EDİRNE SARAYLARI
EDİRNE SARAY-I ATİK
Edirne'de Osmanlı Sultanları iki saray yaptırmışlardı: Eski Saray (Saray-ı Atîk) ve Yeni Saray (Saray-ı Cedid).
Edirne Kalesini fetheden 1. Murat, Kaleiçi'ni havasız ve basık bulmuş ve buraya yerleşmemişti (dört yıl kadar Dimetoka Kalesinde oturmuş, çünkü bu kale yüksek bir tepe üzerine kurulmuş idi). Edirne'de bıraktığı lalası Şahin Paşa, kalenin dışında yükselen Sarı Bayır'ın eteklerinde nispeten düzlük bir alan olan Kavak Meydanı'nda ilk Osmanlı Saray-ı Hümayun'unu inşa ettirmiştir (sonradan Eski Saray, Saray-ı Atik denmiştir). Saray'da 1365'te oturulmaya başlanmış, fakat 1368'e kadar ek inşaatlar devam etmiş. Oğlu Yıldırım Bayezid büyük bir Saray Hamamı ilave etmiş, torunu Musa Çelebi (1411-1413 arası) da "...genişletip kale gibi burç ve bârûsunu taştan yüksek duvarlarla çevrelemişti. Fetret Devri'nde bu saray Osmanlı hükümdarlarını Timur'un gadrinden kurtarmış ve resmi ikametgâh olmuştur. Emir Süleyman Çelebi buradaki Saray Hamamında basılmış (1411), 1.Mehmet (Çelebi) bu sarayda vefat etmiş (1421), Fatih Sultan Mehmet burada dünyaya gelmiş (1432) ve iki yıl (1444-1446) kaim-i makam olarak tahta oturmuştur.
82 yıl sonra, Sultan 2.Murat 1450 yılında Tunca nehrinin batı kıyısına Yeni Saray'ın (Saray-ı Cedid) inşaatını başlatmış, fakat 3 Şubat 1451'de aniden vefat edince, oğlu 2. Mehmet tamamlamıştır.
Yeni Saray'ın yapılmasından sonra Eski Saray yıkılmamış ve 118 yıl daha kapıkulu askerlerine hizmet etmiştir (Yeniçeri Ocağı, Acemioğlanlar Kışlası, Baltacılar, Doğancılar, v.s.). Fakat 200 yıl (1368-1568) ayakta kalmış olan Saray-ı Atik, 1568'de, Mimar Sinan'ın teklifi ve Sultan 2. Selim'in emriyle kısmen yıkılmış ve uygun düzlük alana (300x250 m) "Selimiye Camii" altı senede (1568-1574) inşa edilmiştir. Bu alanın dışında kalan Saray Hamamı ve Taş Odalar inşaatta çalışan ustalar ve işçiler tarafından kullanılmıştır. Acemioğlanlar Kışlası'nın bulunduğu kuzeybatı köşeyi, Sultan Avcı Mehmet, evlendirdiği kızı Hatice Sultan'a vermiş ki, buraya 1871'de Askeri İdadi Mektebi ("Harbiye Kışlası") yapılmış (bugün Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesine tahsis edilmiştir). Taş Odalar ise bugün "Osmanlı Mezar Taşları Sergileme Alanı" olarak değerlendiriliyor.
Saray-ı Cedid hakkında yeterli bilgi vardır, fakat Saray-ı Atik için belge çok azdır. En detaylı bilgiyi Evliya Çelebi vermiştir: "... çepeçevre 5000 adımlık eşkenar dörtgen şeklindeki duvarları 20 zira (takriben 10 m) yüksek imiş. Demirden taç kapısı varmış. Amma bağ ve bahçesi yokmuş. Lâkin suyu ve havası, yeri yüksek olduğu için güzel ve ılıman imiş..." Dr. Rıfat Osman Bey "...bu saray hakkında araştırma yaptığım Osmanlı ve yabancı eserlerde hiçbir bilgiye rastlamadım" (Edirne Rehnüması) diye yakınmıştır.
Fakat internette dolaşırken tesadüfen çok eski bir gravür gördüm - Adrianopel Sarayı diyor, ne çizeri belli, ne de tarihi. Bu sarayda kalan meçhul ressam, muhtemelen üst kattan, kuzeye bakan yüksek duvarlarla parsel parsel bölünmüş müştemilât göstermiş. Issız boş bir arazinin sonunda bir akarsu (Tunca?) görünüyor. Şehir yapılaşması henüz yok, fakat Musa Çelebi'nın duvarları var (1411 sonrası).
Acaba Saray-ı Atik ne kadar büyüktü? Selimiye Camii'nin dışında hangi alanları kapsıyordu? Selimiye'nin yakın çevresini dolaştım ve en yakın camilerin kuruluş tarihlerini araştırdım. Banileri Osmanlı ailesinden olmayan ve Selimiye kurulmadan önce (1568'den önce) inşa edilmiş olanları tespit ettim.
Doğuda en yakın cami Hıdır Ağa Camii görünüyor. Bu camiye "Küçük Selimiye" diyenler de var. İnşa kitabesi yok, fakat Ayhan Tunca 1428-29 olarak bildiriyor. Hıdır Ağa hakkında fazla bilgi de yok, fakat mahalleye de adını vermiş, ancak Saray arazisi dışında kaldığı belli.
Batıda en yakın cami ise Şehabettin Paşa Camii. Halk arasında Kirazlı Cami de deniyor. Hadım Şehabettin Paşa 2.Murat ve 2.Mehmet zamanında yaşamış, Rumeli Beylerbeyi olmuş Gürcü kökenli devşirme imiş. Buçuktepe İsyanında (1446) konağı yeniçeriler tarafından basılmış ve kendisi güçlükle Eski Saray'a sığınmış (yani konak Saray'a çok yakınmış). Caminin inşa tarihi 1436-37 gösteriliyor. Kendisi 1455'te Filibe'de ölmüş ve İmaret Camii'nin haziresinde türbesi halâ duruyor.
Kuzeyde en yakın cami Atik Ali Paşa Camii'nin inşa yılı 1506 yazıyor. Bosnalı devşirme olan Hadım Ali Paşa iki kez Sultan 2.Bayezid'e sadrazamlık yapmış ve 1511 yılında Şahkulu İsyanında şehit olmuştur.
Ben Edirne'ye geldiğimde 1982 yılında bu üç cami de bakımsız ve yıkık halde idiler, fakat son yıllarda onarıldılar ve ibadete açıldılar. Selimiye Camii'ne bir geldiğinizde, çok yakın olan bu camileri de dolaşırsanız Saray-ı Atik alanını tasavvur edebilirsiniz.
Şehabettin Paşa (Kirazlı) Camii
SARAY-I CEDİD-İ AMİRE
"ADALET KASRI" (I)
Edirne Yeni Sarayı'ndan (Saray-ı Cedid-i Âmire) bugün gösterebileceğimiz pek az yapı kalmıştır. Görüntüsüyle, mimarisiyle en dikkat çekeni kuşkusuz "Adalet Kasrı" olarak adlandırılan sivri piramidal çatılı, yüksek dörtköşe kuledir. [Tavuk Ormanı içindeki "Av Köşkü" (Bülbül Köşkü) ağaçların arasına gizlenmiş olup, o kadar etkileyici değildir].
Daha ilk gördüğümde pek etkilenmiştim (1982), çünkü 1965'te yeni restore edilmişti ve görselliği ile hem Balkan Şehitliklerini, hem de geleneksel Kırkpınar Güreş Meydanı'nı süslüyordu. Yüksekliği ile uzaklardan görünüyordu. Edirne'nin ve kendi elimizle tahrip ettiğimiz Yeni Saray'ın simgesi haline gelmişti - ne kadar muazzam bir Saray kompleksinin ne kadar muhteşem bir temsilcisiydi.
Lâkin yorumlanmasında garip çelişkiler vardı. "Fatih Köprüsü"'nün Sarayiçi Adası çıkışının tam ortasına dikilmişti (sanki başka yer bulamamışlar, engel gibi oturtmuşlardı). Sarayın bu kadar geniş alanı var iken, birçok köşk ve kasırlar, havuzlar ve bahçeler ihtiva eder iken, "Adalet"i bir adanın bağlantısına mahküm etmişiz. Sonra, 20 m yüksekliğinde, 8x8 metre kare planlı bu kulenin neresinde mahkeme duruşması olacak? Tepesinde fıskiyeli, süslü, havuzlu bir mekan, çepeçevre sedirle donatılmış imiş. Pekiyi, adaleti dağıtan sultan, sadrazam, vezirler ve kazaskerler nasıl tırmanacaklar bu merdivenleri? Asansör yok ki. Yaşlı adamları ağır cubbeleri ve sarıkları ile dar ve dik merdivenlerde halâ gözümün önüne getiremiyorum. Sonra, 20 metre yükseklikteki fıskiyenin suyunun adalet dağıtımı ile ne ilgisi vardı? Halbuki, "Yargıtay" binası diye reklamı yapılıyor, "Adalet Müzesi" yapılmak isteniyordu!
Bu işin mantığı yoktu, fakat o etkileyici taş yapı asırlardan beri gözümüzün önünde duruyordu. Osmanlı yıllarına ait her okuduğum metinden bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Mecburen Fatih'in babası, Sultan 2. Murat ile başlayacağım, çünkü onun fikri imiş "Tunca Sarayı". Edirne'yi imar eden ve payitaht haline getiren "Gazi Hünkâr" Amasya'da doğup büyümüştü ve bir akarsu (Yeşilırmak) kenarında yetişmişti. Atalarından miras kalan Edirne Eski Sarayı (Saray-ı Atik) ise yüksek bir tepeye kondurulmuş, Tunca nehrini uzaktan görebiliyordu. Nehrin karşı yakasına yeni bir Saray-ı Sultani inşasına 1450'de başlarken, nehrin ortasındaki adayı da köprü ile saray arazisine bağlamış. Fakat ömrü yetmemiş. Daha 1451 yılının Şubat başında,
"bir gün Kirişçi adasında [sonradan "Sarayiçi Adası" denecektir] gezintiden dönüyordu, ada köprüsünün başında bir dervişe rastladı. Adam, "Hey padişah vâden yakın geldi, tövbe et", dedi.
İshak Paşa ile Sarıca Paşa da yanında idi. Sultan İshak Paşa'ya "Şol derviş bilir misiniz kimdir?" diye sordu. Paşa, "Bursa'da Hak rahmetine varan Emir Sultan'ın müridlerindendir", dedi.
Padişahı bir hüzün aldı, bildiği bilmediği bütün günahlarına tövbe etti. Yıllarca evvel kendisine padişahlık kılıcını kuşatan Emir Sultan idi, şimdi onun bir müridi ölümünün çok yakın olduğunu söylüyordu.
Daha Saraya girer girmez: "Başım ağırır"dedi, ardından ağır darbe geldi, üç gün sonra öldü. Ölümü Sultan Mehmed Edirne'ye gelinceye kadar onüç gün gizli tutuldu. Tahnit edilen nâşı, oğlu geldikten sonra taht şehri Bursa'ya götürüldü..." (Osmanlı Sultanları, R. E. Koçu)
Saray-ı Cedid'in temelini atan 47 yaşındaki 2. Murat, beyin inmesi (nüzûl) geçirmişti. Hükümdara ölüm haberi işte bu köprübaşında gelmişti.
"ADALET KASRI" (II)
Edirne Yeni Saray'ın (Saray-ı Cedid-i Amire) inşaatını bitiren ve şekillendiren Sultan 2. Mehmet'tir. Babası 2. Murat sadece bir köşk yapmıştır. 2. Mehmet ise en çok saray yaptıran padişah olarak anılacaktır: Edirne Yeni Sarayı; İstanbul Eski Sarayı (Beyazıt Meydanında, bugünkü İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü yerinde); İstanbul Yeni Sarayı (Topkapı Sarayı).
19 yaşında tahta oturan bu genç adam hem çok hırslı, hem de çok çalışkandır. "Cihan padişahı" olmayı kafasına koymuştu, lâkin her türlü bilgiye ve yeniliğe de açıktı. Bilgili insanlardan öğrenmeye de hevesliydi. Onun için Karamanoğlu İbrahim Bey'e mektup yazdı, ünlü âlim ve hekim Beşir Çelebi'yi Edirne'ye davet etti. Beşir Çelebi geldi ve aylarca ağırlandı, sonra da bir risale yazarak 1452'deki Edirne şehrini anlattı: Yeni Saray'ın inşaat alanına gitmişler. Bir çukurdan yılan kaçmış. Beşir Çelebi "yılanlar soğuk kanlı hayvanlardır, serin toprağı severler. Bu çukurun altında mutlaka su kaynağı vardır", demiş. Hemen o yerde bir kuyu kazdırmışlar, bol ve içimli su çıkmış. Beşir Çelebi kaynağa "Ab-ı Hayat" adını vermiş. Fatih oralarda başka kuyular da kazdırmış ve su bulmuş. Fakat Saray'ın su ihtiyacı için 15 km batıdaki Akpınar köyünden künklerle su getirtmiş ve yükseklik garantisi için su terazisi inşa ettirmiş (bugün Dibek sokakta, Mahmudiye Piyade Kışlası [Kapalı Cezaevi] yanında halâ yıkıntısı durmaktadır, fakat defalarca onarımdan geçmiştir). Suların dağıtımı için de Saray arazisine bir "maksem" ilave etmiş. 2009-2013 arası yapılan kazılarda iki su kuyusu ile söz konusu maksem bulunmuştur (M. Özer, M. Dündar: Edirne Sarayı Su Yapıları, TTK Belleten, Ağustos 2021, C. 85, Sayı 303). Not: Arz Odası önündeki su kuyusu "Ab-ı Hayat" suyu olabilir.
Sultan 2. Mehmet olağanüstü titiz ve planlı programlı çalışıyormuş. Sarayın 100 yıl yetecek su ihtiyacını güven altına almış ve zamanının mühendislik bilgisinden yararlanmış. Saray arazisinin ortasına çok orijinal ve sıradışı bir "Kasrı Padişahi" (Taht-ı Hümayun) diktirmiş. Yedi katlı bu binanın en üst katı şemsiye gibi genişliyor ve çepeçevre uzakları görebilen camekanli sekizgen bir mekan ile sonlanıyormyş - "Cihannüma Kasrı". Bu odanın içinde de havuz bulunuyormuş, yani motorsuz pompasız yedinci kata su çıkıyormuş! Sadece çok yüksek hayalleri olan bir genç hükümdarın içgüdüsel düşleri, daha önce görülmemiş mimari bir yapıya da yansımış (Şahi topları döktüren ve asırlık surları yıktıran kişiye de bu yakışır). Ve yüzyıllar boyunca bu sarayın alâmeti farikası sayılmıştır. Bugün de o yıkıntılar arasında en azametli enkaz olarak duruyor.
Kendisiyle birlikte Manisa'dan gelen Rumeli Beylerbeyi Şehabettin Paşa ise Saraçhane Köprüsü'nü (10 kemerli, 100 m uzun, 5 m geniş) inşa etmiş. Aynı zamanda Ada köprüsünü de taştan yapmışlar (3 kemerli, 34 m uzun, 4,5 m geniş), fakat adanın (Sarayiçi) karşı tarafı henüz kıyıya bağlı değilmiş. Köprünün ada tarafında da herhangi bir kule yokmuş.
Bütün bunlar İstanbul'un fethinden önce olmuş, yani iki yıl içerisinde! Köprü ustaları Cisr-i Ergene (Uzunköprü) inşaatından, bina ustaları da Üçşerefeli Cami inşaatından tecrübeli imişler. Mimarı pek zikredilmez, fakat " üç şerefeli minareyi" ilk yapan büyük usta mimar Muslihittin'ın kalfası mimar Şerafeddin tahmin ediliyor.
"ADALET KASRI" (III)
İstanbul'un fethi ve payitaht ilan edilmesiyle Edirne Saray-ı Cedid unutulmamış. Fatih ve ardılları sık sık Edirne'yi ziyaret etmişler ve Saray'da huzur bulmuşlar. Nehir, orman, kuş sesleri onları dinlendirmiş. Bir tatil sitesi gibi...
Sultan 2.Bayezid, babasının eksiğini tamamlamış - 500 m ileriye, tam Tunca kenarına, muhteşem bir külliye yaptırmış (selâtin camii, darüşşifa, medrese, imaret) ve ikinci bir taş köprü inşa ettirmiş (1488). İçme suyunu da Akpınar isale hattından almış (su terazisi halâ duruyor). Saray'da hizmet edenler de yerleşmişler ve yeni bir mahalle ortaya çıkmış - Yeniimaret.
Edirne Sarayını Kanuni Sultan Süleyman ve sevgili hasekisi Hürrem Sultan çok sevmişler ve aylarca kalmışlar. Buradaki doğal ortam Hürrem Sultan'a doğup büyüdüğü memleketini hatırlatıyormuş ("Lviv" şehrinin 60 km güneyinde Rohatyn kasabası).
Fakat Edirne şehri büyümüş ve susuzluk çekmeye başlamış, Saray'ın ihtiyacı da gün be gün artıyormuş. Tunca nehrinin batısında su kaynakları tükenmiş, fakat doğuda, Istranca eteklerinde (Danişmend yaylasında) bol kaynaklar varmış. Ve Sultan Süleyman büyük bir su mühendisliği girişimi başlatmış - hem Edirne'ye, hem de Saray'a yeni su yolları yaptırmış. Tam 20 yıl sürmüş [1529'da başlamış] Taşlımüsellim ve Pravadı (Sinanköy) kaynakları birleştirilip, toplam 35 km'lik su yolu inşa edilmiş, vadiler üzerinden 12 su kemeri, tepelerin altından 5 tünel (3,8 km), debi 35 l/saniye (K. Çeçen, 1988).
Şehre ulaşan su, Taşlık semtindeki "maksem"de toplanmış (Yahya Bey Camii yanı). [Değerli fotoğraf sanatçısı Prof. Dr. Murat Tuğrul, 2000 yılındaki görüntüleri yayınlamıştır].
Bu mühendislik harikasının bir de uzantısı varmış. Bir hat ta Tunca nehrinin öbür tarafındaki Yeni Saray'a ulaştırılmalıymış, yani nehrin üzerinden geçirmeliymiş. Yokuş aşağı inen su basıncını önlemek için tam üç adet teraziden geçirilmiş (Tophane, Zehrimar, Atik Ali) ve nehir seviyesine indirilmiş. Bugün de bu eski su yollarını Edirne'nin sokak adlarından takip etmek mümkündür - Soğuksu Caddesi, Su Sk, Su Terazisi Sk, Zehrimar Su Terazisi çıkmazı, Saray Yolu.
Trakya Üniversitesi mimarları (Zeybekoğlu ve ark, 2007) söz konusu su terazilerinin yerlerini tespit etmişler, fakat 20. yüzyılda elektrikle çalışan su pompalarından sonra Belediye tarafından yıktırılmışlar. Sadece Zehrimar Su terazisinin temeli 1 m hizasına kadar korunmuş. [Kaleiçi'ndeki teraziler de yıktırılmış, sadece Maarif Su Terazisi anıt eser olarak kalmış].
Su künklerini geçirmek için Sarayiçi adasının şehir tarafına yeni köprü yapılmış: Kanuni Köprüsü = Saray Köprüsü [4 kemerli, 60 m uzun, 4,5 m geniş] ve hemen ada tarafına sağlam yüksek kule inşa edilmiş [Terazi Kasrı]. Saray tarafında zaten var olan Fatih Köprüsü'nün tam girişine de ikinci bir yüksek terazi kulesi yapılmış. Günümüze kadar ulaşan ve köprü-tıkayan bu kuleye bugün yanlışlıkla "Adalet Kasrı" diyoruz. Her bir su terazisinin en üst katında, "ekseri taştan oyulmuş bir sandık (havuz) oluyormuş ve debi lülelerle ölçülerek dağıtılıyormuş". Bu iki yüksek terazinin amacı Saray'ın en üst kotlarına basınçlı su ulaştırmak imiş.
Bütün bu sistemin mucidi Mimarbaşı Alaeddin Ali (Acem Ali, Esir Ali) imiş, çünkü 1514 Çaldıran Savaşından sonra Tebriz'e giren Sultan Yavuz Selim, buradaki usta ve sanatkârları "esir" olarak İstanbul'a getirmiş. 1519'da Alaeddin'i "mimarbaşı" yapmış. İstanbul'da 1538 veya 1539 vefat eden Acem Ali'nin Fatih semtinde kendi adına bir camii ve zaviyesi vardır. Oğullarından mimar Hamza baba mesleğini sürdürmüş. Günümüz Azerbaycanlı tarihçiler (Bilal Dedeyev, 2014) kendisini ilk Osmanlı mimarbaşı olarak takdim ederler. Onun ölümünden sonra, 1538'de Mimar Sinan "mimarbaşı" olmuştur. O da Edirne'ye gelerek, Saray tarafındaki su terazisinin üst kısmını genişletmiş ve tenezzüh (seyir) köşkü şeklinde süslemiş. Buradaki su fıskiyesi ise Saray'a ulaşan basıncın göstergesi ve ayarı olarak kullanılmış. Mimar Sinan kendi Tezkiresi'nde Edirne su yollarını ve köprülerini zikretmemiştir.
"ADALET KASRI" (IV)
Kanuni Sultan Süleyman'dan (öl. 1566) sonra da padişahlar bir anane olarak Edirne Yeni Sarayı'na hep gitmişler ve burada dinlenmişlerdir (Sultan 3. Murat ve 1. Mustafa hariç). Çoğu da ek köşkler ve kasırlar yaptırarak Saray'ı genişletmişler, fakat 100 yıl kadar "Adalet Kasrı" diyen olmamıştır. Ancak 1656'dan sonra, buraya gelen 14 yaşındaki Sultan 4. Mehmet (Avcı Mehmet) o kadar sevmiş ki, 39 yıllık uzun saltanatının büyük bölümünü burada geçirmiştir [İstanbul unutulmuş, Saray erkânı Edirne'ye taşınmış, vezirler ve şeyhülislâmlar malikâneler yaptırmış].
İlk Edirne tarihçisi Hibrî Çelebi (1604-1659) de kitabında Adalet Kasrı'ndan bahsetmemiştir. 1890-larda "Riyaz-ı Belde-i Edirne" yazarı Ahmet Bâdi Efendi de "...Sultan Süleyman tarafından Saray'a su getirmek için yaptırılmıştır. Bu köprülerin başlarına bahçe içinde yaklaşık 25 zirâ yüksekliğinde kesme taştan dört köşe olarak yapılmış birer kargir köşk vardır. Bunlara terazi köşkü denir ki, hakkında tarihi bilgi elde edilememiştir...". Edirne'den geçmiş olan Avrupalı seyyahlar da su terazileri olarak bahsederler (G. Eneholm, 1830).
Avcı Mehmet dönemi Edirne Sarayı'nın ikinci rönesansı sayılır. İşte bu dönemde "Adalet Kasrı" denmeye başlanmıştır. İsmi ve eseri pek tanınmayan Bostancıbaşı Âșık Ali Ağa (öl. 1088 H, 1677 M) "Saray-ı Cedid-i Sultâni" isimli, tek nüsha, elyazması risale kaleme almış, fakat kimsenin haberi olmamış. İki buçuk asır sonra, Dr. Rifat Osman, "... 1904 tarihinde Edirne'ye gelip harabesini ziyaret ettiğim sırada lâtif koruluğu civarında ruhsuz kalan ve şahâne anılarla dolu bu fatihler yuvasının bir tarihini yazmağa başlayıp resimli bir eser vücuda getirdim. 35 büyük sayfalı ve 100'ün üstünde harita ve resimlidir..." (1920, Edirne Rehnüması). Saray hakkında bütün ayrıntıları ise Bostancıbaşı Âşık Ali Ağa'nın risalesinden almış. Fakat Balkan Savaşı sırasında (1913) evi yağma edildiğinde, tek nüsha olan bu risale de kaybolmuş. 1933'te Edirne'de vefat eden Dr. Rifat Osman da "Edirne Sarayı" kitabını bastıramamış, fakat dostlarına vasiyet etmiş. Ve sadık dostu Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, TTK adına 1957 yılında Ankara'da yayınlamıştır (ikinci baskı 1989).
Türkiye Diyanet Vakfı'nın "İslam Ansiklopedisi" 1. cildi 1988'de basılmış ve "Adalet Kasrı" maddesini ünlü sanat tarihçimiz Semavi Eyice yazmıştır, "...Rifat Osman Bey'in naklettiğine göre, Adalet Kasrı'nın şehre bakan yüzünden elli adım uzakta, bir buçuk zirâ yüksekliğinde altı tane mermer "ibret taşı" (seng-i ibret) dikili imiş ve idam edilenlerin başları bunların üstüne konuluyordu. Bazı ihtiyaç sahiplerinin dilekçeleri bostancılar tarafından alınarak kasırda bekleyen memura teslim edilirdi. Kule ve üstündeki kasır, adını bundan almış olmalı..." (S. Eyice).
Bu resmi yayınlardan ilham alan yerli ve milli müellifler "Adalet Kasrı"nı popülerize ettiler. Onların yoğun girişimleri ile, Su Terazisi olarak yapılmış olan kule restore edildi (1965), önüne iki taş dikildi, "seng-i ibret" ve "seng-i hürmet" yazıldı, Yargıtay binası ilan edildi. Halbuki olay sadece 17.yüzyılda Avcı Mehmet döneminde, İstanbul Topkapı yerine, kesik başların teşhiri, yani adaletin tecellisi anlamına gelmiştir. Geniş Osmanlı arşivinde, destekleyecek diğer kaynaklar bulunamayınca, söz konusu iddialar rafa kaldırılmış, fakat Adalet Kasrı deyimi halâ devam etmektedir.
"ADALET KASRI" (V)
Sultan 4. Mehmet (Avcı) 1657'den itibaren Edirne'yi çok beğendi, burada büyüdü ve marazî derecesinde av tutkunu oldu. 39 yıl hüküm sürdü, çocukları da burada doğup büyüdüler. Sanatkârane köşkler ve kasırlar inşa ettirdi, tam 23 hamama (bazı kaynaklara göre 42), iki de havuza (Şehvar havuzu, 38 x 57 m) su temin etti. Akpınar köyünden su hattını yeniledi ve oraya da bir Saray kondurdu - oldu Sarayakpınar (1673- 1829). Namazgâh Ovasına çeşmeler yaptırdı ve gösterişli eğlenceler düzenledi. Büyük oğlu 2.Mustafa sarayı daha da büyüttü, Hıdırlık Kasrından "Bönce suyu" kaynağını getirtti (Yıldırım ve Yeniimaret arasındaki Bademlik Su Terazisi halâ durmaktadır). Küçük oğlu 3. Ahmet de sık sık geldi ve kendi adına bir köşk yaptırdı.
Fakat 1730'da, İstanbul'daki "Lâle Devri"ne tepki olan Patrona Halil İsyanında tahttan indirildi. Bu tarihten sonra Edirne Sarayı öksüz kaldı, tam 100 yıl (1730-1831) gelen giden olmadı ( sadece 1768'de Sultan 3.Mustafa birkaç günlüğüne uğradı). Fakat Saray yıkılmadı, yakılmadı, satılmadı... Bostancıbaşı'na emanet edildi, bakım ve onarım için para tahsis edildi. Bostancılar bahçeleri ektiler, sebze meyve topladılar, çiçekleri suladılar, fakat daireler açılmadı. 1752 Büyük Depreminde su yolları zarar gördü. Saray'ın dış görüntüsü değişmedi, fakat ruhu ölmüştü, canlı insanlar oturmuyordu.
1828-1829 Osmanli-Rus harbinde Ruslar kurşun atmadan Edirne'yi ele geçirdiler, Saraya ve bahçelere yerleştiler. Geri çekilirken Sarayı yakıp yıkmadılar (Akpınar Sarayı hariç), fakat köşkleri talan ettiler, kıymetli eşyaları alıp götürdüler. [Not: Ben şahsen 1976 yılında Petersburg Ermitaj Müzesi'nin Şarkiyat bölümünde harika çiniler gördüm. "Edirne Sarayı çinileri" yazıyordu].
Bu işgal nedeniyle Fransız asıllı ressamlar (G. Sayger ve A. Desarnod) Edirne'den ve Saray'dan gravürler çizdiler ve 1834 yılında Paris'te albüm olarak yayınladılar. Edirne Sarayı oryantal ve süslü mücevher olarak dünyaya duyuruldu.
1854 Kırım Savaşında yardıma gelen Fransız süvariler, Saros körfezinden Karadeniz limanlarına (Burgaz, Varna, Köstence) giderken Saray bahçelerinde mola verdiler ve görseller yayınladılar.
XIX. yüzyılda Sultan 2.Mahmut 1831 ve 1837) ve Sultan Abdülmecid (1846) Edirne'ye geldiler, fakat susuz ve ruhsuz Saray'da kalmadılar - özel köşklerde misafir edildiler (R. Kazancıgil: Edirne Şehir Tarihi Kronolojisi, 1995). Saraya dokunmadılar, fakat "Namazgâh Ovası"na kışlalar yaptırdılar (bugün Kapalı Cezaevi; T.Ü. Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu). Bu nedenle Sarayakpınar isale hattı yenilendi.
1866 yılında (Abdülaziz dönemi) Sarayiçi Adası halka açık mesire alanı ("Hadika-i Sultani") oldu, Bayram kutlamaları burada yapıldı. Vali Hacı İzzet Paşa Sarayı kusursuz olarak tamir ettirdi (1873), yabancı gezginler fotoğraf ile belgelemeye başladılar.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) hem Osmanlı ülkesinin, hem de Edirne Sarayı'nın felâketi oldu. Ruslar ikinci kez Edirne'ye yaklaşınca, Vali Hüseyin Cemil Paşa ile komutan Müşir Ahmet Eyüp Paşa müşterek kararla, Saray'da depo edilmiş silah ve cephaneleri ateşe vererek, 400-yıllık nefis Osmanlı sarayını "üç gün içinde mahv ve harab" ettiler (R. Osman)- 20 Ocak 1878. Kendi elimizle nadide bir Türk abidesini enkaza çevirdik. Rus fotoğraf sanatçısı D. Ermakov yıkık Saray kalıntılarını belgelemiştir.
2.Abdülhamit döneminde, yeni okullar ve kışlalar için taşları söktüler. 1893'te şehir içindeki Hamidiye okulu (bugün Endüstri Meslek Lisesi) inşaatı için önce Kanuni Köprüsü yanındaki Terazi Kasrı temeline kadar yıktırılmış, sonra da Fatih Köprüsü yanındaki "Adalet Kasrı"'nın yıkımına başlanmış. Rusya'nın Edirne konsolosu Lechine adındaki eski eserlere meraklı diplomat Vali Abdurrahman Paşa'ya başvurarak bu tahribin önlenmesini istemiş. Ancak valinin bu uyarıya itibar etmemesi üzerine telegrafla saraya (İstanbul) başvurup yıkımın durdurulması sağlanmışsa da, bu arada üstteki kasrın kâgir duvarlarının tamamı yıkılmıştı (İslam Ansiklopedisi, Semavi Eyice).
Ancak 70 yıl sonra, 1964-65 yıllarında restorasyonu yapılabilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder