VARNA:
VARNA’NIN
TÜRK GEÇMİŞİ VE OSMANLI ESERLERİ
Prof. Dr.
Recep MESUT
Bu
yazıyı kaleme almamın sebebi kendimi Varnalı saymam ve bir Türk yurdu olarak
Türkiye’de yeterince tanınmadığına üzülmemdir. Doğum yerim olmamasına rağmen,
hayatımın 19 yılı Varna’da geçti – liseyi ve üniversiteyi burada okudum,
akademik kariyerimi burada başlattım, burada evlendim, iki kez baba oldum ve
sonunda Varna’dan serbest göçmen olarak (1978’de) Anavatana geldim (o kadar ki,
muhacirhânedeki memurlar nüfus kaydıma Varna doğumlu yazmışlar. Yanlışlık olmuş
diye itiraz ettiğimde “mahkeme kararıyla düzeltebilirsiniz” dediler. Ben de
vazgeçtim, sehven de olsa Varna doğumlu olmak mantıklı geldi). Ayak bastığım
ilk Türk toprağı da Edirne’dir. Komünist rejimin çökmesinden sonra (1991) da yılda
birkaç defa Varna’yı ziyaret eder değişimleri gözlemlerim.
Hamzabeyli Sınır Kapısı’nın 2004’te
açılmasından sonra Edirne’den Bulgaristan’ın Karadeniz kıyılarına ulaşmak
kolaylaşmış ve yol kısalmıştır. Her yıl
artan sayıda Edirneli, seyahat acenteleri vasıtasıyla veya bireysel turist
olarak bu kıyıları ziyaret etmektedir. Bulgaristan tarafı da hizmet pasaportu
(yeşil pasaport) olanlara vize mecburiyetini kaldırmış ve Yambol - Burgas
arasındaki otobanı (A1-Trakya Otobanı’nın son parçası) tamamlayarak karayolu
ulaşımını rahatlatmıştır. Öncelikle kısa mesafede Burgas ile Nesebır, kısmen Pomorie
ve Sozopol tercih edilse de, kuzeye doğru Balkan Dağlarını aşanlar, Varna’yı da görme imkânına kavuşurlar.
Edirne’den en kısa güzergâh sadece
Milâttan öncelerine uzanan tarihi geçmişi, bugün 334,000 nüfusuyla
Bulgaristan’ın bu üçüncü büyük şehri aynı zamanda ülkenin “yazlık başkenti”
olarak bilinir. Şehircilik bakımından fevkalâde düzenlenmiştir – deniz kıyısını,
boydan boya uzanan şehir plajının kumsalı takip eder. Asırlık ağaçların
süslediği Deniz Bahçesi’nin (Morska Gradina, Primorski Park) ardında, dikey
kesişen sokakları, bakımlı evleri ve amfitiyatral konumu ile görenleri kendine
hayran bırakır. Büyük liman ve sanayi merkezi olmasının yanında, önemli
kültürel (tiyatro, opera, bale, festival), sportif ve bilimsel etkinliklere ev
sahipliği yapmaktadır. Dünya çapında bir turistik merkez olduğu için hava,
deniz, demiryolu ve karayolu bağlantıları gelişmiş olup, şehirde ve
yakınlarında bulunan yüzlerce hotel sayesinde yaz aylarında dolup taşmaktadır.
1950-li yıllarda Varna
sahil şeridi (benim lise yıllarım)
Son yıllarda Türkiye’den de binlerce ziyaretçi gelir. Ne yazık ki,
Türkler hotellerde konaklamakta, denizden ve güneşten yararlanmakta, barlarda
eğlenmekte, kazino veya alış-veriş tutkusuyla zaman öldürmektedirler. Varna’nın
Türkler için ne ifade ettiğini, şanlı Osmanlı geçmişini ve tek tük kalmış olan
Osmanlı eserlerini bilmezler, ilgilenmezler, gidip görmezler. Oysa üç Osmanlı
Sultanı – 1837 yılında Sultan 2. Mahmut, 1846 yılında Sultan Abdülmecit ve 1867
yılında Sultan Abdülaziz bizzat bu önemli liman şehrini onurlandırmışlardır.
Gazi Hünkâr 2. Murat ise Varna sahrasında 1444 yılının 10 Kasım’ında
Haçlılara karşı parlak zafer kazanmıştır (Varna Meydan Muharebesi). 1828
Osmanlı-Rus Savaşında ise “Varna Müdafaası” dillere destan olmuştur. Az buçuk
okumuş olanlar tarih kitaplarından Varna adını bu münasebetle hatırlarlar. Nazım
Hikmet’i sevenler için de Varna çok anlamlı bir yerdir.
“Varna” adı Türkçe kökenlidir
Rumeli fetihleri süresince Osmanlılar, Türkçenin fonetik kurallarına
ters gelen yerleşim yerlerinin adlarını değiştirmişler veya telâffuzu
kolaylaştırmışlardır. Bugünkü Bulgaristan topraklarında kalan şehirlerin adları
az çok değişikliğe uğramış, fakat “Varna” adı harfiyen muhafaza edilmiştir.
Çünkü bu sözcük Türkî dillerin ses ahengine uygundur. 1398 yıllında, Sultan
Yıldırım Bayezid döneminde, Osmanlı topraklarına katılan bu şehrin adı en az
700 yıl öncesinden beri Varna idi ve şehirde yaşayan çoğunluğun ana dili
Türkçeydi (yani Hıristiyan olmalarına rağmen Türkçe konuşan Gagauzlar çoğunlukta
sayılırdı). “Varna” sözcüğü Grekçe değil, Latince değil, Slavca da değildir.
Bunu kabul eden Avrupalı tarihçiler Varna kelimesinin kökenini açıklamak için
binbir dereden su taşımaya çalışırlar – Hindistan’dan, İsveç’ten tesadüfi
omonimler (sesteş) ararlar, fakat Türkçe olduğunu bir türlü söyleyemezler. “A-var-lar, Var-na,
Ka-var-na, Var-dar, Ana-var-in, Var-saklar” gibi toponimler Balkan coğrafyasında
Büyük Kavimler Göçlerinden (M.S.III-VII yüzyıllardan) sonra ortaya çıkmıştır
(bunların daha önceki Grekçe veya Latince adları da artık tespit edilmiştir).
Bu kavimler arasında 4.-7. asırlarda Orta Asya’dan gelen ve Türkî diller konuşan
Hunlar, Avarlar, Bulgar Türkleri [Protobulgarlar] ile 11. asırdan
sonraki dalgada Peçenekler, Oğuzlar [Uzlar], Kumanlar [Kıpçaklar] ve Tatarlar [Moğollar]
gelmektedir (ardı ardına tam 7 farklı Türkî kavim iz bırakmıştır buralara).
M.S. 250 civarında Gotlar, Aşağı Tuna’yı geçerek Karadeniz kıyılarını
talan etmişler, müreffeh Roma-Bizans şehirlerini yakıp yıkmışlardı. Varna’nın
yerinde bulunan zengin Odessus liman şehri de yerle bir edilmişti. Ardından
gelen Hunlar (370-453 arası) kalanları yağmaladılar ve Odessus adı artık tarih
kayıtlarında zikredilmez oldu. 562 yılında yeni bir dalga olarak Avarlar bu
bölgeye ulaştılar, hatta Bizans başkentini iki kez kuşattılar (619 ve 626). Avarlar,
arkadan gelen göçebe baskınına dayanamayarak Macaristan Ovasına göç ettiler ve
burada Avar Kağanlığı 823 yılına kadar ayakta kalabildi. Çok sayıda Avar
kabilesini Bizans İmparatorları Balkan Yarımadasının muhtelif bölgelerine
yerleştirdiler ve Hıristiyanlaştırdılar (Vardar nehri boylarına – Vardarioti;
Mora’nın batı kıyılarına – Navarin, Adriyatik kıyılarına).
Constantinopolis’te de paralı askerler ve komutanlar Avar kökenliydi. Karadeniz
kıyısında yeniden canlanan liman kentine artık Odessus denmiyordu ve “Varna”
adı belirdi tarih kroniklerinde.
681 yılında buraya ulaşan Han
Asparuh (Protobulgar Devletinin kurucusu) körfezin güney kıyısına toprak
istihkâmlar yaptırdı ve Varna adını sürdürdü. Fakat başkentini Ağababa (Aboba, bugün
Pliska)
Han Asparuh Anıtı – Varna’nın Asparuhovo (Ses sevmez) semtinde
M.S. 971
yılında Bizans egemenliğine geçen yerleşime artık Varna deniyordu. 1040
yılından sonra Peçenekler ile Uzlar gelip yerleştiler ve Hıristiyanlığı kabul
ettiler. Peçenekleri Bizans batıya sürdü, fakat Uzlar (yani Oğuzlar) Karadeniz
sahillerinde kaldılar. 1100’den sonra gelen Kumanlar (Kıpçaklar) da Hıristiyan
oldular ve hem İkinci Bulgar Devletini Tırnova’da yeniden canlandırdılar (1185),
hem de Tuna’nın kuzeyinde Eflâk Prensliğini kurdular (1330).
Dobruca’da ve Karadeniz kıyılarında oturan Uzlar, şeklen Tırnova
merkezli Bulgar Krallığına bağlı olan Dobrotitsa / Dobrotiç (Dobruca adı
buradan gelir) önderliğinde Karvuna
Despotluğunu (Gagauz Beyliğini) yarı-bağımsız hale getirdiler (Beyliğin
müstahkem merkezi Kaliakra Burnundaki kale idi, fakat liman olarak Karvuna, bugünkü
Kavarna yerleşimini kullanıyorlardı).
İlk olarak 1388’de (1. Murat devri) Balkan Dağları’nın kuzeyine geçen
Osmanlılar burada (Deliorman, Dobruca, Karadeniz kıyısı) Türkçe konuşan (hem de
Oğuz lehçesi) kalabalık kitleler tarafından hoş karşılandılar. Fakat bunların
bir kısmı Ortodoks Hıristiyan olmuştu, kiliseye gidiyorlardı ve Hıristiyan
isimleri almışlardı (İvan, Georgi, Dimitri, v.b) – bunlara Gagauz, yani
“kaka-uz” dediler. Bir kısmı ise Müslüman olmuştu, bunlara “gacal” dendi (daha
Osmanlı öncesi, Selçuklu yıllarında, takriben 1262, Sarı Saltuk Baba bu
topraklarda İslâmiyet'i yaymış ve çok sayıda taraftar toplamıştı. Sarı Saltuk
Baba’nın gerçek makamı bugün de Romanya’ya bağlı Kuzey Dobruca’nın Babadağ
kasabasındadır).
1398 yılında Yıldırım Bayezid, Varna dahil, bu toprakları ilhak etti. Yıldırım
Bayezid ve ardılları, Anadolu’dan Yörük aşiretlerini buralara iskân ettiler.
Bunlar ise buralarda “çıtak” olarak anılmaya başlandılar. Dolayısıyla “çıtaklar” Müslüman olarak Anadolu’dan
getirilip iskân edilmişler (yani başka yerlerde “yörük”, “türkmen” diye
bilinenler), “gacallar” esasen
200-300 sene öncesi Karadeniz kuzeyinden göç edip (Peçenek, Kuman veya Uz; fakat
Hun, Avar veya Bulgar Türkü değil) eğreti-Hıristiyan olarak yaşamışlar ve kolayca
İslâmiyet'i benimsemişler; “gagauzlar”
(Osmanlı döneminde “sorguçlar”
olarak adlandırıldılar) Oğuz Türkü asıllı olmalarına rağmen Ortodoks Hıristiyan
dinlerini muhafaza etmişlerdir. Bu hususta kendilerine Osmanlı yöneticileri
tarafından baskı yapılmamış ve Osmanlı egemenliğinin sonuna kadar huzur içinde
yaşamışlar, fakat Gayrımüslüm sayılarak mensup oldukları kilise nedeniyle
“Rum-millet” içinde gösterilmişlerdir. Aynı şekilde ana dili Bulgar Slavcası
olan Hıristiyanlar da çok uzun yıllar boyunca
(1870 yılına kadar) “Rum-millet”ten sayılarak Fener Patrikliğinin
otoritesine bırakılmışlardır. Bu nedenle eski Tahrir Defterlerinde veya Evliya Çelebi
Seyahatnâme'sinde Hıristiyan tebaanın, kendi içinde etnik ayırımı yapılmamış ve
Fenerli Rumlara (Fanarioti) hak etmedikleri üstünlük bahşedilmiştir. Sadece
Ermenilere (Ortodoks Hıristiyan değiller) ve Musevilere (Yahudiler) ayrı statü
verilmiştir. Bu nedenle günümüzde bazı gerçekçi Yunan tarihçileri Osmanlı
İmparatorluğunu, Fatih’ten itibaren, aslen “Osmanlı-Rum Devleti” olarak
vasıflandırmışlardır.
Fetihten sonra Varna şehri Silistre Sancağına bağlı kaza merkezi
yapılmıştır. Varna’nın şehir nüfusu ve çevre köyler Gagauz Türkçesi
konuşuyorlardı ve “Varna” deyimini çoktan benimsemişlerdi. Tahminen bu toponim önce
tatlı su gölünü akaçlayan ve denize dökülen bol sulu, kısa (iki km kadar)
akarsuya verilmişti. “Var” kısmı “var-mak, ulaşmak, akmak” eylem köküne “-na” yapım
eki ile türetilmişti (bk. “Var-dar” nehri de bir akarsu’dur), çünkü eski adı
Odessos [Karya kökenli tahmin ediliyor] “suları bol” anlamındaydı (bk. “Edessa”
hem Yunanistan’da Vodine’nin, hem de Urfa’nın eski adıdır). Varna’nın suları gerçekten
bol ve çeşitlidir – deniz, göl, nehir yanında bir de şifalı sıcak su kaynakları
hemen denizin kıyısında her sondajda fışkırır. Bugün bile yerli insanlar güney
plajın kıyısında ve kumsalın bittiği yerdeki “Ejderha Çeşmesi”nden
damacanalarla kükürt kokulu maden suyunu evlerine taşırlar, ayrıca sıcak suları
istifade eden kapalı ve açık havuzlarda, kış ortasında dahi, sağlık ve spor
amaçlı yüzerler (Primorski Swimming Pool, 2007).
“Ejderha Çeşmesi”
(arkada kapalı ve açık yüzme havuzları, Primorski
Swimming Pool, 2007)
Coğrafi özellikler
Karadeniz’in sahilleri
genellikle fazla girintili çıkıntılı değildir. Geniş körfezler ve büyük
yarımadalar [Kırım Yarımadası hariç] yoktur, fakat sadece batı kıyılarında iki
körfez göze çarpar: güneydeki Burgaz Körfezi daha büyüktür, kuzeydeki Varna Körfezi (Gulf of Varna) daha
küçük ve kuzeydoğu istikametine açıktır. Azami genişliği
“Karadeniz”in adını da Türkler yakıştırmışlar, diğer uluslar
(Bulgarlar, Romenler, Ruslar ve Avrupa ülkeleri) bunun sadece kendi dillerine
tercümesini yapmışlardır (Bulgarlar “Çerno More” derler). Çünkü asırlar boyunca
Türklerin bir iç denizi olmuş (bugünkü Marmara Denizi gibi), güneydeki sakin ve
sıcak denize (Akdeniz’e) göre soğuk, hırçın, daima dalgalı ve rüzgârlı olmuştur
(…çırpınırdı Karadeniz…). Rengi de koyudur, fakat az tuzludur. Geniş Orta Asya
steplerinden esen kuzeydoğu rüzgârları denizcileri ürkütmüş ve hep batı
kıyılarına sürüklemiştir. Antik çağlarda Grek denizcileri ufak teknelerle çok
kazalara uğramışlar ve önce “Pontos Axenios” (yabancı-sevmez: “a-xenios”)
demişler [örn.“Argo” gemisinin Altın Post seferi]. Sonraları seyrüseferin
inceliklerini ve kıyılardaki zenginlikleri (altın, buğday, deri, kereste)
öğrenince “Pontos Euxenios”a (yabancı-sever: “eu-xenios”) çevirmişler [Denizci
bir millet oldukları için Grekçede genelde deniz (thalassa), açık deniz
(pelagos), hırçın deniz (pontos) gibi farklı kavramlar vardır]. Latince’de
“Pontus” şeklini alan bu sözcük tüm Karadeniz kıyılarını ifade eder. “Pontus
Rumları” dediğimiz zaman 1930-larda Bulgaristan, Romanya ve Sovyetler
Birliği’nden göç ettirilen binlerce Rum da dahildir.
Varna Gölü (Varnensko Ezero)
tektonik bir çöküntüde biriken tatlı su gölüdür. Doğu-batı uzunluğu
1907 yılına kadar Varna suyu üzerindeki “Taşköprü”
(Felix Canitz gravürü, 1872)
1906-1909
arası Bulgarlar Varna Limanını modernize ederken,
Varna-Beloslav-Devnya tatlısu sistemi: Aslında
Varna Gölü, 10,5 km’den sonra batıya doğru daralarak devam eder. Beloslav
(eskiden Gebece) kasabası yanında tekrar genişleyerek Beloslav (Gebece) Gölü’nü
oluşturur [8 km2 alan, azami derinlik 14 m]. Bu gölün kıyıları
alçak, sazlıklarla kaplı ve bataklıklarla çevrelenmiştir. Büyük emek harcanarak,
Beloslav (Gebece) Gölü’nün kuzey kıyısına rıhtımlar inşa edilmiş ve denizden
Devne’de “Dipsiz” (Marciana)
kaynak gölü
Asparuhov Köprüsü (Asparuhov
Most) 8 Eylül 1976’da hizmete
girince şehrin güneyden ulaşımı rahatlamıştır. Bu uzun (
Asparuhov Köprüsü (Demiryolu,
Eski kanal, Yeni kanal, Asparuhovo ve Galata burnu)
Varna Ovası
Denizden bakılınca, Varna şehri güneyde ve kuzeyde yer alan iki
yükselti arasındaki düz bir ovanın deniz kıyısında yer almaktadır. Osmanlı
döneminde bu alçak ovaya Varna sahrası denmişti
(Varna Meydan Muharebesinde adı geçer). Alçak olmasına alçak amma, deniz
seviyesinden gene de 30-
Varna Ovası şehrin batısında kalan coğrafi bölgelerle ulaşımı sağlar:
Demiryolu hattı Osmanlı yadigârıdır [1866 yılında hizmete girmiş, Tuna Vilâyetinin ünlü valisi Mithat Paşa tarafından 226 km’lik “Varna-Rusçuk” Demiryolu olarak inşa edilmiş Deliorman’ı boydan boya kat etmiştir] ve Varna Gölü’nün kuzey kıyısını takip eder. Bugünkü Bulgaristan topraklarında en eski demiryolu sayılır. Bulgaristan Prensliği kurulduktan (1879) sonra Kaspiçan istasyonundan itibaren hat başkent Sofya’ya ulaştırılmıştır (1899). Şehrin anıtsal eserlerinden biri de muhteşem Varna Garı’dır [eski Osmanlı Garı’nın yerine, Çar 3. Boris tarafından yaptırılmış ve 3 Mart 1925’te hizmete alınmış olup, ülkenin en güzel gar binası sayılır]. Bunun daha küçük bir örneği de Burgaz Gar binasıdır ve aynı dönemde yapılmıştır.
Muhteşem Demiryolu Gar Binası ve ünlü Saat
Kulesi (1925)
Karayolları: Ulusal karayolu ağından
“E70 Varna-Sofya” (
Karayolları ile göl arasında, şehir merkezinin
Havaalanın
batısında, ulusal E70 yolu kenarında, nispeten küçük bir alanda, doğal
erozyonla aşınmış dikitler bulunmaktadır – Dikilitaş
(Pobiti kamıni, Stone Forest). Pek etkileyici olmayan bu oluşum Varna reklâmlarında
yer alır ve ilköğretim öğrencilerine erozyon etkisini göstermek için buraya geziler
düzenlenir. Günümüzde Varna şehri o kadar büyümüştür (238 km2) ki,
artık Varna Ovası’nın yarısını kaplamıştır.
Varna Ovasında “Dikilitaş” mevkii
Franga Platosu
Ovanın ve şehrin kuzeyinde oldukça dik yükselen ve yukarısı dümdüz olan
ortalama 300 metrelik bu platoya sadece Varna’da “Franga Bayırı” denir, çünkü
1444’te savaş meydanından kaçan Haçlılar (Frenkler = Franklar) bu bayırı
tırmanmışlardır. Aslında
Varna Yolcu Limanı, mendirek, sahil kumsalı
ve Deniz Bahçesi. Arkada Franga Platosu
Bu platonun gevşek tortul yapısı kenarlardan toprak kaymalarına sebep
olmaktadır. Eteklerinde yığılan toprak kademeli teraslar oluşturur ve
yüzyıllardan beri Varnalıların bağ-bahçelerine ev sahipliği yapmaktadır.
Kuzey Sahil Bandı
Franga Platosu’nun Karadeniz’e bakan
doğu kenarı da denize doğru kaymış, 3 ilâ
Altınkum (Zlatni Pyasatsi, Golden Sands) Varna’nın
Deniz Bahçesini takip eden sahil
yolu (Knez 1.Boris Bulvarı) Avrupa ulaşım haritasında yer alan (E87) yol ile kuzeyde Romanya’ya kadar devam
eder. Platonun eteklerini takip eden ikinci bir iç yol (Çar 3. Boris Sok) ise
bağlık-bahçelik ve ormanlık şeridi batıdan sınırlar. Bu yol üzerinde “sahil
bandı”nın tek köyü Vinitsa (bugün
Varna’nın mahallesi) bulunur. Şehir merkezinden
Kayalara oyulmuş Alaca Manastır (XIII-XIV
yy)
Köyden sonra, eski ve bakımsız
stabilize yoldan
1950-li yıllarda Uzunkum’daki tek tesis
(bugün Zlatni Pyasatsi, Golden Sands)
Şehrin Deniz
Bahçesi’nin kuzey ucundan itibaren başlayan 9 No.lu yol, kavisli yükselen bir
rampadan sonra kayalık bir burunda (Trakata) denizi ve körfezi seyretme terası
sunar. Burası, Franga platosunun denize en fazla yaklaştığı ve sahil bandının
en dar yeridir. Yarım kilometre sonra,
deniz tarafında, ağaçlar arasında yelken gibi yükselen, gösterişli mimarisi
olan Evksinograd Sarayı görülür.
1878 Berlin Antlaşmasıyla, Osmanlı Sultanına tabi bir Bulgaristan Prensliği
(Knezlik, Knyajestvo) kurulunca ilk Knez olarak Aleksander Battenberg (hd.
1879-1886) seçilmişti. 1882’de Varna Rum Mitropolitliği kendisine deniz
kıyısındaki bir eski manastır arazisini hediye etti. O da “Sandrovo deniz
sarayı”nın yapımını başlattı. İkinci Knez Ferdinand (hd. 1887-1918, 1908’den
sonra Tsar) sarayı tamamladı, çevre düzenlemesi, bahçeler, seralar, rıhtım ve
deniz feneri yaptırdı ve “Euxinograd” adını koydu [Karadeniz’in antik adı
“Pontos Euxinos”tan]. Komünizm döneminde (1944-1989) parti liderleri
kullandılar ve çevresinde kuş uçurtmadılar.
Ben toplam 19 sene Varna’da ikamet ettim ve bu yapının çatısını ancak
uzaktan seyredebildim. 2004 yılından itibaren halka ve turistlerin ziyaretine
açıktır.
Evksinograd Sarayı (Varna’nın
E87 sahil yolu bugün genişletilmiş ve “bölünmüş yol”dur, ancak 18-inci
kilometrede aniden T-biçimli sonlanır: denize doğru ayrılan kol kıvrılarak
“Altınkum”a iner; sola platoya doğru yükselen kol “Alaca Manastır”a ulaşır.
Bölünmüş yol devam ettirilememiştir, çünkü önündeki doğal orman jeolojik ve
biyolojik açıdan özel koruma altına alınmıştır. Sonlanmadan önce E87’den
ayrılan sapaklar sayesinde “Sv.Sv.
Konstantin i Elena” (eski bir manastır kalıntısı ve termal kaynaklar, komünist
dönemde “Drujba” adını taşıyordu), Çayka, Kabakum, Riviera ve Uzunkum (“Zlatni
Pyasatsi”= Altınkum, Golden Sands) turistik kompleksleri görülebilir. Yirminci
kilometreden sonra Franga Platosu denize yakınlaştığı için heyelan bölgesinden
geçilir, yapılaşma yasaklanmıştır, asfalt zaman zaman çöker. Yolun sonunda
Kranevo (esk. Ekrene) köyüne ulaşılır (burası artık Varna İline dahil değildir).
Avren Platosu
Varna Körfezi’nin ve Varna Gölü’nün güneyinde yükselen bu plato
ormanlarla kaplı olup, aralarında tarım alanları açılmıştır [Genişliği
Galata: Avren Platosu
kuzey-doğuda Galata Burnu ile devam eder. Burun’un adı buradaki eski bir Rum ve
Gagauz köyü olan Galata’dan gelir. Eskiden aynı isimli kalesi de varmış. Köylüler
balıkçılıkla iştigal ederler. Osmanlı döneminde (1863) inşa edilen deniz feneri
(9-metrelik yuvarlak kule) 1987 yılında heyelan nedeniyle devre dışı bırakılınca,
55-metrelik yeni bir fener yapılmıştır (2001). Galata Burnu’ndan Varna’nın ve
körfezin panoramik görüntüsü çok hoştur.
Galata Burnu, eski fener (1863)
ve yeni fener (2001)
Asparuhovo: Galata Burnu’nun körfez
tarafında ve aşağıda deniz kenarında “Asparuhovo” semti yer alır. Osmanlı döneminde yerleşim yeri olmayıp, sadece
Türklerin bağ ve bahçeleri bulunurdu. Çok sessiz huzurlu bir yer olduğu için
“Ses sevmez” deniyordu. Bulgaristan Prensliği kurulduktan (1878) sonra, yerli
Türkler peyder pey Osmanlı Devletine göç ettiler. 1903’ten itibaren göçmen
Bulgarlar buraya yerleştiler, evler kurdular. 1934 yılında adını “Asparuhovo”
koydular, fakat hala Türkçe yer adları yaygındır (Gündüza, Kavatsite,
Karantina, Canavara). Ülkenin en büyük tersanesi (ilk kuruluşu 1907) göl-deniz
kanallarının ortasında ve Tren Garı tarafında bulunduğu için çalışanların
çoğunluğu Asparuhovo’da oturur. Çevre köylerden akın eden Türk asıllı işçiler
de buraya yerleşmişlerdir. Varna’nın ibadete açık en yeni camii de burada (2005
yılında) HÖH (Halk ve Özgürlükler Hareketi’nin) desteği ile inşa edilmiştir.
Asparuhovo’nun Gülpınar semtinde
yeni Cami (2005)
Tarih
Varna’nın tarihi o kadar eskidir ki, Avrupa’da bir eşi daha yoktur.
Aslında 1972 yılına kadar bu özelliği bilinmiyordu.
“Varna Medeniyeti”, Varna
culture [M.Ö. ~ 4,500]
Bir tesadüf eseri, 1972’de şehrin sanayi mahallesinde kablo geçirmek
için kanal kazan bir ekskavatör operatörü insan kemiklerini fark etti. Tabi iş
durduruldu ve arkeolojik çalışmalar başlatıldı. Kent merkezinden
Mezarlardan çıkan altın zoomorf
objeler (M.Ö. 4,500)
Fakat 43 No.lu mezarda 40-50 yaşlarında iri yarı bir erkeğin (kabile
reisi veya şaman) mezarı olağanüstü
hediyelerle donatılmıştı (990 adet, toplam
43 No.lu mezarda yatan yönetici
Varna’da daha 1950-li yıllarda bir Arkeoloji Müzesi vardı. Fakat şehrin
sıkışık tarihi merkezinde, eski bir okul binasında ve avlusunda bulgularını
sergiliyordu. Kalkolitik nekropolden çıkan zengin ve sarsıcı bulgular için geniş
ve gösterişli bina arandı. Şehrin ana caddesi üzerinde, bugünkü Belediye Binası
yanında, 1892-1898 arası mimar Petko Momçilov tarafından yapılan Geç Barok stilindeki
“Deviçeska Gimnaziya” (Kız Lisesi), 1993 yılında tahliye edildi ve “Varna Arkeoloji Müzesi”ne tahsis
edildi. Bodrum ve çatı katı ile 4-katlı olan bu şatafatlı binada
Varna Arkeoloji Müzesi (eski
Kız Lisesi)
Traklar dönemi
Aradan uzun yıllar geçtikten, belki de 4,000 yıl sonra, kadim Greklerin
bıraktıkları yazılı metinlerde, kuzeyde yaşayan komşu kabilelerin tümüne
“Thraki” (Traklar) dediklerini biliyoruz. “Tarihin Babası” sayılan Herodot
“Istoria” adlı eserinde bunlar hakkında detaylı bilgiler vermiştir. Özellikle
M.Ö. 512 yılında büyük Pers hükümdarı 1. Darius’un İskit Seferini anlatırken,
Batı Karadeniz kıyılarına paralel kuzeye ilerlediğini ve buralarda oturan Trak
kabilelerini itaat altına aldığını belirtir. Bugünkü Varna civarında Krobizi (Krobyzi) boylarının savaşmadan
teslim olduklarını yazar. Nitekim 1906 yılında Varna Limanı’nın rıhtımları için
derin kazılar yapılırken burada Millâttan öncesine ait Trak yerleşimi izleri bulunmuştur.
Varna Ovası’nın ortalarında ise yan yana iki toprak yığını tepe (1444 Varna
Meydan Savaşında Osmanlı ordugâhı burada kurulmuştu) yer almaktadır. Birinin
altında Traklar dönemine (M.Ö. IV yy.) ait mezar bulunmuş, fakat içi çoktan
boşaltılmış imiş (bugün Vladislav Varnençik mozolesi olarak
değerlendirilmektedir). Diğer tepe (Sultan 2. Murat tepesi) henüz
kazılmamıştır. Halbuki Bulgaristan’da sayısız Trak tümülüsü kazılmış ve
hırsızlar tarafından soyulmamış olanlarda olağanüstü zengin altın hazineler
bulunmuştur [Trak hazineleri ve tarihi eserleri bakımından Bulgaristan dünyada
bir numaradır. “Trakoloji” bilimine de onlar öncülük ederler].
Antik “Odessos”
Ege kıyılarının zengin ticaret ve bilim merkezi Miletos (bugün Söke
ovasında Balat) M.Ö. VII-VI yüzyıllarda Karadeniz kıyılarına denizden keşifler
yapmış ve yerli kabilelerle anlaşarak ticaret üsleri (koloniler) kurmuştur.
Zamanla buraya depolar, koruma surları, kale muhafızları, alış veriş alanı
(agora) ve tapınaklar da eklemiştir. Karadeniz’in batı kıyılarında beş ticaret
yerleşimi (Pentapolis) gelişmiştir:
Apollonia (bugün Sozopol); Mesembria (bugün Nesebır); Odessos (bugün Varna);
Kalatis (bugün Mankalya) ve Tomi (bugün Köstence). Ortada yer alan Odessos bu
birliğin merkezi olmuştur. “Odessos”
adının Karya kökenli olduğu ve “suları bol” anlamına geldiği tahmin
edilmektedir. Kuruluş tarihi olarak da M.Ö.
575 yılı zikredilmektedir.
Makedonyalı Büyük İskender (M.Ö. 356-323), tarihi Doğu seferine
çıkmadan önce, asker ve ganimet toplamak için, Balkan Dağlarının kuzeyine sefer
düzenlemiş, fakat müstahkem Odessos kalesini ele geçirememiştir. Onun
mirasçılarından “Trakya Kralı” Lysimachus (M.Ö. 360-281) da bu liman-kale
şehrine “serbest şehir” statüsü tanımıştır. Ticaretten zenginleşen Odessos
kendi parasını basmış, gösterişili tapınaklar ve büyük hamamlar inşa etmiştir.
Romalı “Odessus”
Balkan Yarımadası’nı güneyden kuzeye doğru istila etmeye başlayan Roma
Cumhuriyeti, Batı Karadeniz kıyısındaki beş Grek kolonisini M.Ö. 72 yılında [Marcus Licinius Luculus
komutasındaki acımasız cezalandırma seferi] işgal etmiş ve Roma topraklarına
katmıştır (Gerekçe Pontus Kralı Mithridates’e yardım etmeleri olmuştur). M.S.
15 yılında da “Tiberiopolis” adı ile
Möziya Eyaleti’nin (Provincia Moesia II) önemli bir parçası olmuştur. İkinci
Roma İmparatoru Tiberius (hd. M.S. 14-37) öldükten sonra, eski antik dönem adı
Laticeleştirilerek “Odessus”
şeklinde yazılmaya başlanmıştır. Doğal sıcak su kaynakları nedeniyle
Balkanların en büyük Roma hamam kompleksi [birbirine yakın Büyük Hamam (II-III
yy) ve Küçük Hamam (III-VI yy)] bugünkü dalgakıran hizasında 1930-larda yapılan
kazılarla ortaya çıkarılmıştır [büyüklük bakımından Avrupa’nın üçüncü Roma
Hamamı sayılır]. Kazılar esnasında bunların altında eski Trak Tanrısı Darzalas
ve Tanrıça Bendis ile Miletos’lu Greklerin getirdikleri Apollo, Artemis ve
Aphrodite’ye adanmış tapınak kalıntıları da tespit edilmiştir.
Roma dönemi kalıntılarından Büyük Hamam
(Termae Maximae) [M.S. II yy.]
[İmparator Septimius
Severus (hd. 193-211) dönemi]
“Heracleides of Odessus” burada yetişmiş tarihçi ve âlim olmasına
rağmen orijinal eserleri günümüze ulaşmamış, fakat diğer tarih yazarları
kendisinden atıflar yapmaktadır [Stephanus Byzantinus (“Ethnica”, M.S. VI
yy.)].
(“dioecesis” = piskoposluk
bölgesi)
Roma topraklarında önce takibata uğrayan Hıristiyanlık, Büyük
Konstantin (I. Constantinus Magnus, hd. 312-337) döneminde resmen tanınmış, I.
Theodosius (hd. 347-395) döneminde
İmparatorluğun devlet dini olmuştur (diğer çoktanrılı dinler yasaklanmıştır).
Odessus’ta da Hıristiyanlık hızla gelişmiş (tarihi Odessus alanında birçok
temel kazılırken bugüne kadar 7 bazilika tipinde mozaik tabanlı kilise
keşfedilmiştir). En iyi korunmuş manastır kilisesi ise kent yerleşimi dışında
(gölün güney kıyısında, Canavara’da) kalmış olan V yy. kilisesidir (1915-1919
kazıları).
Proto-Bulgarların istilâsı,
Birinci ve İkinci Bulgar Devleti
VI yüzyılda kalabalık Slav kabileleri Tuna’yı geçerek, boşalmış Bizans
arazisine yerleşmişler, Adriyatik Denizi ile Ege Denizi kıyılarına kadar
yayılmışlardır. Toprağı işleyecek, üretimi canlandıracak ve vergi mükellefi
olacak insan gücü şeklinde kabul görmüşlerdir.
VII yüzyılda ise Kuzey Karadeniz steplerinden itilen bazı savaşçı Proto-Bulgar
kabileleri [Onogurlar; Sarıogurlar; Utrigurlar; Kutrigurlar] Tuna Deltasının
kuzeyine yerleştiler, akabinde bugünkü Dobruca topraklarına geçerek Han Asparuh
yönetiminde Varna’ya kadar ilerlediler. Bizans ordusunu yendiler ve 681 yılında İmparator 4. Konstantinos
Varna’da barış imzalayarak devletlerini tanımak mecburiyetinde kaldı. Balkan
Dağlarının kuzeyindeki yedi Slav kabilesini itaat altına aldılar. Slavlarla
karıştılar, Slav kızlarını eş olarak aldılar ve 200 yıl içerisinde torunları da
Slavca konuşmaya başladı. Savaşçıydılar, fakat aileleriyle birlikte toplam
sayıları 30,000-i geçmiyordu.
Proto-Bulgarların simgesel anıtı: “Madara Atlısı” kaya kabartması (2017’de
görünüm)
(Varna’nın
Bizans etkisinde kalarak 865 yılında Hıristiyanlığı kabul ettiler. Fakat
971 yılında “Birinci Bulgar Devleti” Bizans tarafından istila edildi ve 214 yıl
(1185 yılına kadar) Bizans hakimiyetinde yaşadılar (eski Odessus artık “Varna” adını taşıyordu). Tırnova’da
ayaklanan Kuman-Bulgar asıllı Asen ve Peter kardeşler “İkinci Bulgar Devleti”ni
kurdular (1185) ve Osmanlı fethine kadar 211 yıl daha (1396 yılına kadar)
bağımsız kalabildiler. Bu süreçte, 1201 yılında Tırnova Çarı Kaloyan Varna Kalesini fethetti ve
topraklarına kattı. Fakat buralarda Slavca konuşan Hıristiyanlar (yani şimdiki
Bulgarların ataları) azdı, Rumca ve Türkçe konuşan Hıristiyanlar çoğunluğu
oluşturuyordu. Türkçe konuşanlar ise, Bizans hakimiyet asırlarında (M.S. 971 –
1185 arası), ana dillerini, örf ve adetlerini
kaybetmemiş ve Karadeniz’in kuzeyinden gelmiş Oğuz (Uz), Peçenek ve
Kıpçak (Kuman) asıllı göçebelerdi. Hıristiyan ibadetlerinde ve ayinlerde Bizans
Grekçesi ve Kilise Slavcası kullanıyorlardı.
Gagauz Beyliği (Karvuna
Despotluğu) dönemi
İkinci Bulgar Devleti 1241 sonrası idari ve askeri bakımdan zayıfladı,
iç ayaklanmalara maruz kaldı. Doğu Avrupa’yı istila eden Moğol ordularının
akınlarına direnemedi ve bağımlı duruma düştü (Tırnova tahtına Nogay Han’ın
oğlu Çaka oturabildi, 1300). Bozkır görünümündeki Dobruca topraklarına bazı
Tatar obaları kalıcı yerleşti [Yüksek idari sınıf Moğol kökenli olmasına
rağmen, savaşçı askerler Türkî asıllı “Tatar” kavmine aitti ve bir Türk şivesi
olan Tatarca konuşuyorlardı (bu nedenle Avrupa’da Tatarlar olarak adlandırıldılar)].
14. yüzyılda Tırnova Çarları Karadeniz boylarındaki topraklarına pek
hakim değildi. Bu nedenle bu bölgede 60 yıl kadar (1340-1398) yarı-bağımsız Gagauz beyliği [Despotate
of Dobruja, Ţara Cărvunei] hüküm sürdü. Üç beyinin adları bilinmektedir:
1) Balik (hk. 1340-1347) –
bugünkü Balçik (Balçık) kasabası onun adına bir küçültmedir. Başkenti Kalliakra
Kalesi imiş. Kefe’den gemicilerin taşımış olduğu veba (“Black Death”)
salgınında (1347) ölmüş olabilir.
2) Dobrotitsa (hk.
1347-1386) – Balik’in kardeşi (veya oğlu) olup Constantinopolis’te yetişmiş,
Bizans soylusu Alexios Apokaukos’un kızı ile evlenmiş, kilisesini Tırnova’dan
ayırıp doğrudan Constantinopolis Patrikliğine bağlamış, Karadeniz’de donanma
kurmuş ve Cenevizlilerle rekabete girişmiş, kıyı boyunca Varna ve güneyindeki
Kozyak (bugün Obzor), Emona, Mesembria ve Anhialos limanlarını ele geçirmiştir
(1366). Başkentini Karvuna (Kavarna) liman şehrine naklettiği ve 1357’de Bizans
İmparatorundan “despot” (emir) unvanı aldığı için de beyliğe “Karvuna Despotluğu”
denmiştir. Bunun topraklarına Osmanlılar önce “Dobrice” (sonradan Dobruca)
adını vermişler, Bulgarlar ile Ulahlar arasında paylaşılamayan bölge olmuştur.
Osmanlı fethinden önce Gagauz
(Sorguç) Beyliği
3) İvanko (hk. 1386-1398) –
Dobrotitsa’nın oğlu olup Osmanlı fethine karşı koyamamış ve beyliğin son
hükümdarı olmuştur. Cenevizlilerle barışmış ve karşılıklı ticaret anlaşması
imzalamış (1387). Osmanlı Sultanı 1. Murad’a bağımlılığı kabul etmiş. 1388
yılındaki ilk Osmanlı seferinde kendisine dokunulmamış ve Birinci Kosova
Savaşına (1389) Saraç Bey komutasında “Dobrice Tatarları” da katılmışlar.
1393’te Tırnova Bulgar Devleti Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılınca,
tehlikeyi hissetmiş ve Eflâk Prensi “Yaşlı Mirça” (Mircea cel Bătrân) ile yakınlaşmış.
1398’de Osmanlılar (Yıldırım Bayezid) Dobruca’ya kalıcı olarak gelince
Gagauzların yönetici ailesi Tuna Deltasına (Sulina) doğru çekilmiş. İvanko’nun
akıbeti tam olarak bilinmiyor.
Karvuna Despotluğu sikkeleri, çiftbaşlı
kartal, Terteroba tamgası
(gümüş,
Eflâk’ta basılmış, 1386-87)
Osmanlı dönemi
Böylece Varna Kalesinin tam ne
zaman Osmanlılar tarafından fethedildiği kesin olarak belirlenememektedir.
Yıldırım Bayezid döneminde Dobruca topraklarına akınlar ve yerleşmeler olmuş
olsa da, Varna gibi deniz kıyısındaki liman-kalelere, Osmanlı müttefiki
Ceneviz’in (veya Constantinopolis
İmparatoru’nun) korumasında kaldıkları için, uzun zaman dokunulmamıştır.
Örneğin Edirne’yi 1361’de fetheden 1. Murat ve ondan sonrakiler, Cenevize ait
olan Enez’e yaklaşık 100 yıl saldırmamışlar. Ancak 1456’da (yani İstanbul’un
fethinden 3 yıl sonra) Fatih Sultan Mehmet artık Enez’i kendi topraklarına
katabilmiştir. Ayrıca İstanbul kuşatmasında donanma komutanı olan ve devşirme
olarak yetişen Baltaoğlu Süleyman Bey, aileden gelen bir Gagauz denizcisidir
(Bulgar bilinmesine rağmen).
Dolayısıyla Osmanlılar Varna’yı Bulgarlardan değil Gagauzlardan
almışlardır. Osmanlı egemenlik yıllarında Varna’nın Hıristiyan nüfusu ya Türkçe,
ya da Rumca konuşuyormuş. Gagauzların (yani “sorguçların”) müstakil kilisesi
olmadığı için Rum kiliselerine gidiyorlarmış. 19. yüzyıla kadar şehri ziyaret
eden seyyahlar, Evliya Çelebi dahil, bunları ayırt etmemişler ve
“Gayrımüslümler” milleti olarak göstermişlerdir. Osmanlı, önceliği “ümmet”e
verdiği için, ana dili (yani köken) aidiyetini önemsememiş ve Gagauzları
dışlamıştır (fakat Slavca konuşmalarına rağmen İslam'ı benimseyen Pomak, Torbeş
veya Boşnaklara sahip çıkmıştır). Slavca konuşan Bulgarlar da 19. yüzyılda önce
dini bağımsızlık için mücadele etmişler (1870 yılında Sultan Abdülaziz onlara
Fener Patrikhanesinden, yani Rumlardan, ayrı bir kilise oluşturma hakkı
tanımıştır). Akabinde siyasi bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve Rusya’nın
askeri müdahalesiyle 1878’de Sultan’a bağımlı prenslik (“Bulgaristan Emareti”) olmuşlardır
(1908’de ise, İkinci Meşrutiyet kargaşalarını fırsat bilerek bağımsız krallık,
yani “çarlık” ilân etmişlerdir). Bunlar, baştan itibaren Gagauzları hemen bir
kalemde “Ortodoks Bulgar” göstererek Bulgar kiliselerinde ibadete zorlamışlar
ve 140 yıl içerisinde asimile etmeyi başarmışlardır. Romanya’ya verilen Kuzey
Dobruca’da da Romenler aynı şeyi yapmışlar ve Gagauzları eritmişlerdir. Sadece
çok uluslu Rusya İmparatorluğuna tabi Basarabya’daki Gagauzlar milli
farklılıklarını koruyabilmişler ve bugünkü Moldova Cumhuriyetinde “Özerk
Gagauzya”da kendi dillerinde eğitim-öğretim yapabiliyorlar (ve zamanın Türkiye
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i şükranla anıyorlar).
Osmanlı egemenliğinin ilk yıllarında (1398-1444 arası) Deliorman ve
Dobruca kırsal alanlarına Anadolu’dan yoğun yörük oymakları iskân ettirilmişse
de, Varna şehri (balıkçılık, denizcilik) ihmal edilmiş, sadece kaleye ufak bir
muhafız birliği yerleştirilmiştir. Ancak 10 Kasım 1444 yılında “Varna
sahrasında” kazanılan büyük Osmanlı zaferinden sonra Varna’nın önemi idrak
edilmiş, Kaleiçi’ne de esnaf ve zanaatçılar yerleşmiş, cami ve mescitler,
medrese ve mektepler açılmıştır. Buna rağmen idari bakımdan kaza merkezi
kalmıştır (uzun Osmanlı hakimiyet yıllarında “sancak” veya “vilâyet” merkezi
olmamıştır). Fakat bu ezici galibiyet sonrası “Varna” adı hem Osmanlı tarihine,
hem de Dünya tarihine geçmiş, savaş sahasında maktul düşen Haçlı Ordularının
yöneticisi Polonya-Macaristan Kralı 3. Vladislav ise “Varnençik” lâkabını
almıştır.
Polonya-Macaristan Kralı
Vladislav Varnençik
1935 yılında savaşın cereyan ettiği alana, Park-müze “Vladislav Varnençik” düzenlenmiş (1964-te ve 2004-te
ilâveler yapılmış) ve bugün Varna’da çok ziyaret edilen memorial (anıt)
sayılmaktadır.
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fethinden (1453) sonra Galata’daki
Cenevizlilerin imtiyazları kaldırılmıştır. 1461’de Cenevizlilere ait Amasra ve
Ceneviz’in ana ticaret üssü Kırım’daki Kefe limanı da alındıktan sonra, 1475’te
Kırım Hanlığı da Osmanlı Devletine bağlanmıştır. Fakat Karadeniz’in kuzey-batı
köşesindeki Boğdan kalelerini (Kili ve Akkirman), Fatih’in oğlu 2. Bayezid 1484’te fethedince, Karadeniz
her taraftan Osmanlıya tabi kıyılarla çevrelenmiş bir kapalı iç deniz haline
gelmiştir. Cenevizlilerin ve Venediklilerin Karadeniz’den çekilmesi Varna’nın
deniz aşırı ticaretini sekteye uğratmış, sadece Karadeniz kıyıları ile sınırlı
dahili ticaret mümkün olabilmiştir. Kırım ile İstanbul arasında
(Kefe-Varna-İstanbul) önemli ve güvenli bir ara liman vazifesi görmeye
başlamış, Sinop ve Trabzon limanları ile irtibatı devam etmiştir. Ayrıca
Dobruca ve Deliorman’da artan tarımsal (buğday) ve hayvansal (kasaplık hayvan,
deri) ürünlerin İstanbul’a sevkiyatı gittikçe artmıştır. Yavuz Sultan Selim
gemi inşasına önem verdiği için Varna’da ve çevresinde teşvikler dağıtmış, bağışlarda
bulunmuş, tersaneler yaptırmıştır. Onun son sadrazamı (ve oğlu Kanunî’nin ilk
sadrazamı) olan Pîrî Paşa (Aksaraylı
Pîrî Mehmet Paşa, 1517-1522 arası Sadrazam; türbesi, camii ve külliyesi
Silivri’dedir) Varna’yı adeta ihya etmiştir (hamam, çeşmeler, medrese ve
mektep).
Sadrazam Pîrî Mehmet Paşa sefer esnasında
(minyatür)
1484 sonrası Varna bir “iç il” ve “iç liman” haline geldiği için kalesi
ve savunması ihmal edilmiş. Fakat 16. yüzyıl sonlarında Osmanlı gücünün
duraksamasıyla birlikte düşmanların ani akınlarına maruz kalmıştır: 1595’te
isyankâr Eflâk voyvodası Mihai Viteazul (Yiğit Mihail, Michael the Brave)
Tuna’yı geçerek Varna’ya kadar ilerlemiş ve şehri tahrip etmiş; 1605 ve 1624
yıllarında ise denizden, “şayka” tabir edilen 30-40 kişilik dar uzun
kayıklarla, korsanlık yapan ve aniden beliren Zaporog Kazakları (Dinyeper, yani
Özi nehrinin ağızından denize çıkarlarmış) Varna’yı ve çevresini yağmalamışlardır. 17. yüzyılın
ikinci yarısında, Köprülüler devrinde, şehir huzura kavuşmuş, kale onarılmış ve
liman yeniden canlanmıştır.
1656 civarında, Kırım’dan dönüşünde Varna’yı ziyaret eden Evliya Çelebi
müreffeh bir Osmanlı şehri tasvir etmektedir: 4000 ev, 5 büyük cami, 36 mescit,
5 medrese, 4 mektep, 3 zaviye, 1 tekke, 1 imaret, hanlar, hamamlar ve çeşmeler.
Kırımlı Âşık Ömer (öl. 1707) de Varna’yı övmektedir:
“…Sinesini denize açmış benzersiz
bir belde
Cennet bahçesinden numûne çevre yanı Varna’nın
Mavi ırmak kenarında ilkbahar zamanı
Taze Sorguçlar* yeşil kemha giyinmiş gölgede [*Gagauzlar]
Sanki Şad nehri iner Bağdat’a kıbleden akarak
Bahara karşı hû çeker akarsuyu Varna’nın
Sıra sıra camilerde cümleten niyaz edilir
Nice erdemli kişiler var artık öncelik kazanmış…” (Çağdaş şair İsa Cebeci’nin
sadeleştirmesi)
1929 Varna haritası üzerinde
tarihi “İçkale”de (Old City) oturanların mahalleleri
[https://varnapoint.wordpress.com/2013/10/16(grackata-mahala1/]
Aslında 19. yüzyıla kadar Varna’da Bulgar etnik nüfus yoktu. En
kalabalık grubu Türkler oluşturuyordu, sonra Gagauzlar ve Rumlar geliyordu. İki
de küçük Ermeni ve Musevi mahallesi bulunuyordu (Varnalı Bulgar tarihçilerinin
son yayınları, 2013).
1828 Varna Savunması
Rusya’nın
sıcak denizlere inme emellerini Büyük Petro (hd. 1689-1725) başlatmış ve bu
amaç uğruna 18. ve 19. yüzyıllarda toplam sekiz Osmanlı-Rus Savaşı yaşanmıştır:
18. yüzyılda 4 savaş:
1) 1710-1711 Prut Savaşı [Çar Petro
yenilmiş, fakat Osmanlı kazanç sağlayamamıştır]
2) 1735-1739 Osmanlı-Rus Savaşı [Azak
Kalesi Rusya’ya geçmiştir]
3) 1768-1774 Osmanlı-Rusya ve Avusturya Savaşı [büyük bozgunlar sonrası Ruslar Kırım’ı işgal etmiş ve Bug (Aksu) nehrine dayanmışlar. 1783’te ise Kırım Hanlığını ilhak etmişlerdir]
4) 1787-1792 Osmanlı-Rusya ve Avusturya Savaşı [Kırım’ı kurtarayım derken, kötü idare ve bozgunlar sonucu Ruslar Dinyester (Turla) nehrine dayanmışlar. Rusların Karadeniz donanması da Kaliakra Burnunda Osmanlı donanmasını batırmıştır, 1790]
Onsekizinci yüzyıla ait başarısız savaşlar sonucunda Ruslar Karadeniz’de
üstünlüğü ele geçirmişler, tersaneler kurarak modern gemiler inşa etmişler,
büyük toplar döktürmüşler ve Varna Kalesi ile Limanı doğrudan tehdit altına
girmiştir. Karadan ise ilerleyen Rus orduları Varna’nın
19.
yüzyılda 4 savaş:
5)
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı [aralıklarla 6 yıl devam eden bu savaşta Ruslar
Basarabya topraklarını
ele geçirmişler, Tuna nehrine dayanmışlar ve Varna’nın
1828’de Varna kuşatması (Alexander Sauerweid,
1836, yağlı boya tablo)
1829 yılında muhasara altındaki
Şumnu Kalesi teslim olmamış, fakat general Hans Karl von Diebitsch (Dibiç)
komutasında 35,000 kişilik Rus ordusu tarihte ilk defa Balkan Dağlarını aşarak,
Burgas ve İslimye’den sonra savunmasız Edirne’ye girmiştir (Osmanlı tarihinde
ilk defa Edirne düşman işgaline uğramıştır, 22 Ağustos 1829). Edirne
Antlaşmasıyla (14 Eylül 1829) Yunanistan’ın bağımsızlığı, Sırbistan, Eflâk ve
Boğdan’ın özerkliği tanınmış, yüklü savaş tazminatı ödenmiştir. Ruslar 1830’da
Varna’dan çekilirken, antlaşma mucibince kale surlarını yıkmışlar, cami ve
mescitleri de tahrip etmişlerdir.
Değerli Türkolog Prof. Dr. Nimetullah Hafız’ın (1939, Prizren
doğumlu) derlediği Gagauz türkülerinde
de 1828 Varna kuşatması Gagauz Türkçesiyle dile getiriliyor:
“…Oynaşır balıklar deniz dalgalı
Bugün Varna’nın başı çok belâlı
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın
Sefere giden gelir mi sandın
Trampet sesini davul mu sandın…”
“…Varna gibi kale yoktur,
İçinde askeri çoktur,
Padişahtan imdat yoktur,
Biz Varnalıiz aman,
Aylere, beylere imdat Varna’ya….”
[Bulgaristan’da Çağdaş Türk Edebiyatı Antolojisi]
7) 1853-1856 Kırım Savaşı
(Sultan Abdülmecid devri). Bu savaşta Osmanlı Devletinin yanında Avrupalı
müttefikleri (İngiltere, Fransa ve Sardinya) da yer almışlardır. Rusların
saldırıları Tuna Cephesinde ve Kafkas Cephesinde durdurulmuş, fakat asıl
çarpışmalar müttefiklerle beraber Kırım’da cereyan etmiştir. Türk ve müttefik
ordularının Kırım’a taşınmasında Varna Limanı ana lojistik üs görevi
üstlenmiştir. Paris Antlaşmasıyla Karadeniz ve Tuna Nehri tarafsız ticari
gemilere açık, savaş gemilerine kapalı statüye kavuşturulmuştur.
8) 1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı = 93-Harbi. Felâket derecesinde başarısız (şanlı Plevne Savunmasına
rağmen) ve yenilgilerle dolu bu savaşta Rus Orduları İstanbul’u görmüşler [3
Mart 1878, Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması], fakat içine girememişlerdir.
İngiliz Donanması Marmara’da belirip, kendilerine ultimatom vermiştir (karşılığında
Kıbrıs Adasını almıştır). Bu savaşta Varna Kalesi teslim olmamış, ancak
Ayastefanos Antlaşmasından 6 ay sonra 27 Temmuz 1878’de kale Ruslara teslim
edilmiş (en geç boşaltılan Osmanlı kalesi), askerler sulhen terk etmişler, şehir
zarar görmemiş, fakat surlar, tabyalar ve kışlalar tekrar yıktırılmıştır (“Baruthane”
binası hariç). 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla, Sultan’a bağlı Bulgaristan
Prensliği (Emareti) kurulmuş ve Varna da bu Prensliğin topraklarına dahil
edilmiştir.
Osmanlı hakimiyetinin son dönemi
(1830-1878)
İki yıllık (1828-1830) Rus işgalinden sonra Varna’nın tahribatı
inanılmaz derecedeymiş. Sultan 2. Mahmut müteessir olmuş ve kalenin yeniden
inşasını, cami ve mescitlerin onarılmasını emretmiştir. Mühendis Pepe Mehmet
Paşa’nın yönetiminde 1832-1837 arası, çok daha geniş alanı kapsayan Yeni Surlar
[5 km uzunluğunda,
1837 yılında tamamlanan Yeni
Varna Kalesi
(Kaynak:
http://varna.info.bg/castles_past.htm)
1837 yılında bizzat Sultan 2. Mahmut deniz yolu ile
Varna’yı ziyaret etmiş. Onun şerefine “Musalla” meydanındaki en büyük çeşmeye
medhüsenâ kitabesi (
1846’da Varna’yı ziyaret
eden ikinci Osmanlı Sultanı ise Abdülmecid’tir.
Tuna boylarındaki istihkamları teftiş eden, Silistre’de “Mecidiye Tabyası”nın
inşasını emreden Sultan, orduyu yenilemiş ve müteaddit defa Dobruca’dan
saldıran Ruslara karşı ünlü “Kadrilater” (Dörtgen) savunma sistemini [Silistre
– Rusçuk – Şumnu – Varna Kaleleri] kurdurmuştur. Dönüş yolunda Varna’yı da
gören Abdülmecid deniz yolu ile İstanbul'a avdet etmiştir. Ruslara karşı Avrupa
Devletlerini müttefik olarak yanına çekebilmiş (1839 Tanzimat ve 1856 Islahat
Fermanları), 1853-1856 Kırım Savaşında Rusya’yı yenilgiye uğratmış ve Paris
Konferansında Avrupa Devletleri arasında yer almıştır. Bu savaşta önemli rol
oynayan Varna şehri ve limanı çok gelişmiş, ilk Osmanlı telgrafhanesi (1855)
burada kurulmuştur.
1867 yılında yurtdışı
gezisinden dönüşte, Rusçuk’tan trenle gelen Sultan Abdülaziz limandan gemi ile ayrılarak İstanbul’a dönmüştür.
Varna’ya Kırım’dan çok sayıda Tatar göçmen gelmiş ve Yeni Kale içinde “Tatar
Mahallesi” teşekkül etmişti. Onlar için cami inşa edilmesini emretmiş
[günümüzde ibadete açık olan bu camiye “Aziziye Camii” (açılışı 1876), halk
arasında ise “Tatar Camii” denmektedir]. Slavca konuşan Ortodoks Bulgarlardan
bir heyet de Sultan Abdülaziz’den kale içine yerleşmelerine ve “Bulgar
mahallesi” kurmalarına müsaade istemiştir. Sultanın izni ile bugünkü Arkeoloji
Müzesi’nin arkasına da “Bulgar Mahallesi” kurulmuş ve zamanla genişlemiştir.
Nitekim, Bulgarların ayrı bir etnik grup olduklarını fark eden Sultan
Abdülaziz, üç yıl sonra, 1870’te Fener Patrikhanesi’nden ayrı bir Ekzarhlık
kurmalarına müsaade etmiştir (bu Ekzarhlık binası halen Şişli’de Halaskargazi Caddesinde
bulunmaktadır). Bir yıl sonra (1868), iade-i ziyarete gelen Fransa İmparatoru
3. Napolyon da Rusçuk-Varna tren yolunu kullanmış ve denizden İstanbul’a
ulaşmıştır.
Günümüzde
Varna’da Osmanlı eseri sadece iki cami kalmıştır (Hayriye Camii minaresiz). Onlar
da ara sokaklarda, bloklar arkasında fark edilememektedir. İkisi de Rus
işgalinden (1828-30) sonrasına aittir, çünkü öncekiler Ruslar tarafından tahrip
edilmişlerdi. Hayriye Camii, Dilâver Paşa tarafından 1835 yılında yaptırılmış,
aydınlık ve ferah olup, Gar Meydanı’na çok yakındır (Dunav Sok.No.1). Tarihi
Kaleiçi’nde, “Türk Mahallesi'nde yer almakta, Varna Cemaati İslâmiyesi’nin
encümen odası da buradadır. Namaz vakitleri açık olup imamı da burada ikamet
eder.
Aziziye
Camii (Angel Georgiev Sok No:25) daha yeni olup, beş vakit namaza açık,
kalorifer sistemi ve gasilhanesi mevcuttur. Sonradan gelişen “Tatar
Mahallesi”nde, Blv. Vladislav Varnençik’e paralel bir arka sokaktadır. Varna
müftülüğü de buradadır. [Üçüncü bir faal cami de Asparuhovo semtinde (2005
tarihli Ses Sevmez Camii) demokrasi dönemine ait yeni bir yapıdır].
Osmanlı dönemi sivil mimari yapılardan ayakta kalabilmiş tek eser, şehir merkezinde, Saat Kulesi’nin hemen kuzeyinde yer alan 1860 yapımlı “Konak”tır (Mutasarrıf Konağı). 157 yıldır ayakta olan bu Osmanlı yapısı, halen “Devlet Arşivleri” binası olarak kullanılmaktadır. Musalla Hoteli’nin alt tarafında, Zeynet Bey Hüsnü Paşaoğlu’nun ahşap konağı (1850) ise Varna Mimarlar Odası tarafından 1972 yılında aslına uygun olarak restore edilmiş ve “Mimarlar Evi” (Dom na architekta, ul. Musala 10) olarak kullanılmaktadır.
19. yüzyılın
ikinci yarısında, özellikle Kırım Savaşı sonrasında, Varna hızla büyümüş ve
güzelleşmiştir (demiryolu ve denizyolu ulaşımı, telgraf haberleşmesi). Zengin
tüccarların Avrupaî tarzda evleri ve konakları yanında 13 konsolosluk binası,
hotel ve restoranlar, faytonlarla gidilen sayfiye yerleri ortaya çıkmıştır
[günümüzde Varna’da 11 konsolosluk (7-si fahri) bulunmasına rağmen Türkiye Başkonsolosluğu
Burgaz’a taşınmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra (1952) Bulgaristan,
deniz kuvvetlerini casusluktan korumak gerekçesiyle, Burgaz’a taşınmasını talep
etmiştir]. Zengin bir Türk tüccarının şahsi mülkiyetinde olan ve 1900 yılında
inşa edilmiş tarihi eser olmasına rağmen yıllarca sahipsiz metruk hale
gelmişti, fakat olağanüstü kıymetli bir konumda bulunuyordu – kordon boyu
sayılan Primorski Cd. 21, yani bugünkü “Panorama Hotel”in yanı].
1950-li yıllarda Türkiye’nin Varna
Konsolosluğu Binası
(harabe haline gelmiş ve yanmış olan bina
2015’te yıktırılmıştır)
Hayatımda
ilk kez Varna’ya 1949 yılında (8 yaşında) annem ve babamla gitmiş, ünlü “Musala
Hotel”de konaklamış ve bu binada Konsolos Bey bizi kabul etmişti. Çocuk aklımla
konsolosa hayran kalmıştım ve “büyüyünce konsolos olacağım” diye tutturmuştum.
Türkiye’ye göç etmek için müracaat etmiştik, fakat sonradan sınır aniden kapatıldı.
Yıllarca sahipsiz binanın yanından geçerken hazin görüntüsüne üzülüyordum.
Türk çocuklarının eğitimi için 1867’de Rüştiye (7-yıllık ilköğretim) Mektebi açılmış, ilk öğretmenlerden biri de meşhur edip Muallim Naci (1850-1893) olmuştur. Asıl adı Ömer olup, “Muallim Naci” mahlasını buradaki öğretmenlik yıllarında almıştır. İstanbul doğumlu olmasına rağmen, 7 yaşında iken babasının vefatından sonra, annesiyle birlikte Varna’daki dayısının yanına taşınmış, burada medrese eğitimi görmüş, Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. 93-Savaşından önce Varna’dan İstanbul’a dönmüş, gelenekçi edebiyat çizgisini savunmuş, Avrupaî akımlardan uzak durmuştur. Şehir Bulgaristan hakimiyetine geçtikten sonra Varna Rüştiyesi “Muallim Naci” adını almış ve 1950-li yıllara kadar Azınlık Mektebi olarak eğitime devam etmiştir.
“Edirne Tarihi” (1939) ve “Tuna Boyu Tarihi” (1942) kitaplarının yazarı
Osman Nuri Peremeci (1874, Şumnu-
1945, Edirne) de 17 sene (1911-1927) bu mektepte öğretmenlik ve müdürlük yapmıştır.
1927 yılı sonbaharında Türkiye’ye iltica eden Osman Nuri Peremeci, Edirne’ye
yerleşmiş ve hayatının sonuna kadar burada öğretmenlik yapmıştır.
Ünlü Bulgar yazarı Anton
Straşimirov (1872-1937) ise Varna doğumlu olup, çocukluk hatıralarında
Varna’dan şöyle bahsetmektedir:
Anton Straşimirov
(1872,Varna - 1937,Viyana)
1921’de Anıtsal Çeşmenin yerine inşa edilen
Varna
Tiyatro ve Opera Binası
(tamamlanma
1927)
Tuna Vilâyetinin 1866 nüfus
sayımında şehirler arasında Varna 5. sıradadır (Rusçuk, Şumnu, Plevne,
Vidin’den sonra). 1868 Salnâmesine göre ise Varna şehri 6. büyüklükte
gösterilmektedir (Rusçuk, Tırnova, Sofya, Niş ve Vidin’den sonra). Varna
nüfusunun yaklaşık %74-ü Müslüman olarak ilk sırada yer almıştır [Miyase Koyuncu
Kaya, “Osmanlı İdaresinde Bir Balkan Şehri. Varna (1774-1878)”, Turkish
Studies, v.10, 2015]. Bulgaristan Prensliği’nin 1887’de yaptırdığı ilk nüfus
sayımında Varna 25,000 nüfusu ile 4.sıradadır (Plovdiv 33,000; Sofya 30,000;
Rusçuk 27,000). 1910 sayımında 41,000 nüfuslu Varna 3.sıraya yerleşmiş (Sofya
102,000; Plovdiv 47,000) ve bir daha bu sıralama değişmemiştir.
Bulgaristan
Prensliği / Krallığı Dönemi (1879-1946)
Sultan
2. Abdülhamid’in kabul ettiği Ayastefanos Antlaşmasını (3 Mart 1878) hiçbir
Avrupa ülkesi tanımamış, çünkü Balkanlarda Rusya güdümünde bir “Büyük
Bulgaristan” devleti kurulması kendi çıkarları için ürkütücü geliyormuş (zaten
bu nedenle de Kırım Savaşında Osmanlı’nın yanında yer almışlardı). Bu topyekûn
muhalefet karşısında Rusya geri adım atmak mecburiyetinde kalmış ve aynı yıl
Berlin’de toplanan konferansa (13 Haziran – 13 Temmuz 1878) katılarak Osmanlı Devleti’nin
lehine olan değişiklikleri kabul etmiş. Ayastefanos Antlaşması aslında
uluslararası geçerliliği olmayan, güdük kalmış, uygulanmamış bir antlaşmadır.
Aradaki 5 ay zarfında ateşkes sürdürülmüş, Rus askerleri bulundukları yerlerde
kalmışlar (bu esnada Varna Kalesi de Ruslara teslim edilmemiş). Ancak Berlin
Antlaşmasından sonra 27 Temmuz 1878’de
Rus askerleri Varna’ya girebilmişler ve bir yıl burada kalarak şehri idari,
iktisadi ve askeri bakımdan idare etmişler. Belediye Encümenine, mahkeme
heyetlerine ve Ticaret Odasına Bulgarlar dışında, Türklerden, Gagauzlardan,
Rumlardan da temsilciler almışlar. Antlaşma uyarınca, şehrin 1837 tarihli Yeni
Surları ve Askeri kışlalar tekrar yıktırılmış, tarihi Varna Kalesi’nden hiçbir
iz kalmamıştır.
Eski Bulgar başkenti Tırnova’da 23
Ocak 1879’da toplanan Kurucu Meclis (aralarında 20 Türk temsilci de varmış) ilk
Anayasa’yı kabul etmiş (16 Nisan 1879). Başkenti Sofya olan ve Osmanlı
Sultanına bağlı parlamenter monarşinin [Knyajestvo, Prenslik] başına
Avusturyalı bir prens olan Alexander
Battenberg’i (1857, Verona – 1893, Graz) davet etmişler. 7 yıl sonra askeri
bir darbe ile indirmişler ve Almanya’dan başka bir prensi, Ferdinand Saxe-Coburg-Gotha (1861, Viyana – 1948, Coburg) “knez” olarak
devletin başına getirmişler. Aynı Ferdinand 22 Eylül 1908 tarihinde Bulgaristan’ı
Osmanlı Sultanından bağımsız krallık (“tsarstvo”) ilân etmiş ve kendisi de
“tsar (çar)” unvanı almış. Onun sülâlesi 1946’ya kadar iktidarda kalmış:
Prenslik yılları – Alexander I Battenberg (hd. 1879-1886)
[istifa ettirilmiştir]
(28 yıl) Ferdinand I Saxe-Coburg-Gotha (hd.
1887-1908)
Krallık yılları - Ferdinand
I Saxe-Coburg-Gotha (hd. 1908-1918) [tahttan feragat etmiştir]
(38 yıl) Boris
III Saxe-Coburg-Gotha (hd.1918-1943) [1943’te aniden vefat etmiştir]
Simeon
II Saxe-Coburg-Gotha (hd. 1943-1946) [doğ. 16.06.1937]
Simeon, babasının vefatı üzerine 6 yaşında “tsar” ilân edilmiş, 9 Eylül
1944’te Sovyet Ordusu Bulgaristan’a girip komünistler iktidara gelince de referandum
yapılmış ve cumhuriyet ilân edilmiştir (1946). [Komünizmin çökmesinden sonra
Simeon II sürgünden ülkesine dönmüş, siyasi parti kurmuş, seçimler kazanmış ve 2001-2005
arası başbakanlık yapmıştır (hükümet ortağı olarak Türklerin “Hak ve
Özgürlükler Hareketi”ni yanına almıştı). Hâlâ 80 yaşında olup, Sofya’da ikamet
etmektedir. Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya alınmasında ve 2007’de Avrupa
Birliğine kabul edilmesinde önemli rol oynamıştır].
Bulgar yönetimine geçtikten sonra Varna’da hummalı bayındırlık
faaliyetleri başlatılmış. İlk olarak büyük ve temsili Ortodoks Katedrali
“Meryemana’nın Hurucu” (1880 ilâ 1886 arası) inşa edilmiş. Rus stilinde olan bu
yapının mimarı Odesa’lı Maas’tır. Yıktırılan Osmanlı surlarının ve kışlalarının
taşları kullanılmış. Bugün de şehrin ana meydanında yükselen bu etkileyici bina
halen Bulgaristan’ın en büyük ve en güzel kilisesidir. Güney tarafına da Varna
ve Preslav Mitropolitlik konutu ve kançelaryası eklenmiştir [Osmanlı yıllarında
Varna’da Ortodoks Bulgarların kilisesi olmadığı gibi Mitropoliti de
bulunmuyormuş. 1870’te Sultan fermanı ile teşekkül eden Bulgar Ekzarhlığı’nın
(Patriklik’ten bir alt rütbeli dinî örgütlenme) merkezi 1945 yılına kadar İstanbul’da
bulunmuştur. Daha 1872 yılında Ekümenik Konstantinopol Patrikhanesi, Bulgar
Ekzarhlığı’nı aforoz etmiş ve diğer Ortodoks Kiliseleri tarafından tanınmasını
engellemiştir. Yeni kurulan Bulgaristan’ın dini bağımsızlığı yokmuş. Birinci
Bulgar Devleti zamanındaki başkent Preslav’da (Şumnu’nun
Katedral
meydanının deniz tarafındaki Osmanlı Saat Kulesi yıktırılmış (Fransız seyyah
Chevalie 1775 yılında Varna’yı gezmiş ve saat kulesinden bahsetmiştir) ve
kışlalardan çıkan malzemelerle 1888’de
1885 yılında Evksinograd Kraliyet Sarayı’nın inşası başlatılmış ve
1893’te tamamlanmıştır.
1892-98 arası ise “Kız Lisesi” (Deviçeska Gimnaziya) tamamlanmış (bugün
Arkeoloji Müzesi).
1890 yılında ilk Musevi ibadethanesi (Sephardic Synagogue) Baruthane’nin güneyine inşa edilmiştir (günümüzde harabe halindedir). 1910 yılında ise daha küçük ikinci bir sinagog (Ashkenazi Synagogue, ul. Ticha 5) hizmete girmiştir (halen kullanılan “Central Synagogue”). Günümüzde Varna’da 100 kadar Musevi kalmıştır, onlar da karma evliliklerdendir (son büyük hicret 1948-50 arasında İsrail’e olmuştur). Fakat kumar tutkunu çok sayıda İsrailli turist kış-yaz Varna’yı ziyaret ederler.
1950’de Varna Deniz Bahçesi’nin Sütunlu Ana
Girişi
(ortadaki Stalin heykeli 1956’da
kaldırılmıştır)
Zamanla Deniz Bahçesi’nin içine, eğlence ve kültürel amaçlı, birçok
bina inşa edilmiştir:
“Morsko Kazino” (açılışı
1926’da, kapalı ve açık restoran kısımları, canlı müzik ve dans pisti, son
şeklini 1961’de almıştır).
“Morski Bani” (1926, süslü
merdivenlerle inilen soyunma kabinleri, büfe ve kafeteryalar; güneşlenilen
kumsal ve temizlenmiş tabanlı yüzülebilen deniz; Güney (Yujni Bani), Merkezi
(Tsentralni Bani) ve Kuzey (Severni Bani) bölümleri bulunur.
Akvaryum (bina 1911’de
Denizcilik Okulu olarak inşa edilmiş, fakat 1932’de Karadeniz’deki tüm
canlıları ihtiva eden “Aquarium”a dönüştürülmüştür).
“Voennomorski Muzey” (Naval Museum, Deniz Harp Müzesi) 1890 tarihli İtalyan Konsolosluğu’nun binası (Villa Assareto), konsolosluk kapatıldıktan sonra istimlâk edilmiş ve 1956’da Deniz Harp Müzesi buraya taşınmıştır. Balkan Savaşında (21 Kasım 1912) Varna açıklarına gelen Osmanlı “Hamidiye” zırhlısını torpilleyen küçük “Drızki” botu bu müzenin avlusunda ziyarete açık sergilenmektedir [Yara alan “Hamidiye” İstanbul’a dönebilmiştir. Bulgar Deniz Kuvvetleri’nin tarihteki tek başarısıdır]. Halbuki 1915 yılında Rus Karadeniz Donanması Varna’yı şiddetli bombalamış ve korkunç hasarlara sebep olmuştur.
Daha sonraki
yıllarda, cumhuriyet dönemlerinde, Deniz Bahçesi’nin içine Açıkhava Tiyatrosu
(1960), Hayvanat Bahçesi (1961), Doğa Tarihi Müzesi (1961), Planetarium (1968,
Çocuk Rasathanesi) ve Delfinarium (1984, yunus gösterileri) gibi eklemeler
yapılmıştır.
Bulgaristan’ın ikinci (1916 tarihli Sofya Üniversitesi’nden sonra), Varna’nın ve ülkenin ilk vakıf üniversitesi Varna Ekonomi Üniversitesi 1920 yılında açılmıştır. Zengin tüccar ve sanayicilerin maddi desteği ile Deniz Bahçesini sınırlayan Blv. Knyaz Boris I üzerine gösterişli eğitim binası da inşa edilmiştir. Bulgaristan’ın önemli iktisatçı ve maliyecileri buradan mezun olmuşlardır. 1926’dan itibaren Denizcilik Okulu da yükseköğretim diplomaları vermeye başlamıştır. Totaliter cumhuriyet yıllarında 1961’de Tıp Üniversitesi ve 1962’de Teknik Üniversite kurulmuş, demokrasi yıllarında da özel Serbest Üniversite (Free University, 1991) bunlara eklenince beş yükseköğretim kurumuna ulaşılmıştır. Free Üniversitesi Altınkum (Zlatni Pyasatsi) sayfiyesinde bulunmaktadır. Ayrıca Fransız Kız Koleji “Sent Andre” (1882) ve Fransız Erkek Koleji “Sen Mişel” (1897) de eğitim kurumları arasına katılmışlardır [günümüzde binaları yıktırılmıştır].
Yeni kurulan Bulgar Devleti,
ithalat-ihracatı ve uluslararası bağlantıları açısından Varna Limanı’nı
geliştirmek mecburiyetinde idi. Daha 1888 yılında hükümet bu yönde kararlar
almış, 1899’da demiryolu bağlantısı başkent Sofya’ya ulaştırılmış ve 1900’de
Denizcilik Okulu Rusçuk’tan Varna’ya nakledilmiş. Aynı yıl, Katedral
karşısındaki köşeye “Voenno-morski klub” (Deniz Ordu Evi) inşa edilmiştir.
Varna Deniz Kuvvetleri Ordu Evi (1900)
Modern
Varna Limanı’nın inşaatı 1904 – 1906
arası gerçekleştirilmiş ve 18 Mayıs 1906’da resmi açılış töreni yapılmış (Knez
Ferdinand katılmış). 600 m’lik dalgakıran, toplam
1907’de ilk Varna Tersanesi
faaliyete geçirilmiş. Her yıl genişletilen bu tersane günümüzde şehrin en büyük
işvereni (1200 çalışan) haline gelmiş, 70,000 dwt ve 150,000 dwt havuzlarıyla
toplam 410 dekar alana ulaşmıştır. Demokratik reformlardan sonra (1996) “Bulyard
Shipbuilding Industry EAD” gemi inşaat ile “Odessos Shiprepair Yard” gemi
onarım şirketlerine ayrılmıştır.
Bulgaristan Cumhuriyeti
Dönemleri
1946’da
yapılan halk oylaması ile monarşi yönetimine son verilmiş ve “Cumhuriyet” ilân
edilmiştir. Ancak komünistlerin iktidara gelmesi (“Vatan Cephesi” koalisyonu
içinde) bundan iki yıl önce olmuştur (Sovyetler Birliği’nin Kızıl Ordusu’nun 9
Eylül 1944’te Bulgaristan’ı işgal etmesiyle). Akabinde Bulgaristan Nazi Almanyası'na savaş ilân etmiş ve Bulgar Ordusu, Yugoslavya ve Macaristan’daki
sıcak çarpışmalara katılmış ve epeyi zayiat vermiştir. Seçimler sonrası, 4
Aralık 1947’de kabul edilen Anayasa ile “Bulgaristan
Halk Cumhuriyeti” ilân edilmiştir. BKP (Bulgar Komünist Partisi) gittikçe
mutlak iktidarı ele geçirmiş, 1954’de Birinci Sekreter olan Todor Jivkov ise
parti üzerindeki kişisel hakimiyetini 1989’a kadar (35 yıl) sürdürmüştür.
Bulgaristan bir “demir perde” ülkesi olarak 1949’da COMECON (Karşılıklı
Ekonomik Yardımlaşma Konseyi) ve 1955’te Varşova Askeri Paktı’nın üyesi
olmuştur. Komünist diktatörlük dönemi sayılan 1944-1989 (45 yıl) yıllarına
bugün Bulgarlar “totaliter dönem”
demeyi tercih ediyorlar.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasından
sonra, Todor Jivkov “günah keçisi” ilân edildi ve kendi partisinin Merkez
Komitesi tarafından iktidardan indirildi (10 Kasım 1989) ve 1998’deki ölümüne
kadar ev hapsinde tutuldu, fakat BKP ülke yönetiminde iki yıl daha bulundu.
Ancak Haziran 1990’da ilk çok partili serbest seçimler yapıldı ve 13.06.1991
Anayasası ile “Bulgaristan Cumhuriyeti”
kuruldu (ara dönem 1989-1991) Cumhuriyetin “demokratik dönemi” başlamış oldu. 2004’te Bulgaristan Cumhuriyeti
NATO’ya üye oldu, 2007’de AB (Avrupa Birliğine) alındı.
a)
Totaliter (Komünist) dönem – 1946 – 1991
b)
Demokratik (Çok partili) dönem – 1991’den itibaren
Komünistler şehirlerin ve coğrafi yerlerin adlarını geniş çapta değiştirdiler. Daha 1949 yılında binyıllık Varna’nın adı “Stalin” yapıldı [O yıllarda komünist dünyanın lideri ve Sovyetler Birliği’nin mutlak hakimi olan Yosif Stalin (Yosif Visariyonoviç Cugaşvili, 1878-1953) onuruna] Fakat şehrin bu ismi sadece 7 yıl yürürlükte kaldı, 1956’da tekrar “Varna” adına dönüldü. Daha önce de buna benzer bir gelişme Roma İmparatorluğu yıllarında yaşanmıştı – M.S. 15 – 37 arası antik “Odessos” yerine “Tiberiopolis” denmiş, imparator Tiberius’un ölümünden sonra “Odessus”a dönülmüştü.
(1878, Gori, Gürcistan – 1953, Moskova)
Totaliter dönemde komünistler Varna’nın büyümesine ve kalkınmasına
özel önem gösterdiler. Hızlı bir sanayileşme hamlesiyle birlikte [şehrin
periferinde Batı Sanayi Bölgesi; Güney Sanayi Bölgesi,
Varna’nın kuzey semtinde “Spor ve Kültür Sarayı” (1968),
arkada Deniz Harp Okulu (1954)
Dünyaca ünlü Türk komünist şair Nazım
Hikmet Ran (1902, Selanik – 1963, Moskova) da Varna’yı çok sevmiş ve sıla
hasretiyle kaleme aldığı en hüzünlü şiirlerini burada yazmıştır. Türkiye’den
kaçtığı 1951 yılında, Romanya ve Moskova’dan sonra, Bulgaristan’ı ziyaret
etmiş, Türklerin yaşadığı Dobruca, Deliorman, Gerlova, Tozluk ve Kırcalı
bölgelerini karış karış dolaşmış, halkla iç içe olmuştur. Bu ilk gezi esnasında
Varna’ya da gelmiştir. 1957 yılında ikinci kez Bulgaristan’a gelmiş,
Mayıs-Temmuz arasında Varna’nın
VAPOR
“…Yürek değil be, çarıkmış be, manda gönünden,
teper ha babam teper,
paslanmaz,
teper
taşlı yolları.
Bir vapor geçer Varna önünden,
uy Karadenizin gümüş telleri,
bir vapor geçer Boğaza doğru,
Nazım usulcacık okşar vapuru
yanar elleri…” (Varna, 27 Mayıs 1957)
MEMET
“…Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varnadan,
işitiyormusun
Memet,
Memet.
Karadeniz akıyor durmadan,
deli hasret deli hasret,
olum, sana sesleniyorum, işitiyormusun
Memet!
Memet! (Varna, 29 Mayıs 1957)
SOFRA
“…Şu Varna deli etti beni,
divane
etti.
Domates, yeşil biber, kalkan tavası,
radyoda “Ha uşaklar”, Karadeniz havası,
rakı kadehte arslan sütü, anason,
uy anason
kokusu,
ahbabça, kardeşçe konuşulan dilim…
A be, islah be, islah be halim…
şu Varna deli etti beni
divane
etti…” (Varna, 6 Haziran 1957)
Merkezi planlamaya dayanan devletçi sosyalist ekonomisini liberal özel
teşebbüse dönüştürmek zor oldu – devletleştirilmiş mülkler eski sahiplerine
(veya mirasçılarına) geri verildi, devletin kurmuş olduğu yeni işletmeler ise
haraç mezat özelleştirildi. Bulgar levası önce Alman Markına, sonra da
Euro’ya sabitlendi (2:1). Çalışabilir genç nüfus Batı ülkelerine göç etti,
köyler boşaldı, doğum oranı düştü (Avrupa’da nüfusu azalan tek ülke oldu).
Birçok sanayi tesisi kapandı, halk tüketim ekonomisine yönlendirildi. Bu
dönemde Varna’da çok sayıda Batı kökenli alış-veriş merkezleri (AVM) açıldı.
Şehirde özel sektöre ait yeni hoteller, hostel tipi aile işletmeleri, kiralık
daireler, lokantalar, kahvehane ve pastaneler hızla çoğaldı (McDonald’s;
Happy).
Komünistlerin ateist siyasetine karşın, yeni rejimde din hürriyeti
serbest bırakıldı ve yeni yeni
ibadethaneler inşa edildi. Hatta yeterli cemaati olmayan misyoner
kuruluşlar kendi kiliseleriyle ana caddeleri süslediler (iki Roman Catholic,
iki Baptist, bir Evangelical Methodist, bir Evangelical Pentecostal, bir
Seventh-day Adventist). Eski Musevi Aşkenazi Sinagogu onarıldı (Central
Synagogue “Moshe Yehezkel”) ve bir de Budist Center açıldı. Bu atılım içinde,
2005 yılında Asparuhovo semtinin Rozov Kladenets (Gülpınar) kenar mahallesine
bir de yeni Ses Sevmez Camii inşa edilebildi.
Şehrin tarihi merkezi (1828 önceki
Eski Surlar içinde kalan Kaleiçi, “Old City”) tamamen arkeolojik alan olduğu
için yeni inşaatlara izin verilmedi. Bazı yollar ve meydanlar yayalara ayrıldı
(pedestrian street). Konut alanları, yüksek bloklar ve yeni üniversiteler
kuzeyde Franga Bayırı eteklerine, batıda da “Vladislav Varnençik” anıt-parkına
ulaştılar. Kuzey sahil bandı artık kapasitesini doldurmuştu, yeni hotel
inşaatlarına izin verilmedi, eskiler yıkılarak şık ve modern yeniler yapıldı
(SPA, fitness, masaj, kumar makineleri, kazinolar, shopping center, show room,
v.b)
Varna şehir turlarının nirengi noktaları
Kaleiçi
(kırmızı çizgiler ve yayalara ayrılan sokaklar, pedestrian street); Yeni Kale
alanı (mavi çizgiler); Deniz Bahçesi (yeşil); plajlar (sarı). Önemli binalar
(saat istikametinde): Tiyatro ve Opera Binası; Ortodoks Katedrali; Arleoloji
Müzesi; Yeni Belediye Binası; İnterhotel Cherno More; Festivalen Kompleks. Sağda
Spor ve Kültür Sarayı; Hayvanat Bahçesi.
Ekonomik durgunluk ve işsizlik
Varna’yı da vurdu. Sanayi büyük darbe aldı, bazı fabrikalar kapandı. Göl
kıyısındaki büyük termik santral “TES Varna” (Rusya’dan ithal kömürle
çalışıyordu) özelleştirildi, fakat hiç üretime geçmedi. Şimdi hurda fiyatına
alıcı aranmaktadır. Büyük tersane kompleksi ikiye bölündü [Gemi Onarım Şirketi;
Gemi Yapım Şirketi] ve özelleştirildi (1996).
Daha önce inşa edilen binaların bazıları farklı işlevlere tahsis
edildi: Kız Lisesi Binası Arkeoloji Müzesine tahsisi edildi (1993); Komünist
Parti Binası da Belediye’ye tahsis edildi (1995); tarihi Musalla Meydanında
bulunan 1957 yapımlı Belediye Binası ise Adliye’ye geçti (1995).
1997’de yeni Radyo-Televizyon Binası hizmete girdi. 2001’de ise Galata
Burnuna 55 m’lik Yeni Fener dikildi. Fakat 2007’de yıktırılan “Yuri Gagarin”
Stadyumu’nun yerine inşa edilecek “Arena Varna” halen tamamlanmamıştır.
Turizm sektörü Varna’nın ekonomik bunalımdan çıkmasına yardımcı
olmuştur. 2004’te Evksinograd Sarayı turistlerin ve halkın ziyaretine açıldı.
2007’de Deniz Bahçesi’nin güney ucuna açık ve kapalı yüzme havuzları
(“Primorski Swimming Pool”) inşa edildi. “Varna Medeniyeti” ile ilgili mezar
kazılarının yapıldığı alan (“Varna
Chalcolitic Necropolis”) 2018’de turistlerin ziyaretine uygun hale getirildi.
Özel yatırımcılar sayesinde şehir merkezinde çok sayıda turistik hotel hizmete
girdi [2003’te “Ejderha Çeşmesi”nin karşısına “Hotel Panorama”, blv. Primorski
No: 31; 2009’da Spor ve Kültür Sarayı’nın yanına “Swiss-Belhotel Dimyat”, blv.
Knyaz Boris I No:111]. Bazı eski hoteller ise onarılarak yeni işletmecilere
verildi [1912 tarihli en eski Hotel Musala (Musala Sk. 3) 2004’te “Grand Hotel
London” oldu; 1950’lerin simgesi Hotel Odessos (blv. Slivnitsa 1) da “Art Deco Hotel Odessos”
oldu; 1978 tarihli Hotel Çernomorets (blv. Slivnitsa 33) de 2010’da “İnterhotel
Çerno More” oldu].
Son yıllarda Varna’nın nüfusu, Bulgaristan’ın diğer şehirlerine göre, hafif
de olsa artış gösterdi (2012’de 334,000 kişi). Turistik ve üniversite cazibe
merkezi olma özelliklerini sürdürdü. Rus ve Ukraynalı turistlerin sayısı arttı.
Öteden beri denizi olmayan Orta Avrupa ülkeleri (özellikle Çeklerin geleneksel
tatil tercihidir); denizleri soğuk Avrupa ülkeleri (Almanya, Polonya, İskandinav
ülkeleri), yakın komşuları (Romanya, Türkiye); tarih meraklısı Uzakdoğu
ülkeleri (Japonya, Kore, Çin), diğer Balkan ülkeleri, Afrika ve Arap ülkeleri,
kavurucu sıcakları olmayan Varna sahillerini tercih etmektedirler. Kumar
tutkunları için de Varna çekiciliğini arttırmıştır (İsrail, Türkiye). Yaz
aylarında Varna sokaklarını renkli ve hareketli, çok dilli, çok dinli
kalabalıklar canlandırmaktadır. Türkçe de sıkça duyulmaktadır (hizmet
sektöründe çalışan Türk asıllı aşçılar, garsonlar, tezgâhtarlar; Varna’da
okuyan Türk öğrenciler; işadamları; meraklı gezginler; eski Bulgaristan
muhacirleri ve onların torunları).
Varna, Türkiye vatandaşlarının ilgisini her yıl daha fazla çekmektedir.
Aslında bunu da hak etmiştir, çünkü geçmişindeki Türklük izleri hala
hissedilmektedir.
Türkiye sınırına çok yakın (Dereköy’den
Not: Bu yazı dizisi 15 Ocak 2018
tarihinden itibaren “Edirne Hudut Gazetesi”nde tefrika edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder