“BEŞ İYİ İMPARATOR” ve
“BEŞ İYİ SULTAN”
Prof. Dr. Recep MESUT
Roma İmparatorluğu’nun
[Imperiım Romanum] tarihini yazanlar
arasında “Beş İyi İmparator” deyimi
popüler olmuş ve genellikle tüm müellifler tarafından kabul görmüştür (“Five
Good Emperors”, Edward Gibbon, 1776). Bu imparatorluk, 1) çok geniş alana
yayılmış (İngiltere’den Mısır’a kadar); 2) çok uzun sürmüş [bir bütün olarak
M.Ö. 27 yılından M.S. 476 yılına kadar (503 yıl); devamı sayılan Doğu Roma
İmparatorluğu, yani Bizans olarak ise 1453 yılına kadar (1480 yıl)]; 3) Dünya’da
tek hükümdar, yani “imparator” (imperator)
ve “imparatorluk” (imperium)
kavramlarını dünya tarihine kazandırmış; 4) dili, edebiyatı, hukuku, kültürü ve
bilimi sayesinde bugünkü “Avrupa medeniyeti”nin temelini oluşturmuştur. Avrupa
medeniyeti ise hâlâ yeryüzünde öncü rol oynamaktadır. Ancak söz konusu
imparatorluk, Roma Devleti’nin sadece son aşamasıdır: kendi efsanelerine göre M.Ö.
753 yılında kurulmuş olan Roma kentinde önce Roma Krallığı (M.Ö. 753 - M.Ö. 510) ve sonra Roma Cumhuriyeti (M.Ö. 510 – M.Ö. 47) dönemleri de vardır.
Burada
“iyi” sıfatı ile kişinin huyu, suyu
ve davranışları kastedilmemektedir. Devletin huzuru, refahı ve bekası için
olumlu icraatlar yapılmış, hak ve hukuka riayet edilmiş, süreklilik ve devamlılık
sağlanmış, iç savaşlar çıkmamış, iktidar sancısız ve kan dökülmeden devredilmiş,
yani “istikrar” hep sürmüştür. Çünkü Roma tarihinde bu beş imparatordan önce ve
sonra taht kavgaları yaşanmış, kan dökülmüş, baskıcı rejimler halkı
bezdirmiştir. Birbiri ardı sıra iktidara gelen bu beş imparatorun en önemli
özelliği biyolojik baba-oğul olmamalarıdır. Fakat iktidardaki imparator daha
hayatta iken çevresindeki yetenekli gençler (genelde yeğenleri, damatları ve
yakınen tanıdıkları) arasından halefini seçerek “evlâtlık” ilân etmesidir. Roma ve Bizans tarihinde daha sonraları
da görülen, hükümdarın “evlâtlık” edinme müessesesi bunlarla başlamıştır.
Sorumluluk sahibi olan bu imparatorlar, devletin geleceğini düşünerek,
mevcutlar arasından en olgun ve deneyim sahibi kişileri halef olarak
seçmişlerdir. Hepsi doğal olarak yaşlanarak hastalıklardan ölmüşler, ölümlerinden
sonra sancısız ve kavgasız iktidar devredilmiş, Senato, ordu ve bürokrasi
tarafından itirazlar çıkmamıştır. Aslında bunların ilk dördünde zaten öz erkek
evlât yokmuş. Ancak beşincisi (Marcus Aurelius) kendi oğlunu (Commodus) mirasçı
olarak bırakınca büyü bozulmuş, bu halef başarısız ve zalim bir imparator
olarak tarihe geçmiştir.
M.S.
I yüzyılın sonunda ve II yüzyılda toplam 84 yıl süren bu altın dönem (Pax Romana) “Nerva-Antoninler Hanedanı” olarak da anılmaktadır,
fakat bu “hanedana” 12 yıllık Commodus iktidarı da eklenirse 96 yıla çıkar.
Fakat hiçbir tarihçi Commodus’u “Beş İyi İmparator”a dahil etmemektedir. O
sadece beşinci “iyi imparator”un oğludur, kan bağı vardır, fakat “iyi”
yönetmemiştir ve sonunda bir zorba olarak öldürülmüştür.
Bu
imparatorların adları, hükümdarlık (hk.) yılları ve süreleri şöyledir:
1) Marcus Cocceis Nerva - hk. 96- 98
süresi: 2 yıl
2) Marcus Ulpius Nerva Traianus - hk. 98-117
süresi: 19 yıl
3) Publius Aelius Traianus Hadrianus - hk. 117-138 süresi:
21 yıl
4) Titus Aurelius Arrius Antoninus “Pius” - hk. 138-161 süresi:
23 yıl
5) Marcus Aurelius Antoninus - hk. 161-180 süresi:
19 yıl
Toplam: 84 yıl
“Beş İyi
İmparator” döneminden önce bugünkü Türkiye toprakları (Doğu ve Güneydoğu
Anadolu hariç) fethedilmiş ve Roma İmparatorluğuna dahil edilmişti. Traianus
döneminde ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu da Roma topraklarına katılmıştır.
Dönemin ortasında yer alan üçüncü “iyi” imparator Hadrianus ise bizim Edirne
şehrimizin banisi ve isim babasıdır. Yani 1900 yıl önce hem bütün Türkiye’ye,
hem Edirne’ye refah ve huzur getiren bu hükümdarları tanımamız ve hatırlamamız
gerekir. Bunların hepsi “pagan” (çok tanrılı) inanç sahibi idi, tek tanrılı
Museviliği ve henüz gizli gizli yayılmakta olan Hıristiyanlığı benimsememişler
ve onaylamamışlardı (Müslümanlık ise henüz ortaya çıkmamıştı). Constantinopolis
(yani İstanbul) henüz kurulmamıştı, sadece yerinde önemsiz ve küçük “Byzantion”
kalesi ve limanı bulunuyordu.
“Beş İyi
İmparator” döneminden önce iktidarda “Flavius Hanedanı” [M.S. 69 – 96]
bulunmuştu. Bu hanedan ise Roma imparatorluk tarihinde ikinci hanedan sayılır.
Birinci ve kurucu hanedan “Julius-Claudius
Hanedanı” [M.Ö. 27 – M.S. 68] olup, ilk imparator Octavianus Augustus
(bugün bile takvimlerdeki “Ağustos” ayı onu hatırlatır) ile başlar, ikinci
Tiberius, üçüncü Caligula, dördüncü Claudius ve çılgınlığı ile nam salmış
beşinci imparator Neron’un intiharı (M.S. 68) ile sona erer.
M.S. 68 - 69
yılı tarihte “Dört İmparator Yılı”
olarak zikredilir, çünkü bir yılda kanlı iç savaşa tutuşan dört general
kendilerini imparator ilân etmişler ve birkaç ay hüküm sürebilmişlerdir. 6. Galba,
7. Otho ve 8. Vitellius’un öldürülmelerinden sonra, dördüncü general ve
dokuzuncu imparator olarak Titus Flavius Vespasianus tahtta 10 yıl (69 – 79)
tutunabilmiş ve “Flavius Hanedanı”nı
başlatmıştır. Kendisinden sonra büyük oğlu Titus (79 – 81) sadece iki yıl
tahtta kalarak hastalıktan ölünce, ondan 10 yaş daha küçük olan ikinci oğul
Domitianus (81 – 96) babasının ve ağabeyinin toplamından daha uzun süre (15
yıl) iktidar olabilmiştir. Senato’yu dışlayan, gelenekleri ve hukuku hiçe
sayan, birçok kişiyi öldürtüp malına mülküne el koyan açgözlü ve zalim hükümdar
olarak korku salan Domitianus sonunda 18 Eylül 96’da saraydaki hizmetçiler
tarafından bıçak darbeleriyle öldürülmüştür.
Neron’un
çılgınlıklarını, 68 – 69 yılındaki kanlı fetret yılını ve Domitianus zulmünü iyi
bilen senatörler daha öldürüldüğü gün toplanarak, kendi aralarından saygın ve
sakin kişiliği ile tanınan, 66 yaşındaki, çocuksuz ve hastalıklı Marcus Cocceius Nerva’yı onikinci
imparator seçmişlerdir.
Birinci İyi İmparator olarak tarihe geçen Nerva, iki yıldan daha az bir süre (1 yıl 3 ay) iktidarda kalabilmiş, 98 yılı başında felç geçirmiş ve 27 Ocak 98’de sarayında vefat etmiştir.
İmperator Nerva (96 – 98)
Senato
tarafından göreve getirilen ilk imparator olan Nerva (d. 8 Kasım 30, Narnia,
Roma yakınları), asker kökenli olmayıp soylu bir Romalı aileden gelmektedir.
Daha Neron zamanından itibaren, Flavius hanedanı yıllarında da, değişik idari
görevlerde bulunmuş, sarayda ılımlı bir yüksek memur ve soruşturmacı olmuş,
iddialı olmayan uzlaşmacı kişiliğiyle bilinmiştir. Bu nedenle kendisinin
imparatorluğuna kimse karşı çıkmamış, fakat çocuksuz olması, yaşı ve hastalığı
nedeniyle “fazla yaşamayacağı” tahmin edildiğinden, özellikle ordu mensupları
tarafından kendisine bir halef seçmesi yönünde baskılar hemen başlamıştır. İdari
tecrübesi ve devleti iyi tanıması nedeniyle, ayrıca orduyu tatmin edebilmek
için, Ekim 97’de hiçbir akrabalığı olmayan, kendisinden 23 yaş daha küçük, fakat
askerler tarafından çok sevilen ve takdir edilen başarılı genç general Marcus Ulpius Traianus’u evlât edinmiş
ve halef olarak beyan etmiştir. Üç ay sonra ölünce herhangi bir sıkıntı yaşanmadan
iktidar evlâtlığına devretmiştir. Hiçbir fetih yapmayan, savaş galibiyeti ile
anılmayan Nerva’nın bu akıllı tutumu sayesinde 84 yıllık bir barışçıl dönem
yaşanmış, ardılları İmparatorluğu azami sınırlara ulaştırmış, refah ve huzur
sürmüştür. İşte bu nedenle, sadece 15-aylık hükümdarlıkla, “İlk İyi İmparator”
olarak tarihe geçmiştir.
İkinci İyi İmparator: Nerva’nın
isabetli seçimi sayesinde, Roma tarihinin en başarılı ve savaşçı hükümdarı
kabul edilen Traianus (Batı dillerinde Trajan; Doğu Avrupa’da Trayan), 45
yaşında imparator olmuş ve 19-yıllık iktidarı süresince devletin topraklarını
azami sınırlara kavuşturmuştur. Onun ölüm yılındaki (M.S. 117) imparatorluk
sınırları, yüzyıllar süren Roma yayılmasının ulaştığı son radde sayılır.
Başarılı seferleri ve muhteşem zaferleri yüzünden, sonraki imparatorlar tahta
çıkarken “…felicier Augusto, melior Traiano…” [yani “…Augustus’tan daha
mutlu, Traianus’tan daha iyi…”] temenni deyimi gelenek olmuştur.
Roma İmparatorluğu’nun genişlemesinin son raddesi (Traianus’un ölümü,
M.S.117)
Asker kökenli seçkin bir aileden gelmesine
rağmen köklü Roma soylusu değildir. İtalya şehirlerinden kalkıp, yeni
fethedilen topraklara yerleşen Roma yurttaşlarının ikinci-üçüncü neslini temsil
eder (yani “evlâdı fatihan”). M.S. 53 yılında İspanya’nın Italica kolonisinde
(bugün Sevila yakınları) göçmen bir ailede dünyaya gelmiş, orduda asker olarak
kademe kademe yükselmiş, birçok cephede savaşmıştır. İktidara geldikten sonra
da hudutları genişletmek için Doğu’da yeni fetihlere girişmiştir: bugünkü
Ürdün’de Nebati Krallığını ortadan kaldırmış, “Arabia Petraea” eyaletini
kurmuş; Partları yenerek Armenia (Doğu Anadolu) ve Mesopotamia (bugünkü Irak)
topraklarını ilhak etmiş; Tuna’nın kuzeyine geçerek Dacia (bugün Romanya) fethedilmiş
(buradan büyük miktarlarda altın ve gümüş Roma’ya akmıştır). Bu zenginlikler
sayesinde Roma şehri imar edilmiş (Traianus Forumu, zafer takı, kabartmalarıyla
ünlü sütunu) ve birçok yerde kaleler, köprüler ve kentler kurmuştur. Tuna
üzerinde mimarlık harikası sayılan “Traianus Köprüsü” (Demirkapı, Turnu Severin
karşısında) 105 yılında ünlü mimar Apollodorus tarafından yapılmış. Bu arada Trakya
bölgesine de çok önem vermiştir: “Trakya’nın Kapısı”(Porta Traciae) sayılan İhtiman Geçidine müstahkem kale Stipon
(Sofya’nın
Hiç çocuğu
olmayan Traianus, uzaktan akrabası olan (büyük halasının torunu) Publius Aelius Hadrianus, 9-yaşında yetim kalınca, eğitimini ve yetişmesini
veli olarak üstlenmiş, idari görevler vermiş, seferlere götürmüştür. Ancak ölüm
döşeğinde (yani Selinus’ta) Hadrianus’u evlâtlık ve halef olarak belirten bir
vasiyeti imzalamıştır. Bunun tek tanığı da sedece karısı Pompeia Plotina
olmuşsa da, Senato belgeyi geçerli kabul etmiş ve Hadrianus’u imparator ilân
etmiştir.
Üçüncü İyi İmparator: İmparator ilân
edildiğinde artık 41 yaşına gelmiş olan Hadrianus’un doğum yeri de İspanya’daki
İtalica koloni kentidir. Fakat dedeleri İtalya’da, Padana (bugün Po) nehri
ağzında yer alan Hadria limanından göç ettikleri için “Hadrianus” aile adını
benimsemişlerdi. Babası general Traianus’la birlikte Germania sınırlarında
savaşırken ölünce, çocuğun vesayetini iki arkadaşı Attianus ve Traianus
üstlendiler. Traianus imparator olunca Attianus da onun Saray amiri ve güvenli
adamı olarak hep Roma’da vekil olarak kaldı. Bu arada Hadrianus 22 yaşına gelmişti. 24 yaşında iken soylu bir aileden Vibia Sabina ile evlendi, fakat onların da hiç çocukları olmadı.
İmperator Hadrianus (117 – 138)
Genç Hadrianus
çok iyi eğitim gördü, Latince ve Grekçe öğreten özel öğretmenleri vardı, Hellen
(Yunan) hayranı oldu, Epikuros felsefesine inandı, Atina’yı ve kadim Yunan
topraklarını ziyaret etti. Roma tarihinin en ünlü eşcinsel hükümdarı idi. Bithynia
(bugün Bolu) gezisinde keşfettiği Antinous adlı genç sevgilisini yanından
ayırmadı, erkek güzeli olarak çıplak heykellerini her tarafa diktirdi. Kendisi
sakal ve bıyık bıraktı. Ondan sonraki imparatorlar da hep bu modayı takip
ettiler. Traianus kadar savaşçı değildi – Yahudi isyanlarını (132-135)
bastırdı, Tuna sınırlarında çarpıştı, fakat Mesopotamya’dan feragat etti (çok
uzak ve savunulamaz gerekçesiyle). İktidar süresinin yarısından fazlasını Roma
dışında geçirdi ve geniş imparatorluğunun her tarafını gezdi (bir nevi Evliya
Çelebi gibi). Mimarlığa meraklıydı, gittiği her yerde bayındırlık ile ilgili
emirler verdi (Antalya’da “Hadrianus Kapısı”), sınırlar boyunca tahkimatlar
yaptırdı (İngiltere’de “Hadrianus Duvarı”), şehirler kurdu (yedi adet
“Hadrianopolis” şehrinden sadece “Hadrianopolis in Trace”, yani Edirne, adını
yüzyıllar boyunca yaşatabildi). Roma’da “Pantheon” binasını 126’da onardı ve
kendisi için anıt-mezar (mausoleum) olarak
bugünkü “Castel Sant Angelo” kalesini inşa ettirdi (ölümünden sonra tamamlandı).
Roma yakınlarında Tivoli’de, ilginç mimarisi olan Villa Adriana’yı yaptırdı,
fakat ağır hastalık ve korkunç ağrılar arasında, Napoli Körfezi kıyısında,
Baiae’deki villasında, 10 Temmuz 138’de 62 yaşında son nefesini verdi.
Ölümünden bir
yıl önce, 137 yılında 36 yaşındaki Roma soylusu Lucius Aelius’u evlâtlık ve halef ilân etti. Fakat 1 Ocak 138’de,
Senato’da şükran konuşmasına hazırlanan bu genç adam aniden kan kusarak
ölüverdi. Günlerinin sayılı olduğunu anlayan hasta Hadrianus hemen 25 Şubat
138’de başka bir Roma soylusu olan 52 yaşındaki Titus Aurelius Fulvius Boionius
Arrius Antoninus’u yeni halefi ve evlâtlığı ilân etti, fakat ondan sonra
gelecek iki mirasçıyı da şart koştu: ölen Lucius Aelius’un 8-yaşındaki oğlu Lucius Verus ve karısı tarafından uzak
akrabası olan 17-yaşındaki Marcus Annius
Catilius Severus.
Dördüncü İyi İmparator: Her ne kadar
babası Titus Aurelius Fulvus, “Gallia Narbonensis” eyaletinde (Güney Fransa,
bugünkü Nîmes şehri) “evlâdı fatihan” olarak dünyaya gelmiş olsa da, konsül ve
senatör olarak Roma çevresine yerleşmiş ve zengin bir aileden Arria Fadilla ile
evlenmişti. Genç Antoninus 19 Eylül 86 yılında Lanuvium’da (Roma’ya
İmperator
Antoninus Pius (138 – 161)
Göreve
başladığında hemen harekete geçerek selefi ve babalığı olan Hadrianus’un tanrı
ilân edilmesi ve mozolesinin inşaatının tamamlanması için Senato’da ısrarcı
oldu. Bu nedenle kendisine “erdemli, vefakâr, iyi ruhlu” anlamında “Pius”
lâkabı verildi – tarihe de böyle geçti: Antoninus
Pius. İyi İmparatorlar arasında en çok yaşayan (75 yaşında öldü) ve en uzun
süre iktidarda kalan (23 yıl) hükümdar oldu. Çin İmparatoruna diplomatik heyet
gönderdi, fakat mukabil heyet geldiğinde artık hayatta değildi. Sınırların bazı
kabilelere karşı korunması dışında ne sefere çıktı, ne savaş ilân etti. En
barışçıl ve huzurlu yıllar yaşanmıştır. Değişik dinlere ve mezheplere ibadet
serbestisi tanıdı: İran’dan Mitra inancı, Anadolu’dan Ana Tanrıça (Kybele)
kültü İmparatorlukta ve başkentte yayılabildi. 7 Mart 161 tarihinde Lorium’da
(Roma’nın
Daha tahta çıkarken,
138 yılında, iki evlât, yani iki halef ilân etmişti: sonradan damadı da olan
17-yaşındaki Marcus Aurelius Antoninus ve 8-yaşındaki Lucius Verus. Bu çocuklar
onun kanatları altında büyüdüler ve ölümünden sonra “müşterek imparatorlar”
(co-emperors) olarak örnek bir kavgasız ve uyumlu işbirliği sergilediler.
Beşinci İyi İmparator (-lar): Aslında Antoninus Pius’un
ölümünden sonra iki kişi müşterek imparator oldu: 31-yaşındaki Lucius Verus ve
40-yaşındaki Marcus Aurelius. Bunları daha Hadrianus belirlemişti (Hadrianus
torunları sayılırlar ve onun mozolesine gömülmüşlerdir) ve Antoninus Pius evlât
edinmişti. Birbirleriyle kavga etmediler ve biyolojik kardeşlerden daha samimi
davrandılar. Çünkü Lucius Verus aynı zamanda Marcus Aurelius’un kızı Lucilla
ile evlenmişti (162) ve Marcus Aurelius’un ilk nişanlısı da Lucius Verus’un
ablası idi. Doğuda Partia ile, kuzeyde Cermen kabileleriyle savaşları
genellikle Lucius Verus yürüttü. Ancak müşterek idarelerinin sekizinci yılında,
Tuna boylarında Markomani kabileleriyle mücadele ederken Lucius Verus ateşli bir salgın hastalığına (“Antonin vebası”
Roma’da da yayılmıştı, bugün “çiçek” olabileceği düşünülüyor) yakalandı ve öldü
(169). Ağabeyi ve kayın pederi Marcus Aurelius, Roma inancına göre cesedini
yaktı ve küllerini Roma’ya getirerek Hadrianus Mozolesine koydu. Lucius
Verus’un bir oğlu ve iki kızı olmuştu, fakat oğlan ve kızlardan birisi erken yaşta
ölmüşlerdi.
Marcus Aurelius 169 yılından sonra,
180’deki ölümüne kadar daha 11 yıl tek başına idare etti ve Beş İyi
İmparator’un sonuncusu olarak tarihe geçti. Ataları, fethedilen İspanya’nın
göçmen İtaliklerinden olmasına rağmen [“Marcus Annius Verus” adını taşıyan büyük
dede, dede ve baba] senatör olarak Roma’ya gelmişler ve soylu kadınlarla
evlenmişlerdi. Anne tarafından hem Hadrianus’un eşi, hem de Antoninus’un eşi
ile akrabalıkları vardı. Roma’da doğup büyüyen Marcus (3-yaşıda iken babası
öldü ve annesi Domitia Lucilla başka birisiyle evlendi) özel bakıcılar ve öğretmenler
tarafından yetiştirildi. Çok seçkin filozoflardan dersler aldı ve “Stoacı”
(Stoicism) felsefenin savunucusu oldu. 170 – 180 yılları arasında kaleme aldığı
“Meditationes” (Kendime Düşünceler)
başlıklı kitabı yüzyıllardan beri çok okunan felsefi eserdir. Bu nedenle
kendisi “Filozof İmparator” olarak anılır, felsefe tarihinde önemli düşünür
olarak geçer. Lucius Verus’un ölümünden sonra savaş meydanlarına da giden
Marcus Aurelius, Markomanlar ile savaşırken, 59 yaşında Vindobona’da (bugün
Viyana) hastalanmış ve ölmüştür. Cenazesi Roma’ya getirilerek Hadrianus
Mozolesine gömülmüştür.
Eşi “Genç”
Faustina’dan 13 çocuğu (iki defa ikizler dahil) dünyaya gelmiş, fakat pek azı
hayatta kalabilmişti. Hayatta kalabilen tek erkek evlâdı Lucius Aelius Aurelius
Commodus’u 166’da “Cesar”, 177’de de “müşterek imparator” ilân edince, ölümünden
sonra tahta 18. Roma İmparatoru olarak 19 yaşındaki Commodus çıktı.
Çok tanrılı
(pagan) inancında olan Romalılar kanunen tek eşli olurlardı. Çocuksuz çiftler
veya çocuklarını kendilerinden önce kaybedenler (salgın hastalıklar kol
geziyordu, savaşlar ve doğal afetler sıkça görülüyordu) vârissiz kalıyorlardı.
İktidarda olanlar için bu felâket sayılıyordu. Hele erkek evlâdı olmayan
hükümdarlar için bu hanedanın sonu demekti (Roma İmparatorluğunda kadınlar
tahta çıkamazdı).
Zikredilen beş
imparator, baba-oğul olmadıkları halde çok başarılı biçimde selef-halef
olmuşlar, toplam 84 yıllık istikrar, refah ve güven sağlayabilmişlerdir.
Aslında ortalama iktidar süreleri (17 yıl) çok uzun değildir, çünkü selef
genellikle hayatının sonlarında halefini olgun yaşlarda kişiler arasından
seçmiştir (40 yaş ve üstü, ortalama 48,8). Seçilen kişilerin ömürleri de
yeterli uzun olmamıştır (ortalama 65.6 yıl)
1. Nerva - tahta çıkış yaşı : 66 ölüm yaşı: 68
2.
Traianus -
“ “ “ :
45 “ “
: 64
3.
Hadrianus -
“ “ “ : 41 “ “
: 62
4. Antoninus
Pius - “
“ “ : 52 “ “ : 75
5. Marcus
Aurelius - “ “
“ : 40 “ “
: 59
Roma tarihinde
“evlâtlık” edinerek halefini seçmek ve “müşterek imparatorluk” (co-emperors)
gibi iktidar veraseti ve paylaşımı için örnek gösterilseler de, unutmayalım ki,
ilk üçünün zaten hiç çocukları olmamıştı, dördüncüsünün ise hayatta bir kızı
kalmıştı, yani bunların başka seçenekleri yoktu. Beşincinin ise hayatta kalan bir
oğlu olunca herhangi bir “evlâtlık” edinmekten vazgeçti, kendi oğlunu
“co-emperor” yapıverdi. Tabi istikrar bozuldu, çünkü hükümdar da olsalar
oğullar babalara benzemeyebilirler.
“Beş İyi Sultan”
Avrupalı
tarihçiler kendilerini Greko-Romen kültürün mirasçıları sayarlar. Bu nedenle
hem antik Yunan, hem de Roma İmparatorluk tarihini çok ayrıntılı araştırmışlar
ve renkli, bazen mübalağalı tanımlamalar yapmışlardır. Bizim tarihçilerimiz de Osmanlı
Sultanlarının hayatlarını ve kişiliklerini tasvir etmekten ve yüceltmekten
kaçınmamışlardır. Fakat nedense hep mücerret (soyut, izole) anlatımı tercih
etmişlerdir. Halbuki Osmanlı dünyadan kopuk değildir, dolayısıyla Dünya tarihi'nin
ayrılamaz bir parçasıdır. Mukayeseli (karşılaştırmalı) tanımlar ve benzetmeler
yapılmalı, başkalarının tarihi süreçlerini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Bu
meyanda, özellikle Roma-Bizans tarihi bugünkü topraklarımızın bir parçası gibi
bilinmelidir (aynen Hititler, Frigler, Traklar ve diğer kadim topluluklar
gibi).
Demek
istediğim, eğer Avrupalıların çok eski
atalarında “Beş İyi İmparator” varsa, bizim Osmanlı atalarımızda da “Beş İyi
Sultan” vardır.
Bu sultanlar birbiri ardına iktidara gelip, kesintisiz bir istikrar ve sürdürülebilir yükselme çizgisi yakalamışlardır. Diğer deyişle devletin bekası için “iyi” olmuşlardır. Tabii ki, en önemli fark Osmanlı Sultanlarında iktidar daima “babadan oğula” devretmiş, “evlât edinme” müessesesine gerek kalmamıştır. Bu olgu da selef-halef olan beş nesil baba-oğulun devlet için, tebaası için refah ve huzur sağlayabileceklerinin kanıtıdır. Ve bu durumda, daha erken yaşlarda tahta çıkan beş sultan daha uzun süre iktidarda kalarak, söz konusu istikrar ve yükselme sürecini yaklaşık bir buçuk yüzyıla (145 yıla) çıkarabilmişlerdir (Osmanlı Devletinin yükselme devri!).
Bu sultanların
adları, hükümdarlık (hk.) yılları ve süreleri şöyledir:
1) Sultan 2. Murat (Koca) - hk. 1421-1451 süresi: 30 yıl
2) “
2. Mehmet (Fatih) - hk. 1451-1481 süresi: 30 yıl
3) “
2. Bayezid (Veli) - hk. 1481-1512 süresi: 31 yıl
4) “
1. Selim (Yavuz) - hk. 1512-1520 süresi: 8 yıl
5) “
2. Süleyman (Kanuni) - hk. 1520-1566 süresi: 46 yıl
Toplam: 145 yıl
Dikkat
edilirse, bunlar Osmanoğulları hanedanının ilk dönem (Kuruluş dönemi)
temsilcileri değildir. Yavuz Selim [“evvel”= birinci] hariç, diğerleri hükümdar
adı olarak 2. sırada [“sâni”= ikinci] yer almaktalar [bir Edirneli olarak
Edirne’de tahta çıkarak, 1402-1411 arası hüküm süren 1. Süleyman’a (Çelebi Emir
Süleyman) haksızlık yapıldığını, Çelebi Mehmet ahfadından gelen tüm geri kalan
sultanlar ve onların vakanüvisleri, kasten onu ve Musa Çelebi’yi hükümdarlar listesinden çıkardıklarına inanıyorum. Batılı
kaynaklar daha objektif davranmışlar ve Kanuni’yi “Suleiman the Second” diye
yazmaktadırlar].
Mukayeseli
olması için bunların tahta çıkış yaşları ve ölüm yaşları da aşağıdadır:
1) Sultan 2. Murat (Koca) - tahta çıkış yaşı: 17 ölüm yaşı: 47
2) “
2. Mehmet (Fatih) -
“ “ “
: 19 “ “
: 49
3) “
2. Bayezid (Veli) - “
“ “ : 33
“ “ : 64
4) “
1. Selim (Yavuz) -
“ “ “
: 42 “ “
: 50
5) “
2. Süleyman (Kanuni) -
“ “ “ : 26 “
“ : 72
Ort. 27,4 Ort. 56,4
Görülüyor ki, Osmanlı sultanları daha erken yaşlarda ölmüşlerdir (ortalama ölüm yaşı 56,4, Roma imparatorlarında ise 65,6’dır), hatta bazılarında (2. Mehmet ve 2. Bayezid) zehirlenmiş olabileceklerine dair emareler de vardır. Fakat babadan oğula aktarılan irsi hastalıklar (nikris = damla hastalığı; nüzul = inme; ruhsal dengesizlik) bir genetik silsile olarak bunlardan öncekileri ve bunlardan sonrakileri de etkilemiştir (hanedan değişebilseydi ağır genetik yük de değişebilirdi). Halbuki Romalılara göre hüküm sürdükleri zaman dilimleri arasında 1300-1400 yıl vardır (daha uzun yaşamaları gerekirdi). Daha erken yaşta ölmelerine rağmen beş kişilik toplam iktidar süresi (84’e karşı 145 yıl) çok daha genç yaşlarda iktidar sahibi olmalarından (Romalılarda ort. 48,8’e karşı Osmanlılarda ort. 27,4 yaş) kaynaklanmaktadır.
Osmanoğulları
sülalesinin Avrupalı Hıristiyan hanedanlar karşısında çok önemli bir avantajı
vardır: çokeşlilik ve çokevlâtlılık. İslâm dininin izin
verdiği dört “haseki” kadın dışında, sayısı sınırlanmayan cariyelerden doğan
çocukların toplam sayısı bazen onlarca olup, daima yeterli sayıda “erkek evlât”
yetişkin yaşlara ulaşabilmiş ve padişahlar mirasçısız kalmamıştır. Aynı
yüzyıllarda, metreslere rağmen, resmen tek eşli kalmak mecburiyetinde olan
Hıristiyan hükümdarlar (Sırbistan, Macaristan, Lehistan, v.s.) erkek varis
bırakmadan ölmüşler, “interregnum”
dedikleri fetret devirleri yaşanmış ve hanedanlar değişmiştir. Fakat
Osmanoğullarının söz konusu avantajı aynı zamanda “handikapı” da olmuştur: birden fazla erkek varis tahta çıkmak için,
genellikle sonu kanlı biten, amansız mücadelelere girişmişlerdir (tek erkek
varis olunca sorun yaşanmamıştır). Çünkü Orta Asya geleneklerinde, ölen
hükümdarın erkek oğulları, yaşa bakılmaksızın, taht iddiasında bulunabilirler
ve en layık olan mücadeleyi kazanandır (Müslümanlığı kabul ettikten sonra
“Allahın takdiri” şeklinde yorumlanmıştır). İşte bu nedenle Yıdırım Bayezid’in
Ankara Savaşında (1402) esir edilmesinden ve ölümünden sonra, hayatta kalan beş
yetişkin oğlu (“Çelebi” kardeşler diye bilinen Süleyman, İsa, Mehmet, Musa,
Mustafa) aralarında savaşarak devleti parçalamışlar ve zayıf düşürmüşlerdir. “Fetret Devri” olarak adlandırılan bu
tarih dilimi bazılarına göre 1402-1413 arasını, bazılarına göre de 1402-1421
arasını kapsamış ve devleti yok olma eşiğine getirmiştir.
Osmanlı
Devletinin askeri gücü, hakimiyet alanı ve manevi “gazâ“ üstünlüğü bu kritik içsavaş
yıllarında dibe vurmuş, fakat yok olmamıştı. Tekrar toparlanarak eski mücadele
gücüne ulaştırmak, kesintisiz 145 yıl sürecek olağanüstü yükselişe geçmek ve
imparatorluk mertebesine (Devlet-i’Aliyye, İmperium
Ottomanum) ulaştırmak, ardı sıra tahta çıkan baba-oğul “Beş İyi Sultan”a
nasip olacaktır.
Birinci İyi Sultan: 2. Murat (Koca Murat veya Murâd-ı Sâni, kendi döneminde “Gazi Hünkâr” olarak adlandırılmış, Batılılar “Amurad” veya “Mourad” diye yazmışlardır) söz konusu başarılı silsilenin başlangıcıdır. En genç yaşta tahta çıkmış (17 yaşında) ve en genç yaşta vefat etmiştir (47 yaşında). Dolayısıyla 30 yıl iktidarda kalmıştır.
Sultan 2. Murat (hk.1421-1451)
Babası Çelebi
Mehmed’in (1. Mehmet) Ankara hezimetinden sonra sığınmış olduğu Amasya’da üçüncü
sıradaki oğlu olarak, Haziran 1404’te dünyaya gelmiştir. Annesi “haseki”
kadındır - Dulkadiroğlu Nasireddin Muhammed Bey’in kızı Emine Hatun. Kendisinden
önceki iki erkek kardeşi erken yaşta öldükleri için “ulu şehzade” sayılmıştır.
Edirne’de avlanırken felç geçirerek attan düşen babasının 26 Mayıs 1421’de
ölmesi askerden gizlenmiştir. Vasiyeti üzerine, Amasya’daki Şehzade Murat’a
haber gönderilmiş ve Bursa’ya ulaşan Murat 25 Haziran 1421’de burada tahta
çıkmış, cülus ve biat töreni yapılmıştır. Fakat hayatta kendisinden küçük daha
üç erkek kardeşi vardı – 13 yaşındaki Mustafa Hamid-Eli sancakbeyidir ve ölüm
korkusuyla Karamanoğullarına sığınmıştır, 8 yaşındaki Mahmut ve 7 yaşındaki
Yusuf ise anneleriyle beraber Bursa Sarayındadır. Genç padişah saraydaki iki
küçük kardeşini öldürtmemiş, fakat gözlerine mil çektirerek kör etmiştir.
Nitekim sekiz yıl sonra Bursa’da çıkan büyük veba salgınında ikisi de ölmüştür
(Ağustos 1429).
Murat
için gerçek tehlike kardeşleri değil, hâlâ hayatta olan amcası Mustafa’dır.
Babası Mehmet Çelebi tarafından yenilen en küçük Bayezid-oğlu Mustafa Çelebi
(doğ. 1393, Edirne) Bizans’a sığınmıştı ve Limni Adasında rehin tutuluyordu. 17
yaşındaki Murad’ın Bursa’da tahta çıkması üzerine, Bizans İmparatoru derhal 28
yaşındaki bu taht müddeisini serbest bırakarak Trakya kıyılarına çıkartmıştır.
Yanında isyankâr İzmiroğlu Cüneyd de vardır. Murat taraftarları bunun gerçek
Bayezid-oğlu olmadığını ileri sürmüşler ve “Düzme Mustafa” deyimiyle tarihe
geçirmişlerdir. Fakat Rumeli’de destek bulan Mustafa, Edirne’de hükümdarlığını
ilân etmiş, hatta para bile bastırmıştır. Amasya’dan beri yanında bulunan
dirayetli asker ve devlet adamları sayesinde genç Murat galip gelmiş, kuzeye
kaçan “Düzme Mustafa” Kızılağaç Yenicesi’nde (bugün Elhovo, Bulgaristan)
yakalanmış ve Edirne Kalesinin Yelliburgas kulesinin tepesine asılmıştır (1422).
Bizans
İmparatoruna kızgın olan 2. Murat İstanbul’u kuşatıp surları top ateşine
tutmuş, fakat netice alamamıştır. İmparatorun teşviki, Karamanoğulları ve Germiyanoğulları’nın
destekleriye bu kez kendi kardeşi “Küçük Mustafa” harekete geçirilmiş, İznik’e
kadar gelen 13 yaşındaki bu bahtsız şehzade hile ile ele geçirilmiş, boğdurulup
bir incir ağacına asılmıştır (1423).
İlk
iki yılını taht mücadeleleriyle geçiren 2. Murat, atak ve yayılmacı askeri
harekâtlara girişerek Selânik ve Tesalya’yı yeniden fethetmiş (1430), Eflâk ve
Macaristan’a seferler düzenlemiştir. 1439’da Semendire Kalesini zapt ederek
Sırbistan’ı dört yıl işgal altında tutmuş,
fakat 1440’taki Belgrad kuşatması başarısız olunca, Yanoş Hunyadi
komutasındaki birleşik Hıristiyan güçlere karşı yenilgiler başlamıştır. 1443
yılında, çok sevdiği 18-yaşındaki “ulu şehzadesi” Alâaddin attan düşerek ölünce
derin bir depresyona girmiş ve Osmanlının çok aleyhine olan “Edirne-Segedin
Antlaşmasını” imzalamıştır (Haziran 1444). Hemen akabinde Osmanlı tarihinin en
şaşırtıcı ve mantıksız bir hareketini yaparak tahta 12-yaşındaki oğlu Mehmed’i
oturtmuş ve Manisa’da inzivaya çekilmiştir. Bunu fırsat bilen Haçlılar, antlaşmayı
hiçe sayarak, Tuna boyunca saldırıya geçmişler ve Varna limanına kadar
ilerlemişlerdir. Oğlunun daveti üzerine ordunun başına geçen 2. Murat ünlü
“Varna Meydan Muharebesi”ni (10 Kasım 1444) kazanmış, 1446’da yeniçerilerin
“Buçuktepe İsyanı” üzerine Edirne’ye gelerek tahta oturmuş ve 1448’de üç gün
süren “İkinci Kosova Meydan Zaferi”(17-19 Ekim 1448) ile Hıristiyan güçlerin
tüm umutlarını söndürmüştür. Mora ve Arnavutluk seferleri sonrası, bir kış günü
Edirne’de felç geçirerek vefat etmiştir (3 Şubat 1451).
Sultan 2. Murat döneminde Osmanlı Devletinin ulaştığı sınırlar (1451)
Cenazesi
Bursa’ya nakledilerek Muradiye Külliyesinde oğlu Alâaddin’in yanına
gömülmüştür. Bayındırlık faaliyetlerine çok önem veren 2. Murat hem Bursa’yı,
hem de Edirne’yi baştan başa ihya etmiş, Ergene nehri üzerindeki Cisr-i Ergene
(bugün Uzunköprü), Filibe’deki (bugün Plovdiv) Muradiye (Cuma) Camii onun
eserleridir. Ateşli silâhları (top, tüfek) ve barutu kendi üreterek ordunun
günlük kullanımına almış, Hıristiyan ordularına teknolojik üstünlük
sağlamıştır. Böylece bir sonraki hükümdar olan oğlu 2. Mehmed’in başarılarının
altyapısını oluşturmuştur.
İkinci İyi Sultan: 2. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet; Mehmed-i Sâni;
eski kayıtlarda Mehemmed; Batılılarda Mahomet II; Muhammad Fateh; İng. “Mehmed
the Conqueror”). “İyi” Sultanların ikincisi ve en ünlüsüdür. Babasından
devraldığı disiplinli, teknik donanımlı ve maneviyatı yüksek ordunun yanında
sağlam bir hazine ve tecrübeli komutanlar sayesinde, büyük sıçrama yaparak
devletini “imparatorluk” seviyesine ulaştırmıştır.
Sultan 2. Mehmet (Fatih) (hk.1451-1481)
Babası
gibi o da genç yaşta tahta çıkmış (19 yaş), aynen onun gibi 30 yıl iktidarda
kalmış ve genç yaşta (49 yaşında) beklenmedik bir şekilde hayata veda etmiştir.
30 Mart 1432’de Edirne Sarayında cariye kökenli [Hüma Hatun binti Abdullah] bir
anne tarafından dünyaya getirilmiştir. Sultan 2. Murad’ın üçüncü sıradan
oğludur, fakat ilk oğul Şehzade “Büyük” Ahmet henüz çocuk yaşlarında, ikinci
ağabeyi Şehzade Alâaddin ise 18 yaşında attan düşerek ölünce, 1443’ten itibaren
kıdemli oğul (ulu şehzade) durumuna gelmiştir. 1444’te, 12 yaşında iken çağırılarak
tahta oturtulmuş, 14 yaşında indirilerek Manisa’ya gönderilmiş ve babasının
ölümü üzerine, 19 yaşında iken tekrar tahta geçmiştir. Osmanlı tarihinde iki
defa tahta çıkan istisnai örnek denmesine rağmen, bu olay babasının gerçek bir
“abdikasyon”u (tahttan feragat) değildir. Çünkü hiçbir yazılı belgeye dayanmayan,
yetkilerin tamamen devredilmediği, cülus ve biat yapılmadığı gibi, dönüp
ordusunun başında savaşa gitmiş (1444 Varna Muharebesi), dönüp yeniçeri
isyanını (1446 Buçuktepe Olayı) bastırmış ve yine kayıtsız şartsız saltanatına
devam etmiştir. Aslında Osmanlı tarihinde daha önce de, ve daha sonra da
görülen hükümdarın oğlunu vekil (“kaim-i makam”, kaymakam) bırakmasıdır. Çok
hassas, mistik ve Mevlevî tasavvufuna düşkün bir kişiliğe sahip olan 2. Murat
ruhsal dengesini bulabilmek için süresi belirsiz bir psikoterapiye çekilmiştir.
Babasından
farklı olarak 2. Mehmet, Edirne ve Manisa Sarayında çok yönlü eğitim almış,
Arapça-Farsça dışında Rumca, Latince, İtalyanca gibi Batı dillerini öğrenmiş,
Rönesans Avrupası'nın ruhunu incelemiş, Truva Savaşı, Büyük İskender, Roma ve
Bizans tarihi, matematik, astronomi ve coğrafya bilgileri edinmiş, savaş
sanatına vakıf olmuş, İkinci Kosova Savaşına katılmıştır. Tarihten ders almayı
öğrenmiş, düşmanlarını affetmeyip katı ve acımasız davranmıştır. Tahta
çıktığında Edirne Sarayında 1,5 yaşındaki şehzade “Küçük” Ahmet gizlice
boğdurulmuş ve Yıldırım Bayezid Camii’nin avlusuna gömülmüştür.
Hırslı yapısı, ketum tutumu (sefere çıkarken nereye gidileceğini kimse bilmezmiş) gençlik ateşi ve kısmi iktidar tecrübesi sayesinde, iki yıllık bir bilinçli hazırlık sonrası İstanbul fethedilebilmiş (29 Mayıs 1453), bin yıllık Roma-Bizans İmparatorluğuna son verilmiş ve bu efsanevi şehri kendi imparatorluğuna payitaht (başkent) yaparak, kendini “iki diyarın ve iki denizin efendisi”, “Ebû’l Feth” ve “Kayser-i Rûm” ilân etmiştir. Doğuda ve Batıda sistematik genişleme politikaları izleyerek komşu Hıristiyan ve Müslüman devletleri ortadan kaldırmış veya kendisine tabi (vasal) yapmıştır [1459 Sırbistan Despotluğuna son vermiş; 1460 Mora’daki Mistra Rum Despotluğu; 1461 Candaroğulları Beyliği; 1461 Trabzon Rum İmparatorluğu; 1463 Bosna Krallığı; 1466 Karamanoğulları Beyliği; 1471 Alaiye Beyliği ilhak edilmiş, Eflâk (Valahya), Boğdan (Moldova) ve Kırım Hanlığı bağımlı kılınmış; 11 Ağustos 1473’te Akkoyunlu Uzun Hasan “Otlukbeli Savaşı”nda mağlup edilmiş; Cenevizli’lerden Enez Kalesi, Semadirek, İmroz, Taşoz, Limni ve Midilli adaları, Amasra kalesi, Kırım’da Kefe limanı; Venedik’ten Eğriboz (Negroponte), Aya Mavra (Levkada), Kefalonya ve Zanta (Zakyntos) adaları; Arnavutluk’ta Akçahisar (Kroya) kalesi ele geçirilmiş; 1480’de Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma İtalya’daki Otranto limanını ve çevresini bir yıl işgal etmiştir].
Fatih Sultan Mehmed’in
ölümünde Osmanlı İmparatorluğu (1481)
1481 Baharında
sefere hazırlık emri veren 2. Mehmet Anadolu yakasına geçmiş ve Gebze
yakınlarındaki Hünkâr Çayırında (bugün Çayırova) otağında rahatsızlanmıştır.
Son yıllarında, ailevi hastalık olan nikris (damla, Fransızca’da “goutte”)
ağrıları şiddetlenmiş, hekimlerin
verdiği ilâçlar fayda etmemiş ve 3 Mayıs 1481 günü çadırında vefat etmiştir. Çağdaşları,
hekimler tarafından zehirlendiğine inanmışlarsa da, “malpractice” (yanlış
tedavi) ihtimali daha yüksektir.
Fatih Sultan
Mehmed’in eşleri ve çocukları fazla değildi, fakat çok erken yaşta, 16 yaşında
baba olmuştu – ilk eşi cariye kökenli Gülbahar Hatun’dan Ocak 1448’de (belki de
Aralık 1447) oğlu Bayezid dünyaya gelmişti. Daha sonra gene Gülbahar Hatun’dan
kızı Gevherhan Sultan, ikinci eşi cariye kökenli Gülşah Hatun’dan ikinci oğlu
Mustafa (babasından önce vefat etti, 1474); üçüncü eşi resmi düğünle 1449’da
evlendiği Mükrime Sittişah Hatun’dan (Dülkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı) çocuğu
olmadı (İstanbul’un fethinden sonra bu çocuksuz “haseki” kadın Edirne’de kaldı
ve camisinin haziresine gömüldü); dördüncü eşi Çiçek Hatun’dan üçüncü oğlu Cem
dünyaya geldi (22 Aralık 1459). Beşinci eşi Hatice Hatun (Mora Despotu
Demetrios’un kızı Helene olabilir) hakkında fazla bilgi yoktur.
Üçüncü İyi Sultan: 2. Bayezid (Bâyezid-î Veli, Batılılar Bajazet /
Baiezid şeklinde yazmışlardı) babasından ve dedesinden çok daha geç yaşta (33
yaşında) tahta çıkmış ve biraz daha uzun süre (31 yıl) iktidarda kalmış ve
nispeten olgun yaşlarda (64) ölmüştür. Babasıyla arasının sadece 16 yıl olması,
Fatih’in 49 yaşında ölmesine rağmen, kendisinin artık yetişkin, evli ve çoluk
çocuk sahibi olmasını izah etmektedir. Fakat daha uzun yaşayarak, kendi
oğullarının (artık 40’ı geçmişlerdi) sabırsızlanmasına ve fiili kavgalara
tutuşmalarına sebep olmuştur. Nitekim en atik davranan hayattaki üçüncü oğul “Yavuz”
Selim babasını tahttan indirebilmiş ve sürgüne mecbur etmiştir.
Sultan 2. Bayezid-i Veli (hk.1481-1512)
Bayezid Edirne
Sarayında değil de,
Kardeşi
Mustafa (d. 1450) altı ay süren bir hastalıktan dolayı 24 yaşında iken vefat
etmişti. Kendisinden 11 yaş küçük diğer kardeşi Cem (d. 1459) Konya’da
sancakbeyi idi ve tahta geçmekte iddialı oldu, fakat İstanbul’a yetişemedi.
Fatih Sultan Mehmed’in ölümüyle birlikte sarayda iki hizip kapışması yaşandı,
Bayezid taraftarları üstün geldiler, yeniçerileri ayaklandırdılar, vezir-i
azamı öldürdüler ve oğlu Korkut’u vekil olarak tahta oturttular. Fatih’in sıkı
iktisadi tedbirlerinden etkilenmiş olan mal mülk sahipleri ile Avrupalılara
benzemesinden ürken sofu ve dindar takım işbirliği yaparak “dindar, ermiş”
anlamında 2. Bayezid’e “Veli” dediler.
2. Bayezid’in
saltanatının ilk yarısı (14 yılı) kardeşi Cem ile mücadele ve temkinlik içinde
geçmiştir. Anadolu topraklarında birkaç kez yenilen Cem sonunda Rodos
şövalyelerine sığınmış, oradan Fransa Kralına, sonra da Roma’daki Papa’ya tutsak
olarak teslim edilince, ağabeyinden büyük meblâğlar sızdırılmış ve sürekli
tehdit unsuru olarak kullanılmıştır. Cem ölünceye kadar (25 Şubat 1495) 2.
Bayezid Katolik Avrupa ile iyi geçinmiş, fakat 1483’te Hersek arazisini ilhak
etmeyi ihmal etmemiştir. Kuzey’de Boğdan üzerine gitmiş, Kili ve Akkerman
kalelerini alarak (1484) Kırım Hanlığı ile topraklarını birleştirmiş; Doğu’da Memlüklerle
(1485-1491) sonuçsuz savaşlara girişmiş, fakat iktidarının son yıllarında İran’da
yükselen ve Anadolu Alevilerini cezbeden Safevî Hanedanına (Şah İsmail)
yeterince karşı koyamamıştır (Şahkulu İsyanı). Cem’in ölümünden sonra,
donanmaya önem veren 2. Bayezid, 1499-1503 Osmanlı-Venedik Savaşında babasının
alamadığı kıyı kalelerini (Koron, Modon, Navarin, İnebahtı, Dıraç) ele
geçirebilmiş, Osmanlının ilk deniz zaferi (“Sapienza” Adası, 25 Ağustos 1499)
kazanılmıştır. Bosna Sancakbeyi Yakup Paşa Hırvatistan’da Korbova (Udbina) Meydan
Muharebesini (9 Eylül 1493) kazandıktan sonra Kuzey İtalya yolu akıncılara
açılmış, İsonzo (Doline) ve Tagliamento (Aksu) nehirleri aşılarak Venedik şehrinin
çevresi talan edilmiştir. Silistre akıncı beyi Bali Bey 40,000 kişi ile
Lehistan içlerine girmiş, Lviv, Jaroslaw, Varşova’ya kadar ulaşılmıştır.
Fakat Bayezid
Avrupa’daki gelişmeleri takip etmemiş, Kristof Kolomb’un destek isteyişini,
Leonardo da Vinci’nin Haliç’e köprü önerisini yanıtsız bırakmış, fakat
İspanya’dan kovulan Yahudileri kendi ülkesine kabul etmiştir. Osmanlı ülkesinde
çok önemli eserler inşa ettirmiştir: İstanbul, Edirne ve Amasya’da birer
külliye; Edirne Dar-üş-şifası; Galatasaray Mektebi; Bursa’da Koza Han; Sakarya,
Kızılırmak, Gediz ve Tunca nehirleri üzerine köprüler.
Sultan 2. Bayezid’in sekiz eşinden 8 oğlu (Abdullah, Korkut, Ahmet, Selim, Şehenşah,
Alemşah, Mehmet, Mahmut) ve 10 kızı
dünyaya gelmişti, fakat 1511’e gelindiğinde oğullarından sadece üçü hayatta
idi: Ahmet (d.1465) Amasya’da, Korkut (d.1467) Konya’da, Selim (d.1470) Trabzon’da
sancak beyliği yapıyorlardı. Doğu’dan yükselen Safevî tehlikesine karşı cesur
ve cengâver davranan Şehzade Selim, artık yaşlanmış olan babasına karşı isyan
ederek, gazâ taraftarı yeniçerilerin desteği ile babasını tahttan “feragat”
etmeye mecbur etti (25 Nisan 1512). Yaşlı ve hastalıklı 2. Bayezid, doğum yeri
olan Dimetoka Sarayına doğru yola çıktı, ama yolda vefat etti (Edirne
yakınlarında, Söğütlüdere menzil sahrasında, 26 Mayıs 1512). Cesedi İstanbul’a
doğru yola çıkmadan önce burada tahnit edildi, iç organlarının gömülü olduğu
yere açık bir türbe yapıldı ve yakın zamana kadar “Türbe Ovası” olarak
anılmaktaydı. Oğlu tarafından önceden zehirletildiğine
inananlar çok olmuştur.
Dördüncü İyi Sultan: 1. Selim (Selim-i Evvel; Yeniçeriler Yavuz Selim; Doğu’daki Şah İsmail’e nispet olarak Selim Şah; Fr: Sélim le Féroce; İng: Selim the Grim) babasının sakin ve yumuşak iktidarından sonra, kararlı ve çok sert tutumu sayesinde “Yavuz” (sert, korkunç) lâkabı ile ünlenmiştir. Atalarından Yıldırım Bayezid ve Fatih gibi enerjik ve savaşçı ruhlu idi, fakat ancak 42 yaşında tahta çıkabilmişti. O da onlar gibi acımasızca iki ağabeyini ve beş erkek yeğenini bir yıl içerisinde öldürtmüştü. Bütün bunları hanedanın selâmeti için, Fatih Kanunnâmesi’ne göre ve ulemanın fetvasına uygun diyerek yapmıştı. Mısır’ı fethettikten sonra, Kahire’ye sığınmış bulunan büyük biraderi Ahmed’in oğlu Kasım’ı ısrarla aratmış ve öldürtmüştü. Ahmed’in diğer oğlu Murat ise Safevi İran’a sığınmıştı ve burada hastalanarak vefat etmişti. Osmanlı Devletinin bekasını tehdit eden İran’daki Şii mezhebinin savaşçı ve karizmatik Şah’ı 1. İsmail’e karşı sefere çıkmadan önce Anadolu’daki fanatik taraftarlarını (“kızılbaşları”) sindirdi ve bertaraf etti.
1. Selim (Yavuz) (hk.1512 -1520)
Çok geç yaşta tahta
çıkmıştı ve en kısa süre (sadece 8 yıl) iktidarda kalmıştı, fakat kendisinden
önce ve kendisinden sonra görülmeyen derecede büyük fetihler yapmıştı. Devletin
topraklarını 2,5 misli büyütmüştür (fakat bu geniş alanın büyük bir kısmı çöl
sayılırdı): Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz (Mekke,
Medine). Dulkadiroğlu Beyliğini ve Memlük Sultanlığını tarihten silmiştir. Müslüman
Doğu hükümdarlarına karşı Çaldıran (23.08.1514), Mercidâbık (24.08.1516) ve
Ridaniye (22.01.1517) Meydan Savaşlarını ateşli silâhlarının üstünlüğü ile elde
etmiştir. İslam Halifesi ve “Hâdim-ul-Harameyn-uş-Şerifeyn”(yani Mekke ve
Medine’nin Hizmetkârı) unvanlarını almıştır. Yoğun bir şekilde gemi yapımına
önem verdi ve 1520’de Batı’ya sefere hazırlanırken (orduyu ve kumandanlarını
Edirne’ye göndermişti, kendisi de yola çıkmıştı) çok basit bir sebepten aniden
rahatsızlandı – sırtında bir çıban çıkmıştı. Hekimlerin uyarısına rağmen,
ağrılara dayanamayan sultan, “yavuz” bir kararla büyümüş olan çıbanı sıktırdı. Hemen
rahatladı, uyuyabildi, fakat korkunç ateşler içinde uyandığında artık geç
olmuştu – “sepsis” (kanbulaş) 50 yaşındaki hırslı ve cüretkâr “Doğu Fatihi”ni
ölüme sürükledi (22.09.1520, Çorlu yakınları). Babası gibi, sekiz sene arayla,
o da Edirne yolunda can verdi. Hekimler
ve tarihçiler ölüm sebebini, hayvanlardan bulaşan “şirpençe” (şarbon, antraks)
deseler de, banal bir “karbunkül” (karaçıban) akla daha yakındır. İstanbul’da,
kendi adına bir caminin (“Sultan Selim Camii”) temelini atmıştı, oğlu Süleyman
tamamladı ve türbesini de inşa ettirdi. Denizci Piri Reis ünlü haritasını
1513’te tamamlamış ve 1517’de Mısır’da 1. Selim’e sunmuştur. Beş İyi Sultan
arasında “Filozof Sultan” denebilecek derecede tasavvufa ve İslam felsefesine
ilgi göstermiştir. Çok saygı duyduğu Şeyh-ül-Ekber Muhyiddin İbn Arabî için
Şam’da cami, türbe ve imaret yaptırmıştır. Farsçayı mükemmel derecede bilirdi
ve bu dilde Divan’ı vardır. Osmanlı sultanları arasında sakalsız, fakat pala
bıyıklı tek şahsiyettir.
Dört
eşinden 5 erkek ve 9 kız evlâdı olmuştu, fakat 4 erkek çocuk küçük yaşlarda
ölmüşlerdi. En büyük oğlu Süleyman tek varis olarak hayatta (26 yaşında)
kalmıştı ve kan dökmek mecburiyetinde olmadan tahta oturdu.
Beşinci İyi Sultan: 2. Süleyman (Kanunî;
Batılılar “Muhteşem” anlamında İng: “Suleiman the Magnificient / Lawgiver”, Fr:
Soliman le Grand / le Magnifique) en uzun süre tahtta kalan (46 yıl),
imparatorluğu askeri, siyasi ve iktisadi bakımdan doruk noktasına ulaştıran
“İyi Sultanlar”ın beşincisi ve sonuncusudur.
Sultan
2. Süleyman (Kanuni) (hk.1520-1566)
Babası 1.
Selim’in Trabzon sancakbeyliği yaptığı yıllarda, 6 Kasım 1494’te Trabzon’da
dünyaya gelmiştir. Annesi Ayşe Hafsa Hatun Kırım Hanı Mengli Giray’ın kızıdır.
15 yaşından itibaren sırasıyla Şebinkarahisar, Bolu ve Kefe’de sancakbeyliği
yaptı. Taht mücadelesinde babasının en güvenilir destekçisi oldu, sonra da
seferlerinde naip olarak İstanbul’da ve Edirne’de bulundu. Babasının
padişahlığı yıllarında (1513-1520) Manisa’da tek veliaht olarak görev yaptı.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde Osmanlı İmparatorluğunun
genişlemesi
Tahta çıkarken
kardeş kanı akıtmamıştı, fakat yaşı ilerledikçe entrikalara alet oldu ve öz
oğullarını ve torunlarını katletti: 38 yaşındaki Mustafa’yı kendi çadırında
boğdurdu (1553); İran’a kaçan Şehzade Bayezid (36 yaşında) ve üç oğlu ise
Kazvin’de öldürüldü (1561). İki gencecik oğlunu ise (22 yaşlarında)
hastalıklardan kaybetti – 1543’te Mehmet, 1553’te Cihangir. Mimar Sinan birincisi
için “Şehzade Camii”ni (1548), ikincisi için “Cihangir Camii”ni (1559)
yapmıştır. Sevgili hasekisi Hürrem Sultan kendisinden sekiz yıl önce öldü
(1558) ve Süleymaniye avlusundaki türbesine defnedildi. Hayatta kalan tek
mirasçısı 2. Selim (Sarı Selim) halefi oldu.
Çok önemli
sadrazamlar ile çalıştı: Rum kökenli Makbul, sonradan Maktul Pargalı İbrahim
Paşa (1536’da öldürttü); Hırvat kökenli damat Rüstem Paşa (kızı Mihrimah
Sultan’ın eşi); Sırp kökenli Sokollu Mehmed Paşa (Zigetvar’dan cenazesini
getirdi ve 2. Selim’e de sadrazamlık yaptı). Bu yılların ünlü şeyhülislâmları
ise Ebussuud Efendi ve Kemalpaşazâde idi. En ünlü Osmanlı mimarı Koca Sinan (1489-1588)
şaheserlerini Kanuni döneminde ve sonrasında (2. Selim, 3. Murat) ortaya koydu.
Divan şairleri Bâkî, Fuzulî, Hayalî, Şeyhî, Latifî yanında kendisi de “Muhibbî”
mahlası ile şiirler yazdı. Nişancı Seydi Bey’e atalarının kanunlarını (Fatih ve
Yavuz Selim) ve kendi fermanlarını bir “Kanunnâme-i Âl-i Osman” adı altında
derletti (Osmanlı tarihinde “kanun koyucu” yani “Kanunî” adı oradan
gelmektedir).
“Beş İyi
Sultan” Osmanlı tarihinde 145 senelik (1421-1566) bir devamlı yükseliş devrini
temsil ederler. Aslında bu yükseliş, parçalanma ve yok olmanın kıyısına gelmiş
“Fetret Devri”nden (1402-1421) sonra bir silkinme ve şahlanma azminin
gerçekleşmesidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümüyle toprak genişlemesi bitmemiş,
133 yıl süren “Duraklama Devri”nde (1566-1699), çok büyük sayılmayan bazı yeni
fetihler olmuşsa da, devletin dinamizmi, askerin maneviyatı ve halkın refahı
eskisi gibi olamamıştır.
Beş İyi Roma İmparatoru
ile Beş İyi Osmanlı Sultanı arasında fiilî benzerlik azdır. Öncelikle aradan
1300-1400 yıl geçmiş, tek tanrılı “semavî” dinler (Hıristiyanlık ve İslâm) ortaya
çıkmış ve yayılmış, dinsel savaşlar yaşanmış, yeni üretim araçları ve savaş
malzemeleri (ateşli silâhlar) geliştirilmiş, yeni kıtalar keşfedilmiş, bilimde
ve sanatta büyük ilerlemeler olmuştur. Buna rağmen, kendilerini yan yana koymak
ve karşılaştırmak için ana gerekçemiz şu olmuştur – birbirini takip eden beş
mutlak hükümdarın (imparator = sultan) kesintisiz yükselme sağlayarak
devletlerinin bekası için “iyi” olmuşlardır. Bir de hüküm sürdükleri topraklar
bugünkü Türkiye Cumhuriyetini de kapsamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder