15 Aralık 2021 Çarşamba

VARNA : VARNA'NIN TÜRK GEÇMİŞİ VE OSMANLI ESERLERİ

 VARNA: 





VARNA’NIN TÜRK GEÇMİŞİ VE OSMANLI ESERLERİ

 

Prof. Dr. Recep MESUT

 

 

          Bu yazıyı kaleme almamın sebebi kendimi Varnalı saymam ve bir Türk yurdu olarak Türkiye’de yeterince tanınmadığına üzülmemdir. Doğum yerim olmamasına rağmen, hayatımın 19 yılı Varna’da geçti – liseyi ve üniversiteyi burada okudum, akademik kariyerimi burada başlattım, burada evlendim, iki kez baba oldum ve sonunda Varna’dan serbest göçmen olarak (1978’de) Anavatana geldim (o kadar ki, muhacirhânedeki memurlar nüfus kaydıma Varna doğumlu yazmışlar. Yanlışlık olmuş diye itiraz ettiğimde “mahkeme kararıyla düzeltebilirsiniz” dediler. Ben de vazgeçtim, sehven de olsa Varna doğumlu olmak mantıklı geldi). Ayak bastığım ilk Türk toprağı da Edirne’dir. Komünist rejimin çökmesinden sonra (1991) da yılda birkaç defa Varna’yı ziyaret eder değişimleri gözlemlerim.

            Hamzabeyli Sınır Kapısı’nın 2004’te açılmasından sonra Edirne’den Bulgaristan’ın Karadeniz kıyılarına ulaşmak kolaylaşmış ve yol kısalmıştır. Her  yıl artan sayıda Edirneli, seyahat acenteleri vasıtasıyla veya bireysel turist olarak bu kıyıları ziyaret etmektedir. Bulgaristan tarafı da hizmet pasaportu (yeşil pasaport) olanlara vize mecburiyetini kaldırmış ve Yambol - Burgas arasındaki otobanı (A1-Trakya Otobanı’nın son parçası) tamamlayarak karayolu ulaşımını rahatlatmıştır. Öncelikle kısa mesafede Burgas ile Nesebır, kısmen Pomorie ve Sozopol tercih edilse de, kuzeye doğru Balkan Dağlarını aşanlar, Varna’yı da görme imkânına kavuşurlar. Edirne’den en kısa güzergâh sadece 305 km olup, (sınır geçişi hariç) 4 saatte alınır (Elhovo, Yambol ve Burgas’a girmeden çevre yollar tercih edilirse). Hamzabeyli sınır kapısından nispeten rahat geçilir. Ancak Burgaz’a girilirse mesafe 317 km’ye çıkar.


Milâttan öncelerine uzanan tarihi geçmişi, bugün 334,000 nüfusuyla Bulgaristan’ın bu üçüncü büyük şehri aynı zamanda ülkenin “yazlık başkenti” olarak bilinir. Şehircilik bakımından fevkalâde düzenlenmiştir – deniz kıyısını, boydan boya uzanan şehir plajının kumsalı takip eder. Asırlık ağaçların süslediği Deniz Bahçesi’nin (Morska Gradina, Primorski Park) ardında, dikey kesişen sokakları, bakımlı evleri ve amfitiyatral konumu ile görenleri kendine hayran bırakır. Büyük liman ve sanayi merkezi olmasının yanında, önemli kültürel (tiyatro, opera, bale, festival), sportif ve bilimsel etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. Dünya çapında bir turistik merkez olduğu için hava, deniz, demiryolu ve karayolu bağlantıları gelişmiş olup, şehirde ve yakınlarında bulunan yüzlerce hotel sayesinde yaz aylarında dolup taşmaktadır.

 

                        1950-li yıllarda Varna sahil şeridi (benim lise yıllarım)

 

Son yıllarda Türkiye’den de binlerce ziyaretçi gelir. Ne yazık ki, Türkler hotellerde konaklamakta, denizden ve güneşten yararlanmakta, barlarda eğlenmekte, kazino veya alış-veriş tutkusuyla zaman öldürmektedirler. Varna’nın Türkler için ne ifade ettiğini, şanlı Osmanlı geçmişini ve tek tük kalmış olan Osmanlı eserlerini bilmezler, ilgilenmezler, gidip görmezler. Oysa üç Osmanlı Sultanı – 1837 yılında Sultan 2. Mahmut, 1846 yılında Sultan Abdülmecit ve 1867 yılında Sultan Abdülaziz bizzat bu önemli liman şehrini onurlandırmışlardır.

Gazi Hünkâr 2. Murat ise Varna sahrasında 1444 yılının 10 Kasım’ında Haçlılara karşı parlak zafer kazanmıştır (Varna Meydan Muharebesi). 1828 Osmanlı-Rus Savaşında ise “Varna Müdafaası” dillere destan olmuştur. Az buçuk okumuş olanlar tarih kitaplarından Varna adını bu münasebetle hatırlarlar. Nazım Hikmet’i sevenler için de Varna çok anlamlı bir yerdir.

 

         “Varna” adı Türkçe kökenlidir

 

Rumeli fetihleri süresince Osmanlılar, Türkçenin fonetik kurallarına ters gelen yerleşim yerlerinin adlarını değiştirmişler veya telâffuzu kolaylaştırmışlardır. Bugünkü Bulgaristan topraklarında kalan şehirlerin adları az çok değişikliğe uğramış, fakat “Varna” adı harfiyen muhafaza edilmiştir. Çünkü bu sözcük Türkî dillerin ses ahengine uygundur. 1398 yıllında, Sultan Yıldırım Bayezid döneminde, Osmanlı topraklarına katılan bu şehrin adı en az 700 yıl öncesinden beri Varna idi ve şehirde yaşayan çoğunluğun ana dili Türkçeydi (yani Hıristiyan olmalarına rağmen Türkçe konuşan Gagauzlar çoğunlukta sayılırdı). “Varna” sözcüğü Grekçe değil, Latince değil, Slavca da değildir. Bunu kabul eden Avrupalı tarihçiler Varna kelimesinin kökenini açıklamak için binbir dereden su taşımaya çalışırlar – Hindistan’dan, İsveç’ten tesadüfi omonimler (sesteş) ararlar, fakat Türkçe olduğunu bir türlü söyleyemezler. “A-var-lar, Var-na, Ka-var-na, Var-dar, Ana-var-in, Var-saklar” gibi toponimler Balkan coğrafyasında Büyük Kavimler Göçlerinden (M.S.III-VII yüzyıllardan) sonra ortaya çıkmıştır (bunların daha önceki Grekçe veya Latince adları da artık tespit edilmiştir). Bu kavimler arasında 4.-7. asırlarda Orta Asya’dan gelen ve Türkî diller konuşan Hunlar, Avarlar, Bulgar Türkleri [Protobulgarlar] ile 11. asırdan sonraki dalgada Peçenekler, Oğuzlar [Uzlar], Kumanlar [Kıpçaklar] ve Tatarlar [Moğollar] gelmektedir (ardı ardına tam 7 farklı Türkî kavim iz bırakmıştır buralara).

M.S. 250 civarında Gotlar, Aşağı Tuna’yı geçerek Karadeniz kıyılarını talan etmişler, müreffeh Roma-Bizans şehirlerini yakıp yıkmışlardı. Varna’nın yerinde bulunan zengin Odessus liman şehri de yerle bir edilmişti. Ardından gelen Hunlar (370-453 arası) kalanları yağmaladılar ve Odessus adı artık tarih kayıtlarında zikredilmez oldu. 562 yılında yeni bir dalga olarak Avarlar bu bölgeye ulaştılar, hatta Bizans başkentini iki kez kuşattılar (619 ve 626). Avarlar, arkadan gelen göçebe baskınına dayanamayarak Macaristan Ovasına göç ettiler ve burada Avar Kağanlığı 823 yılına kadar ayakta kalabildi. Çok sayıda Avar kabilesini Bizans İmparatorları Balkan Yarımadasının muhtelif bölgelerine yerleştirdiler ve Hıristiyanlaştırdılar (Vardar nehri boylarına – Vardarioti; Mora’nın batı kıyılarına – Navarin, Adriyatik kıyılarına). Constantinopolis’te de paralı askerler ve komutanlar Avar kökenliydi. Karadeniz kıyısında yeniden canlanan liman kentine artık Odessus denmiyordu ve “Varna” adı belirdi tarih kroniklerinde.

681 yılında buraya ulaşan Han Asparuh (Protobulgar Devletinin kurucusu) körfezin güney kıyısına toprak istihkâmlar yaptırdı ve Varna adını sürdürdü. Fakat başkentini Ağababa (Aboba, bugün Pliska) 75 km içerlerdeki düz ovaya kurdu, çünkü bozkırlardan at üstünde gelen bir kabilenin yaşam tarzına daha uygundu.

 

                         Han Asparuh Anıtı – Varna’nın Asparuhovo (Ses sevmez) semtinde

 

M.S. 971 yılında Bizans egemenliğine geçen yerleşime artık Varna deniyordu. 1040 yılından sonra Peçenekler ile Uzlar gelip yerleştiler ve Hıristiyanlığı kabul ettiler. Peçenekleri Bizans batıya sürdü, fakat Uzlar (yani Oğuzlar) Karadeniz sahillerinde kaldılar. 1100’den sonra gelen Kumanlar (Kıpçaklar) da Hıristiyan oldular ve hem İkinci Bulgar Devletini Tırnova’da yeniden canlandırdılar (1185), hem de Tuna’nın kuzeyinde Eflâk Prensliğini kurdular (1330).  

Dobruca’da ve Karadeniz kıyılarında oturan Uzlar, şeklen Tırnova merkezli Bulgar Krallığına bağlı olan Dobrotitsa / Dobrotiç (Dobruca adı buradan gelir) önderliğinde Karvuna Despotluğunu (Gagauz Beyliğini) yarı-bağımsız hale getirdiler (Beyliğin müstahkem merkezi Kaliakra Burnundaki kale idi, fakat liman olarak Karvuna, bugünkü Kavarna yerleşimini kullanıyorlardı).  İlk olarak 1388’de (1. Murat devri) Balkan Dağları’nın kuzeyine geçen Osmanlılar burada (Deliorman, Dobruca, Karadeniz kıyısı) Türkçe konuşan (hem de Oğuz lehçesi) kalabalık kitleler tarafından hoş karşılandılar. Fakat bunların bir kısmı Ortodoks Hıristiyan olmuştu, kiliseye gidiyorlardı ve Hıristiyan isimleri almışlardı (İvan, Georgi, Dimitri, v.b) – bunlara Gagauz, yani “kaka-uz” dediler. Bir kısmı ise Müslüman olmuştu, bunlara “gacal” dendi (daha Osmanlı öncesi, Selçuklu yıllarında, takriben 1262, Sarı Saltuk Baba bu topraklarda İslâmiyet'i yaymış ve çok sayıda taraftar toplamıştı. Sarı Saltuk Baba’nın gerçek makamı bugün de Romanya’ya bağlı Kuzey Dobruca’nın Babadağ kasabasındadır). 

1398 yılında Yıldırım Bayezid, Varna dahil, bu toprakları ilhak etti. Yıldırım Bayezid ve ardılları, Anadolu’dan Yörük aşiretlerini buralara iskân ettiler. Bunlar ise buralarda “çıtak” olarak anılmaya başlandılar. Dolayısıyla “çıtaklar” Müslüman olarak Anadolu’dan getirilip iskân edilmişler (yani başka yerlerde “yörük”, “türkmen” diye bilinenler), “gacallar” esasen 200-300 sene öncesi Karadeniz kuzeyinden göç edip (Peçenek, Kuman veya Uz; fakat Hun, Avar veya Bulgar Türkü değil) eğreti-Hıristiyan olarak yaşamışlar ve kolayca İslâmiyet'i benimsemişler; “gagauzlar” (Osmanlı döneminde “sorguçlar” olarak adlandırıldılar) Oğuz Türkü asıllı olmalarına rağmen Ortodoks Hıristiyan dinlerini muhafaza etmişlerdir. Bu hususta kendilerine Osmanlı yöneticileri tarafından baskı yapılmamış ve Osmanlı egemenliğinin sonuna kadar huzur içinde yaşamışlar, fakat Gayrımüslüm sayılarak mensup oldukları kilise nedeniyle “Rum-millet” içinde gösterilmişlerdir. Aynı şekilde ana dili Bulgar Slavcası olan Hıristiyanlar da çok uzun yıllar boyunca  (1870 yılına kadar) “Rum-millet”ten sayılarak Fener Patrikliğinin otoritesine bırakılmışlardır. Bu nedenle eski Tahrir Defterlerinde veya Evliya Çelebi Seyahatnâme'sinde Hıristiyan tebaanın, kendi içinde etnik ayırımı yapılmamış ve Fenerli Rumlara (Fanarioti) hak etmedikleri üstünlük bahşedilmiştir. Sadece Ermenilere (Ortodoks Hıristiyan değiller) ve Musevilere (Yahudiler) ayrı statü verilmiştir. Bu nedenle günümüzde bazı gerçekçi Yunan tarihçileri Osmanlı İmparatorluğunu, Fatih’ten itibaren, aslen “Osmanlı-Rum Devleti” olarak vasıflandırmışlardır.    

Fetihten sonra Varna şehri Silistre Sancağına bağlı kaza merkezi yapılmıştır. Varna’nın şehir nüfusu ve çevre köyler Gagauz Türkçesi konuşuyorlardı ve “Varna” deyimini çoktan benimsemişlerdi. Tahminen bu toponim önce tatlı su gölünü akaçlayan ve denize dökülen bol sulu, kısa (iki km kadar) akarsuya verilmişti. “Var” kısmı “var-mak, ulaşmak, akmak” eylem köküne “-na” yapım eki ile türetilmişti (bk. “Var-dar” nehri de bir akarsu’dur), çünkü eski adı Odessos [Karya kökenli tahmin ediliyor] “suları bol” anlamındaydı (bk. “Edessa” hem Yunanistan’da Vodine’nin, hem de Urfa’nın eski adıdır). Varna’nın suları gerçekten bol ve çeşitlidir – deniz, göl, nehir yanında bir de şifalı sıcak su kaynakları hemen denizin kıyısında her sondajda fışkırır. Bugün bile yerli insanlar güney plajın kıyısında ve kumsalın bittiği yerdeki “Ejderha Çeşmesi”nden damacanalarla kükürt kokulu maden suyunu evlerine taşırlar, ayrıca sıcak suları istifade eden kapalı ve açık havuzlarda, kış ortasında dahi, sağlık ve spor amaçlı yüzerler (Primorski Swimming Pool, 2007).

 

                                                   “Ejderha Çeşmesi”

       (arkada kapalı ve açık yüzme havuzları, Primorski Swimming Pool, 2007)

 

                             

Coğrafi özellikler

 

Karadeniz’in sahilleri genellikle fazla girintili çıkıntılı değildir. Geniş körfezler ve büyük yarımadalar [Kırım Yarımadası hariç] yoktur, fakat sadece batı kıyılarında iki körfez göze çarpar: güneydeki Burgaz Körfezi daha büyüktür, kuzeydeki Varna Körfezi (Gulf of Varna) daha küçük ve kuzeydoğu istikametine açıktır. Azami genişliği 8 km, uzunluğu 3 km olan bu girinti, güneydoğu  tarafından kayalık Galata Burnu ile sınırlanmıştır. Körfez içindeki su derinliği 10-18 m arasında olup, çok büyük gemiler (transatlantik) açıkta demirlerler.

“Karadeniz”in adını da Türkler yakıştırmışlar, diğer uluslar (Bulgarlar, Romenler, Ruslar ve Avrupa ülkeleri) bunun sadece kendi dillerine tercümesini yapmışlardır (Bulgarlar “Çerno More” derler). Çünkü asırlar boyunca Türklerin bir iç denizi olmuş (bugünkü Marmara Denizi gibi), güneydeki sakin ve sıcak denize (Akdeniz’e) göre soğuk, hırçın, daima dalgalı ve rüzgârlı olmuştur (…çırpınırdı Karadeniz…). Rengi de koyudur, fakat az tuzludur. Geniş Orta Asya steplerinden esen kuzeydoğu rüzgârları denizcileri ürkütmüş ve hep batı kıyılarına sürüklemiştir. Antik çağlarda Grek denizcileri ufak teknelerle çok kazalara uğramışlar ve önce “Pontos Axenios” (yabancı-sevmez: “a-xenios”) demişler [örn.“Argo” gemisinin Altın Post seferi]. Sonraları seyrüseferin inceliklerini ve kıyılardaki zenginlikleri (altın, buğday, deri, kereste) öğrenince “Pontos Euxenios”a (yabancı-sever: “eu-xenios”) çevirmişler [Denizci bir millet oldukları için Grekçede genelde deniz (thalassa), açık deniz (pelagos), hırçın deniz (pontos) gibi farklı kavramlar vardır]. Latince’de “Pontus” şeklini alan bu sözcük tüm Karadeniz kıyılarını ifade eder. “Pontus Rumları” dediğimiz zaman 1930-larda Bulgaristan, Romanya ve Sovyetler Birliği’nden göç ettirilen binlerce Rum da dahildir.

Varna Gölü (Varnensko Ezero) tektonik bir çöküntüde biriken tatlı su gölüdür. Doğu-batı uzunluğu 10,5 km, azami genişliği 2,5 km, alan 17 km2, hacim 165 milyon m3, maksimal derinlik 19 m ve dibinde 10-30 m çamur tabakası bulunur. Karadeniz’den 1-2 km genişliğinde kumsal kıstak ile ayrılmış, fakat fazla sularını kısa ve hızlı akan bir nehir sayesinde Varna Körfezinin dibine boşaltırmış. Osmanlı döneminde ve öncesinde bu akarsuya Varna (veya Devina) suyu denmiştir. Bu akarsu Varna Kalesi’nin güney surlarını takip edermiş ve üzerindeki “Taşköprü” [Nâib Ahmed Efendi Köprüsü] sayesinde şehre girilirmiş. 

 

                                    1907 yılına kadar Varna suyu üzerindeki “Taşköprü”

                                       (Felix Canitz gravürü, 1872)

 

1906-1909 arası Bulgarlar Varna Limanını modernize ederken, 50 m genişliğinde 10 m derinliğinde bir kanal (Eski kanal) kazarak göl ile denizi birleştirmişler (1908). Ve gölün su seviyesi 1,40 m alçalmış, kıyılar daralmış ve tuzlu su göle karışmış. Tabi, Taşköprü yıkılmış, önce geçici bir ponton köprü yapılmış, 1939’da Alman MAN firması açılabilen sabit köprü inşa etmiş ve küçük gemiler göle girmeye başlamış. Bir Sovyet nakliye gemisi köprü ayağına çarpınca, 1976’da biraz güneyde daha geniş (100 m) ve daha derin (12 m) bir kanal (Yeni kanal) kazılmış. Bu sayede bütün ticari gemileri, dalgalardan etkilenmeyen gölün içine alabilmişler. Göl kıyılarında sanayi tesisleri ve Varna Termoelektrik Santralı (ithal kömürle çalışırdı) için özel  rıhtımlar yapılmıştır. 


Varna-Beloslav-Devnya tatlısu sistemi: Aslında Varna Gölü, 10,5 km’den sonra batıya doğru daralarak devam eder. Beloslav (eskiden Gebece) kasabası yanında tekrar genişleyerek Beloslav (Gebece) Gölü’nü oluşturur [8 km2 alan, azami derinlik 14 m]. Bu gölün kıyıları alçak, sazlıklarla kaplı ve bataklıklarla çevrelenmiştir. Büyük emek harcanarak, Beloslav (Gebece) Gölü’nün kuzey kıyısına rıhtımlar inşa edilmiş ve denizden 20 km içeride “Varna-Batı Limanı” (Port of Varna West) 1974’te hizmete alınmıştır. Beloslav Gölü’nü besleyen iki önemli kaynak: güneyden “Provadiyska Reka” (Pravadı Deresi) Deliorman’dan topladığı sularını akıtır; 10 km kuzeyde kalan Devnya (eskiden Devne, Devina) doğal su kaynakları (Devnya karst springs) kanallar vasıtasıyla göle ulaşırlar. Ünlü Roma İmparatoru Traianus (M.S. 53 - 117) bu su bolluğuna hayran kalmış ve kız kardeşi Marciana adına burada zengin bir kent kurmuş (“Marcianopolis”) ve Provincia Moesia İnferior’un başşehri yapmıştır. Ne yazık ki, barbar akınlarında tamamen tahrip edilmiş (yeni kazılarda zengin mozaikler bulunmuştur). Kuzeye doğru uzanan derin bir vadide, birbirine yakın 30 kaynağın total kapasitesi 3200 litre/san (Bulgaristan’ın en hacimli tatlı su kaynağıdır!). Bu kapasite değerlendirilmiş ve su tüketen çimento, gübre ve kimya fabrikaları Devne’yi güçlü endüstri merkezi haline getirmiştir. Bu merkezin ham madde ithalatı ve mamul ihracatı Varna-Batı Limanından gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla Varna’nın sanayi üretimi doğu-batı ekseninde 30 km içerilere alınmış ve şehir merkezinden 20 km kuzeye ulaşan sahil şeridi ise turizme tahsis edilebilmiştir.

 

                               Devne’de “Dipsiz” (Marciana) kaynak gölü

           

Asparuhov Köprüsü (Asparuhov Most) 8 Eylül 1976’da hizmete girince şehrin güneyden ulaşımı rahatlamıştır. Bu uzun (2,050 m), geniş (21 m) ve yüksek (50 m) köprü-viyadük eski ve yeni kanalı, demiryolunu ve tersane kompleksini yüksekten aşmakta, körfezin güney sahilindeki “Asparuhovo” (Ses sevmez) ve “Galata” semtlerinin yegâne bağlantısı sayılmaktadır. Asparuhovo semti gibi Yeni köprü de Protobulgar Devletinin kurucusu Han Asparuh’a (M.S. 640-701) ithaf edilmiştir [Asparuh adının diğer bir telâffuzu “İsperih”tir]. Güneyden, Burgas-Nesebır yönünden, yani Türkiye’den gelenler için bu köprü alternatifsiz tek ulaşımdır. Bakım ve onarımı muazzam trafik tıkanmalarına sebep olmaktadır.

 

Asparuhov Köprüsü (Demiryolu, Eski kanal, Yeni kanal, Asparuhovo ve Galata burnu)

 

 

Varna Ovası

Denizden bakılınca, Varna şehri güneyde ve kuzeyde yer alan iki yükselti arasındaki düz bir ovanın deniz kıyısında yer almaktadır. Osmanlı döneminde bu alçak ovaya Varna sahrası denmişti (Varna Meydan Muharebesinde adı geçer). Alçak olmasına alçak amma, deniz seviyesinden gene de 30-40 m daha yüksekte sayılır. Bu nedenle plaj kumsalına basamaklarla inmek gerekir, en yüksek dalgalar bile kent yerleşimini tehdit edemez.  Antik dönem, Ortaçağ ve Osmanlı  kenti kıyının güney köşesindeki alçak düzlükte gelişmiş – bugün Yolcu Limanı ile Tren Garı (Roma dönemi harabeleri, Türk mahallesi ve en eski Osmanlı Camii de) buradadır (Osmanlı’nın “İskele Meydanı”). Söz konusu ova Varna Gölü’nün kuzeyinde olup, 20 km kadar batıya devam eder. Genişliği ise 5 ilâ 8 km arasında değişir. Önemli bir akarsu bulunmasa da, Franga Platosundan gelen yağmur suları derinleşmiş dere yatakları (günümüzde kanallara alınmışlar) sayesinde Varna gölüne (Balım dere, Franga deresi) ve doğudakiler de (Karaca dere, Kemer dere) doğrudan Karadeniz’e akarlar.

Varna Ovası şehrin batısında kalan coğrafi bölgelerle ulaşımı sağlar:

 

Demiryolu hattı Osmanlı yadigârıdır [1866 yılında hizmete girmiş, Tuna Vilâyetinin ünlü valisi Mithat Paşa tarafından 226 km’lik “Varna-Rusçuk” Demiryolu olarak inşa edilmiş Deliorman’ı boydan boya kat etmiştir] ve Varna Gölü’nün kuzey kıyısını takip eder. Bugünkü Bulgaristan topraklarında en eski demiryolu sayılır. Bulgaristan Prensliği kurulduktan (1879) sonra Kaspiçan istasyonundan itibaren hat başkent Sofya’ya ulaştırılmıştır (1899). Şehrin anıtsal eserlerinden biri de muhteşem Varna Garı’dır [eski Osmanlı Garı’nın yerine, Çar 3. Boris tarafından yaptırılmış ve 3 Mart 1925’te hizmete alınmış olup, ülkenin en güzel gar binası sayılır]. Bunun daha küçük bir örneği de Burgaz Gar binasıdır ve aynı dönemde yapılmıştır.

 

                                 Muhteşem Demiryolu Gar Binası ve ünlü Saat Kulesi (1925)

 

Karayolları: Ulusal karayolu ağından “E70 Varna-Sofya” (446 km) asfalt yolu ovanın ortasından geçerken, onun hemen paralelinde yeni bir otoban [Hemus Motorway, A2] inşaatına 1974’te başlanmışsa da, ancak 100 km’lik (Şumnu’ya kadar) kısmı tamamlanabilmiştir (Brüksel’den destek bir türlü gelmiyor). Havaalanı hizasında ayrılan 21 No.lu ulusal asfalt yol, Franga Platosu’nun eteklerinde seyreder, Aksakovo (Acemler) köyünden sonra serpantinle bu platonun üzerine çıkarak Dobruca topraklarında kuzeye doğru ilerler [Dobruca’nın en büyük şehri Dobriç (Hacıoğlu Pazarcık) Varna merkezinden 50 km mesafededir].

Karayolları ile göl arasında, şehir merkezinin 8 km batısında, Varna Havaalanı (Varna International Airport) yer almaktadır. 1948’de kullanılmaya başlanmış, 1972’de yeni Terminal Binasına kavuşmuş, iç ve dış hatları olup, son yıllarda 1 milyon yolcu kapasitesine ulaşmıştır.

Havaalanın batısında, ulusal E70 yolu kenarında, nispeten küçük bir alanda, doğal erozyonla aşınmış dikitler bulunmaktadır – Dikilitaş (Pobiti kamıni, Stone Forest). Pek etkileyici olmayan bu oluşum Varna reklâmlarında yer alır ve ilköğretim öğrencilerine erozyon etkisini göstermek için buraya geziler düzenlenir. Günümüzde Varna şehri o kadar büyümüştür (238 km2) ki, artık Varna Ovası’nın yarısını kaplamıştır.

 

                                                    Varna Ovasında “Dikilitaş” mevkii

 


Franga Platosu

 

Ovanın ve şehrin kuzeyinde oldukça dik yükselen ve yukarısı dümdüz olan ortalama 300 metrelik bu platoya sadece Varna’da “Franga Bayırı” denir, çünkü 1444’te savaş meydanından kaçan Haçlılar (Frenkler = Franklar) bu bayırı tırmanmışlardır. Aslında 250 km kuzeye doğru devam eden (Romanya topraklarında da devam eder) büyük “Dobruca Platosu”nun sadece güney kenarı sayılır. Jeolojik devirlerde “Paratetis Deniz” dibinin yükselmesi sonucu 100-300 metrelik tortul kayaç tabakaları (kumtaşı, kireçtaşı) Tuna Nehri’nin akışını kuzeye saptırmıştır. Yüzey akarsuları yoktur (gözeneklerden emilir), fakat yeraltı suları boldur ve kenarlarda ortaya çıkarlar (örn. Devne kaynakları, Batova-Çatallar kaynakları, v.b.).

 

      Varna Yolcu Limanı, mendirek, sahil kumsalı ve Deniz Bahçesi. Arkada Franga Platosu

 

Bu platonun gevşek tortul yapısı kenarlardan toprak kaymalarına sebep olmaktadır. Eteklerinde yığılan toprak kademeli teraslar oluşturur ve yüzyıllardan beri Varnalıların bağ-bahçelerine ev sahipliği yapmaktadır.

                 

           Kuzey Sahil Bandı

            Franga Platosu’nun Karadeniz’e bakan doğu kenarı da denize doğru kaymış, 3 ilâ 5 km genişliğinde ve 25 km uzunluğunda bir sahil bandı oluşturmuştur. Upuzun kumsalları, masmavi denizi ile yemyeşil ormanların kapladığı bu benzersiz coğrafya Varna’nın dünyaca ünlü turistik sahilidir. 1960’tan sonra kıymeti anlaşılan bu kıyıya yüzlerce hotel (restoran, bar, SPA, gazino, lunapark, v.s.) yapılmış, fakat yeşillik korunmuştur. Dünyanın her tarafından binlerce turist bu “deniz-orman beraberliği”ne akın etmektedir. Yani Varna denince ziyaretçilerin konaklayabileceği ve eğlenebileceği, ve para bırakacağı yerler esasında bu 25 km’lik sahil bandındadır. Tabi şehir merkezi de ayrı bir arkeolojik, tarihi ve mimari çekim alanıdır.


 

                        Altınkum (Zlatni Pyasatsi, Golden Sands) Varna’nın 18 km kuzeyinde

 

            Deniz Bahçesini takip eden sahil yolu (Knez 1.Boris Bulvarı) Avrupa ulaşım haritasında yer alan  (E87) yol ile kuzeyde Romanya’ya kadar devam eder. Platonun eteklerini takip eden ikinci bir iç yol (Çar 3. Boris Sok) ise bağlık-bahçelik ve ormanlık şeridi batıdan sınırlar. Bu yol üzerinde “sahil bandı”nın tek köyü Vinitsa (bugün Varna’nın mahallesi) bulunur. Şehir merkezinden 8 km, kuzeyde, deniz kıyısından 3 km içeride yer alan bu köyün eski adı Kestriç olup, tamamen bir Gagauz köyü idi. Temel uğraşları da bağcılık ve şarapçılıktı. Yerel şarap markaları beyaz “Dimyat” ve kırmızı “Gımza”  ve “Pamid” idi.

1901 yılında Kestriç Gagauzları bağbozumuna gidiyorlar (Bulgaristan Ulusal Arşivinden)

 

Tahminen 1956 yılında, bir Pazar günü, lise arkadaşlarımla bir gezi düzenledik. Belediye otobüsleriyle Vinitsa köyüne kadar gittik. Merkezdeki kiliseden Pazar ayinine katılmış ihtiyarlar çıkıyordu. İki kişi, kendi aralarında yüksek sesle Türkçe konuşuyordu. “Bre Dimitri, papaz efendi bugün çok uzattı ayini…” Diğeri de “İvan be, işin yoksa gel eve bir kaave içelim…”diyordu. Ben şok olmuştum, çünkü kiliseden çıkan, adları Dimitri ve İvan olan bu yaşlı adamlar güzel bir Türkçe konuşuyorlardı. Gerçi Gagauzların varlığını duymuştum, ama yüz yüze gelmemiştim…
 
 

                            Kayalara oyulmuş Alaca Manastır (XIII-XIV yy)

 

Köyden sonra, eski ve bakımsız stabilize yoldan 5 km daha yürüdük ve hedefimiz olan “Alaca Manastır”a ulaştık. Platonun dibinde, basamaklarla çıkılan iki küçük hücrenin duvarlarında dini freskler belli belirsiz seziliyordu. Aşağıda gürül gürül akan bir çeşme, birkaç koyun ve keçinin dolaştığı ahır ve ortalıkta gezen tavuklar bulunuyordu. İki yaşlı rahibin yiyecek ve şarap sattığı müştemilât odalarından limonata aldık. Ormaniçi bir patikadan yürüyerek 4 km aşağıdaki Altınkum’a (Türkler Uzunkum derlerdi) indik. Burada upuzun ve geniş kumda denize girdik ve top oynadık. O zamanlar kumun kenarında tek bir taş bina vardı ve otobüs bekleme salonu ile büfe gibi hizmet   veriyordu. Piknikçiler kalabalık olduğu için son otobüs seferini zor yakaladık. 

 

                        1950-li yıllarda Uzunkum’daki tek tesis (bugün Zlatni Pyasatsi, Golden Sands)

 

Şehrin Deniz Bahçesi’nin kuzey ucundan itibaren başlayan 9 No.lu yol, kavisli yükselen bir rampadan sonra kayalık bir burunda (Trakata) denizi ve körfezi seyretme terası sunar. Burası, Franga platosunun denize en fazla yaklaştığı ve sahil bandının en dar yeridir.  Yarım kilometre sonra, deniz tarafında, ağaçlar arasında yelken gibi yükselen, gösterişli mimarisi olan Evksinograd Sarayı görülür. 1878 Berlin Antlaşmasıyla, Osmanlı Sultanına tabi bir Bulgaristan Prensliği (Knezlik, Knyajestvo) kurulunca ilk Knez olarak Aleksander Battenberg (hd. 1879-1886) seçilmişti. 1882’de Varna Rum Mitropolitliği kendisine deniz kıyısındaki bir eski manastır arazisini hediye etti. O da “Sandrovo deniz sarayı”nın yapımını başlattı. İkinci Knez Ferdinand (hd. 1887-1918, 1908’den sonra Tsar) sarayı tamamladı, çevre düzenlemesi, bahçeler, seralar, rıhtım ve deniz feneri yaptırdı ve “Euxinograd” adını koydu [Karadeniz’in antik adı “Pontos Euxinos”tan]. Komünizm döneminde (1944-1989) parti liderleri kullandılar ve çevresinde kuş uçurtmadılar.

 Ben toplam 19 sene Varna’da ikamet ettim ve bu yapının çatısını ancak uzaktan seyredebildim. 2004 yılından itibaren halka ve turistlerin ziyaretine açıktır.


                                       Evksinograd Sarayı (Varna’nın 8 km kuzeyinde, deniz kıyısında)

 

E87 sahil yolu bugün genişletilmiş ve “bölünmüş yol”dur, ancak 18-inci kilometrede aniden T-biçimli sonlanır: denize doğru ayrılan kol kıvrılarak “Altınkum”a iner; sola platoya doğru yükselen kol “Alaca Manastır”a ulaşır. Bölünmüş yol devam ettirilememiştir, çünkü önündeki doğal orman jeolojik ve biyolojik açıdan özel koruma altına alınmıştır. Sonlanmadan önce E87’den ayrılan sapaklar  sayesinde “Sv.Sv. Konstantin i Elena” (eski bir manastır kalıntısı ve termal kaynaklar, komünist dönemde “Drujba” adını taşıyordu), Çayka, Kabakum, Riviera ve Uzunkum (“Zlatni Pyasatsi”= Altınkum, Golden Sands) turistik kompleksleri görülebilir. Yirminci kilometreden sonra Franga Platosu denize yakınlaştığı için heyelan bölgesinden geçilir, yapılaşma yasaklanmıştır, asfalt zaman zaman çöker. Yolun sonunda Kranevo (esk. Ekrene) köyüne ulaşılır (burası artık Varna İline dahil değildir).

 

Avren Platosu

Varna Körfezi’nin ve Varna Gölü’nün güneyinde yükselen bu plato ormanlarla kaplı olup, aralarında tarım alanları açılmıştır [Genişliği 20 km, alanı 450 km2]. Diğer adları Momino plato ve Devnensko plato’dur. Güney sınırını Kamçiya (Kamçı, antik Panissos) nehrinin geniş ve bereketli vadisi yapar, batıda ise Provadiyska reka (Pravadı suyu) sınırlar. Jeolojik yapısı Franga Platosu’na benzer, fakat yüzey şekilleri dalgalıdır. Varna Gölü’nün hemen güney kıyısından itibaren yükselir (en yüksek yeri 322 m). Batıdan doğuya doğru alçalır ve Karadeniz kıyısı yalçın kayalıktır. Merkezi yerleşim yeri, ayrı belediye olan Avren köyüdür (Türkçe “Evren” sözcüğünden gelir).

Galata: Avren Platosu kuzey-doğuda Galata Burnu ile devam eder. Burun’un adı buradaki eski bir Rum ve Gagauz köyü olan Galata’dan gelir. Eskiden aynı isimli kalesi de varmış. Köylüler balıkçılıkla iştigal ederler. Osmanlı döneminde (1863) inşa edilen deniz feneri (9-metrelik yuvarlak kule) 1987 yılında heyelan nedeniyle devre dışı bırakılınca, 55-metrelik yeni bir fener yapılmıştır (2001). Galata Burnu’ndan Varna’nın ve körfezin panoramik görüntüsü çok hoştur.

 

Galata Burnu, eski fener (1863) ve yeni fener (2001)

 

Asparuhovo: Galata Burnu’nun körfez tarafında ve aşağıda deniz kenarında “Asparuhovo” semti yer alır. Osmanlı döneminde yerleşim yeri olmayıp, sadece Türklerin bağ ve bahçeleri bulunurdu. Çok sessiz huzurlu bir yer olduğu için “Ses sevmez” deniyordu. Bulgaristan Prensliği kurulduktan (1878) sonra, yerli Türkler peyder pey Osmanlı Devletine göç ettiler. 1903’ten itibaren göçmen Bulgarlar buraya yerleştiler, evler kurdular. 1934 yılında adını “Asparuhovo” koydular, fakat hala Türkçe yer adları yaygındır (Gündüza, Kavatsite, Karantina, Canavara). Ülkenin en büyük tersanesi (ilk kuruluşu 1907) göl-deniz kanallarının ortasında ve Tren Garı tarafında bulunduğu için çalışanların çoğunluğu Asparuhovo’da oturur. Çevre köylerden akın eden Türk asıllı işçiler de buraya yerleşmişlerdir. Varna’nın ibadete açık en yeni camii de burada (2005 yılında) HÖH (Halk ve Özgürlükler Hareketi’nin) desteği ile inşa edilmiştir.

 

                        Asparuhovo’nun Gülpınar semtinde yeni Cami (2005)

 

 

Tarih

Varna’nın tarihi o kadar eskidir ki, Avrupa’da bir eşi daha yoktur. Aslında 1972 yılına kadar bu özelliği bilinmiyordu.

 

“Varna Medeniyeti”, Varna culture [M.Ö. ~ 4,500]

 

Bir tesadüf eseri, 1972’de şehrin sanayi mahallesinde kablo geçirmek için kanal kazan bir ekskavatör operatörü insan kemiklerini fark etti. Tabi iş durduruldu ve arkeolojik çalışmalar başlatıldı. Kent merkezinden 4 km mesafede ve Varna Gölü’nden 400 m uzakta, 12-18 m rakımda ve  7500 m2 alanda yaklaşık 300 mezar kazıldı (hâlâ kazılmayanlar var). Burası bir mezarlıktı (nekropol). Sırtüstü ve yan yatırılan gömüler dışında, ceset izi bulunmayan boş (cenotaphs) çukurlar da vardı. Mezarların hepsinde ölülerin yanına değişik objeler (çanak-çömlek, taş ve çakmaktaşı aletler, kemikten ve deniz kabuklularından eşyalar ve bol miktarda bakır ve altından işlenmiş nesneler [toplam 22,000 nesne, bunların 3,010-u saf altından (toplam ağırlık 6 kg) konmuştu]. “Varna Chalcolitic Necropolis” dendi. Esas Dünya ve Avrupa tarihini sarsan haber, bulunan insan kemiklerinin tarihlenmesinden sonra patladı – M.Ö. 4700 ilâ 4200 yılları arasında, yani günümüzden 6700-6200 yıl önce. Bu hem Avrupa’nın, hem de Dünya’nın en eski işlenmiş altın hazinesiydi! Ne Mısır’da, ne Mezopotamya’da bu kadar eski madenî eşyalara rastlanmamıştı. Avrupa’daki insanların mağaralarda veya taş devrinde yaşadığı tahmin ediliyordu. Altın zoomorf amuletler (muskalar) ise Anadolu’daki Hatti uygarlığının benzerlerini andırıyordu.

 

                          Mezarlardan çıkan altın zoomorf objeler (M.Ö. 4,500)

 

Fakat 43 No.lu mezarda 40-50 yaşlarında iri yarı bir erkeğin (kabile reisi veya şaman)  mezarı olağanüstü hediyelerle donatılmıştı (990 adet, toplam 1,5 kg ağırlığında altın nesneler, bakır balta, çakmaktaşı bıçaklar, yay, v.s). En ilginci de erkeklik organı yerinde saf altından silindirik kılıf bulunmuştur.

 

                                            43 No.lu mezarda yatan yönetici 

                      

Varna’da daha 1950-li yıllarda bir Arkeoloji Müzesi vardı. Fakat şehrin sıkışık tarihi merkezinde, eski bir okul binasında ve avlusunda bulgularını sergiliyordu. Kalkolitik nekropolden çıkan zengin ve sarsıcı bulgular için geniş ve gösterişli bina arandı. Şehrin ana caddesi üzerinde, bugünkü Belediye Binası yanında, 1892-1898 arası mimar Petko Momçilov tarafından yapılan Geç Barok stilindeki “Deviçeska Gimnaziya” (Kız Lisesi), 1993 yılında tahliye edildi ve “Varna Arkeoloji Müzesi”ne tahsis edildi. Bodrum ve çatı katı ile 4-katlı olan bu şatafatlı binada 2150 m2 sergi alanı bulunmaktadır. Dörtgen iç avlusu ve ağaçlandırılmış geniş dış avlusu ile bütün dünyadan ziyaretçiler kabul etmektedir. Nekropol kazılarından çıkan bulgular da burada sergilenmektedir. Ayrıca kazı alanı da artık düzenlenmiş ve halka açılmıştır.

 

                                Varna Arkeoloji Müzesi (eski Kız Lisesi)

 

 

 

Traklar dönemi

 

Aradan uzun yıllar geçtikten, belki de 4,000 yıl sonra, kadim Greklerin bıraktıkları yazılı metinlerde, kuzeyde yaşayan komşu kabilelerin tümüne “Thraki” (Traklar) dediklerini biliyoruz. “Tarihin Babası” sayılan Herodot “Istoria” adlı eserinde bunlar hakkında detaylı bilgiler vermiştir. Özellikle M.Ö. 512 yılında büyük Pers hükümdarı 1. Darius’un İskit Seferini anlatırken, Batı Karadeniz kıyılarına paralel kuzeye ilerlediğini ve buralarda oturan Trak kabilelerini itaat altına aldığını belirtir. Bugünkü Varna civarında Krobizi (Krobyzi) boylarının savaşmadan teslim olduklarını yazar. Nitekim 1906 yılında Varna Limanı’nın rıhtımları için derin kazılar yapılırken burada Millâttan öncesine ait Trak yerleşimi izleri bulunmuştur. Varna Ovası’nın ortalarında ise yan yana iki toprak yığını tepe (1444 Varna Meydan Savaşında Osmanlı ordugâhı burada kurulmuştu) yer almaktadır. Birinin altında Traklar dönemine (M.Ö. IV yy.) ait mezar bulunmuş, fakat içi çoktan boşaltılmış imiş (bugün Vladislav Varnençik mozolesi olarak değerlendirilmektedir). Diğer tepe (Sultan 2. Murat tepesi) henüz kazılmamıştır. Halbuki Bulgaristan’da sayısız Trak tümülüsü kazılmış ve hırsızlar tarafından soyulmamış olanlarda olağanüstü zengin altın hazineler bulunmuştur [Trak hazineleri ve tarihi eserleri bakımından Bulgaristan dünyada bir numaradır. “Trakoloji” bilimine de onlar öncülük ederler].

 

 

 

Antik “Odessos”

 

Ege kıyılarının zengin ticaret ve bilim merkezi Miletos (bugün Söke ovasında Balat) M.Ö. VII-VI yüzyıllarda Karadeniz kıyılarına denizden keşifler yapmış ve yerli kabilelerle anlaşarak ticaret üsleri (koloniler) kurmuştur. Zamanla buraya depolar, koruma surları, kale muhafızları, alış veriş alanı (agora) ve tapınaklar da eklemiştir. Karadeniz’in batı kıyılarında beş ticaret yerleşimi (Pentapolis) gelişmiştir: Apollonia (bugün Sozopol); Mesembria (bugün Nesebır); Odessos (bugün Varna); Kalatis (bugün Mankalya) ve Tomi (bugün Köstence). Ortada yer alan Odessos bu birliğin merkezi olmuştur. “Odessos” adının Karya kökenli olduğu ve “suları bol” anlamına geldiği tahmin edilmektedir. Kuruluş tarihi olarak da M.Ö. 575 yılı zikredilmektedir.

Makedonyalı Büyük İskender (M.Ö. 356-323), tarihi Doğu seferine çıkmadan önce, asker ve ganimet toplamak için, Balkan Dağlarının kuzeyine sefer düzenlemiş, fakat müstahkem Odessos kalesini ele geçirememiştir. Onun mirasçılarından “Trakya Kralı” Lysimachus (M.Ö. 360-281) da bu liman-kale şehrine “serbest şehir” statüsü tanımıştır. Ticaretten zenginleşen Odessos kendi parasını basmış, gösterişili tapınaklar ve büyük hamamlar inşa etmiştir.

 

Romalı “Odessus”

 

Balkan Yarımadası’nı güneyden kuzeye doğru istila etmeye başlayan Roma Cumhuriyeti, Batı Karadeniz kıyısındaki beş Grek kolonisini M.Ö. 72 yılında [Marcus Licinius Luculus komutasındaki acımasız cezalandırma seferi] işgal etmiş ve Roma topraklarına katmıştır (Gerekçe Pontus Kralı Mithridates’e yardım etmeleri olmuştur). M.S. 15 yılında da “Tiberiopolis” adı ile Möziya Eyaleti’nin (Provincia Moesia II) önemli bir parçası olmuştur. İkinci Roma İmparatoru Tiberius (hd. M.S. 14-37) öldükten sonra, eski antik dönem adı Laticeleştirilerek “Odessus” şeklinde yazılmaya başlanmıştır. Doğal sıcak su kaynakları nedeniyle Balkanların en büyük Roma hamam kompleksi [birbirine yakın Büyük Hamam (II-III yy) ve Küçük Hamam (III-VI yy)] bugünkü dalgakıran hizasında 1930-larda yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır [büyüklük bakımından Avrupa’nın üçüncü Roma Hamamı sayılır]. Kazılar esnasında bunların altında eski Trak Tanrısı Darzalas ve Tanrıça Bendis ile Miletos’lu Greklerin getirdikleri Apollo, Artemis ve Aphrodite’ye adanmış tapınak kalıntıları da tespit edilmiştir.

 

          Roma dönemi kalıntılarından Büyük Hamam (Termae Maximae) [M.S. II yy.]

                      [İmparator Septimius Severus (hd. 193-211) dönemi]

 

Heracleides of Odessus” burada yetişmiş tarihçi ve âlim olmasına rağmen orijinal eserleri günümüze ulaşmamış, fakat diğer tarih yazarları kendisinden atıflar yapmaktadır [Stephanus Byzantinus (“Ethnica”, M.S. VI yy.)].  

Ne yazık ki, M.S. III yüzyılın ortalarından itibaren Büyük Kavimler Göçü başlamış ve Tuna nehrini aşan “barbar” kavimler Möziya’yı ve Trakya’yı yakıp yıkmışlardır. Odessus kalesi bazen dayanabilmiş, bazen de yerle bir edilmiştir. Kent sakinleri ya öldürülmüş, ya da kırsal bölgelere kaçmıştır. Roma İmparatorluğu’nun askeri gücü tükenmiş ve 395 yılında resmen ikiye ayrılmış: Doğu Roma İmparatorluğu [bugün kısaca Bizans (Byzantium) olarak ifade edilir] ve Batı Roma İmparatorluğu. Sonuncusu barbar akınlarına dayanamamış ve 476’da çökmüştür. Odessus idari ve dini bakımdan Bizans sınırlarında kalmışsa da, çoğunlukla barbar işgallerine uğramıştır.

 
 Roma ve erken Bizans yıllarında Batı Karadeniz’de dini taksimat

                                     (“dioecesis” = piskoposluk bölgesi)

 

Roma topraklarında önce takibata uğrayan Hıristiyanlık, Büyük Konstantin (I. Constantinus Magnus, hd. 312-337) döneminde resmen tanınmış, I. Theodosius (hd. 347-395) döneminde  İmparatorluğun devlet dini olmuştur (diğer çoktanrılı dinler yasaklanmıştır). Odessus’ta da Hıristiyanlık hızla gelişmiş (tarihi Odessus alanında birçok temel kazılırken bugüne kadar 7 bazilika tipinde mozaik tabanlı kilise keşfedilmiştir). En iyi korunmuş manastır kilisesi ise kent yerleşimi dışında (gölün güney kıyısında, Canavara’da) kalmış olan V yy. kilisesidir (1915-1919 kazıları). 

 

Proto-Bulgarların istilâsı, Birinci ve İkinci Bulgar Devleti

 

VI yüzyılda kalabalık Slav kabileleri Tuna’yı geçerek, boşalmış Bizans arazisine yerleşmişler, Adriyatik Denizi ile Ege Denizi kıyılarına kadar yayılmışlardır. Toprağı işleyecek, üretimi canlandıracak ve vergi mükellefi olacak insan gücü şeklinde kabul görmüşlerdir.

VII yüzyılda ise Kuzey Karadeniz steplerinden itilen bazı savaşçı Proto-Bulgar kabileleri [Onogurlar; Sarıogurlar; Utrigurlar; Kutrigurlar] Tuna Deltasının kuzeyine yerleştiler, akabinde bugünkü Dobruca topraklarına geçerek Han Asparuh yönetiminde Varna’ya kadar ilerlediler. Bizans ordusunu yendiler ve 681 yılında İmparator 4. Konstantinos Varna’da barış imzalayarak devletlerini tanımak mecburiyetinde kaldı. Balkan Dağlarının kuzeyindeki yedi Slav kabilesini itaat altına aldılar. Slavlarla karıştılar, Slav kızlarını eş olarak aldılar ve 200 yıl içerisinde torunları da Slavca konuşmaya başladı. Savaşçıydılar, fakat aileleriyle birlikte toplam sayıları 30,000-i geçmiyordu. 

 

         Proto-Bulgarların simgesel anıtı: “Madara Atlısı” kaya kabartması (2017’de görünüm)

                  (Varna’nın 100 km batısında, Madara Platosu eteğinde)

 

Bizans etkisinde kalarak 865 yılında Hıristiyanlığı kabul ettiler. Fakat 971 yılında “Birinci Bulgar Devleti” Bizans tarafından istila edildi ve 214 yıl (1185 yılına kadar) Bizans hakimiyetinde yaşadılar (eski Odessus artık “Varna” adını taşıyordu). Tırnova’da ayaklanan Kuman-Bulgar asıllı Asen ve Peter kardeşler “İkinci Bulgar Devleti”ni kurdular (1185) ve Osmanlı fethine kadar 211 yıl daha (1396 yılına kadar) bağımsız kalabildiler. Bu süreçte, 1201 yılında Tırnova Çarı Kaloyan Varna Kalesini fethetti ve topraklarına kattı. Fakat buralarda Slavca konuşan Hıristiyanlar (yani şimdiki Bulgarların ataları) azdı, Rumca ve Türkçe konuşan Hıristiyanlar çoğunluğu oluşturuyordu. Türkçe konuşanlar ise, Bizans hakimiyet asırlarında (M.S. 971 – 1185 arası), ana dillerini, örf ve adetlerini  kaybetmemiş ve Karadeniz’in kuzeyinden gelmiş Oğuz (Uz), Peçenek ve Kıpçak (Kuman) asıllı göçebelerdi. Hıristiyan ibadetlerinde ve ayinlerde Bizans Grekçesi ve Kilise Slavcası kullanıyorlardı.

 

Gagauz Beyliği (Karvuna Despotluğu) dönemi

 

İkinci Bulgar Devleti 1241 sonrası idari ve askeri bakımdan zayıfladı, iç ayaklanmalara maruz kaldı. Doğu Avrupa’yı istila eden Moğol ordularının akınlarına direnemedi ve bağımlı duruma düştü (Tırnova tahtına Nogay Han’ın oğlu Çaka oturabildi, 1300). Bozkır görünümündeki Dobruca topraklarına bazı Tatar obaları kalıcı yerleşti [Yüksek idari sınıf Moğol kökenli olmasına rağmen, savaşçı askerler Türkî asıllı “Tatar” kavmine aitti ve bir Türk şivesi olan Tatarca konuşuyorlardı (bu nedenle Avrupa’da Tatarlar olarak adlandırıldılar)].

14. yüzyılda Tırnova Çarları Karadeniz boylarındaki topraklarına pek hakim değildi. Bu nedenle bu bölgede 60 yıl kadar (1340-1398) yarı-bağımsız Gagauz beyliği [Despotate of Dobruja, Ţara Cărvunei] hüküm sürdü. Üç beyinin adları bilinmektedir:

1) Balik (hk. 1340-1347) – bugünkü Balçik (Balçık) kasabası onun adına bir küçültmedir. Başkenti Kalliakra Kalesi imiş. Kefe’den gemicilerin taşımış olduğu veba (“Black Death”) salgınında (1347) ölmüş olabilir.

2) Dobrotitsa (hk. 1347-1386) – Balik’in kardeşi (veya oğlu) olup Constantinopolis’te yetişmiş, Bizans soylusu Alexios Apokaukos’un kızı ile evlenmiş, kilisesini Tırnova’dan ayırıp doğrudan Constantinopolis Patrikliğine bağlamış, Karadeniz’de donanma kurmuş ve Cenevizlilerle rekabete girişmiş, kıyı boyunca Varna ve güneyindeki Kozyak (bugün Obzor), Emona, Mesembria ve Anhialos limanlarını ele geçirmiştir (1366). Başkentini Karvuna (Kavarna) liman şehrine naklettiği ve 1357’de Bizans İmparatorundan “despot” (emir) unvanı aldığı için de beyliğe “Karvuna Despotluğu” denmiştir. Bunun topraklarına Osmanlılar önce “Dobrice” (sonradan Dobruca) adını vermişler, Bulgarlar ile Ulahlar arasında paylaşılamayan bölge olmuştur.

 

                              Osmanlı fethinden önce Gagauz (Sorguç) Beyliği

 

3) İvanko (hk. 1386-1398) – Dobrotitsa’nın oğlu olup Osmanlı fethine karşı koyamamış ve beyliğin son hükümdarı olmuştur. Cenevizlilerle barışmış ve karşılıklı ticaret anlaşması imzalamış (1387). Osmanlı Sultanı 1. Murad’a bağımlılığı kabul etmiş. 1388 yılındaki ilk Osmanlı seferinde kendisine dokunulmamış ve Birinci Kosova Savaşına (1389) Saraç Bey komutasında “Dobrice Tatarları” da katılmışlar. 1393’te Tırnova Bulgar Devleti Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılınca, tehlikeyi hissetmiş ve Eflâk Prensi “Yaşlı Mirça” (Mircea cel Bătrân) ile yakınlaşmış. 1398’de Osmanlılar (Yıldırım Bayezid) Dobruca’ya kalıcı olarak gelince Gagauzların yönetici ailesi Tuna Deltasına (Sulina) doğru çekilmiş. İvanko’nun akıbeti tam olarak bilinmiyor.

 

               Karvuna Despotluğu sikkeleri, çiftbaşlı kartal, Terteroba tamgası

                                    (gümüş, Eflâk’ta basılmış, 1386-87)

 

 

Osmanlı dönemi

 

 Böylece Varna Kalesinin tam ne zaman Osmanlılar tarafından fethedildiği kesin olarak belirlenememektedir. Yıldırım Bayezid döneminde Dobruca topraklarına akınlar ve yerleşmeler olmuş olsa da, Varna gibi deniz kıyısındaki liman-kalelere, Osmanlı müttefiki Ceneviz’in (veya  Constantinopolis İmparatoru’nun) korumasında kaldıkları için, uzun zaman dokunulmamıştır. Örneğin Edirne’yi 1361’de fetheden 1. Murat ve ondan sonrakiler, Cenevize ait olan Enez’e yaklaşık 100 yıl saldırmamışlar. Ancak 1456’da (yani İstanbul’un fethinden 3 yıl sonra) Fatih Sultan Mehmet artık Enez’i kendi topraklarına katabilmiştir. Ayrıca İstanbul kuşatmasında donanma komutanı olan ve devşirme olarak yetişen Baltaoğlu Süleyman Bey, aileden gelen bir Gagauz denizcisidir (Bulgar bilinmesine rağmen).

Dolayısıyla Osmanlılar Varna’yı Bulgarlardan değil Gagauzlardan almışlardır. Osmanlı egemenlik yıllarında Varna’nın Hıristiyan nüfusu ya Türkçe, ya da Rumca konuşuyormuş. Gagauzların (yani “sorguçların”) müstakil kilisesi olmadığı için Rum kiliselerine gidiyorlarmış. 19. yüzyıla kadar şehri ziyaret eden seyyahlar, Evliya Çelebi dahil, bunları ayırt etmemişler ve “Gayrımüslümler” milleti olarak göstermişlerdir. Osmanlı, önceliği “ümmet”e verdiği için, ana dili (yani köken) aidiyetini önemsememiş ve Gagauzları dışlamıştır (fakat Slavca konuşmalarına rağmen İslam'ı benimseyen Pomak, Torbeş veya Boşnaklara sahip çıkmıştır). Slavca konuşan Bulgarlar da 19. yüzyılda önce dini bağımsızlık için mücadele etmişler (1870 yılında Sultan Abdülaziz onlara Fener Patrikhanesinden, yani Rumlardan, ayrı bir kilise oluşturma hakkı tanımıştır). Akabinde siyasi bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve Rusya’nın askeri müdahalesiyle 1878’de Sultan’a bağımlı prenslik (“Bulgaristan Emareti”) olmuşlardır (1908’de ise, İkinci Meşrutiyet kargaşalarını fırsat bilerek bağımsız krallık, yani “çarlık” ilân etmişlerdir). Bunlar, baştan itibaren Gagauzları hemen bir kalemde “Ortodoks Bulgar” göstererek Bulgar kiliselerinde ibadete zorlamışlar ve 140 yıl içerisinde asimile etmeyi başarmışlardır. Romanya’ya verilen Kuzey Dobruca’da da Romenler aynı şeyi yapmışlar ve Gagauzları eritmişlerdir. Sadece çok uluslu Rusya İmparatorluğuna tabi Basarabya’daki Gagauzlar milli farklılıklarını koruyabilmişler ve bugünkü Moldova Cumhuriyetinde “Özerk Gagauzya”da kendi dillerinde eğitim-öğretim yapabiliyorlar (ve zamanın Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i şükranla anıyorlar).

Osmanlı egemenliğinin ilk yıllarında (1398-1444 arası) Deliorman ve Dobruca kırsal alanlarına Anadolu’dan yoğun yörük oymakları iskân ettirilmişse de, Varna şehri (balıkçılık, denizcilik) ihmal edilmiş, sadece kaleye ufak bir muhafız birliği yerleştirilmiştir. Ancak 10 Kasım 1444 yılında “Varna sahrasında” kazanılan büyük Osmanlı zaferinden sonra Varna’nın önemi idrak edilmiş, Kaleiçi’ne de esnaf ve zanaatçılar yerleşmiş, cami ve mescitler, medrese ve mektepler açılmıştır. Buna rağmen idari bakımdan kaza merkezi kalmıştır (uzun Osmanlı hakimiyet yıllarında “sancak” veya “vilâyet” merkezi olmamıştır). Fakat bu ezici galibiyet sonrası “Varna” adı hem Osmanlı tarihine, hem de Dünya tarihine geçmiş, savaş sahasında maktul düşen Haçlı Ordularının yöneticisi Polonya-Macaristan Kralı 3. Vladislav ise “Varnençik” lâkabını almıştır.

 

                                Polonya-Macaristan Kralı Vladislav Varnençik

 

1935 yılında savaşın cereyan ettiği alana, Park-müze “Vladislav Varnençik” düzenlenmiş (1964-te ve 2004-te ilâveler yapılmış) ve bugün Varna’da çok ziyaret edilen memorial (anıt) sayılmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fethinden (1453) sonra Galata’daki Cenevizlilerin imtiyazları kaldırılmıştır. 1461’de Cenevizlilere ait Amasra ve Ceneviz’in ana ticaret üssü Kırım’daki Kefe limanı da alındıktan sonra, 1475’te Kırım Hanlığı da Osmanlı Devletine bağlanmıştır. Fakat Karadeniz’in kuzey-batı köşesindeki Boğdan kalelerini (Kili ve Akkirman),  Fatih’in oğlu 2. Bayezid 1484’te fethedince, Karadeniz her taraftan Osmanlıya tabi kıyılarla çevrelenmiş bir kapalı iç deniz haline gelmiştir. Cenevizlilerin ve Venediklilerin Karadeniz’den çekilmesi Varna’nın deniz aşırı ticaretini sekteye uğratmış, sadece Karadeniz kıyıları ile sınırlı dahili ticaret mümkün olabilmiştir. Kırım ile İstanbul arasında (Kefe-Varna-İstanbul) önemli ve güvenli bir ara liman vazifesi görmeye başlamış, Sinop ve Trabzon limanları ile irtibatı devam etmiştir. Ayrıca Dobruca ve Deliorman’da artan tarımsal (buğday) ve hayvansal (kasaplık hayvan, deri) ürünlerin İstanbul’a sevkiyatı gittikçe artmıştır. Yavuz Sultan Selim gemi inşasına önem verdiği için Varna’da ve çevresinde teşvikler dağıtmış, bağışlarda bulunmuş, tersaneler yaptırmıştır. Onun son sadrazamı (ve oğlu Kanunî’nin ilk sadrazamı) olan Pîrî Paşa (Aksaraylı Pîrî Mehmet Paşa, 1517-1522 arası Sadrazam; türbesi, camii ve külliyesi Silivri’dedir) Varna’yı adeta ihya etmiştir (hamam, çeşmeler, medrese ve mektep).

 

                       Sadrazam Pîrî Mehmet Paşa sefer esnasında (minyatür)

 

1484 sonrası Varna bir “iç il” ve “iç liman” haline geldiği için kalesi ve savunması ihmal edilmiş. Fakat 16. yüzyıl sonlarında Osmanlı gücünün duraksamasıyla birlikte düşmanların ani akınlarına maruz kalmıştır: 1595’te isyankâr Eflâk voyvodası Mihai Viteazul (Yiğit Mihail, Michael the Brave) Tuna’yı geçerek Varna’ya kadar ilerlemiş ve şehri tahrip etmiş; 1605 ve 1624 yıllarında ise denizden, “şayka” tabir edilen 30-40 kişilik dar uzun kayıklarla, korsanlık yapan ve aniden beliren Zaporog Kazakları (Dinyeper, yani Özi nehrinin ağızından denize çıkarlarmış)  Varna’yı ve çevresini yağmalamışlardır. 17. yüzyılın ikinci yarısında, Köprülüler devrinde, şehir huzura kavuşmuş, kale onarılmış ve liman yeniden canlanmıştır.

1656 civarında, Kırım’dan dönüşünde Varna’yı ziyaret eden Evliya Çelebi müreffeh bir Osmanlı şehri tasvir etmektedir: 4000 ev, 5 büyük cami, 36 mescit, 5 medrese, 4 mektep, 3 zaviye, 1 tekke, 1 imaret, hanlar, hamamlar ve çeşmeler. Kırımlı Âşık Ömer (öl. 1707) de Varna’yı övmektedir:

            “…Sinesini denize açmış benzersiz bir belde

Cennet bahçesinden numûne çevre yanı Varna’nın

Mavi ırmak kenarında ilkbahar zamanı

Taze Sorguçlar* yeşil kemha giyinmiş gölgede       [*Gagauzlar]

Sanki Şad nehri iner Bağdat’a kıbleden akarak

Bahara karşı hû çeker akarsuyu Varna’nın

Sıra sıra camilerde cümleten niyaz edilir

Nice erdemli kişiler var artık öncelik kazanmış…” (Çağdaş şair İsa  Cebeci’nin   sadeleştirmesi)

 

1929 Varna haritası üzerinde tarihi “İçkale”de (Old City) oturanların mahalleleri

           [https://varnapoint.wordpress.com/2013/10/16(grackata-mahala1/] 

Aslında 19. yüzyıla kadar Varna’da Bulgar etnik nüfus yoktu. En kalabalık grubu Türkler oluşturuyordu, sonra Gagauzlar ve Rumlar geliyordu. İki de küçük Ermeni ve Musevi mahallesi bulunuyordu (Varnalı Bulgar tarihçilerinin son yayınları, 2013).

 

 

1828 Varna Savunması

 

Rusya’nın sıcak denizlere inme emellerini Büyük Petro (hd. 1689-1725) başlatmış ve bu amaç uğruna 18. ve 19. yüzyıllarda toplam sekiz Osmanlı-Rus Savaşı yaşanmıştır:

 

          18. yüzyılda 4 savaş:

1) 1710-1711 Prut Savaşı [Çar Petro yenilmiş, fakat Osmanlı kazanç sağlayamamıştır]

2) 1735-1739 Osmanlı-Rus Savaşı [Azak Kalesi Rusya’ya geçmiştir]

3) 1768-1774 Osmanlı-Rusya ve Avusturya Savaşı [büyük bozgunlar sonrası Ruslar Kırım’ı işgal etmiş ve Bug (Aksu) nehrine dayanmışlar. 1783’te ise Kırım Hanlığını ilhak etmişlerdir]

4) 1787-1792 Osmanlı-Rusya ve Avusturya Savaşı [Kırım’ı kurtarayım derken, kötü idare  ve bozgunlar sonucu Ruslar Dinyester (Turla) nehrine dayanmışlar. Rusların Karadeniz donanması da Kaliakra Burnunda Osmanlı donanmasını batırmıştır, 1790]

Onsekizinci yüzyıla ait başarısız savaşlar sonucunda Ruslar Karadeniz’de üstünlüğü ele geçirmişler, tersaneler kurarak modern gemiler inşa etmişler, büyük toplar döktürmüşler ve Varna Kalesi ile Limanı doğrudan tehdit altına girmiştir. Karadan ise ilerleyen Rus orduları Varna’nın 40 km batısına kadar gelmişlerdir [20 Haziran 1774, Kozluca (bugün Suvorovo)].

 

19. yüzyılda 4 savaş:

 5) 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı [aralıklarla 6 yıl devam eden bu savaşta Ruslar Basarabya topraklarını ele geçirmişler, Tuna nehrine dayanmışlar ve Varna’nın 50 km kuzeyine (Hacıoğlu Pazarcık, 10 Mayıs 1810) kadar gelmişlerdir].

          6) 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı. Bu savaşın kahraman savunmasını Varna yapmıştır.   Karadan ve denizden kuşatılan kale, asker ve silah bakımından üstün güçlere karşı, Varna muhafızı İzzet Paşa komutasında üç ay dayanmıştır (28 Haziran 1828’den 29 Eylül 1828’e kadar). 

                     1828’de Varna kuşatması (Alexander Sauerweid, 1836, yağlı boya tablo)

 

            1829 yılında muhasara altındaki Şumnu Kalesi teslim olmamış, fakat general Hans Karl von Diebitsch (Dibiç) komutasında 35,000 kişilik Rus ordusu tarihte ilk defa Balkan Dağlarını aşarak, Burgas ve İslimye’den sonra savunmasız Edirne’ye girmiştir (Osmanlı tarihinde ilk defa Edirne düşman işgaline uğramıştır, 22 Ağustos 1829). Edirne Antlaşmasıyla (14 Eylül 1829) Yunanistan’ın bağımsızlığı, Sırbistan, Eflâk ve Boğdan’ın özerkliği tanınmış, yüklü savaş tazminatı ödenmiştir. Ruslar 1830’da Varna’dan çekilirken, antlaşma mucibince kale surlarını yıkmışlar, cami ve mescitleri de tahrip etmişlerdir.

Değerli Türkolog Prof. Dr. Nimetullah Hafız’ın (1939, Prizren doğumlu)  derlediği Gagauz türkülerinde de 1828 Varna kuşatması Gagauz Türkçesiyle dile getiriliyor:

“…Oynaşır balıklar deniz dalgalı

Bugün Varna’nın başı çok belâlı

Al yeşil bayrağı gelin mi sandın

Sefere giden gelir mi sandın

Trampet sesini davul mu sandın…”

“…Varna gibi kale yoktur,

İçinde askeri çoktur,

Padişahtan imdat yoktur,

Biz Varnalıiz aman,

Aylere, beylere imdat Varna’ya….”  [Bulgaristan’da Çağdaş Türk Edebiyatı Antolojisi]

 

7) 1853-1856 Kırım Savaşı (Sultan Abdülmecid devri). Bu savaşta Osmanlı Devletinin yanında Avrupalı müttefikleri (İngiltere, Fransa ve Sardinya) da yer almışlardır. Rusların saldırıları Tuna Cephesinde ve Kafkas Cephesinde durdurulmuş, fakat asıl çarpışmalar müttefiklerle beraber Kırım’da cereyan etmiştir. Türk ve müttefik ordularının Kırım’a taşınmasında Varna Limanı ana lojistik üs görevi üstlenmiştir. Paris Antlaşmasıyla Karadeniz ve Tuna Nehri tarafsız ticari gemilere açık, savaş gemilerine kapalı statüye kavuşturulmuştur.

 

8) 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı = 93-Harbi. Felâket derecesinde başarısız (şanlı Plevne Savunmasına rağmen) ve yenilgilerle dolu bu savaşta Rus Orduları İstanbul’u görmüşler [3 Mart 1878, Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması], fakat içine girememişlerdir. İngiliz Donanması Marmara’da belirip, kendilerine ultimatom vermiştir (karşılığında Kıbrıs Adasını almıştır). Bu savaşta Varna Kalesi teslim olmamış, ancak Ayastefanos Antlaşmasından 6 ay sonra 27 Temmuz 1878’de kale Ruslara teslim edilmiş (en geç boşaltılan Osmanlı kalesi), askerler sulhen terk etmişler, şehir zarar görmemiş, fakat surlar, tabyalar ve kışlalar tekrar yıktırılmıştır (“Baruthane” binası hariç). 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla, Sultan’a bağlı Bulgaristan Prensliği (Emareti) kurulmuş ve Varna da bu Prensliğin topraklarına dahil edilmiştir.

 

Osmanlı hakimiyetinin son dönemi (1830-1878)

 

İki yıllık (1828-1830) Rus işgalinden sonra Varna’nın tahribatı inanılmaz derecedeymiş. Sultan 2. Mahmut müteessir olmuş ve kalenin yeniden inşasını, cami ve mescitlerin onarılmasını emretmiştir. Mühendis Pepe Mehmet Paşa’nın yönetiminde 1832-1837 arası, çok daha geniş alanı kapsayan Yeni Surlar [5 km uzunluğunda, 8 m yüksekliğinde, 1,5-2 m kalınlığında), 11 mazgallı kule, 8 istihkâm, 4  dış tabya (toplar ve mühimmat depolarıyla), 6 kapı] tamamlanmıştır. Kara surları dışına 10 m genişliğinde  ve 5 m derinliğinde hendek kazılmış, güneyden ise deniz ve nehir bu vazifeyi görüyormuş. Büyük ve sağlam askeri kışlalar ile asker hastanesi inşa edilmiş. 

                               1837 yılında tamamlanan Yeni Varna Kalesi  

                                (Kaynak: http://varna.info.bg/castles_past.htm)

 

1837 yılında bizzat Sultan 2. Mahmut deniz yolu ile Varna’yı ziyaret etmiş. Onun şerefine “Musalla” meydanındaki en büyük çeşmeye medhüsenâ kitabesi (5,33 m x 3,93 m mermer) dikilmiş. 1921’de çeşme sökülmüş, mermer kitabe ise “Vladislav Varnençik Park-Müzesi”ndeki Sultan 2. Murat Tepesine taşınmış. Çeşmenin benzersiz ayna taşları da Deniz Bahçesindeki plaja inilen basamakların çeşmelerine konulmuş (bilâhare kırılmış ve kaldırılmışlar).

Sultan 2. Mahmut
(hd. 1808 - 1839)

Sultan Abdülmecit
(hd. 1839 - 1861)

Sultan Abdülaziz 
(hd. 1861 - 1876)

1846’da Varna’yı ziyaret eden ikinci Osmanlı Sultanı ise Abdülmecid’tir. Tuna boylarındaki istihkamları teftiş eden, Silistre’de “Mecidiye Tabyası”nın inşasını emreden Sultan, orduyu yenilemiş ve müteaddit defa Dobruca’dan saldıran Ruslara karşı ünlü “Kadrilater” (Dörtgen) savunma sistemini [Silistre – Rusçuk – Şumnu – Varna Kaleleri] kurdurmuştur. Dönüş yolunda Varna’yı da gören Abdülmecid deniz yolu ile İstanbul'a avdet etmiştir. Ruslara karşı Avrupa Devletlerini müttefik olarak yanına çekebilmiş (1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları), 1853-1856 Kırım Savaşında Rusya’yı yenilgiye uğratmış ve Paris Konferansında Avrupa Devletleri arasında yer almıştır. Bu savaşta önemli rol oynayan Varna şehri ve limanı çok gelişmiş, ilk Osmanlı telgrafhanesi (1855) burada kurulmuştur.

1867 yılında yurtdışı gezisinden dönüşte, Rusçuk’tan trenle gelen Sultan Abdülaziz limandan gemi ile ayrılarak İstanbul’a dönmüştür. Varna’ya Kırım’dan çok sayıda Tatar göçmen gelmiş ve Yeni Kale içinde “Tatar Mahallesi” teşekkül etmişti. Onlar için cami inşa edilmesini emretmiş [günümüzde ibadete açık olan bu camiye “Aziziye Camii” (açılışı 1876), halk arasında ise “Tatar Camii” denmektedir]. Slavca konuşan Ortodoks Bulgarlardan bir heyet de Sultan Abdülaziz’den kale içine yerleşmelerine ve “Bulgar mahallesi” kurmalarına müsaade istemiştir. Sultanın izni ile bugünkü Arkeoloji Müzesi’nin arkasına da “Bulgar Mahallesi” kurulmuş ve zamanla genişlemiştir. Nitekim, Bulgarların ayrı bir etnik grup olduklarını fark eden Sultan Abdülaziz, üç yıl sonra, 1870’te Fener Patrikhanesi’nden ayrı bir Ekzarhlık kurmalarına müsaade etmiştir (bu Ekzarhlık binası halen Şişli’de Halaskargazi Caddesinde bulunmaktadır). Bir yıl sonra (1868), iade-i ziyarete gelen Fransa İmparatoru 3. Napolyon da Rusçuk-Varna tren yolunu kullanmış ve denizden İstanbul’a ulaşmıştır.

            Günümüzde Varna’da Osmanlı eseri sadece iki cami kalmıştır (Hayriye Camii minaresiz). Onlar da ara sokaklarda, bloklar arkasında fark edilememektedir. İkisi de Rus işgalinden (1828-30) sonrasına aittir, çünkü öncekiler Ruslar tarafından tahrip edilmişlerdi. Hayriye Camii, Dilâver Paşa tarafından 1835 yılında yaptırılmış, aydınlık ve ferah olup, Gar Meydanı’na çok yakındır (Dunav Sok.No.1). Tarihi Kaleiçi’nde, “Türk Mahallesi'nde yer almakta, Varna Cemaati İslâmiyesi’nin encümen odası da buradadır. Namaz vakitleri açık olup imamı da burada ikamet eder.

 

Nisan 1967 tarihinde, Varna Tıp Üniversitesinde asistanlık kazandığımda, bir yıl Hayriye Camii’nin çatı katında ailecek kalmıştık. Varna Müslüman Cemaati’nin, Türk asıllı bir akademisyenin yetişmesi için verdiği destek, aslında azınlık durumuna düşmüş Türklerin dayanışması idi.

Hayriye Camii (1835)

 
Aziziye Camii (1876) 

Aziziye Camii (Angel Georgiev Sok No:25) daha yeni olup, beş vakit namaza açık, kalorifer sistemi ve gasilhanesi mevcuttur. Sonradan gelişen “Tatar Mahallesi”nde, Blv. Vladislav Varnençik’e paralel bir arka sokaktadır. Varna müftülüğü de buradadır. [Üçüncü bir faal cami de Asparuhovo semtinde (2005 tarihli Ses Sevmez Camii) demokrasi dönemine ait yeni bir yapıdır].

 

            Kaleiçi’nin Gayrımüslümlere ait mahallelerinde günümüze ulaşmış ve ibadete açık kiliseler de Osmanlı dönemi eserler sayılır. Rus işgalinde tahrip edilmedikleri için camilerden daha eski olanları vardır. Bunlar antik Roma Hamamlarının üzerine inşa edildikleri için kazılardan sonra kenarda yüksek kotlarda yer almaktadırlar. En eskisi, 1602 tarihli küçük “Meryemana” (Malkata Bogoroditsa) şapelidir. “Sv. Paraskeva” şapeli ise 1785 tarihlidir, fakat daha eski bir kilisenin yerine inşa edilmiş ve “Küçük Roma Hamamı” kalıntılarının kıyısındadır. 1838’de yangın sonrası yenilenmiş olan Mitropolit Kilisesi “Sveti Atanasiy” ise “Büyük Roma Hamamı” kazılarının kenarındadır. 1865’te Gagauz mahallesine inşa edilen “Sveti Nikolay” Kilisesi en iyi korunmuş olup, yaya bölgesinin ana caddesi (Knyaz Boris I) üzerindedir. Aslında bunlar Konstantinopol Patrikhanesine bağlı Rum Ortodoks kiliseleridir ve 1906 yılına kadar “Varna ve Karvuna Mitropoliti” (kuruluş 1325) Varna’da bulunmuştur. Bu tarihte (1906’da), Slavca ibadet eden Bulgarlar, Rum papazları kovmuşlar ve kiliseleri zorla ele geçirmişlerdir. Kaleiçi’nde 1842 tarihli “St. Sarkis” Kilisesi ise Ermenilere aittir ve halen ibadete açıktır. 

Sv. Paraskeva Şapeli (1785)

 
Mitropolit Kilisesi "Sv. Atanasiy" (1838)

Osmanlı dönemi sivil mimari yapılardan ayakta kalabilmiş tek eser, şehir merkezinde, Saat Kulesi’nin hemen kuzeyinde yer alan 1860 yapımlı “Konak”tır (Mutasarrıf Konağı). 157 yıldır ayakta olan bu Osmanlı yapısı, halen “Devlet Arşivleri” binası olarak kullanılmaktadır. Musalla Hoteli’nin alt tarafında, Zeynet Bey Hüsnü Paşaoğlu’nun ahşap konağı (1850) ise Varna Mimarlar Odası tarafından 1972 yılında aslına uygun olarak restore edilmiş ve “Mimarlar Evi” (Dom na architekta, ul. Musala 10) olarak kullanılmaktadır.

 
Osmanlı Mutasarrıf Konağı (1860)
(Günümüzde Devlet Arşivleri Binası)

 
Varna Mimarlar Evi (1850) 
(restorasyon 1972)

19. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Kırım Savaşı sonrasında, Varna hızla büyümüş ve güzelleşmiştir (demiryolu ve denizyolu ulaşımı, telgraf haberleşmesi). Zengin tüccarların Avrupaî tarzda evleri ve konakları yanında 13 konsolosluk binası, hotel ve restoranlar, faytonlarla gidilen sayfiye yerleri ortaya çıkmıştır [günümüzde Varna’da 11 konsolosluk (7-si fahri) bulunmasına rağmen Türkiye Başkonsolosluğu Burgaz’a taşınmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra (1952) Bulgaristan, deniz kuvvetlerini casusluktan korumak gerekçesiyle, Burgaz’a taşınmasını talep etmiştir]. Zengin bir Türk tüccarının şahsi mülkiyetinde olan ve 1900 yılında inşa edilmiş tarihi eser olmasına rağmen yıllarca sahipsiz metruk hale gelmişti, fakat olağanüstü kıymetli bir konumda bulunuyordu – kordon boyu sayılan Primorski Cd. 21, yani bugünkü “Panorama Hotel”in yanı].

 

                                   1950-li yıllarda Türkiye’nin Varna Konsolosluğu Binası

                             (harabe haline gelmiş ve yanmış olan bina 2015’te yıktırılmıştır)

 

            Hayatımda ilk kez Varna’ya 1949 yılında (8 yaşında) annem ve babamla gitmiş, ünlü “Musala Hotel”de konaklamış ve bu binada Konsolos Bey bizi kabul etmişti. Çocuk aklımla konsolosa hayran kalmıştım ve “büyüyünce konsolos olacağım” diye tutturmuştum. Türkiye’ye göç etmek için müracaat etmiştik, fakat sonradan sınır aniden kapatıldı. Yıllarca sahipsiz binanın yanından geçerken hazin görüntüsüne üzülüyordum.

 

Türk çocuklarının eğitimi için 1867’de Rüştiye (7-yıllık ilköğretim) Mektebi açılmış, ilk öğretmenlerden biri de meşhur edip Muallim Naci (1850-1893) olmuştur. Asıl adı Ömer olup, “Muallim Naci” mahlasını buradaki öğretmenlik yıllarında almıştır. İstanbul doğumlu olmasına rağmen, 7 yaşında iken babasının vefatından sonra, annesiyle birlikte Varna’daki dayısının yanına taşınmış, burada medrese eğitimi görmüş, Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. 93-Savaşından önce Varna’dan İstanbul’a dönmüş, gelenekçi edebiyat çizgisini savunmuş, Avrupaî akımlardan uzak durmuştur. Şehir Bulgaristan hakimiyetine geçtikten sonra Varna Rüştiyesi “Muallim Naci” adını almış ve 1950-li yıllara kadar Azınlık Mektebi olarak eğitime devam etmiştir. 

 
(1850, İstanbul-1893, İstanbul)

“Edirne Tarihi” (1939) ve “Tuna Boyu Tarihi” (1942) kitaplarının yazarı Osman Nuri Peremeci (1874, Şumnu- 1945, Edirne) de 17 sene (1911-1927) bu mektepte öğretmenlik ve müdürlük yapmıştır. 1927 yılı sonbaharında Türkiye’ye iltica eden Osman Nuri Peremeci, Edirne’ye yerleşmiş ve hayatının sonuna kadar burada öğretmenlik yapmıştır.

 
Osman Nuri Peremeci
(1874, Şumnu - 1945, Edirne)

Ünlü Bulgar yazarı Anton Straşimirov (1872-1937) ise Varna doğumlu olup, çocukluk hatıralarında Varna’dan şöyle bahsetmektedir:

 

                                                        Anton Straşimirov

                                                 (1872,Varna - 1937,Viyana)

 “…Şehrin merkezi Musallâ idi. Eski meydan bugünkünden daha küçüktü. İki selvi ağacı altında gür akan çift kurnalı eski çeşme bulunuyordu. Çeşmenin yanında mermerden yapılmış musalla duruyordu [Türkler burada önde gelen cenazelerine dua okuyorlardı]. Dallı selviler altında ağaç sandalyeli masalar dizilip, beyler burada kahvelerini yudumlamakta ve nargile içmekteydiler. Ramazan ayında zurna ve davullarla burada sabahlamakta, Bayramı da burada kutlayıp bu meydanda güreş tertip ederlerdi…” (“Varna’da Ecdât İzleri”, blog yazarı Vedat Ahmed, 2008). Yazarın bahsettiği çift kurnalı çeşme 1921’de sökülmüş ve yerine Tiyatro ve Opera Binası kondurulmuştur.

 
1886 civarı Musalla Meydanı

 

                                                         1921’de Anıtsal Çeşmenin yerine inşa edilen

                                                                       Varna Tiyatro ve Opera Binası

                                                                                  (tamamlanma 1927)

 

            Tuna Vilâyetinin 1866 nüfus sayımında şehirler arasında Varna 5. sıradadır (Rusçuk, Şumnu, Plevne, Vidin’den sonra). 1868 Salnâmesine göre ise Varna şehri 6. büyüklükte gösterilmektedir (Rusçuk, Tırnova, Sofya, Niş ve Vidin’den sonra). Varna nüfusunun yaklaşık %74-ü Müslüman olarak ilk sırada yer almıştır [Miyase Koyuncu Kaya, “Osmanlı İdaresinde Bir Balkan Şehri. Varna (1774-1878)”, Turkish Studies, v.10, 2015]. Bulgaristan Prensliği’nin 1887’de yaptırdığı ilk nüfus sayımında Varna 25,000 nüfusu ile 4.sıradadır (Plovdiv 33,000; Sofya 30,000; Rusçuk 27,000). 1910 sayımında 41,000 nüfuslu Varna 3.sıraya yerleşmiş (Sofya 102,000; Plovdiv 47,000) ve bir daha bu sıralama değişmemiştir.

 

            Bulgaristan Prensliği / Krallığı Dönemi (1879-1946)

           

            Sultan 2. Abdülhamid’in kabul ettiği Ayastefanos Antlaşmasını (3 Mart 1878) hiçbir Avrupa ülkesi tanımamış, çünkü Balkanlarda Rusya güdümünde bir “Büyük Bulgaristan” devleti kurulması kendi çıkarları için ürkütücü geliyormuş (zaten bu nedenle de Kırım Savaşında Osmanlı’nın yanında yer almışlardı). Bu topyekûn muhalefet karşısında Rusya geri adım atmak mecburiyetinde kalmış ve aynı yıl Berlin’de toplanan konferansa (13 Haziran – 13 Temmuz 1878) katılarak Osmanlı Devleti’nin lehine olan değişiklikleri kabul etmiş. Ayastefanos Antlaşması aslında uluslararası geçerliliği olmayan, güdük kalmış, uygulanmamış bir antlaşmadır. Aradaki 5 ay zarfında ateşkes sürdürülmüş, Rus askerleri bulundukları yerlerde kalmışlar (bu esnada Varna Kalesi de Ruslara teslim edilmemiş). Ancak Berlin Antlaşmasından sonra 27 Temmuz 1878’de Rus askerleri Varna’ya girebilmişler ve bir yıl burada kalarak şehri idari, iktisadi ve askeri bakımdan idare etmişler. Belediye Encümenine, mahkeme heyetlerine ve Ticaret Odasına Bulgarlar dışında, Türklerden, Gagauzlardan, Rumlardan da temsilciler almışlar. Antlaşma uyarınca, şehrin 1837 tarihli Yeni Surları ve Askeri kışlalar tekrar yıktırılmış, tarihi Varna Kalesi’nden hiçbir iz kalmamıştır.

            Eski Bulgar başkenti Tırnova’da 23 Ocak 1879’da toplanan Kurucu Meclis (aralarında 20 Türk temsilci de varmış) ilk Anayasa’yı kabul etmiş (16 Nisan 1879). Başkenti Sofya olan ve Osmanlı Sultanına bağlı parlamenter monarşinin [Knyajestvo, Prenslik] başına Avusturyalı bir prens olan Alexander Battenberg’i (1857, Verona – 1893, Graz) davet etmişler. 7 yıl sonra askeri bir darbe ile indirmişler ve Almanya’dan başka bir prensi, Ferdinand Saxe-Coburg-Gotha (1861, Viyana – 1948, Coburg) “knez” olarak devletin başına getirmişler. Aynı Ferdinand 22 Eylül 1908 tarihinde Bulgaristan’ı Osmanlı Sultanından bağımsız krallık (“tsarstvo”) ilân etmiş ve kendisi de “tsar (çar)” unvanı almış. Onun sülâlesi 1946’ya kadar iktidarda kalmış:

 

Prenslik yılları – Alexander I Battenberg (hd. 1879-1886) [istifa ettirilmiştir]

                (28 yıl)            Ferdinand I Saxe-Coburg-Gotha (hd. 1887-1908) 

        

            Krallık yılları -   Ferdinand I Saxe-Coburg-Gotha (hd. 1908-1918) [tahttan feragat etmiştir]

                  (38 yıl)         Boris III Saxe-Coburg-Gotha (hd.1918-1943) [1943’te aniden vefat etmiştir]

                                       Simeon II Saxe-Coburg-Gotha (hd. 1943-1946) [doğ. 16.06.1937]

 

Simeon, babasının vefatı üzerine 6 yaşında “tsar” ilân edilmiş, 9 Eylül 1944’te Sovyet Ordusu Bulgaristan’a girip komünistler iktidara gelince de referandum yapılmış ve cumhuriyet ilân edilmiştir (1946). [Komünizmin çökmesinden sonra Simeon II sürgünden ülkesine dönmüş, siyasi parti kurmuş, seçimler kazanmış ve 2001-2005 arası başbakanlık yapmıştır (hükümet ortağı olarak Türklerin “Hak ve Özgürlükler Hareketi”ni yanına almıştı). Hâlâ 80 yaşında olup, Sofya’da ikamet etmektedir. Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya alınmasında ve 2007’de Avrupa Birliğine kabul edilmesinde önemli rol oynamıştır].

Bulgar yönetimine geçtikten sonra Varna’da hummalı bayındırlık faaliyetleri başlatılmış. İlk olarak büyük ve temsili Ortodoks Katedrali “Meryemana’nın Hurucu” (1880 ilâ 1886 arası) inşa edilmiş. Rus stilinde olan bu yapının mimarı Odesa’lı Maas’tır. Yıktırılan Osmanlı surlarının ve kışlalarının taşları kullanılmış. Bugün de şehrin ana meydanında yükselen bu etkileyici bina halen Bulgaristan’ın en büyük ve en güzel kilisesidir. Güney tarafına da Varna ve Preslav Mitropolitlik konutu ve kançelaryası eklenmiştir [Osmanlı yıllarında Varna’da Ortodoks Bulgarların kilisesi olmadığı gibi Mitropoliti de bulunmuyormuş. 1870’te Sultan fermanı ile teşekkül eden Bulgar Ekzarhlığı’nın (Patriklik’ten bir alt rütbeli dinî örgütlenme) merkezi 1945 yılına kadar İstanbul’da bulunmuştur. Daha 1872 yılında Ekümenik Konstantinopol Patrikhanesi, Bulgar Ekzarhlığı’nı aforoz etmiş ve diğer Ortodoks Kiliseleri tarafından tanınmasını engellemiştir. Yeni kurulan Bulgaristan’ın dini bağımsızlığı yokmuş. Birinci Bulgar Devleti zamanındaki başkent Preslav’da (Şumnu’nun 20 km güneyinde) kurulmuş olan tarihi Mitropolit merkezi yeniden canlandırılmış ve Varna şehri de adına eklenmiş. 1882’de Mitropolitlik merkezi Şumnu’dan Varna’ya taşınmış. “Varna ve Preslav Mitropoliti” Simeon 1937’de vefat edinceye kadar burada görev yapmıştır].


 
Varna Katedrali (1880-1886)

 
Varna Saat Kulesi (1888) ve "Union Hall"

Katedral meydanının deniz tarafındaki Osmanlı Saat Kulesi yıktırılmış (Fransız seyyah Chevalie 1775 yılında Varna’yı gezmiş ve saat kulesinden bahsetmiştir) ve kışlalardan çıkan malzemelerle 1888’de 24 m yüksekliğinde yeni saat kulesi inşa edilmiş. Bunun bitişiğine de ilk tiyatro ve toplantı salonu “Sıedinenie” (Union Hall) eklenmiş. Bugün Çocuk Tiyatrosu, Kukla Tiyatrosu ve Küçük Sahne olarak görev yapmaktadır. 1881’de Saat Kulesinin çevresine ağaçlar dikilmiş ve “Kent Bahçesi” oluşturulmuş (yani Osmanlı dönemindeki Musalla meydanı ağaçlandırılmış, anıtsal büyük çeşme hâlâ duruyormuş). 1921’de çeşme sökülmüş, Opera ve Tiyatro Binasının inşaatı başlatılmış, 1927’de tamamlanmış. Eski Osmanlı Konağı’nın kuzey tarafında ise Osmanlı “Belediyehane”si 1870’te inşa edilmişti. Bu bina 1957 yıllına, yani komünist dönemine kadar hizmet ettikten sonra yıktırıldı ve yerine 4-katlı yeni “Belediye” (Gradski Naroden Sıvet) inşa edildi. Önüne büyük bir fıskiyeli havuz eklendi. Dolayısıyla Osmanlı Varna’sının üçgen biçimli “Musalla Meydanı” genişletilmiş oldu (bugünkü adı “Bağımsızlık Meydanı”, Ploştad Nezavisimost). Bu meydanın diğer bir süsü de Opera ve Tiyatro Binasıdır. Meydanın aşağı ucuna da 1906-1912 yılları arasında Varna’nın ilk grand hoteli 6-katlı “Hotel Musala” dikildi (bu adıyla 2004 yılına kadar Osmanlıyı hatırlattı, fakat demokrasi döneminde özelleştirildi ve “Grand Hotel London” oldu). 20. yüzyıl Varna’sının simgesi olan “Hotel Musala”nın sağındaki Preslav Caddesi eğimle kıvrılarak Gar meydanına iner, solundaki “Knez Boris I” caddesi de Deniz Bahçesi’nin ana girişine ve 1978’de inşa edilen 14-katlı “İnterhotel Çerno More”ye uzanır.

1885 yılında Evksinograd Kraliyet Sarayı’nın inşası başlatılmış ve 1893’te tamamlanmıştır.

1892-98 arası ise “Kız Lisesi” (Deviçeska Gimnaziya) tamamlanmış (bugün Arkeoloji Müzesi).

 Gar Meydanına inen Preslav Caddesi’nin genişlediği üçgen biçimli “Balıkpazar” meydanında yine Osmanlı eseri olan yüksek ve masif taş bina “Baruthane” (eski İçkale) 1907’de yıktırılmış. Onun yerine 1929-1935 yılları arasında Varna Ticaret ve Sanayi Odası’nın muhteşem binası yükselmiş. 1952’den sonra bu kubbeli ve sütunlu bina, ülkenin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na (Bulgarian Navy Headquarters) ev sahipliği yapmaktadır. 

 
Bağımsızlık Meydanı (1957)


 
Hotel Musala (1912)
(günümüzde Grand Hotel London)

1890 yılında ilk Musevi ibadethanesi (Sephardic Synagogue) Baruthane’nin güneyine inşa edilmiştir (günümüzde harabe halindedir). 1910 yılında ise daha küçük ikinci bir sinagog (Ashkenazi Synagogue, ul. Ticha 5) hizmete girmiştir (halen kullanılan “Central Synagogue”). Günümüzde Varna’da 100 kadar Musevi kalmıştır, onlar da karma evliliklerdendir (son büyük hicret 1948-50 arasında İsrail’e olmuştur). Fakat kumar tutkunu çok sayıda İsrailli turist kış-yaz Varna’yı ziyaret ederler. 

Türkler ise daha 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinden sonra, kitleler halinde hem Varna’dan, hem de çevre bölgelerden, Varna iskelesini kullanarak, deniz yolu ile İstanbul istikametine göç etmişlerdir (tercihen yerleştikleri yer Silivri’dir, yani Pîrî Paşa’nın külliyesinin bulunduğu kasaba). Müslümanların göçleri Balkan Savaşlarından, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra da sürüp gitmiştir. Bugün tarihi Türk ve Tatar mahallelerinde yerli Müslüman kalmamış gibidir. Varna Gölü’ne bakan geniş “Maksuda” mahallesindeki (eski Türk Mezarlığının yerinde) Çingenelerin bir kısmı Ortodoks Hıristiyan (Bulgar Çingeneleri), az bir kısmı da Müslüman (Türk Çingeneleri) sayılırlar. Ancak hızla artan nüfusu, sanayisi ve turizm hizmet sektörü nedeniyle çevre köylerden ve illerden çok sayıda Türk asıllı işçi Varna’ya yerleşmiş, fakat birbirinden dağınık, çok katlı bloklarda oturmaktalar. Sadece Varna üniversitelerinde okuyan Türkiyeli öğrencilerin sayısı 400’ü bulmuştur. Çok sayıda Arap ve İranlı öğrenci de bulunmaktadır.

 
Baruthane
(1907'de yıktırılmadan önce)

 
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı (1952)
(1935-1952 arası Ticaret ve Sanayi Odası)

Varna’nın alâmeti farikası kabul edilen Deniz Bahçesi’nin (Morska Gradina, Sea Site Park) inşaatı ve genişletilmesi uzun yıllar sürmüştür. Daha Osmanlı yıllarında deniz kenarında iki küçük bahçe [güneyde “Kanlı Bahçe” (burada işlenen kanlı bir cinayetten dolayı) ve “Belediye Bahçesi” (bugünkü ana giriş kapısı hizasında)] bulunuyormuş. 1862 yılında Belediye Reisi görevini yürüten mülâzım Halil Efendi ve garnizon komutanı Said Paşa’nın himmetleriyle oluşturulan bu 14 dönümlük bahçeye vişne, kestane ve ıhlamur ağaçları dikilmiş. 1881 yılında iki bahçeyi birleştirmişler (26 dönüm), fakat gerçek parkın plan ve programlarını Viyana’dan davet edilen Çek asıllı peyzaj mimarı Anton Novak yapmış (1894). 1905’te alan 90 dönüme çıkmış, günümüzde ise 820 dönümü aşmıştır. Sütunlu Ana Girişi 1939 yılında şehir mimarı G. Popov tarafından tasarlanmış ve halen orijinal halini korumaktadır.


 

                                      1950’de Varna Deniz Bahçesi’nin Sütunlu Ana Girişi

                                          (ortadaki Stalin heykeli 1956’da kaldırılmıştır)

 

Zamanla Deniz Bahçesi’nin içine, eğlence ve kültürel amaçlı, birçok bina inşa edilmiştir:

Küçük Saray” (Malkiyat Dvorets) 1883’te zengin bir tüccarın neoklasik stilde malikânesi olarak inşa edilmiş, 1926’da Çar Boris III tarafından satın alınarak kent rezidansı (Küçük Saray) yapılmış, 1944-1997 arası Radyo Varna’ya hizmet etmiş ve 1997’de özelleştirilerek satılmıştır; modern Radyo Binası 1997’de yanına dikilmiştir. 


 
"Küçük Saray" (1926)
(sonradan Radyo Hizmet Binası)

 
Deniz Harp Müzesi (1956)
(eski İtalyan Konsolosluğu, 1890)

Morsko Kazino” (açılışı 1926’da, kapalı ve açık restoran kısımları, canlı müzik ve dans pisti, son şeklini 1961’de almıştır).

Morski Bani” (1926, süslü merdivenlerle inilen soyunma kabinleri, büfe ve kafeteryalar; güneşlenilen kumsal ve temizlenmiş tabanlı yüzülebilen deniz; Güney (Yujni Bani), Merkezi (Tsentralni Bani) ve Kuzey (Severni Bani) bölümleri bulunur. 

Akvaryum (bina 1911’de Denizcilik Okulu olarak inşa edilmiş, fakat 1932’de Karadeniz’deki tüm canlıları ihtiva eden “Aquarium”a dönüştürülmüştür).

“Voennomorski Muzey” (Naval Museum, Deniz Harp Müzesi) 1890 tarihli İtalyan Konsolosluğu’nun binası (Villa Assareto), konsolosluk kapatıldıktan sonra istimlâk edilmiş ve 1956’da Deniz Harp Müzesi buraya taşınmıştır. Balkan Savaşında (21 Kasım 1912) Varna açıklarına gelen Osmanlı “Hamidiye” zırhlısını torpilleyen küçük “Drızki” botu bu müzenin avlusunda ziyarete açık sergilenmektedir [Yara alan “Hamidiye” İstanbul’a dönebilmiştir. Bulgar Deniz Kuvvetleri’nin tarihteki tek başarısıdır]. Halbuki 1915 yılında Rus Karadeniz Donanması Varna’yı şiddetli bombalamış ve korkunç hasarlara sebep olmuştur.

 
Akvaryum (1932)
(eski Denizcilik ve Balıkçılık Okulu, 1911)

 
Varna Ekonomi Üniversitesi (1920)

Daha sonraki yıllarda, cumhuriyet dönemlerinde, Deniz Bahçesi’nin içine Açıkhava Tiyatrosu (1960), Hayvanat Bahçesi (1961), Doğa Tarihi Müzesi (1961), Planetarium (1968, Çocuk Rasathanesi) ve Delfinarium (1984, yunus gösterileri) gibi eklemeler yapılmıştır.

            Bulgaristan’ın ikinci (1916 tarihli Sofya Üniversitesi’nden sonra), Varna’nın ve ülkenin ilk vakıf üniversitesi Varna Ekonomi Üniversitesi 1920 yılında açılmıştır. Zengin tüccar ve sanayicilerin maddi desteği ile Deniz Bahçesini sınırlayan Blv. Knyaz Boris I üzerine gösterişli eğitim binası da inşa edilmiştir. Bulgaristan’ın önemli iktisatçı ve maliyecileri buradan mezun olmuşlardır. 1926’dan itibaren Denizcilik Okulu da yükseköğretim diplomaları vermeye başlamıştır. Totaliter cumhuriyet yıllarında 1961’de Tıp Üniversitesi ve 1962’de Teknik Üniversite kurulmuş, demokrasi yıllarında da özel Serbest Üniversite (Free University, 1991) bunlara eklenince beş yükseköğretim kurumuna ulaşılmıştır. Free Üniversitesi Altınkum (Zlatni Pyasatsi) sayfiyesinde bulunmaktadır. Ayrıca Fransız Kız Koleji “Sent Andre” (1882) ve Fransız Erkek Koleji “Sen Mişel” (1897) de eğitim kurumları arasına katılmışlardır [günümüzde binaları yıktırılmıştır].

            Yeni kurulan Bulgar Devleti, ithalat-ihracatı ve uluslararası bağlantıları açısından Varna Limanı’nı geliştirmek mecburiyetinde idi. Daha 1888 yılında hükümet bu yönde kararlar almış, 1899’da demiryolu bağlantısı başkent Sofya’ya ulaştırılmış ve 1900’de Denizcilik Okulu Rusçuk’tan Varna’ya nakledilmiş. Aynı yıl, Katedral karşısındaki köşeye “Voenno-morski klub” (Deniz Ordu Evi) inşa edilmiştir.

 

                                            Varna Deniz Kuvvetleri Ordu Evi (1900)

 

            Modern Varna Limanı’nın inşaatı 1904 – 1906 arası gerçekleştirilmiş ve 18 Mayıs 1906’da resmi açılış töreni yapılmış (Knez Ferdinand katılmış). 600 m’lik dalgakıran, toplam 731 m rıhtımlar, 8-10 m derinlik ile 21 hektarlık alanı kapsıyordu. 1907’de, limandan itibaren ilk deniz-göl kanalı (“Eski kanal”) kazılmış, göldeki su seviyesi deniz ile eşitlenmiş (1.40 m alçalmıştı) ve tuzlu su göle girmiş.

1907’de ilk Varna Tersanesi faaliyete geçirilmiş. Her yıl genişletilen bu tersane günümüzde şehrin en büyük işvereni (1200 çalışan) haline gelmiş, 70,000 dwt ve 150,000 dwt havuzlarıyla toplam 410 dekar alana ulaşmıştır. Demokratik reformlardan sonra (1996) “Bulyard Shipbuilding Industry EAD” gemi inşaat ile “Odessos Shiprepair Yard” gemi onarım şirketlerine ayrılmıştır.

 

            

Bulgaristan Cumhuriyeti Dönemleri

 

            1946’da yapılan halk oylaması ile monarşi yönetimine son verilmiş ve “Cumhuriyet” ilân edilmiştir. Ancak komünistlerin iktidara gelmesi (“Vatan Cephesi” koalisyonu içinde) bundan iki yıl önce olmuştur (Sovyetler Birliği’nin Kızıl Ordusu’nun 9 Eylül 1944’te Bulgaristan’ı işgal etmesiyle). Akabinde Bulgaristan Nazi Almanyası'na savaş ilân etmiş ve Bulgar Ordusu, Yugoslavya ve Macaristan’daki sıcak çarpışmalara katılmış ve epeyi zayiat vermiştir. Seçimler sonrası, 4 Aralık 1947’de kabul edilen Anayasa ile “Bulgaristan Halk Cumhuriyeti” ilân edilmiştir. BKP (Bulgar Komünist Partisi) gittikçe mutlak iktidarı ele geçirmiş, 1954’de Birinci Sekreter olan Todor Jivkov ise parti üzerindeki kişisel hakimiyetini 1989’a kadar (35 yıl) sürdürmüştür. Bulgaristan bir “demir perde” ülkesi olarak 1949’da COMECON (Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi) ve 1955’te Varşova Askeri Paktı’nın üyesi olmuştur. Komünist diktatörlük dönemi sayılan 1944-1989 (45 yıl) yıllarına bugün Bulgarlar “totaliter dönem” demeyi tercih ediyorlar.

              Sovyetler Birliği’nin çöküşünden ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, Todor Jivkov “günah keçisi” ilân edildi ve kendi partisinin Merkez Komitesi tarafından iktidardan indirildi (10 Kasım 1989) ve 1998’deki ölümüne kadar ev hapsinde tutuldu, fakat BKP ülke yönetiminde iki yıl daha bulundu. Ancak Haziran 1990’da ilk çok partili serbest seçimler yapıldı ve 13.06.1991 Anayasası ile “Bulgaristan Cumhuriyeti” kuruldu (ara dönem 1989-1991) Cumhuriyetin “demokratik dönemi” başlamış oldu. 2004’te Bulgaristan Cumhuriyeti NATO’ya üye oldu, 2007’de AB (Avrupa Birliğine) alındı.

a)      Totaliter (Komünist) dönem – 1946 – 1991

b)      Demokratik (Çok partili) dönem – 1991’den itibaren

 

Komünistler şehirlerin ve coğrafi yerlerin adlarını geniş çapta değiştirdiler. Daha 1949 yılında binyıllık Varna’nın adı “Stalin” yapıldı [O yıllarda komünist dünyanın lideri ve Sovyetler Birliği’nin mutlak hakimi olan Yosif Stalin (Yosif Visariyonoviç Cugaşvili, 1878-1953) onuruna] Fakat şehrin bu ismi sadece 7 yıl yürürlükte kaldı, 1956’da tekrar “Varna” adına dönüldü. Daha önce de buna benzer bir gelişme Roma İmparatorluğu yıllarında yaşanmıştı – M.S. 15 – 37 arası antik “Odessos” yerine “Tiberiopolis” denmiş, imparator Tiberius’un ölümünden sonra “Odessus”a dönülmüştü.

 

 
İmperator Tiberius 
(hd. 14 - 37)

 
Yosif Stalin

                                                 (1878, Gori, Gürcistan – 1953, Moskova)

Totaliter dönemde komünistler Varna’nın büyümesine ve kalkınmasına özel önem gösterdiler. Hızlı bir sanayileşme hamlesiyle birlikte [şehrin periferinde Batı Sanayi Bölgesi; Güney Sanayi Bölgesi, 30 km batıdaki Devnya Sanayi Kompleksi], Tersaneyi büyüttüler ve Varna Gölü kıyısında ”Varna Termik Santralı”nı (1969) faaliyete geçirdiler (günümüzde ülkenin bu 2. büyük termik santralı atıl durumdadır). Turistik yatırımlara (“Balkanturist” devlet şirketi sayesinde) öncelik tanıdılar, önce 1950-lerde “Drujba” (Sv.Sv. Konstantin i Elena), daha sonra da 1960-larda “Zlatni Pyasatsi” (Altınkum) hotellerle doldu. Şehrin periferinde ve merkezinde anıtsal sportif ve kültürel yapılar inşa ettiler: 1948’de Airport Varna hizmete alındı (1972’de Yeni Terminal Binasına kavuştu); 1954’te “Nikola Vaptsarov” Deniz Harp Okulunu gösterişli yeni binasına taşıdılar; 1957’de “Osmanlı Belediyehane”sini yıkıp yerine yeni Belediye Binası yaptılar; 1957’de ünlü Stadyum “Yuri Gagarin” (bu ismi 1961’de aldı) açıldı [2007’de yıktırıldı, yerine “Arena Varna” inşaatı yılan hikâyesine döndü]; 1966’da “Morska Gara” (Yolcu Limanı) ve yeni rıhtımlar ilâve edildi; 1968’de ilginç mimarisi olan “Spor ve Kültür Sarayı”nı (3000 kişilik kongre salonu, 9 adet küçük (50-800 kişilik) salon, 10 kafe-pastane, alış-veriş dükkânları); 1976’da “Asparuhov Most” viyadük köprüsünü; 1978’de 14-katlı Hotel ve Kazino “Çernomorets” (2010’da restore edildi “İnterhotel Çerno More” oldu); 1981’de “Partien Dom” (Komünist Partisi Evi); 1986’da Deniz Bahçesi ana girişinin yanına “Festivalen Kompleks” (kongre ve gösteri merkezi) inşa edildi. Varna’nın nüfusu dörde katlandı (1946’da 77,000 iken 1992’de 322,000 olmuştu).

 

                                            Varna’nın kuzey semtinde “Spor ve Kültür Sarayı” (1968), 

                                                          arkada Deniz Harp Okulu (1954)

 

Ünlü Bulgar komünist şair Nikola Vaptsarov’un (1909, Bansko – 1942, Sofya) adı komünist iktidar yıllarında (1949’da) Deniz Harp Okulu’na verilmişti, çünkü 1926-32 arası bu okulda “makine teknisyeni” sınıfında okumuştu. Tek bir kitabı (“Motor Türküleri”) ile ünlü olmuş, faşist yönetim tarafından 23 Temmuz 1942’de idam edilmişti. Dünyaca tanınan ve katledilen bir şair olduğu için hâlâ okulun adı değiştirilmemiştir [doğduğu küçük Bansko kasabasında (günümüzde ünlü kayak merkezi) heykeli ve müzesi de durmaktadır]. 
 
Nikola Vaptsarov (1909-1942)

Dünyaca ünlü Türk komünist şair Nazım Hikmet Ran (1902, Selanik – 1963, Moskova) da Varna’yı çok sevmiş ve sıla hasretiyle kaleme aldığı en hüzünlü şiirlerini burada yazmıştır. Türkiye’den kaçtığı 1951 yılında, Romanya ve Moskova’dan sonra, Bulgaristan’ı ziyaret etmiş, Türklerin yaşadığı Dobruca, Deliorman, Gerlova, Tozluk ve Kırcalı bölgelerini karış karış dolaşmış, halkla iç içe olmuştur. Bu ilk gezi esnasında Varna’ya da gelmiştir. 1957 yılında ikinci kez Bulgaristan’a gelmiş, Mayıs-Temmuz arasında Varna’nın 8 km kuzeyindeki “Bor” (= Çam) Hotel’de kalmış ve Karadeniz’e bakarak Türkiye özlemini dile getiren “Varna şiirleri”ni yazmıştır:

 
Nazım Hikmet (1902 - 1963)

                VAPOR

“…Yürek değil be, çarıkmış be, manda gönünden,

teper ha babam teper,

                 paslanmaz,

                         teper taşlı yolları.

Bir vapor geçer Varna önünden,

uy Karadenizin gümüş telleri,

bir vapor geçer Boğaza doğru,

Nazım usulcacık okşar vapuru

                          yanar elleri…”   (Varna, 27 Mayıs 1957)

 

             MEMET

 “…Karşı yaka memleket,

sesleniyorum Varnadan,

                        işitiyormusun

                        Memet, Memet.

Karadeniz akıyor durmadan,

deli hasret deli hasret,

olum, sana sesleniyorum, işitiyormusun   

                        Memet! Memet!     (Varna, 29 Mayıs 1957)

 

             SOFRA

“…Şu Varna deli etti beni,

                      divane etti.

Domates, yeşil biber, kalkan tavası,

radyoda “Ha uşaklar”, Karadeniz havası,

rakı kadehte arslan sütü, anason,

                       uy anason kokusu,

ahbabça, kardeşçe konuşulan dilim…

A be, islah be, islah be halim…

şu Varna deli etti beni

                        divane etti…”  (Varna, 6 Haziran 1957)

 

Demokratik Cumhuriyet dönemi: 1991’den sonra Batı tipi demokrasiye geçen Bulgaristan Cumhuriyeti, çok partili serbest seçimlerle tanıştı, fakat 27 yıldır istikrarlı tek partili hükümete kavuşamadı, hep koalisyonlarla yönetildi.

 
Yeni Belediye Binası (1995)
(eski Partien Dom, 1981)

 
İnterhotel Çerno More (2010)
(1978'de inşa edilmiştir)

Merkezi planlamaya dayanan devletçi sosyalist ekonomisini liberal özel teşebbüse dönüştürmek zor oldu – devletleştirilmiş mülkler eski sahiplerine (veya mirasçılarına) geri verildi, devletin kurmuş olduğu yeni işletmeler ise haraç mezat özelleştirildi. Bulgar levası önce Alman Markına, sonra da Euro’ya sabitlendi (2:1). Çalışabilir genç nüfus Batı ülkelerine göç etti, köyler boşaldı, doğum oranı düştü (Avrupa’da nüfusu azalan tek ülke oldu). Birçok sanayi tesisi kapandı, halk tüketim ekonomisine yönlendirildi. Bu dönemde Varna’da çok sayıda Batı kökenli alış-veriş merkezleri (AVM) açıldı. Şehirde özel sektöre ait yeni hoteller, hostel tipi aile işletmeleri, kiralık daireler, lokantalar, kahvehane ve pastaneler hızla çoğaldı (McDonald’s; Happy).

Komünistlerin ateist siyasetine karşın, yeni rejimde din hürriyeti serbest bırakıldı ve yeni yeni ibadethaneler inşa edildi. Hatta yeterli cemaati olmayan misyoner kuruluşlar kendi kiliseleriyle ana caddeleri süslediler (iki Roman Catholic, iki Baptist, bir Evangelical Methodist, bir Evangelical Pentecostal, bir Seventh-day Adventist). Eski Musevi Aşkenazi Sinagogu onarıldı (Central Synagogue “Moshe Yehezkel”) ve bir de Budist Center açıldı. Bu atılım içinde, 2005 yılında Asparuhovo semtinin Rozov Kladenets (Gülpınar) kenar mahallesine bir de yeni Ses Sevmez Camii inşa edilebildi.

            Şehrin tarihi merkezi (1828 önceki Eski Surlar içinde kalan Kaleiçi, “Old City”) tamamen arkeolojik alan olduğu için yeni inşaatlara izin verilmedi. Bazı yollar ve meydanlar yayalara ayrıldı (pedestrian street). Konut alanları, yüksek bloklar ve yeni üniversiteler kuzeyde Franga Bayırı eteklerine, batıda da “Vladislav Varnençik” anıt-parkına ulaştılar. Kuzey sahil bandı artık kapasitesini doldurmuştu, yeni hotel inşaatlarına izin verilmedi, eskiler yıkılarak şık ve modern yeniler yapıldı (SPA, fitness, masaj, kumar makineleri, kazinolar, shopping center, show room, v.b)

 

                                              Varna şehir turlarının nirengi noktaları

Kaleiçi (kırmızı çizgiler ve yayalara ayrılan sokaklar, pedestrian street); Yeni Kale alanı (mavi çizgiler); Deniz Bahçesi (yeşil); plajlar (sarı). Önemli binalar (saat istikametinde): Tiyatro ve Opera Binası; Ortodoks Katedrali; Arleoloji Müzesi; Yeni Belediye Binası; İnterhotel Cherno More; Festivalen Kompleks.     Sağda Spor ve Kültür Sarayı; Hayvanat Bahçesi.

 

            Ekonomik durgunluk ve işsizlik Varna’yı da vurdu. Sanayi büyük darbe aldı, bazı fabrikalar kapandı. Göl kıyısındaki büyük termik santral “TES Varna” (Rusya’dan ithal kömürle çalışıyordu) özelleştirildi, fakat hiç üretime geçmedi. Şimdi hurda fiyatına alıcı aranmaktadır. Büyük tersane kompleksi ikiye bölündü [Gemi Onarım Şirketi; Gemi Yapım Şirketi] ve özelleştirildi (1996).

Daha önce inşa edilen binaların bazıları farklı işlevlere tahsis edildi: Kız Lisesi Binası Arkeoloji Müzesine tahsisi edildi (1993); Komünist Parti Binası da Belediye’ye tahsis edildi (1995); tarihi Musalla Meydanında bulunan 1957 yapımlı Belediye Binası ise Adliye’ye geçti (1995).

1997’de yeni Radyo-Televizyon Binası hizmete girdi. 2001’de ise Galata Burnuna 55 m’lik Yeni Fener dikildi. Fakat 2007’de yıktırılan “Yuri Gagarin” Stadyumu’nun yerine inşa edilecek “Arena Varna” halen tamamlanmamıştır.

Turizm sektörü Varna’nın ekonomik bunalımdan çıkmasına yardımcı olmuştur. 2004’te Evksinograd Sarayı turistlerin ve halkın ziyaretine açıldı. 2007’de Deniz Bahçesi’nin güney ucuna açık ve kapalı yüzme havuzları (“Primorski Swimming Pool”) inşa edildi. “Varna Medeniyeti” ile ilgili mezar kazılarının yapıldığı alan  (“Varna Chalcolitic Necropolis”) 2018’de turistlerin ziyaretine uygun hale getirildi. Özel yatırımcılar sayesinde şehir merkezinde çok sayıda turistik hotel hizmete girdi [2003’te “Ejderha Çeşmesi”nin karşısına “Hotel Panorama”, blv. Primorski No: 31; 2009’da Spor ve Kültür Sarayı’nın yanına “Swiss-Belhotel Dimyat”, blv. Knyaz Boris I No:111]. Bazı eski hoteller ise onarılarak yeni işletmecilere verildi [1912 tarihli en eski Hotel Musala (Musala Sk. 3) 2004’te “Grand Hotel London” oldu; 1950’lerin simgesi Hotel Odessos  (blv. Slivnitsa 1) da “Art Deco Hotel Odessos” oldu; 1978 tarihli Hotel Çernomorets (blv. Slivnitsa 33) de 2010’da “İnterhotel Çerno More” oldu].

Son yıllarda Varna’nın nüfusu, Bulgaristan’ın diğer şehirlerine göre, hafif de olsa artış gösterdi (2012’de 334,000 kişi). Turistik ve üniversite cazibe merkezi olma özelliklerini sürdürdü. Rus ve Ukraynalı turistlerin sayısı arttı. Öteden beri denizi olmayan Orta Avrupa ülkeleri (özellikle Çeklerin geleneksel tatil tercihidir); denizleri soğuk Avrupa ülkeleri (Almanya, Polonya, İskandinav ülkeleri), yakın komşuları (Romanya, Türkiye); tarih meraklısı Uzakdoğu ülkeleri (Japonya, Kore, Çin), diğer Balkan ülkeleri, Afrika ve Arap ülkeleri, kavurucu sıcakları olmayan Varna sahillerini tercih etmektedirler. Kumar tutkunları için de Varna çekiciliğini arttırmıştır (İsrail, Türkiye). Yaz aylarında Varna sokaklarını renkli ve hareketli, çok dilli, çok dinli kalabalıklar canlandırmaktadır. Türkçe de sıkça duyulmaktadır (hizmet sektöründe çalışan Türk asıllı aşçılar, garsonlar, tezgâhtarlar; Varna’da okuyan Türk öğrenciler; işadamları; meraklı gezginler; eski Bulgaristan muhacirleri ve onların torunları).

Varna, Türkiye vatandaşlarının ilgisini her yıl daha fazla çekmektedir. Aslında bunu da hak etmiştir, çünkü geçmişindeki Türklük izleri hala hissedilmektedir.

Türkiye sınırına çok yakın (Dereköy’den 222 km, Hamzabeyli’den 260 km), olağanüstü tarihi ve muhteşem coğrafyası olan, bu dünyaca ünlü belde gerçekten görülmeye değerdir.

 

Not: Bu yazı dizisi 15 Ocak 2018 tarihinden itibaren “Edirne Hudut Gazetesi”nde tefrika edilmiştir.








 



















 




















 

















 
















 





 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder