13 Aralık 2021 Pazartesi

BEŞ İYİ İMPARATOR ve BEŞ İYİ SULTAN






“BEŞ İYİ İMPARATOR”  ve  “BEŞ İYİ SULTAN”

 

Prof. Dr. Recep MESUT

 

 

            Roma İmparatorluğu’nun [Imperiım Romanum] tarihini yazanlar arasında “Beş İyi İmparator” deyimi popüler olmuş ve genellikle tüm müellifler tarafından kabul görmüştür (“Five Good Emperors”, Edward Gibbon, 1776). Bu imparatorluk, 1) çok geniş alana yayılmış (İngiltere’den Mısır’a kadar); 2) çok uzun sürmüş [bir bütün olarak M.Ö. 27 yılından M.S. 476 yılına kadar (503 yıl); devamı sayılan Doğu Roma İmparatorluğu, yani Bizans olarak ise 1453 yılına kadar (1480 yıl)]; 3) Dünya’da tek hükümdar, yani “imparator” (imperator) ve “imparatorluk” (imperium) kavramlarını dünya tarihine kazandırmış; 4) dili, edebiyatı, hukuku, kültürü ve bilimi sayesinde bugünkü “Avrupa medeniyeti”nin temelini oluşturmuştur. Avrupa medeniyeti ise hâlâ yeryüzünde öncü rol oynamaktadır. Ancak söz konusu imparatorluk, Roma Devleti’nin sadece son aşamasıdır: kendi efsanelerine göre M.Ö. 753 yılında kurulmuş olan Roma kentinde önce Roma Krallığı (M.Ö. 753 - M.Ö. 510) ve sonra Roma Cumhuriyeti (M.Ö. 510 – M.Ö. 47) dönemleri de vardır.

            Burada “iyi” sıfatı ile kişinin huyu, suyu ve davranışları kastedilmemektedir. Devletin huzuru, refahı ve bekası için olumlu icraatlar yapılmış, hak ve hukuka riayet edilmiş, süreklilik ve devamlılık sağlanmış, iç savaşlar çıkmamış, iktidar sancısız ve kan dökülmeden devredilmiş, yani “istikrar” hep sürmüştür. Çünkü Roma tarihinde bu beş imparatordan önce ve sonra taht kavgaları yaşanmış, kan dökülmüş, baskıcı rejimler halkı bezdirmiştir. Birbiri ardı sıra iktidara gelen bu beş imparatorun en önemli özelliği biyolojik baba-oğul olmamalarıdır. Fakat iktidardaki imparator daha hayatta iken çevresindeki yetenekli gençler (genelde yeğenleri, damatları ve yakınen tanıdıkları) arasından halefini seçerek “evlâtlık” ilân etmesidir. Roma ve Bizans tarihinde daha sonraları da görülen, hükümdarın “evlâtlık” edinme müessesesi bunlarla başlamıştır. Sorumluluk sahibi olan bu imparatorlar, devletin geleceğini düşünerek, mevcutlar arasından en olgun ve deneyim sahibi kişileri halef olarak seçmişlerdir. Hepsi doğal olarak yaşlanarak hastalıklardan ölmüşler, ölümlerinden sonra sancısız ve kavgasız iktidar devredilmiş, Senato, ordu ve bürokrasi tarafından itirazlar çıkmamıştır. Aslında bunların ilk dördünde zaten öz erkek evlât yokmuş. Ancak beşincisi (Marcus Aurelius) kendi oğlunu (Commodus) mirasçı olarak bırakınca büyü bozulmuş, bu halef başarısız ve zalim bir imparator olarak tarihe geçmiştir.

            M.S. I yüzyılın sonunda ve II yüzyılda toplam 84 yıl süren bu  altın dönem (Pax Romana) “Nerva-Antoninler Hanedanı” olarak da anılmaktadır, fakat bu “hanedana” 12 yıllık Commodus iktidarı da eklenirse 96 yıla çıkar. Fakat hiçbir tarihçi Commodus’u “Beş İyi İmparator”a dahil etmemektedir. O sadece beşinci “iyi imparator”un oğludur, kan bağı vardır, fakat “iyi” yönetmemiştir ve sonunda bir zorba olarak öldürülmüştür.

            Bu imparatorların adları, hükümdarlık (hk.) yılları ve süreleri şöyledir:

1) Marcus Cocceis Nerva                                    - hk.    96- 98          süresi:   2 yıl

2) Marcus Ulpius Nerva Traianus                      - hk.    98-117         süresi: 19 yıl

3) Publius Aelius Traianus Hadrianus                - hk. 117-138        süresi:  21 yıl

4) Titus Aurelius Arrius Antoninus “Pius”        - hk. 138-161        süresi:  23 yıl

5) Marcus Aurelius Antoninus                           - hk. 161-180        süresi:  19 yıl

                                                                                                         Toplam:  84 yıl

 

           

 

“Beş İyi İmparator” döneminden önce bugünkü Türkiye toprakları (Doğu ve Güneydoğu Anadolu hariç) fethedilmiş ve Roma İmparatorluğuna dahil edilmişti. Traianus döneminde ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu da Roma topraklarına katılmıştır. Dönemin ortasında yer alan üçüncü “iyi” imparator Hadrianus ise bizim Edirne şehrimizin banisi ve isim babasıdır. Yani 1900 yıl önce hem bütün Türkiye’ye, hem Edirne’ye refah ve huzur getiren bu hükümdarları tanımamız ve hatırlamamız gerekir. Bunların hepsi “pagan” (çok tanrılı) inanç sahibi idi, tek tanrılı Museviliği ve henüz gizli gizli yayılmakta olan Hıristiyanlığı benimsememişler ve onaylamamışlardı (Müslümanlık ise henüz ortaya çıkmamıştı). Constantinopolis (yani İstanbul) henüz kurulmamıştı, sadece yerinde önemsiz ve küçük “Byzantion” kalesi ve limanı bulunuyordu.

“Beş İyi İmparator” döneminden önce iktidarda “Flavius Hanedanı” [M.S. 69 – 96] bulunmuştu. Bu hanedan ise Roma imparatorluk tarihinde ikinci hanedan sayılır. Birinci ve kurucu hanedan “Julius-Claudius Hanedanı” [M.Ö. 27 – M.S. 68] olup, ilk imparator Octavianus Augustus (bugün bile takvimlerdeki “Ağustos” ayı onu hatırlatır) ile başlar, ikinci Tiberius, üçüncü Caligula, dördüncü Claudius ve çılgınlığı ile nam salmış beşinci imparator Neron’un intiharı (M.S. 68) ile sona erer.

M.S. 68 - 69 yılı tarihte “Dört İmparator Yılı” olarak zikredilir, çünkü bir yılda kanlı iç savaşa tutuşan dört general kendilerini imparator ilân etmişler ve birkaç ay hüküm sürebilmişlerdir. 6. Galba, 7. Otho ve 8. Vitellius’un öldürülmelerinden sonra, dördüncü general ve dokuzuncu imparator olarak Titus Flavius Vespasianus tahtta 10 yıl (69 – 79) tutunabilmiş ve “Flavius Hanedanı”nı başlatmıştır. Kendisinden sonra büyük oğlu Titus (79 – 81) sadece iki yıl tahtta kalarak hastalıktan ölünce, ondan 10 yaş daha küçük olan ikinci oğul Domitianus (81 – 96) babasının ve ağabeyinin toplamından daha uzun süre (15 yıl) iktidar olabilmiştir. Senato’yu dışlayan, gelenekleri ve hukuku hiçe sayan, birçok kişiyi öldürtüp malına mülküne el koyan açgözlü ve zalim hükümdar olarak korku salan Domitianus sonunda 18 Eylül 96’da saraydaki hizmetçiler tarafından bıçak darbeleriyle öldürülmüştür.

Neron’un çılgınlıklarını, 68 – 69 yılındaki kanlı fetret yılını ve Domitianus zulmünü iyi bilen senatörler daha öldürüldüğü gün toplanarak, kendi aralarından saygın ve sakin kişiliği ile tanınan, 66 yaşındaki, çocuksuz ve hastalıklı Marcus Cocceius Nerva’yı onikinci imparator seçmişlerdir.

 

Birinci İyi İmparator olarak tarihe geçen Nerva, iki yıldan daha az bir süre (1 yıl 3 ay) iktidarda kalabilmiş, 98 yılı başında felç geçirmiş ve 27 Ocak 98’de sarayında vefat etmiştir. 

                                            İmperator Nerva (96 – 98)

 

Senato tarafından göreve getirilen ilk imparator olan Nerva (d. 8 Kasım 30, Narnia, Roma yakınları), asker kökenli olmayıp soylu bir Romalı aileden gelmektedir. Daha Neron zamanından itibaren, Flavius hanedanı yıllarında da, değişik idari görevlerde bulunmuş, sarayda ılımlı bir yüksek memur ve soruşturmacı olmuş, iddialı olmayan uzlaşmacı kişiliğiyle bilinmiştir. Bu nedenle kendisinin imparatorluğuna kimse karşı çıkmamış, fakat çocuksuz olması, yaşı ve hastalığı nedeniyle “fazla yaşamayacağı” tahmin edildiğinden, özellikle ordu mensupları tarafından kendisine bir halef seçmesi yönünde baskılar hemen başlamıştır. İdari tecrübesi ve devleti iyi tanıması nedeniyle, ayrıca orduyu tatmin edebilmek için, Ekim 97’de hiçbir akrabalığı olmayan, kendisinden 23 yaş daha küçük, fakat askerler tarafından çok sevilen ve takdir edilen başarılı genç general Marcus Ulpius Traianus’u evlât edinmiş ve halef olarak beyan etmiştir. Üç ay sonra ölünce herhangi bir sıkıntı yaşanmadan iktidar evlâtlığına devretmiştir. Hiçbir fetih yapmayan, savaş galibiyeti ile anılmayan Nerva’nın bu akıllı tutumu sayesinde 84 yıllık bir barışçıl dönem yaşanmış, ardılları İmparatorluğu azami sınırlara ulaştırmış, refah ve huzur sürmüştür. İşte bu nedenle, sadece 15-aylık hükümdarlıkla, “İlk İyi İmparator” olarak tarihe geçmiştir. 

İmperator Traianus (98 – 117)  

İkinci İyi İmparator: Nerva’nın isabetli seçimi sayesinde, Roma tarihinin en başarılı ve savaşçı hükümdarı kabul edilen Traianus (Batı dillerinde Trajan; Doğu Avrupa’da Trayan), 45 yaşında imparator olmuş ve 19-yıllık iktidarı süresince devletin topraklarını azami sınırlara kavuşturmuştur. Onun ölüm yılındaki (M.S. 117) imparatorluk sınırları, yüzyıllar süren Roma yayılmasının ulaştığı son radde sayılır. Başarılı seferleri ve muhteşem zaferleri yüzünden, sonraki imparatorlar tahta çıkarken “…felicier Augusto, melior Traiano…” [yani “…Augustus’tan daha mutlu, Traianus’tan daha iyi…”] temenni deyimi gelenek olmuştur.

 

Roma İmparatorluğu’nun genişlemesinin son raddesi (Traianus’un ölümü, M.S.117)

 

 

 Asker kökenli seçkin bir aileden gelmesine rağmen köklü Roma soylusu değildir. İtalya şehirlerinden kalkıp, yeni fethedilen topraklara yerleşen Roma yurttaşlarının ikinci-üçüncü neslini temsil eder (yani “evlâdı fatihan”). M.S. 53 yılında İspanya’nın Italica kolonisinde (bugün Sevila yakınları) göçmen bir ailede dünyaya gelmiş, orduda asker olarak kademe kademe yükselmiş, birçok cephede savaşmıştır. İktidara geldikten sonra da hudutları genişletmek için Doğu’da yeni fetihlere girişmiştir: bugünkü Ürdün’de Nebati Krallığını ortadan kaldırmış, “Arabia Petraea” eyaletini kurmuş; Partları yenerek Armenia (Doğu Anadolu) ve Mesopotamia (bugünkü Irak) topraklarını ilhak etmiş; Tuna’nın kuzeyine geçerek Dacia (bugün Romanya) fethedilmiş (buradan büyük miktarlarda altın ve gümüş Roma’ya akmıştır). Bu zenginlikler sayesinde Roma şehri imar edilmiş (Traianus Forumu, zafer takı, kabartmalarıyla ünlü sütunu) ve birçok yerde kaleler, köprüler ve kentler kurmuştur. Tuna üzerinde mimarlık harikası sayılan “Traianus Köprüsü” (Demirkapı, Turnu Severin karşısında) 105 yılında ünlü mimar Apollodorus tarafından yapılmış. Bu arada Trakya bölgesine de çok önem vermiştir: “Trakya’nın Kapısı”(Porta Traciae) sayılan İhtiman Geçidine müstahkem kale Stipon (Sofya’nın 55 km doğusunda, Osmanlı döneminde Kapulu Derbent, bugün Trayanovi Vrati tüneli); “Augusta Traiana” şehrini (bugün Stara Zagora, Eski Zağra); Dedeağaç yakınlarında Rhodopi Eyalet merkezi “Traianopolis” (Osmanlı yıllarında Dâvut Paşa Ilıcası veya Fere Ilıcası) ve karısı Pompeia Plotina adına “Plotinopolis” (bugünkü Dimetoka, Didymoteichon) şehirlerini kurmuştur. Suriye’de bulunduğu esnada rahatsızlanan Traianus, deniz yolu ile Roma’ya dönerken “Selinus” liman şehrinde (bugün Alanya’nın 45 km doğusunda, Gazipaşa yakınlarında) vefat etmiştir. Külleri Roma’ya götürülerek diktirdiği Traianus sütunu dibine gömülmüştür.

Hiç çocuğu olmayan Traianus, uzaktan akrabası olan (büyük halasının torunu) Publius Aelius Hadrianus, 9-yaşında yetim kalınca, eğitimini ve yetişmesini veli olarak üstlenmiş, idari görevler vermiş, seferlere götürmüştür. Ancak ölüm döşeğinde (yani Selinus’ta) Hadrianus’u evlâtlık ve halef olarak belirten bir vasiyeti imzalamıştır. Bunun tek tanığı da sedece karısı Pompeia Plotina olmuşsa da, Senato belgeyi geçerli kabul etmiş ve Hadrianus’u imparator ilân etmiştir.   

 

Üçüncü İyi İmparator: İmparator ilân edildiğinde artık 41 yaşına gelmiş olan Hadrianus’un doğum yeri de İspanya’daki İtalica koloni kentidir. Fakat dedeleri İtalya’da, Padana (bugün Po) nehri ağzında yer alan Hadria limanından göç ettikleri için “Hadrianus” aile adını benimsemişlerdi. Babası general Traianus’la birlikte Germania sınırlarında savaşırken ölünce, çocuğun vesayetini iki arkadaşı Attianus ve Traianus üstlendiler. Traianus imparator olunca Attianus da onun Saray amiri ve güvenli adamı olarak hep Roma’da vekil olarak kaldı. Bu arada Hadrianus 22 yaşına gelmişti. 24 yaşında iken soylu bir aileden Vibia Sabina ile evlendi, fakat onların da hiç çocukları olmadı. 


 

                                           İmperator Hadrianus (117 – 138)

 

Genç Hadrianus çok iyi eğitim gördü, Latince ve Grekçe öğreten özel öğretmenleri vardı, Hellen (Yunan) hayranı oldu, Epikuros felsefesine inandı, Atina’yı ve kadim Yunan topraklarını ziyaret etti. Roma tarihinin en ünlü eşcinsel hükümdarı idi. Bithynia (bugün Bolu) gezisinde keşfettiği Antinous adlı genç sevgilisini yanından ayırmadı, erkek güzeli olarak çıplak heykellerini her tarafa diktirdi. Kendisi sakal ve bıyık bıraktı. Ondan sonraki imparatorlar da hep bu modayı takip ettiler. Traianus kadar savaşçı değildi – Yahudi isyanlarını (132-135) bastırdı, Tuna sınırlarında çarpıştı, fakat Mesopotamya’dan feragat etti (çok uzak ve savunulamaz gerekçesiyle). İktidar süresinin yarısından fazlasını Roma dışında geçirdi ve geniş imparatorluğunun her tarafını gezdi (bir nevi Evliya Çelebi gibi). Mimarlığa meraklıydı, gittiği her yerde bayındırlık ile ilgili emirler verdi (Antalya’da “Hadrianus Kapısı”), sınırlar boyunca tahkimatlar yaptırdı (İngiltere’de “Hadrianus Duvarı”), şehirler kurdu (yedi adet “Hadrianopolis” şehrinden sadece “Hadrianopolis in Trace”, yani Edirne, adını yüzyıllar boyunca yaşatabildi). Roma’da “Pantheon” binasını 126’da onardı ve kendisi için anıt-mezar (mausoleum) olarak bugünkü “Castel Sant Angelo” kalesini inşa ettirdi (ölümünden sonra tamamlandı). Roma yakınlarında Tivoli’de, ilginç mimarisi olan Villa Adriana’yı yaptırdı, fakat ağır hastalık ve korkunç ağrılar arasında, Napoli Körfezi kıyısında, Baiae’deki villasında, 10 Temmuz 138’de 62 yaşında son nefesini verdi.

Ölümünden bir yıl önce, 137 yılında 36 yaşındaki Roma soylusu Lucius Aelius’u evlâtlık ve halef ilân etti. Fakat 1 Ocak 138’de, Senato’da şükran konuşmasına hazırlanan bu genç adam aniden kan kusarak ölüverdi. Günlerinin sayılı olduğunu anlayan hasta Hadrianus hemen 25 Şubat 138’de başka bir Roma soylusu olan 52 yaşındaki Titus Aurelius Fulvius Boionius Arrius Antoninus’u yeni halefi ve evlâtlığı ilân etti, fakat ondan sonra gelecek iki mirasçıyı da şart koştu: ölen Lucius Aelius’un 8-yaşındaki oğlu Lucius Verus ve karısı tarafından uzak akrabası olan 17-yaşındaki Marcus Annius Catilius Severus.

 

Dördüncü İyi İmparator: Her ne kadar babası Titus Aurelius Fulvus, “Gallia Narbonensis” eyaletinde (Güney Fransa, bugünkü Nîmes şehri) “evlâdı fatihan” olarak dünyaya gelmiş olsa da, konsül ve senatör olarak Roma çevresine yerleşmiş ve zengin bir aileden Arria Fadilla ile evlenmişti. Genç Antoninus 19 Eylül 86 yılında Lanuvium’da (Roma’ya 32 km) doğmuştur. Üç yaşında iken babası ölünce, hem anne tarafından, hem de baba tarafından dedeleri  çocuğun bakımını ve eğitimini üstlenmişlerdi. Geleneksel Roma dini ve hukukunu benimsemiş, konsül (vali) ve prokonsül (genel vali) olarak hoşgörülü idarecilik sergilemişti. 25 yaşlarında iken Annia Galeria Faustina (imparator Hadrianus’un karısı Vibia Sabina’nın kızkardeşi) ile evlenmiş ve dört çocukları olmuştu, fakat iki oğlu ve bir kızı küçük yaşta ölmüşlerdi. İmparator olduğu 138 yılında sadece bir kızı (“Genç Faustina”) hayatta idi. Bunun için bu kızını hemen Marcus Annius ile nişanladı ve sonradan evlendirdi. Geleceğin imparatoru Marcus Aurelius Antoninus adını aldı, hem evlâtlığı, hem de damadı oldu.

 

                                       İmperator Antoninus Pius (138 – 161)

 

Göreve başladığında hemen harekete geçerek selefi ve babalığı olan Hadrianus’un tanrı ilân edilmesi ve mozolesinin inşaatının tamamlanması için Senato’da ısrarcı oldu. Bu nedenle kendisine “erdemli, vefakâr, iyi ruhlu” anlamında “Pius” lâkabı verildi – tarihe de böyle geçti: Antoninus Pius. İyi İmparatorlar arasında en çok yaşayan (75 yaşında öldü) ve en uzun süre iktidarda kalan (23 yıl) hükümdar oldu. Çin İmparatoruna diplomatik heyet gönderdi, fakat mukabil heyet geldiğinde artık hayatta değildi. Sınırların bazı kabilelere karşı korunması dışında ne sefere çıktı, ne savaş ilân etti. En barışçıl ve huzurlu yıllar yaşanmıştır. Değişik dinlere ve mezheplere ibadet serbestisi tanıdı: İran’dan Mitra inancı, Anadolu’dan Ana Tanrıça (Kybele) kültü İmparatorlukta ve başkentte yayılabildi. 7 Mart 161 tarihinde Lorium’da (Roma’nın 18 km batısında) vefat etti, Hadrianus Mozolesine gömüldü ve Tanrı ilân edildi (Divus Antoninus).

Daha tahta çıkarken, 138 yılında, iki evlât, yani iki halef ilân etmişti: sonradan damadı da olan 17-yaşındaki Marcus Aurelius Antoninus ve 8-yaşındaki Lucius Verus. Bu çocuklar onun kanatları altında büyüdüler ve ölümünden sonra “müşterek imparatorlar” (co-emperors) olarak örnek bir kavgasız ve uyumlu işbirliği sergilediler.

 

Beşinci İyi İmparator (-lar): Aslında Antoninus Pius’un ölümünden sonra iki kişi müşterek imparator oldu: 31-yaşındaki Lucius Verus ve 40-yaşındaki Marcus Aurelius. Bunları daha Hadrianus belirlemişti (Hadrianus torunları sayılırlar ve onun mozolesine gömülmüşlerdir) ve Antoninus Pius evlât edinmişti. Birbirleriyle kavga etmediler ve biyolojik kardeşlerden daha samimi davrandılar. Çünkü Lucius Verus aynı zamanda Marcus Aurelius’un kızı Lucilla ile evlenmişti (162) ve Marcus Aurelius’un ilk nişanlısı da Lucius Verus’un ablası idi. Doğuda Partia ile, kuzeyde Cermen kabileleriyle savaşları genellikle Lucius Verus yürüttü. Ancak müşterek idarelerinin sekizinci yılında, Tuna boylarında Markomani kabileleriyle mücadele ederken Lucius Verus ateşli bir salgın hastalığına (“Antonin vebası” Roma’da da yayılmıştı, bugün “çiçek” olabileceği düşünülüyor) yakalandı ve öldü (169). Ağabeyi ve kayın pederi Marcus Aurelius, Roma inancına göre cesedini yaktı ve küllerini Roma’ya getirerek Hadrianus Mozolesine koydu. Lucius Verus’un bir oğlu ve iki kızı olmuştu, fakat oğlan ve kızlardan birisi erken yaşta ölmüşlerdi.

 
İmperator Marcus Aurelius (161 – 180)

 

Marcus Aurelius 169 yılından sonra, 180’deki ölümüne kadar daha 11 yıl tek başına idare etti ve Beş İyi İmparator’un sonuncusu olarak tarihe geçti. Ataları, fethedilen İspanya’nın göçmen İtaliklerinden olmasına rağmen [“Marcus Annius Verus” adını taşıyan büyük dede, dede ve baba] senatör olarak Roma’ya gelmişler ve soylu kadınlarla evlenmişlerdi. Anne tarafından hem Hadrianus’un eşi, hem de Antoninus’un eşi ile akrabalıkları vardı. Roma’da doğup büyüyen Marcus (3-yaşıda iken babası öldü ve annesi Domitia Lucilla başka birisiyle evlendi) özel bakıcılar ve öğretmenler tarafından yetiştirildi. Çok seçkin filozoflardan dersler aldı ve “Stoacı” (Stoicism) felsefenin savunucusu oldu. 170 – 180 yılları arasında kaleme aldığı “Meditationes” (Kendime Düşünceler) başlıklı kitabı yüzyıllardan beri çok okunan felsefi eserdir. Bu nedenle kendisi “Filozof İmparator” olarak anılır, felsefe tarihinde önemli düşünür olarak geçer. Lucius Verus’un ölümünden sonra savaş meydanlarına da giden Marcus Aurelius, Markomanlar ile savaşırken, 59 yaşında Vindobona’da (bugün Viyana) hastalanmış ve ölmüştür. Cenazesi Roma’ya getirilerek Hadrianus Mozolesine gömülmüştür.

Eşi “Genç” Faustina’dan 13 çocuğu (iki defa ikizler dahil) dünyaya gelmiş, fakat pek azı hayatta kalabilmişti. Hayatta kalabilen tek erkek evlâdı Lucius Aelius Aurelius Commodus’u 166’da “Cesar”, 177’de de “müşterek imparator” ilân edince, ölümünden sonra tahta 18. Roma İmparatoru olarak 19 yaşındaki Commodus çıktı.

 

Çok tanrılı (pagan) inancında olan Romalılar kanunen tek eşli olurlardı. Çocuksuz çiftler veya çocuklarını kendilerinden önce kaybedenler (salgın hastalıklar kol geziyordu, savaşlar ve doğal afetler sıkça görülüyordu) vârissiz kalıyorlardı. İktidarda olanlar için bu felâket sayılıyordu. Hele erkek evlâdı olmayan hükümdarlar için bu hanedanın sonu demekti (Roma İmparatorluğunda kadınlar tahta çıkamazdı).

Zikredilen beş imparator, baba-oğul olmadıkları halde çok başarılı biçimde selef-halef olmuşlar, toplam 84 yıllık istikrar, refah ve güven sağlayabilmişlerdir. Aslında ortalama iktidar süreleri (17 yıl) çok uzun değildir, çünkü selef genellikle hayatının sonlarında halefini olgun yaşlarda kişiler arasından seçmiştir (40 yaş ve üstü, ortalama 48,8). Seçilen kişilerin ömürleri de yeterli uzun olmamıştır (ortalama 65.6 yıl)

1. Nerva                  - tahta çıkış yaşı : 66         ölüm yaşı: 68

2. Traianus              -    “      “       “   : 45            “       “  : 64

3. Hadrianus           -    “       “       “  : 41             “      “   : 62

4. Antoninus Pius   -    “       “       “  : 52             “      “   : 75

5. Marcus Aurelius -    “       “      “   : 40             “      “   : 59

 

Roma tarihinde “evlâtlık” edinerek halefini seçmek ve “müşterek imparatorluk” (co-emperors) gibi iktidar veraseti ve paylaşımı için örnek gösterilseler de, unutmayalım ki, ilk üçünün zaten hiç çocukları olmamıştı, dördüncüsünün ise hayatta bir kızı kalmıştı, yani bunların başka seçenekleri yoktu. Beşincinin ise hayatta kalan bir oğlu olunca herhangi bir “evlâtlık” edinmekten vazgeçti, kendi oğlunu “co-emperor” yapıverdi. Tabi istikrar bozuldu, çünkü hükümdar da olsalar oğullar babalara benzemeyebilirler.


“Beş İyi Sultan”

 

Avrupalı tarihçiler kendilerini Greko-Romen kültürün mirasçıları sayarlar. Bu nedenle hem antik Yunan, hem de Roma İmparatorluk tarihini çok ayrıntılı araştırmışlar ve renkli, bazen mübalağalı tanımlamalar yapmışlardır. Bizim tarihçilerimiz de Osmanlı Sultanlarının hayatlarını ve kişiliklerini tasvir etmekten ve yüceltmekten kaçınmamışlardır. Fakat nedense hep mücerret (soyut, izole) anlatımı tercih etmişlerdir. Halbuki Osmanlı dünyadan kopuk değildir, dolayısıyla Dünya tarihi'nin ayrılamaz bir parçasıdır. Mukayeseli (karşılaştırmalı) tanımlar ve benzetmeler yapılmalı, başkalarının tarihi süreçlerini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Bu meyanda, özellikle Roma-Bizans tarihi bugünkü topraklarımızın bir parçası gibi bilinmelidir (aynen Hititler, Frigler, Traklar ve diğer kadim topluluklar gibi).

Demek istediğim, eğer Avrupalıların çok eski atalarında “Beş İyi İmparator” varsa, bizim Osmanlı atalarımızda da “Beş İyi Sultan” vardır.

Bu sultanlar birbiri ardına iktidara gelip, kesintisiz bir istikrar ve sürdürülebilir yükselme çizgisi yakalamışlardır. Diğer deyişle devletin bekası için “iyi” olmuşlardır. Tabii ki, en önemli fark Osmanlı Sultanlarında iktidar daima “babadan oğula” devretmiş, “evlât edinme” müessesesine gerek kalmamıştır. Bu olgu da selef-halef olan beş nesil baba-oğulun devlet için, tebaası için refah ve huzur sağlayabileceklerinin kanıtıdır. Ve bu durumda, daha erken yaşlarda tahta çıkan beş sultan daha uzun süre iktidarda kalarak, söz konusu istikrar ve yükselme sürecini yaklaşık bir buçuk yüzyıla (145 yıla) çıkarabilmişlerdir (Osmanlı Devletinin yükselme devri!).

Bu sultanların adları, hükümdarlık (hk.) yılları ve süreleri şöyledir:

 

1) Sultan 2. Murat (Koca)                    - hk. 1421-1451        süresi: 30 yıl

2)     “     2. Mehmet (Fatih)                 - hk. 1451-1481        süresi: 30 yıl

3)     “     2. Bayezid (Veli)                   - hk. 1481-1512        süresi: 31 yıl         

4)     “     1. Selim (Yavuz)                   - hk. 1512-1520        süresi:   8 yıl

5)     “     2. Süleyman (Kanuni)          - hk. 1520-1566        süresi:  46 yıl

                                                                               Toplam:  145 yıl

 

Dikkat edilirse, bunlar Osmanoğulları hanedanının ilk dönem (Kuruluş dönemi) temsilcileri değildir. Yavuz Selim [“evvel”= birinci] hariç, diğerleri hükümdar adı olarak 2. sırada [“sâni”= ikinci] yer almaktalar [bir Edirneli olarak Edirne’de tahta çıkarak, 1402-1411 arası hüküm süren 1. Süleyman’a (Çelebi Emir Süleyman) haksızlık yapıldığını, Çelebi Mehmet ahfadından gelen tüm geri kalan sultanlar ve onların vakanüvisleri, kasten onu ve Musa Çelebi’yi hükümdarlar  listesinden çıkardıklarına inanıyorum. Batılı kaynaklar daha objektif davranmışlar ve Kanuni’yi “Suleiman the Second” diye yazmaktadırlar].  

Mukayeseli olması için bunların tahta çıkış yaşları ve ölüm yaşları da aşağıdadır:

 

1) Sultan 2. Murat (Koca)               - tahta çıkış yaşı: 17        ölüm yaşı: 47

2)     “     2. Mehmet (Fatih)            -   “        “      “  : 19           “       “  : 49

3)     “     2. Bayezid (Veli)              -   “        “      “  : 33           “       “   : 64         

4)     “     1. Selim (Yavuz)              -   “        “      “  : 42           “       “   : 50

5)     “     2. Süleyman (Kanuni)     -   “        “       “ : 26           “       “   : 72             

                                                                 Ort. 27,4                Ort. 56,4

Görülüyor ki, Osmanlı sultanları daha erken yaşlarda ölmüşlerdir (ortalama ölüm yaşı 56,4, Roma imparatorlarında ise 65,6’dır), hatta bazılarında (2. Mehmet ve 2. Bayezid) zehirlenmiş olabileceklerine dair emareler de vardır. Fakat babadan oğula aktarılan irsi hastalıklar (nikris = damla hastalığı; nüzul = inme; ruhsal dengesizlik) bir genetik silsile olarak bunlardan öncekileri ve bunlardan sonrakileri de etkilemiştir (hanedan değişebilseydi ağır genetik yük de değişebilirdi). Halbuki Romalılara göre hüküm sürdükleri zaman dilimleri arasında 1300-1400 yıl vardır (daha uzun yaşamaları gerekirdi). Daha erken yaşta ölmelerine rağmen beş kişilik toplam iktidar süresi (84’e karşı 145 yıl) çok daha genç yaşlarda iktidar sahibi olmalarından (Romalılarda ort. 48,8’e karşı Osmanlılarda ort. 27,4 yaş) kaynaklanmaktadır.

Osmanoğulları sülalesinin Avrupalı Hıristiyan hanedanlar karşısında çok önemli bir avantajı vardır: çokeşlilik ve çokevlâtlılık. İslâm dininin izin verdiği dört “haseki” kadın dışında, sayısı sınırlanmayan cariyelerden doğan çocukların toplam sayısı bazen onlarca olup, daima yeterli sayıda “erkek evlât” yetişkin yaşlara ulaşabilmiş ve padişahlar mirasçısız kalmamıştır. Aynı yüzyıllarda, metreslere rağmen, resmen tek eşli kalmak mecburiyetinde olan Hıristiyan hükümdarlar (Sırbistan, Macaristan, Lehistan, v.s.) erkek varis bırakmadan ölmüşler, “interregnum” dedikleri fetret devirleri yaşanmış ve hanedanlar değişmiştir. Fakat Osmanoğullarının söz konusu avantajı aynı zamanda “handikapı” da olmuştur: birden fazla erkek varis tahta çıkmak için, genellikle sonu kanlı biten, amansız mücadelelere girişmişlerdir (tek erkek varis olunca sorun yaşanmamıştır). Çünkü Orta Asya geleneklerinde, ölen hükümdarın erkek oğulları, yaşa bakılmaksızın, taht iddiasında bulunabilirler ve en layık olan mücadeleyi kazanandır (Müslümanlığı kabul ettikten sonra “Allahın takdiri” şeklinde yorumlanmıştır). İşte bu nedenle Yıdırım Bayezid’in Ankara Savaşında (1402) esir edilmesinden ve ölümünden sonra, hayatta kalan beş yetişkin oğlu (“Çelebi” kardeşler diye bilinen Süleyman, İsa, Mehmet, Musa, Mustafa) aralarında savaşarak devleti parçalamışlar ve zayıf düşürmüşlerdir. “Fetret Devri” olarak adlandırılan bu tarih dilimi bazılarına göre 1402-1413 arasını, bazılarına göre de 1402-1421 arasını kapsamış ve devleti yok olma eşiğine getirmiştir.

Osmanlı Devletinin askeri gücü, hakimiyet alanı ve manevi “gazâ“ üstünlüğü bu kritik içsavaş yıllarında dibe vurmuş, fakat yok olmamıştı. Tekrar toparlanarak eski mücadele gücüne ulaştırmak, kesintisiz 145 yıl sürecek olağanüstü yükselişe geçmek ve imparatorluk mertebesine (Devlet-i’Aliyye, İmperium Ottomanum) ulaştırmak, ardı sıra tahta çıkan baba-oğul “Beş İyi Sultan”a nasip olacaktır.

 

Birinci İyi Sultan: 2. Murat (Koca Murat veya Murâd-ı Sâni, kendi döneminde “Gazi Hünkâr” olarak adlandırılmış, Batılılar “Amurad” veya “Mourad” diye yazmışlardır) söz konusu başarılı silsilenin başlangıcıdır. En genç yaşta tahta çıkmış (17 yaşında) ve en genç yaşta vefat etmiştir (47 yaşında). Dolayısıyla 30 yıl iktidarda kalmıştır.

 

                                                            Sultan 2. Murat (hk.1421-1451)

 

            Babası Çelebi Mehmed’in (1. Mehmet) Ankara hezimetinden sonra sığınmış olduğu Amasya’da üçüncü sıradaki oğlu olarak, Haziran 1404’te dünyaya gelmiştir. Annesi “haseki” kadındır - Dulkadiroğlu Nasireddin Muhammed Bey’in kızı Emine Hatun. Kendisinden önceki iki erkek kardeşi erken yaşta öldükleri için “ulu şehzade” sayılmıştır. Edirne’de avlanırken felç geçirerek attan düşen babasının 26 Mayıs 1421’de ölmesi askerden gizlenmiştir. Vasiyeti üzerine, Amasya’daki Şehzade Murat’a haber gönderilmiş ve Bursa’ya ulaşan Murat 25 Haziran 1421’de burada tahta çıkmış, cülus ve biat töreni yapılmıştır. Fakat hayatta kendisinden küçük daha üç erkek kardeşi vardı – 13 yaşındaki Mustafa Hamid-Eli sancakbeyidir ve ölüm korkusuyla Karamanoğullarına sığınmıştır, 8 yaşındaki Mahmut ve 7 yaşındaki Yusuf ise anneleriyle beraber Bursa Sarayındadır. Genç padişah saraydaki iki küçük kardeşini öldürtmemiş, fakat gözlerine mil çektirerek kör etmiştir. Nitekim sekiz yıl sonra Bursa’da çıkan büyük veba salgınında ikisi de ölmüştür (Ağustos 1429).

            Murat için gerçek tehlike kardeşleri değil, hâlâ hayatta olan amcası Mustafa’dır. Babası Mehmet Çelebi tarafından yenilen en küçük Bayezid-oğlu Mustafa Çelebi (doğ. 1393, Edirne) Bizans’a sığınmıştı ve Limni Adasında rehin tutuluyordu. 17 yaşındaki Murad’ın Bursa’da tahta çıkması üzerine, Bizans İmparatoru derhal 28 yaşındaki bu taht müddeisini serbest bırakarak Trakya kıyılarına çıkartmıştır. Yanında isyankâr İzmiroğlu Cüneyd de vardır. Murat taraftarları bunun gerçek Bayezid-oğlu olmadığını ileri sürmüşler ve “Düzme Mustafa” deyimiyle tarihe geçirmişlerdir. Fakat Rumeli’de destek bulan Mustafa, Edirne’de hükümdarlığını ilân etmiş, hatta para bile bastırmıştır. Amasya’dan beri yanında bulunan dirayetli asker ve devlet adamları sayesinde genç Murat galip gelmiş, kuzeye kaçan “Düzme Mustafa” Kızılağaç Yenicesi’nde (bugün Elhovo, Bulgaristan) yakalanmış ve Edirne Kalesinin Yelliburgas kulesinin tepesine asılmıştır (1422).

            Bizans İmparatoruna kızgın olan 2. Murat İstanbul’u kuşatıp surları top ateşine tutmuş, fakat netice alamamıştır. İmparatorun teşviki, Karamanoğulları ve Germiyanoğulları’nın destekleriye bu kez kendi kardeşi “Küçük Mustafa” harekete geçirilmiş, İznik’e kadar gelen 13 yaşındaki bu bahtsız şehzade hile ile ele geçirilmiş, boğdurulup bir incir ağacına asılmıştır (1423).

            İlk iki yılını taht mücadeleleriyle geçiren 2. Murat, atak ve yayılmacı askeri harekâtlara girişerek Selânik ve Tesalya’yı yeniden fethetmiş (1430), Eflâk ve Macaristan’a seferler düzenlemiştir. 1439’da Semendire Kalesini zapt ederek Sırbistan’ı dört yıl işgal altında tutmuş,  fakat 1440’taki Belgrad kuşatması başarısız olunca, Yanoş Hunyadi komutasındaki birleşik Hıristiyan güçlere karşı yenilgiler başlamıştır. 1443 yılında, çok sevdiği 18-yaşındaki “ulu şehzadesi” Alâaddin attan düşerek ölünce derin bir depresyona girmiş ve Osmanlının çok aleyhine olan “Edirne-Segedin Antlaşmasını” imzalamıştır (Haziran 1444). Hemen akabinde Osmanlı tarihinin en şaşırtıcı ve mantıksız bir hareketini yaparak tahta 12-yaşındaki oğlu Mehmed’i oturtmuş ve Manisa’da inzivaya çekilmiştir. Bunu fırsat bilen Haçlılar, antlaşmayı hiçe sayarak, Tuna boyunca saldırıya geçmişler ve Varna limanına kadar ilerlemişlerdir. Oğlunun daveti üzerine ordunun başına geçen 2. Murat ünlü “Varna Meydan Muharebesi”ni (10 Kasım 1444) kazanmış, 1446’da yeniçerilerin “Buçuktepe İsyanı” üzerine Edirne’ye gelerek tahta oturmuş ve 1448’de üç gün süren “İkinci Kosova Meydan Zaferi”(17-19 Ekim 1448) ile Hıristiyan güçlerin tüm umutlarını söndürmüştür. Mora ve Arnavutluk seferleri sonrası, bir kış günü Edirne’de felç geçirerek vefat etmiştir (3 Şubat 1451).

              Sultan 2. Murat döneminde Osmanlı Devletinin ulaştığı sınırlar (1451)

 

Cenazesi Bursa’ya nakledilerek Muradiye Külliyesinde oğlu Alâaddin’in yanına gömülmüştür. Bayındırlık faaliyetlerine çok önem veren 2. Murat hem Bursa’yı, hem de Edirne’yi baştan başa ihya etmiş, Ergene nehri üzerindeki Cisr-i Ergene (bugün Uzunköprü), Filibe’deki (bugün Plovdiv) Muradiye (Cuma) Camii onun eserleridir. Ateşli silâhları (top, tüfek) ve barutu kendi üreterek ordunun günlük kullanımına almış, Hıristiyan ordularına teknolojik üstünlük sağlamıştır. Böylece bir sonraki hükümdar olan oğlu 2. Mehmed’in başarılarının altyapısını oluşturmuştur.

 

İkinci İyi Sultan: 2. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet; Mehmed-i Sâni; eski kayıtlarda Mehemmed; Batılılarda Mahomet II; Muhammad Fateh; İng. “Mehmed the Conqueror”). “İyi” Sultanların ikincisi ve en ünlüsüdür. Babasından devraldığı disiplinli, teknik donanımlı ve maneviyatı yüksek ordunun yanında sağlam bir hazine ve tecrübeli komutanlar sayesinde, büyük sıçrama yaparak devletini “imparatorluk” seviyesine ulaştırmıştır. 

 

                                Sultan 2. Mehmet (Fatih) (hk.1451-1481)

 

            Babası gibi o da genç yaşta tahta çıkmış (19 yaş), aynen onun gibi 30 yıl iktidarda kalmış ve genç yaşta (49 yaşında) beklenmedik bir şekilde hayata veda etmiştir. 30 Mart 1432’de Edirne Sarayında cariye kökenli [Hüma Hatun binti Abdullah] bir anne tarafından dünyaya getirilmiştir. Sultan 2. Murad’ın üçüncü sıradan oğludur, fakat ilk oğul Şehzade “Büyük” Ahmet henüz çocuk yaşlarında, ikinci ağabeyi Şehzade Alâaddin ise 18 yaşında attan düşerek ölünce, 1443’ten itibaren kıdemli oğul (ulu şehzade) durumuna gelmiştir. 1444’te, 12 yaşında iken çağırılarak tahta oturtulmuş, 14 yaşında indirilerek Manisa’ya gönderilmiş ve babasının ölümü üzerine, 19 yaşında iken tekrar tahta geçmiştir. Osmanlı tarihinde iki defa tahta çıkan istisnai örnek denmesine rağmen, bu olay babasının gerçek bir “abdikasyon”u (tahttan feragat) değildir. Çünkü hiçbir yazılı belgeye dayanmayan, yetkilerin tamamen devredilmediği, cülus ve biat yapılmadığı gibi, dönüp ordusunun başında savaşa gitmiş (1444 Varna Muharebesi), dönüp yeniçeri isyanını (1446 Buçuktepe Olayı) bastırmış ve yine kayıtsız şartsız saltanatına devam etmiştir. Aslında Osmanlı tarihinde daha önce de, ve daha sonra da görülen hükümdarın oğlunu vekil (“kaim-i makam”, kaymakam) bırakmasıdır. Çok hassas, mistik ve Mevlevî tasavvufuna düşkün bir kişiliğe sahip olan 2. Murat ruhsal dengesini bulabilmek için süresi belirsiz bir psikoterapiye çekilmiştir.

Babasından farklı olarak 2. Mehmet, Edirne ve Manisa Sarayında çok yönlü eğitim almış, Arapça-Farsça dışında Rumca, Latince, İtalyanca gibi Batı dillerini öğrenmiş, Rönesans Avrupası'nın ruhunu incelemiş, Truva Savaşı, Büyük İskender, Roma ve Bizans tarihi, matematik, astronomi ve coğrafya bilgileri edinmiş, savaş sanatına vakıf olmuş, İkinci Kosova Savaşına katılmıştır. Tarihten ders almayı öğrenmiş, düşmanlarını affetmeyip katı ve acımasız davranmıştır. Tahta çıktığında Edirne Sarayında 1,5 yaşındaki şehzade “Küçük” Ahmet gizlice boğdurulmuş ve Yıldırım Bayezid Camii’nin avlusuna gömülmüştür.

Hırslı yapısı, ketum tutumu (sefere çıkarken nereye gidileceğini kimse bilmezmiş) gençlik ateşi ve kısmi iktidar tecrübesi sayesinde, iki yıllık bir bilinçli hazırlık sonrası İstanbul fethedilebilmiş (29 Mayıs 1453), bin yıllık Roma-Bizans İmparatorluğuna son verilmiş ve bu efsanevi şehri kendi imparatorluğuna payitaht (başkent) yaparak, kendini “iki diyarın ve iki denizin efendisi”, “Ebû’l Feth” ve “Kayser-i Rûm” ilân etmiştir. Doğuda ve Batıda sistematik genişleme politikaları izleyerek komşu Hıristiyan ve Müslüman devletleri ortadan kaldırmış veya kendisine tabi (vasal) yapmıştır [1459 Sırbistan Despotluğuna son vermiş; 1460 Mora’daki Mistra Rum Despotluğu; 1461 Candaroğulları Beyliği; 1461 Trabzon Rum İmparatorluğu; 1463 Bosna Krallığı; 1466 Karamanoğulları Beyliği; 1471 Alaiye Beyliği ilhak edilmiş, Eflâk (Valahya), Boğdan (Moldova) ve Kırım Hanlığı bağımlı kılınmış; 11 Ağustos 1473’te Akkoyunlu Uzun Hasan “Otlukbeli Savaşı”nda mağlup edilmiş; Cenevizli’lerden Enez Kalesi, Semadirek, İmroz, Taşoz, Limni ve Midilli adaları, Amasra kalesi, Kırım’da Kefe limanı; Venedik’ten Eğriboz (Negroponte), Aya Mavra (Levkada), Kefalonya ve Zanta (Zakyntos) adaları; Arnavutluk’ta Akçahisar (Kroya) kalesi ele geçirilmiş; 1480’de Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma İtalya’daki Otranto limanını ve çevresini bir yıl işgal etmiştir].


 

                           Fatih Sultan Mehmed’in ölümünde Osmanlı İmparatorluğu (1481)

 

1481 Baharında sefere hazırlık emri veren 2. Mehmet Anadolu yakasına geçmiş ve Gebze yakınlarındaki Hünkâr Çayırında (bugün Çayırova) otağında rahatsızlanmıştır. Son yıllarında, ailevi hastalık olan nikris (damla, Fransızca’da “goutte”) ağrıları şiddetlenmiş,  hekimlerin verdiği ilâçlar fayda etmemiş ve 3 Mayıs 1481 günü çadırında vefat etmiştir. Çağdaşları, hekimler tarafından zehirlendiğine inanmışlarsa da, “malpractice” (yanlış tedavi) ihtimali daha yüksektir.

Fatih Sultan Mehmed’in eşleri ve çocukları fazla değildi, fakat çok erken yaşta, 16 yaşında baba olmuştu – ilk eşi cariye kökenli Gülbahar Hatun’dan Ocak 1448’de (belki de Aralık 1447) oğlu Bayezid dünyaya gelmişti. Daha sonra gene Gülbahar Hatun’dan kızı Gevherhan Sultan, ikinci eşi cariye kökenli Gülşah Hatun’dan ikinci oğlu Mustafa (babasından önce vefat etti, 1474); üçüncü eşi resmi düğünle 1449’da evlendiği Mükrime Sittişah Hatun’dan (Dülkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı) çocuğu olmadı (İstanbul’un fethinden sonra bu çocuksuz “haseki” kadın Edirne’de kaldı ve camisinin haziresine gömüldü); dördüncü eşi Çiçek Hatun’dan üçüncü oğlu Cem dünyaya geldi (22 Aralık 1459). Beşinci eşi Hatice Hatun (Mora Despotu Demetrios’un kızı Helene olabilir) hakkında fazla bilgi yoktur.

 

Üçüncü İyi Sultan: 2. Bayezid (Bâyezid-î Veli, Batılılar Bajazet / Baiezid şeklinde yazmışlardı) babasından ve dedesinden çok daha geç yaşta (33 yaşında) tahta çıkmış ve biraz daha uzun süre (31 yıl) iktidarda kalmış ve nispeten olgun yaşlarda (64) ölmüştür. Babasıyla arasının sadece 16 yıl olması, Fatih’in 49 yaşında ölmesine rağmen, kendisinin artık yetişkin, evli ve çoluk çocuk sahibi olmasını izah etmektedir. Fakat daha uzun yaşayarak, kendi oğullarının (artık 40’ı geçmişlerdi) sabırsızlanmasına ve fiili kavgalara tutuşmalarına sebep olmuştur. Nitekim en atik davranan hayattaki üçüncü oğul “Yavuz” Selim babasını tahttan indirebilmiş ve sürgüne mecbur etmiştir.

                                      Sultan 2. Bayezid-i Veli (hk.1481-1512)

 

Bayezid Edirne Sarayında değil de, 40 km güneydeki Dimetoka Sarayında (kesin bilinmeyen, fakat değişik kaynaklarda Aralık 1447 ilâ Ocak 1448 arası gösterilen bir tarihte) dünyaya gelmiş ve burada büyütülmüştür (annesinin cariye olması ve babasının daha 16 yaşında bulunması nedeniyle olabilir). Babası tarafından 7 yaşından sonra Amasya Sancak Beyliğine gönderilmiş ve tahta çağırılıncaya kadar (26 yıl) burada oturmuştur. Otlukbeli Savaşında babası Fatih’in yanında, sağ kol kumandanı olarak vazife almıştır. Amasya Sarayında İslâmi ilimlerinde ilerlemiş, meşhur âlimlerden ders almış, Arapça ve Farsça dışında bazı Doğu dillerini (Çağatay lehçesi, Uygurca) de öğrenmişti. Mistik ve sakin bir yaşam sürmüş, bestekâr, şair ve hattat olmuştur.

Kardeşi Mustafa (d. 1450) altı ay süren bir hastalıktan dolayı 24 yaşında iken vefat etmişti. Kendisinden 11 yaş küçük diğer kardeşi Cem (d. 1459) Konya’da sancakbeyi idi ve tahta geçmekte iddialı oldu, fakat İstanbul’a yetişemedi. Fatih Sultan Mehmed’in ölümüyle birlikte sarayda iki hizip kapışması yaşandı, Bayezid taraftarları üstün geldiler, yeniçerileri ayaklandırdılar, vezir-i azamı öldürdüler ve oğlu Korkut’u vekil olarak tahta oturttular. Fatih’in sıkı iktisadi tedbirlerinden etkilenmiş olan mal mülk sahipleri ile Avrupalılara benzemesinden ürken sofu ve dindar takım işbirliği yaparak “dindar, ermiş” anlamında 2. Bayezid’e “Veli” dediler.

2. Bayezid’in saltanatının ilk yarısı (14 yılı) kardeşi Cem ile mücadele ve temkinlik içinde geçmiştir. Anadolu topraklarında birkaç kez yenilen Cem sonunda Rodos şövalyelerine sığınmış, oradan Fransa Kralına, sonra da Roma’daki Papa’ya tutsak olarak teslim edilince, ağabeyinden büyük meblâğlar sızdırılmış ve sürekli tehdit unsuru olarak kullanılmıştır. Cem ölünceye kadar (25 Şubat 1495) 2. Bayezid Katolik Avrupa ile iyi geçinmiş, fakat 1483’te Hersek arazisini ilhak etmeyi ihmal etmemiştir. Kuzey’de Boğdan üzerine gitmiş, Kili ve Akkerman kalelerini alarak (1484) Kırım Hanlığı ile topraklarını birleştirmiş; Doğu’da Memlüklerle (1485-1491) sonuçsuz savaşlara girişmiş, fakat iktidarının son yıllarında İran’da yükselen ve Anadolu Alevilerini cezbeden Safevî Hanedanına (Şah İsmail) yeterince karşı koyamamıştır (Şahkulu İsyanı). Cem’in ölümünden sonra, donanmaya önem veren 2. Bayezid, 1499-1503 Osmanlı-Venedik Savaşında babasının alamadığı kıyı kalelerini (Koron, Modon, Navarin, İnebahtı, Dıraç) ele geçirebilmiş, Osmanlının ilk deniz zaferi (“Sapienza” Adası, 25 Ağustos 1499) kazanılmıştır. Bosna Sancakbeyi Yakup Paşa Hırvatistan’da Korbova (Udbina) Meydan Muharebesini (9 Eylül 1493) kazandıktan sonra Kuzey İtalya yolu akıncılara açılmış, İsonzo (Doline) ve Tagliamento (Aksu) nehirleri aşılarak Venedik şehrinin çevresi talan edilmiştir. Silistre akıncı beyi Bali Bey 40,000 kişi ile Lehistan içlerine girmiş, Lviv, Jaroslaw, Varşova’ya kadar ulaşılmıştır.

Fakat Bayezid Avrupa’daki gelişmeleri takip etmemiş, Kristof Kolomb’un destek isteyişini, Leonardo da Vinci’nin Haliç’e köprü önerisini yanıtsız bırakmış, fakat İspanya’dan kovulan Yahudileri kendi ülkesine kabul etmiştir. Osmanlı ülkesinde çok önemli eserler inşa ettirmiştir: İstanbul, Edirne ve Amasya’da birer külliye; Edirne Dar-üş-şifası; Galatasaray Mektebi; Bursa’da Koza Han; Sakarya, Kızılırmak, Gediz ve Tunca nehirleri üzerine köprüler.

Sultan 2. Bayezid’in sekiz eşinden 8 oğlu (Abdullah, Korkut, Ahmet, Selim, Şehenşah, Alemşah, Mehmet, Mahmut)  ve 10 kızı dünyaya gelmişti, fakat 1511’e gelindiğinde oğullarından sadece üçü hayatta idi: Ahmet (d.1465) Amasya’da, Korkut (d.1467) Konya’da, Selim (d.1470) Trabzon’da sancak beyliği yapıyorlardı. Doğu’dan yükselen Safevî tehlikesine karşı cesur ve cengâver davranan Şehzade Selim, artık yaşlanmış olan babasına karşı isyan ederek, gazâ taraftarı yeniçerilerin desteği ile babasını tahttan “feragat” etmeye mecbur etti (25 Nisan 1512). Yaşlı ve hastalıklı 2. Bayezid, doğum yeri olan Dimetoka Sarayına doğru yola çıktı, ama yolda vefat etti (Edirne yakınlarında, Söğütlüdere menzil sahrasında, 26 Mayıs 1512). Cesedi İstanbul’a doğru yola çıkmadan önce burada tahnit edildi, iç organlarının gömülü olduğu yere açık bir türbe yapıldı ve yakın zamana kadar “Türbe Ovası” olarak anılmaktaydı.   Oğlu tarafından önceden zehirletildiğine inananlar çok olmuştur.

 

Dördüncü İyi Sultan: 1. Selim (Selim-i Evvel; Yeniçeriler Yavuz Selim; Doğu’daki Şah İsmail’e nispet olarak Selim Şah; Fr: Sélim le Féroce; İng: Selim the Grim) babasının sakin ve yumuşak iktidarından sonra, kararlı ve çok sert tutumu sayesinde “Yavuz” (sert, korkunç) lâkabı ile ünlenmiştir. Atalarından Yıldırım Bayezid ve Fatih gibi enerjik ve savaşçı ruhlu idi, fakat ancak 42 yaşında tahta çıkabilmişti. O da onlar gibi acımasızca iki ağabeyini ve beş erkek yeğenini bir yıl içerisinde öldürtmüştü. Bütün bunları hanedanın selâmeti için, Fatih Kanunnâmesi’ne göre ve ulemanın fetvasına uygun diyerek yapmıştı. Mısır’ı fethettikten sonra, Kahire’ye sığınmış bulunan büyük biraderi Ahmed’in oğlu Kasım’ı ısrarla aratmış ve öldürtmüştü. Ahmed’in diğer oğlu Murat ise Safevi İran’a sığınmıştı ve burada hastalanarak vefat etmişti. Osmanlı Devletinin bekasını tehdit eden İran’daki Şii mezhebinin savaşçı ve karizmatik Şah’ı 1. İsmail’e karşı sefere çıkmadan önce Anadolu’daki fanatik taraftarlarını (“kızılbaşları”) sindirdi ve bertaraf etti. 

 

                                         1. Selim (Yavuz) (hk.1512 -1520)

 

            Çok geç yaşta tahta çıkmıştı ve en kısa süre (sadece 8 yıl) iktidarda kalmıştı, fakat kendisinden önce ve kendisinden sonra görülmeyen derecede büyük fetihler yapmıştı. Devletin topraklarını 2,5 misli büyütmüştür (fakat bu geniş alanın büyük bir kısmı çöl sayılırdı): Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz (Mekke, Medine). Dulkadiroğlu Beyliğini ve Memlük Sultanlığını tarihten silmiştir. Müslüman Doğu hükümdarlarına karşı Çaldıran (23.08.1514), Mercidâbık (24.08.1516) ve Ridaniye (22.01.1517) Meydan Savaşlarını ateşli silâhlarının üstünlüğü ile elde etmiştir. İslam Halifesi ve “Hâdim-ul-Harameyn-uş-Şerifeyn”(yani Mekke ve Medine’nin Hizmetkârı) unvanlarını almıştır. Yoğun bir şekilde gemi yapımına önem verdi ve 1520’de Batı’ya sefere hazırlanırken (orduyu ve kumandanlarını Edirne’ye göndermişti, kendisi de yola çıkmıştı) çok basit bir sebepten aniden rahatsızlandı – sırtında bir çıban çıkmıştı. Hekimlerin uyarısına rağmen, ağrılara dayanamayan sultan, “yavuz” bir kararla büyümüş olan çıbanı sıktırdı. Hemen rahatladı, uyuyabildi, fakat korkunç ateşler içinde uyandığında artık geç olmuştu – “sepsis” (kanbulaş) 50 yaşındaki hırslı ve cüretkâr “Doğu Fatihi”ni ölüme sürükledi (22.09.1520, Çorlu yakınları). Babası gibi, sekiz sene arayla, o da Edirne yolunda can verdi.  Hekimler ve tarihçiler ölüm sebebini, hayvanlardan bulaşan “şirpençe” (şarbon, antraks) deseler de, banal bir “karbunkül” (karaçıban) akla daha yakındır. İstanbul’da, kendi adına bir caminin (“Sultan Selim Camii”) temelini atmıştı, oğlu Süleyman tamamladı ve türbesini de inşa ettirdi. Denizci Piri Reis ünlü haritasını 1513’te tamamlamış ve 1517’de Mısır’da 1. Selim’e sunmuştur. Beş İyi Sultan arasında “Filozof Sultan” denebilecek derecede tasavvufa ve İslam felsefesine ilgi göstermiştir. Çok saygı duyduğu Şeyh-ül-Ekber Muhyiddin İbn Arabî için Şam’da cami, türbe ve imaret yaptırmıştır. Farsçayı mükemmel derecede bilirdi ve bu dilde Divan’ı vardır. Osmanlı sultanları arasında sakalsız, fakat pala bıyıklı tek şahsiyettir.

            Dört eşinden 5 erkek ve 9 kız evlâdı olmuştu, fakat 4 erkek çocuk küçük yaşlarda ölmüşlerdi. En büyük oğlu Süleyman tek varis olarak hayatta (26 yaşında) kalmıştı ve kan dökmek mecburiyetinde olmadan tahta oturdu.

 

            Beşinci İyi Sultan: 2. Süleyman (Kanunî; Batılılar “Muhteşem” anlamında İng: “Suleiman the Magnificient / Lawgiver”, Fr: Soliman le Grand / le Magnifique) en uzun süre tahtta kalan (46 yıl), imparatorluğu askeri, siyasi ve iktisadi bakımdan doruk noktasına ulaştıran “İyi Sultanlar”ın beşincisi ve sonuncusudur.  

                                  Sultan 2. Süleyman (Kanuni) (hk.1520-1566)

 

Babası 1. Selim’in Trabzon sancakbeyliği yaptığı yıllarda, 6 Kasım 1494’te Trabzon’da dünyaya gelmiştir. Annesi Ayşe Hafsa Hatun Kırım Hanı Mengli Giray’ın kızıdır. 15 yaşından itibaren sırasıyla Şebinkarahisar, Bolu ve Kefe’de sancakbeyliği yaptı. Taht mücadelesinde babasının en güvenilir destekçisi oldu, sonra da seferlerinde naip olarak İstanbul’da ve Edirne’de bulundu. Babasının padişahlığı yıllarında (1513-1520) Manisa’da tek veliaht olarak görev yaptı.

Babasından devraldığı dolu hazine, top ve tüfekle donatılmış güçlü ordu ve faal tersaneler sayesinde hemen denizde ve karada yeni fetihlere girişti, 13 büyük sefere katıldı: Macarlardan Belgrad alındı (1521); Rodos Adası fethedildi ve Şövalyeler uzaklaştırıldı (1522); Mohaç Meydan Muharebesinde Macar kralı ve ordusu yok edildi (29 Ağustos 1526), Macar tahtına Yanoş Zapolya oturtuldu; Birinci Viyana kuşatması başarısız oldu (1529). 1533’te Nemçe (Avusturya) ile barış yaptı ve Doğu’ya yöneldi: Irakeyn seferi (Bağdat ve Tebriz alındı, 1534). Sonra 1538’de Kuzey’e Boğdan seferini yaptı ve Bender Kalesini inşa ettirdi. Aynı yıl Barbaros Hayreddin Paşa Preveze’de en büyük Osmanlı Deniz Zaferini kazandı (27 Eylül 1538). Yanoş Zapolya’nın ölmesi üzerine tekrar Macaristan seferine çktı ve bu ülkenin orta kısmını kendi topraklarına katarak Budin Eyaletini oluşturdu (1541). Tekrar Doğu’ya döndü: İran Seferi (Van ve Tebriz geri alındı, 1542); Nahçıvan Seferi (1553) ve Şah Tahmasb ile Amasya Antlaşması imzalandı (1555). Cezayir, Tunus ve Trablusgarp Osmanlı İmparatorluğuna bağımlı oldular, fakat 1565 Malta’nın kuşatılması başarısız oldu. 72 yaşında son Zigetvar Seferine çıktı ve bu ünlü kalenin teslim olmasından önceki gece (6/7 Eylül 1566) çadırında vefat etti. Cesedi tahnit edildi ve İstanbul’a getirilerek yaptırdığı Süleymaniye Camii’nin avlusundaki türbesine defnedildi.

Kanuni Sultan Süleyman devrinde Osmanlı İmparatorluğunun genişlemesi

 

Tahta çıkarken kardeş kanı akıtmamıştı, fakat yaşı ilerledikçe entrikalara alet oldu ve öz oğullarını ve torunlarını katletti: 38 yaşındaki Mustafa’yı kendi çadırında boğdurdu (1553); İran’a kaçan Şehzade Bayezid (36 yaşında) ve üç oğlu ise Kazvin’de öldürüldü (1561). İki gencecik oğlunu ise (22 yaşlarında) hastalıklardan kaybetti – 1543’te Mehmet, 1553’te Cihangir. Mimar Sinan birincisi için “Şehzade Camii”ni (1548), ikincisi için “Cihangir Camii”ni (1559) yapmıştır. Sevgili hasekisi Hürrem Sultan kendisinden sekiz yıl önce öldü (1558) ve Süleymaniye avlusundaki türbesine defnedildi. Hayatta kalan tek mirasçısı 2. Selim (Sarı Selim) halefi oldu.

Çok önemli sadrazamlar ile çalıştı: Rum kökenli Makbul, sonradan Maktul Pargalı İbrahim Paşa (1536’da öldürttü); Hırvat kökenli damat Rüstem Paşa (kızı Mihrimah Sultan’ın eşi); Sırp kökenli Sokollu Mehmed Paşa (Zigetvar’dan cenazesini getirdi ve 2. Selim’e de sadrazamlık yaptı). Bu yılların ünlü şeyhülislâmları ise Ebussuud Efendi ve Kemalpaşazâde idi. En ünlü Osmanlı mimarı Koca Sinan (1489-1588) şaheserlerini Kanuni döneminde ve sonrasında (2. Selim, 3. Murat) ortaya koydu. Divan şairleri Bâkî, Fuzulî, Hayalî, Şeyhî, Latifî yanında kendisi de “Muhibbî” mahlası ile şiirler yazdı. Nişancı Seydi Bey’e atalarının kanunlarını (Fatih ve Yavuz Selim) ve kendi fermanlarını bir “Kanunnâme-i Âl-i Osman” adı altında derletti (Osmanlı tarihinde “kanun koyucu” yani “Kanunî” adı oradan gelmektedir).

“Beş İyi Sultan” Osmanlı tarihinde 145 senelik (1421-1566) bir devamlı yükseliş devrini temsil ederler. Aslında bu yükseliş, parçalanma ve yok olmanın kıyısına gelmiş “Fetret Devri”nden (1402-1421) sonra bir silkinme ve şahlanma azminin gerçekleşmesidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümüyle toprak genişlemesi bitmemiş, 133 yıl süren “Duraklama Devri”nde (1566-1699), çok büyük sayılmayan bazı yeni fetihler olmuşsa da, devletin dinamizmi, askerin maneviyatı ve halkın refahı eskisi gibi olamamıştır.

Belki mizaç olarak bu padişahlar insancıl duygulara sahipti (2. Murat ve 2. Bayezid için çağdaşları “iyi huylu” derler). Fakat “fetret”in (interregnum, aradönem) hatırası kâbûs gibi üzerlerine çökmüştü. Bu nedenle, ardılları üzerinde büyük otoriteye sahip Fatih Sultan Mehmet, kendi Kanunnâmesine “karındaşlarını nizâm-ı âlem için katl etmek münasibdir, ekser ulema dahi tecvîz etmiştir” formülünü yerleştirmiştir (ancak Kanuni’nin ölümünden 37 yıl sonra, 1603’te tahta çıkan 1. Ahmet kardeşini öldürmeyerek “ekber evlât” verasetini getirecek, fakat “altın kafes”te hapis hayatı yaşayan bu kardeşler de akıllarını oynatacaklardır). Osmanlı sultanları devletin bütünlüğünü korumak uğruna erkek kardeşlerini, kendi evlâtlarını ve torunlarını, amcalarını ve amcaoğullarını (belki babalarını da) katl ettirmişlerdir. Fethettikleri devletlerin hükümdarlarını ve mirasçılarını da aynı şekilde öldürtmüşlerdir. Çok güçlenen vezirlerini ve komutanlarını da ortadan kaldırmışlardır. Başka türlü tek bir sülâleden gelen 38 hükümdarın 641 yıl süren kesintisiz hakimiyeti açıklanamaz.

 

Beş İyi Roma İmparatoru ile Beş İyi Osmanlı Sultanı arasında fiilî benzerlik azdır. Öncelikle aradan 1300-1400 yıl geçmiş, tek tanrılı “semavî” dinler (Hıristiyanlık ve İslâm) ortaya çıkmış ve yayılmış, dinsel savaşlar yaşanmış, yeni üretim araçları ve savaş malzemeleri (ateşli silâhlar) geliştirilmiş, yeni kıtalar keşfedilmiş, bilimde ve sanatta büyük ilerlemeler olmuştur. Buna rağmen, kendilerini yan yana koymak ve karşılaştırmak için ana gerekçemiz şu olmuştur – birbirini takip eden beş mutlak hükümdarın (imparator = sultan) kesintisiz yükselme sağlayarak devletlerinin bekası için “iyi” olmuşlardır. Bir de hüküm sürdükleri topraklar bugünkü Türkiye Cumhuriyetini de kapsamaktadır.

 






 


 




 








 

 

 













   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder