lazareviç 15,000 kişilik tam teçhizatlı atlıları ile yetişmiş ve galibiyette "âmil" olmuştur (İ.H. Uzunçarşılı).
Bu zaferin tarihi 28 Eylül 1396'dır (Gregoryen takvimine göre). Pekiyi, Martyrs of Adrianopolis azizleri için ayin günü 15 Eylül'dür (eski Julien takvimine göre) ki, bu 13 gün fark 1582'de yapılan takvim değişikliğine denk düşer. Yani Sultan Yıldırım Bayezid, Edirneli azizlerin anma gününde, kayın biraderinin desteği ile büyük zafer kazanmıştır. Sevgili eşi Olivera ve ağabeyi Stefan'a söz vermişse inkâr edememiştir. Niğbolu savaşından elde edilen ganimetlerle hem Hıristiyan müttefiklerine, hem Müslüman tebaalarına bir hayır kurumu yaptırmıştır. Vakfiyesinde Edirne ve Dimetoka'dan alınan cizye vergilerini (gayrımüslümlerden askerlik bedeli) de bu imarete bağışlamıştır. Kaleiçi'ndeki devşirme camilerin giderlerini de üstlenmiştir. Fatih Sultan Mehmet de yenilediği "Kilise Camii" için ayrıca vakfiyeye ihtiyaç duymamıştır.
TÛR-İ SÎNÂ
Ortadoğu'nun en kutsal dağı "Tûr-i Sînâ" (Arapça olduğu için ünlü ses uyumuna gerek yoktur, "tûr"= dağ Arapça; "sînâ"= tutuşan çalılık, eski İbranice) veya Cebel-i Mûsa, bugün Mısır'a ait Sina Yarımadası'nın (60,000 km kare) güney yarısında yükselmektedir (zirvesi 2,285 m). Bu yarımada Süveyş Kanalının doğusunda kalan, Asya kıtasına ait, kurak çöl ve çıplak dağ ile kaplıdır. Tam ucunda, Kızıldeniz kıyısında Şarm-el-Şeyh tatil beldesi popülerdir. Sina Dağının zirvesine tırmanan ve gündoğumunu bekleyen turist sayısı da bir hayli yüksektir.
Üç semavi dinin (Musevilik, Hıristiyanlık, İslam) saygı ile kutsadıkları bu dağda, M.Ö. 1200-lerde, halkını Mısır'dan çıkaran (Exodus) Hz. Musa'ya (Moşe, Moses) Tevrat vahiy olunmuş, bir sandık içinde iki taş levhaya kazınan "On Emir" verilmiş ve kuzeyde gözüken yeşil ovalar (Vadedilmiş Topraklar, Arz-ı Mevud) hedef gösterilmiştir. Hz. Musa burada Tanrı'yı (YHVH = Yehova) görmüş ve hiç bir iz bırakmadan göğe yükselmiştir. Kitab-ı Mukaddes'te (Biblia) anlatılan bu hikayeyi (Ahd-i Atik) Hıristiyanlık ve İslamiyet de benimsemiştir.
M.S. 3.yüzyılda İskenderiyeli Azize Katerina (287-305) Hıristiyanlık uğruna şehit edilmiş ve vasiyeti üzerine Sina Dağı'nın 1500 metredeki sulak bir vadisine gömülmüştür. Bizans imparatoru Büyük Justinian (hd. 527-565) emri ile burada büyük bir manastır inşa etmişler. Bu manastırın keşişlerine tüm imparatorlukta özel statü sağlanmış ve İskenderiye Patrikliği dışında otokefal bir Sinai Başpiskoposluğu kilise hiyerarşisinde tanınmıştır (Kıbrıs Başpiskoposluğu gibi).
Hz. Muhammed, daha vahiy inmeden önce, deve kervanlarıyla iki kez bu manastırı ziyaret etmiş ve ağırlanmıştır. Hicret'ten bir yıl sonra (623) Tur-ı Sina keşişleri Medine'ye gelerek Peygamberimizi tebrik etmişler ve yazılı bir "emânnâme" (ebedi koruma) almışlardır. Belgeyi yazan Ali bin Ebu Talib mühür yerine simge olarak Peygamberin elini tasvir etmiştir.
1517 yılında Yavuz Sultan Selim Mısır fethinden dönerken Tur-i Sina keşişleri Peygamber emânnâmesini kendisine göstermişler. Osmanlı Sultanı da ebedi korumanın bütün Osmanlı ülkesinde geçerli olduğunu ilan etmiştir.
Tur-i Sina keşişleri önemli şehirlerde (İstanbul Patrikliğinden bağımsız) Metokhion = Sinaitikon (misafirhane) inşa etmişler ve irtibat bürosu olarak kullanmışlar (zengin bağışlar almışlar ve hacı kafileleri düzenlemişler). İstanbul-Balat'ta var olan metokhionun girişine Hz. Muhammed'ın elini simgeleyen mermer levha asmışlar (şu anda kayıp).
Bu çok özel Hıristiyan tarikatın meğer Adrianopolis'te de Sinaitikon'u varmış. A. Bâdi Efendi (1890) ve Dr. Rifat Osman (1920) bu yapıdan bahsetmişlerdir. 1907'de Edirne'yi ziyaret eden ünlü mimarlık tarihçisi C. Gurlitt ise dış görünümünü ve kesitlerini çizmiş ölçülerini vermiştir (7,70 m temelde, 3 m çap kubbede, tetraconchal = dört yapraklı yonca gibi).
1929'da Thrakika 2'de I. Saraphoglou eski tarihli bir fotografını yüklemiştir (fakat pek kaliteli değildir).
1938'de tamamlanan "Edirne Tarihi" kitabında Osman Nuri Peremeci artık böyle bir yapıdan bahsetmiyor. Çünkü 1923 Ahali Mübadelesinden sonra Rumlar Edirne'den gitmişler ve kiliseleri de teker teker yıkılmış. Yollar genişletilirken evler yıkılmış ve Londra Asfaltı (bugün Talat Paşa Cd) Kaleiçi'nden geçirilmiş (Gazimihal Köprüsüne). Bugünkü Sultan Hotel'in yerinde Metropolit Kilisesi varmış. Dr.Rifat Osman'ın ve Ousterhout'un çizimlerine göre Sinaitikon tam karşısında yer alıyormuş. Bugün orada Meteoroloji höyüğü ve Pehlivanlar Otoparkı bulunmaktadır. Müteahhitlerin bu alana çok katlı inşaatlar yapamamış olmasına hep şaşıyordum. Acaba üç semavi dinin hoşgörüsüne dayanan Edirne Sinaitikon binası halâ toprak altında duruyor mu? Öyle ise şehrimizin en eski mimari yapısı (surlar hariç) sayılacaktır - Gulitt'e göre 12.yüzyıldan, Rifat Osman'a göre 9.-10.yüzyıldan, yani 1,000 yıllık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder