OSMANLI ESERLERİNİN İZİNDE
ROMANYA, MOLDOVA VE UKRAYNA
Türk turizm sektörü son yıllarda
büyük atılımlara imza atmış ve vatandaşlarımızı, gezmek ve görmek amacıyla,
Dünya’nın her tarafına götürebilmektedir. Türk insanının artan refah düzeyi ve
ödeme gücü sayesinde, Evliya Çelebi’nin bugünkü torunları “seyyah” bir millet
olduklarını kanıtlamaktadırlar (yakında Japonlara benzeyeceğiz). Büyük
şehirlerdeki turizm şirketleri hava veya denizyolunu kullanarak gezginleri uzak
diyarlara götürüp getirebilmekte. Ancak bu tür gezilerin atraksiyonu hoş
olmasına rağmen öğretici tarih ve coğrafya unsuru yok denecek kadar azdır. Bizler,
Edineli tarihsevenler olarak, atalarımızın ayak bastığı ve kendi
medeniyetimizden izler bıraktığı Avrupa’daki toprakları, bugünkü koşullarda
görmek, yerli halkların hafızasında kalan hatıralara şahit olmak için karadan
adım adım ilerleyerek Balkanları, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini dolaşmayı
tercih ettik. Beş yıldan beri bu ana amaç doğrultusunda, her yıl farklı tur
(gidiş-dönüş) güzergahında, Osmanlı tarihinde söz edilen yerleri tek tek
dolaştık.
Yılda bir kez,
ilkbahar aylarında (nisan-mayıs) bir hafta süreyle (6 gece, 7 gün), otobüs ile
planlı programlı turlar düzenledik. Bu hususta Edirne’nin coğrafi konumu ve
karayolu sınır kapılarına yakınlığı bize önemli avantajlar sağladı. Yüzyıllar
önce haftalar ve aylar süren ünlü Osmanlı seferlerinin ulaştığı azami
mesafeleri bugünkü asfalt yollarda birkaç günde kat etmek mümkündür. Burada en
büyük engel, bugün siyasi olarak parçalanmış bulunan eski Osmanlı coğrafyasında,
sınır kapılarında beklemek, pasaport ve gümrük kontrollerinden geçebilmektir
(Evliya Çelebi böyle sıkıntılar çekmemişti). Ağırlıklı olarak emekliler ve orta
yaşlılardan ibaret grubumuz sadece gündüzleri hareket halinde olup, çevreyi
tarihi ve coğrafi özellikleriyle izleyebiliyor (bazı büyük yerleşim yerlerinde
panoramik şehir turu ekleniyordu), geceleri muhakkak hotellerde dinleniliyordu.
Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı da hotelde alınıyordu.
2017 yılı
tarih ve coğrafya gezimizi kuzey istikametinde gerçekleştirdik [Edirne Fatihi
Sultan 1. Murat Hüdavendigar’ın tarifiyle “sağ kol” fetihlerinin ulaştığı uç
diyar “Podolya Eyaleti”nin merkezi Kamaniçe
(Batı Ukrayna’da Kamyanets-Podilski)
şehrine kadar].
Gidişte
Bulgaristan’ı tranzit geçtik (~300 km) ve ilk gecemizi Romanya’nın başkenti
Bükreş’te geçirdik. İkinci günümüzde Romanya topraklarındaki Osmanlı tarihi ile
ilgili yerleri ziyaret ettik (esas amaç “1711 Prut Muharebe alanı” idi) ve eski
Boğdan başkenti Yaş (İaşi) şehrinde konakladık. Üçüncü günümüzde Fatih Sultan
Mehmed’in Boğdan seferinde (1476) kazandığı “Akdere (“Valea Alba”) Muharebe” yerindeki Războieni Manastırını
ve tarihi Suçava (Suceava) kentini gördükten sonra Ukrayna topraklarına girdik,
1672’de fethedilmiş olan Hotin Kalesini ve Kamaniçe’yi ziyaret ettik.
Dönüşte
bugünkü Moldova Cumhuriyetini kuzeyden güneye katettik, başkent Kişinev’i
gördük, 1992’den beri Rus ayrılıkçıların kendine has bağımsızlığı olan
Transnistria (Pridnestrovian Moldavian Republic - PMR) özerk bölgesinden
tranzit geçerek Odesa’ya ulaştık. Beşinci günde Odesa Oblastı (Bölgesi)
sınırları içinde kalan Akkerman (Bilhorod-Dnestrovskyi) ve İsmail (İzmail)
Kalelerini gördükten sonra Romanya’nın İbrail (Brăila) şehrinde konakladık.
Altıncı günde Tuna Nehrini Boğazköy (Cernavodă) Köprüsünden geçerek Mecidiye’de
mola verdik, Silistre üzerinden Bulgaristan’a girdik ve son gecemizi Varna’da
geçirdik. Son günümüzde de Karadeniz kıyısı boyunca Nesebır ve Burgaz üzerinden
Hamzabeyli sınır kapımıza ulaştık ve Edirne’ye döndük.
Tuna Köprüsü: Romanya’ya ayak basarken
Tuna Nehri (Bulg: Dunav; Rum:
Dunarea; Rus: Dunay) hem Avrupa’nın en önemli akarsuyu, hem de Osmanlı
fatihlerinin ülküsüdür (Türklerin Tuna’da atlarını sulaması kutsal ibadet
sayılmıştır). Almanya’nın güneyindeki Schwarzwald (Karaorman) Dağından kaynak
alan Tuna nehri
Hem Bulgaristan, hem de Romanya Avrupa Birliği üyesi
(2007) oldukları için tek bir yerde pasaport ve gümrük kontrolü yapmaktalar.
Tuna “Dostluk” Köprüsü aynı zamanda iki ülke arasında sınır geçiş noktası
sayılır, fakat pasaport-gümrük sahası Romanya tarafındadır. Nispeten daha uygar
davrandılar ve fazla oyalamadılar.
Yergöğü (Giurgiu
= Curcu, Bulg: Gürgevo) Tuna kıyısında, Rusçuk karşısında, 54 bin nüfuslu sınır
ve liman kentidir. 14. yüzyılda Cenevizli tacirler tarafından “San Giorgio”
adında (→ Giurgiu) liman, iskele ve depolar kurulmuş, 1420’de Osmanlıların
eline geçmiştir. Tuna Nehri’nin sol yakasında olmasına rağmen, ileri karakol ve
önleyici savunma amacıyla, hep Osmanlı idaresinde kalmıştır. Burada stratejik
önemli “Yergöğü Kalesi” inşa edilmiş ve sürekli garnizon bulundurulmuştur.
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşında Rusların eline geçince söz konusu kale
yıktırılmış. Romanya’nın en eski demiryolu Giurgiu-Bucureşti (
Romanya (Romania) topraklarının az bir
kısmı Balkanlarda, çoğu Doğu Avrupa’da sayılır. Yüzölçümü 238 bin km2 ,
nüfusu 19,5 milyondur. Önemli azınlıklardan % 6,5 Macarlar, % 3,3 Çingeneler,
% 2 Ukraynalılar. Türkler % 0,15 (32 bin) ve Tatarlar % 0,11 (24 bin) eski
Osmanlı toprağı olan Dobruca’da (Köstence ve Tulça İlleri) yaşarlar, başkente
ve bazı büyük şehirlere de göç etmişlerdir.
Ortodoks Hıristiyan olan Romenler bu dini Bulgarlar
üzerinden Constantinopolis Patrikliğinden almışlar (ilk dinî kitapları Kilise
Slavcası imiş) ve uzun yıllar doğrudan Fener Patrikanesine bağlı olarak
kalmışlar, fakat bugün kendi Patriği (1925’ten itibaren) olan bağımsız Ortodoks
Kilisesi (1885) sayılırlar. Bulgaristan ile birlikte NATO’ya girmişler (2004)
ve Avrupa Birliği’ne (EU) 2007’de alınmışlar, fakat Shengen bölgesine ve Euro
bölgesine henüz alınmamışlardır.
Romanya’nın trafik kodu RO, telefon kodu +40, para
birimi Lei (kur 1 €= 4,51 lei veya 1 $= 4,25 lei), kişi başı gelir 9,000 $
civarındadır. Yönetim şekli Üniter parlamenter cumhuriyettir. Önemli turistik
destinasyonları vardır (Karadeniz kıyısı, Tuna Deltası, Karpat Dağlarında kayak
merkezleri, SPA hotelleri ve kaplıcaları). En büyük şehirleri:
1)
Bükreş (Bucureşti)
1,883 bin 8) Kalas (Galaţi) 249 bin
2)
Cluj-Napoca 324 bin 9) Ploeşti 209 bin
3)
Temeşvar (Timişoara)
319 bin 10) İbrail (Brăila) 206 bin
4)
Yaş (Iaşi) 290 bin 11) Varad (Oradea) 201 bin
5)
Köstence (Constanţa)
283 bin 12) Arad 159 bin
6)
Craiova 269 bin 13) Piteşti 155 bin
7)
Braşov 253 bin 14) Zibin (Sibiu) 147 bin
Resmi dil olan “Rumence” Latinceye
akraba olup, Latin alfabesiyle yazılır. Bugünkü Rumenler üstün kültürlü
geçmişlerine ve dil-sanat bakımından Roma İmparatorluğunun mirasçısı
olduklarına inanırlar, o dönemin tarihini ve edebiyatını okuturlar, Fransa ve İtalya’ya
karşı hayranlık beslerler (Örneğin Bükreş “Küçük Paris”tir). Oysa Roma
İmparatorluğu’nun “Dacia Eyaleti” yalnızca M.S. 105 ilâ 270 yılları arasında
var olmuş ve sadece Batı Romanya topraklarını kapsamıştır. Ne var ki, ünlü
“Kavimler Göçü” asırlarında bu topraklara birbirinden farklı onlarca kabile
(Gotlar, Hunlar, Avarlar, Alanlar, Sarmatlar, Peçenekler, Kıpçaklar, v.s.)
yerleşmiş, muazzam karmaşık bir “etnik mozaik” ortaya çıkmıştır. Aralarında
anlaşabilmek ve alış-veriş yapabilmek için “lingua franca” (ortak ticaret dili)
olarak Romalıların Latince’sini kullanmışlar ve zamanla hepsi Ortodoks
Hıristiyan dininde kaynaşmışlardır. Dillerinde bol bol Slavca ve Kıpçakça
unsurlar vardır.
“Romania” oldukça yeni bir devlet adıdır (1866’den itibaren). Daha önceleri bu topraklarda birbirinden ayrı üç prenslik (voyvodalık) hüküm sürüyor ve aralarında mücadeleler eksik olmuyordu:
1) Wallachia (Osm: Eflâk); 1394-1859 arası Osmanlı vasalı
2) Moldavia
(Osm: Boğdan); 1457-1859 arası Osmanlı vasalı
3) Transylvania
(Osm: Erdel); 1541-1699 arası Osmanlı vasalı
Wallachia (Vlahlar veya Ulahlar) Karpat
Dağları ile Tuna Nehri arasındaki düzlükleri kapsıyordu (doğu kısmı “Muntenia”,
batı kısmı “Oltenia”). Osmanlılar bunlara “Eflak”
(Vlah’ın Arapça çoğulu) dediler. Bu prenslik, Macaristan Krallığına tâbi olarak,
Kuman asıllı kabile reisi İvanko Basaraba tarafından 1330 yıllarında
kurulmuştu. 1388 yılında Tuna kıyılarına ulaşan Osmanlılar, Yıldırım Bayezid
döneminde, tedricen Bulgar Krallıklarını ilhak edince (1393 Tırnova Krallığı,
1396 Vidin Krallığı, 1398 Karvuna Despotluğu) Eflak Prensliği ile sınırdaş
oldular. O yıllarda Eflak Prensi olan “Büyük Mirça” = Mircea
I cel Mare [veya “Yaşlı Mirça” = Mircea cel Bătrân] (hd. 1386-1395 ve
1397-1418) Osmanlılarla çok mücadele etmiş ve 1394’te bağımlı olmayı kabul
etmişti. Sonradan “Fetret Dönemi” kargaşalarından faydalanmış, fakat sonunda 1.
Mehmet (Çelebi) döneminde, 1416’da, yıllık 3000 altın haraç ödemeyi ve asker
vermeyi yeniden kabul ederek bağımlı (vasal) devlet statüsüne geçmiştir [Fakat
Tuna’nın kuzeyine Müslüman yerleştirilmeyecek ve cami inşa edilmeyecekti!]
Mirça’nın oğlu 2.
Vlad Dracul (“Şeytan Voyvoda”= Drakula) da Sultan 2. Murad ile, ve torunu 3. Vlad Ţepeş (“Kazıklı Voyvoda”) ise
Sultan 2. Mehmet (Fatih) ile mücadele etmişler, fakat bağımlı olmaktan
kurtulamamışlardır. Eflak Prensliğinin ilk başkenti “Curtea de Argeş” Karpat
Dağlarının yüksek kesimlerinde iken, sonradan bu dağların eteklerindeki
“Târgovişte” (= Pazaryeri) şehrine inmiş, ancak 1698’den sonra “Bucureşti”
(Bükreş) Eflak’ın başkenti olmuştur.
Vlad III Ţepeş
Bükreş (Bucureşti, Bucharest)
Eflak Ovasının ortalarında, Dâmboviţa nehri, göller ve ormanlar arasında Bucur
isimli bir Kıpçak Beyi’nin malikanesi imiş. Vlad III burayı ele geçirmiş (1459)
ve rezidans olarak kullanmaya başlamış. Ancak 240 sene sonra, 1698’de Eflak
Voyvodası Constantin Brancoveanu başkenti kalıcı olarak buraya taşımış. 1862’de
ise Birleşik Prensliğin (Eflak+Moldova) başkenti olmuş. 1. Dünya Savaşını
galipler cephesinde bitiren Romanya savaş sonrası olağanüstü genişlemiş,
Trianon Antlaşması (1920) sonucu Büyük Birleşme (Eflak+Moldova+Transylvania)
gerçekleşmiştir. Osmanlı-Avusturya ve Osmanlı-Rus savaşlarında defalarca işgal
edilmiştir. 1. Dünya Savaşı esnasında (1916-18) Alman ve Osmanlı askerleri
tarafından ele geçirilmiş (“Türk Şehitliği”), 2. Dünya Savaşında Sovyet işgali
yaşamıştır. Nüfus 1,883,000 (banliyöler ile 2,270,000), rakım 55 –
Güneyden Bükreş’e 5 No.lu ışından girince, “Piaţa
Eroii Revoluţei” meydanında, “Bellu Cemetery” mezarlığı karşısındaki binalar
arasında, arka planda bir cami minaresini fark ettik. Yaya olarak dolaştık ve
“Constantin Mănescu” caddesinde “Hünkâr Karol Camii”ni (Karl-Hunchiar-Moschee)
ziyaret ettik. Romanya müftülüğünün de burada olduğu anlaşıldı, fakat tatil
günü olduğu için her yer kapalı idi. Dışarıdan izlemekle yetindik.
Bu camiyi esasında ilk Romanya kralı 1. Karol (Alman
asıllı Hohenzollern-Sigmaringen prensi Karl) kendi tebaası olan Müslüman azınlık
için 1906 yılında yaptırmış, komünist dönemde 1960’ta tamir görmüş.
Daha 1394 yılında, voyvoda Mirça’nın Yıldırım Bayezid
ile ilk bağımlılık anlaşması yapılırken, Eflak topraklarına Müslüman nüfus
iskân edilmeyecek ve cami yapılmayacak diye önemli bir koşul kabul edilmiş
(daha sonra Boğdan ile de benzer anlaşma çerçevesinde bağımlılık anlaşması
yapılmış). Bu nedenle bugünkü Romanya topraklarında Osmanlı eseri cami
bulunmamaktadır (sadece 1878’den sonra Romanya’ya ilhak edilen Kuzey Dobruca’da
ve Osmanlı’nın Tuna nehrinin öteki kıyısında elinde tuttuğu müstahkem kalelerin
içinde [Adakale, Severin, Turnu Măgurele, Giurgiu, Brăila] garnizon camileri
bulunmuştur).
Bükreş camiini gördükten sonra, 6 No.lu batıya giden ışında, Ghencea caddesi 33 No’da yer alan “Türk Şehitliği”ni ziyaret ettik. Birinci Dünya Savaşında, 1916-18 arası Romanya cephesine gönderilen 6. Kolordu askerlerinden şehit düşenler için 1932’de Büyükelçi Hamdullah Suphi Tanrıöver’in girişimiyle yapılmış, 1969’da Başbakan Süleyman Demirel’in ziyareti sonrası esas onarım geçirmiştir. Bugün hâlâ genişlemekte olan Bükreş’in merkezi yerinde kalmış, bakımlı ve yeşillikler arasında ferah görünümdedir (keşke yurtdışındaki bütün şehitliklerimiz böyle olsa). Bükreş’te ikamet eden Türk asıllı Müslümanlar da buraya gömülmekteler.
Hava kararmadan önce otobüsle şehrin merkezi bölgesinde panoramik bir
tur attık. Romenler de Hıdrellez (yani “Sfantu Gheorghe” gününü) kutluyorlar,
bazı caddeler trafiğe kapatılmış ve halk sokaklarda eğleniyordu. Yerli halkın
ilgi göstermemesine rağmen, yabancı turistler merak ederek, komünist dönemde
inşa edilen gösterişli büyük Parlamento Binasını fotoğraflıyorlardı. 1983-89
yılları arasında komünist diktatör Nicolae Ceauşescu (Çavuşesku) tarafından
yaptırılan bu 12-katlı, 1100 odalı muazzam yapı “Çavuşesku Sarayı” olarak
bilinmektedir. 25 yıl (1965-1989 arası) Romanya’yı demir yumrukla yöneten bu
megaloman ve zalim diktatör, 25 Aralık 1989’da (Noel gününde), eşi Elena ile
birlikte yakalanmışlar ve Tărgovişte’de idam edilmişlerdi (mezarları Bükreş
“Türk Şehitliği”nin karşısındaki Ghencea Ortodoks Mezarlığında imiş).
Ertesi gün, Pazar sabahı, hotelde aldığımız kahvaltı
sonrası, hâlâ tatil rehavetinde olan Bükreş’in tenha caddelerini kat ederek,
kuzeydoğu istikametinde uzanan 2 No.lu (E85) anayola girdik. Fokşan’a kadar,
Ülkenin önemli ulaşım yolu olan DN 2 / E85 aslında ne
otoban, ne de bölünmüş yoldu. Sadece iki şeritli, fakat virajları olmayan
düzgün asfaltlanmış kaliteli bir ana yol idi. Buzău, Rămnicu Sărat ve Focşani
şehirlerini tranzit geçerken Osmanlı tarihinden bu bölgede yaşanan iki büyük
bozgunu hatırlattık: 230 yıl önce (1787-92 Savaşı) Rusya ve Avusturya
İmparatorlukları ayrı ayrı zayıf Osmanlı Devletine karşı batıda ve doğuda saldırıya
geçmişler ve 1789’da birleşerek hızla Eflak Ovasına girmişlerdi. 14 Temmuz 1789’da
Büyük Fransız İhtilâli dünyayı sarsarken, Eflak Ovasının kuzeyinde önce Fokşan Mağlubiyeti (1 Ağustos 1789),
sonra Boze (yani Buzău) Mağlubiyeti (22 Eylül 1789) [Rus ve
Batı kaynaklarında “Rymnik”, yani Rămnicul Sărat nehri] Osmanlı Devletini
çaresiz bırakmıştı. Aslında Rusya’ya karşı savaşı ilân eden 1. Abdülhamid
1787-88 yıllarındaki kayıplara üzülerek felç geçirmiş ve 7 Nisan 1789’da
İstanbul’da vefat etmişti. Onun yerine tahta çıkan yeğeni 28-yaşındaki Sultan
3. Selim ısrarla savaşın sürdürülmesini istemiş ve söz konusu büyük bozgunlar
Eflak topraklarında yaşanmıştı. Bu bahtsız savaş, ancak 1791’de önce Avusturya
ile imzalanan Ziştovi Antlaşması (4 Ağustos 1791) ve beş ay sonra Rusya ile
imzalanan Yaş Antlaşmasıyla (9 Ocak 1792) sona ermiş, Kırım Hanlığının kaybı
tescillenmiş, Dinyester nehrinin doğusu Rusya’ya geçmiştir.
Fokşan (Focşani, nüfus 97,000) aslında tarihi Eflak topraklarının serhat şehridir. Aynı dili ve aynı dini paylaşan iki kardeş prensliğin birleşmesinde önemli rol oynamış, bazı ortak kurumlar (Adliye) burada yer almıştı. “1859 Wallachia-Moldova Birleşme” Meydanındaki dikilitaş (Union Square Obelisk) bu şehrin simgesidir. Fokşan, Doğu Avrupa’nın en aktif deprem bölgesinin (“Vrancea”= Vrança İli) idari merkezidir. 19. yüzyılda Doğu Avrupa’da yaşayan Yahudilerin de önemli örgütlenme merkezi olmuş, 1881’de ilk Zionist Congress burada yapılmıştır.
Moldova (Moldavia veya Ţara Moldovei) Karpat Dağlarının doğusunda yer alan ve Dinyester (Nistru, Osm: Turla) nehrine kadar uzanan engebeli bir platonun adıdır. Tuna ile Turla nehirleri arasında Karadeniz’e kıyısı vardır. Burada kurulan ilk beylik (1346, Principatul Moldovei) Karpat Dağlarından doğan Moldova nehrinden ismini almış, fakat Osmanlılar, ilk hükümdarlarından olan 1. Bogdan (= Tanrıverdi) nedeniyle Boğdan veya Karaboğdan demeyi tercih etmişlerdir. Moldovanlar da Eflâk’taki Ulahlar gibi Latince kökenli Rumence konuşurlar, Latin alfabesi kullanırlar ve koyu Ortodoks Hıristiyan sayılırlar. Dildaş ve dindaş olmalarına rağmen yüzyıllarca birbirine rakip iki ayrı beylik olmuşlar [Osmanlı bu nedenle bunlara “Memleketeyn” (yani ikil sayı durumu) demiştir], ancak 19. yüzyılda Avrupa’daki milliyetçilik ve güçlü birleşik devlet (Almanya, İtalya gibi) olma bilinciyle 1859’da her iki prensliğin Meclisleri tek bir voyvodayı (Moldova asıllı Alexandru İoan Cuza) seçmişler, süzeren sayılan Osmanlı Sultanı Abdülmecit de onaylamıştır. 1862’de ortak bir anayasa ile hukuken ve fiilen “birleşik prenslik” statüsüne geçmişler, 1866’da “Romania” adını almışlar, Bükreş birinci başkent, Yaş ikinci başkent sayılmıştır.
Osmanlı’nın Boğdan ile irtibatı daha geç olmuştur – 1420 yılında 1. Mehmet (Çelebi) ilk defa Boğdan topraklarına girmiş ve Tuna Deltasındaki Kili (Chilia) Kalesini başarısız kuşatarak geri dönmüştür. Boğdan Prensliği kurulduğundan beri Lehistan (Polonya+Litvanya) ve Macaristan baskısı altında kaldığı için 1457 yılında voyvoda Petru Aron, yıllık 2000 altın haraç karşılığında Osmanlı himayesine sığınmıştır. Bunun halefi Ştefan III cel Mare (“Büyük Ştefan”) (hd. 1457-1504) haraç ödemeyince Rumeli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa kış ortasında Boğdan topraklarına girmiş, fakat 10 Ocak 1475 tarihinde Vaslui yakınlarındaki Racova (Podul İnalt) Muharebesinde korkunç bozguna uğratılmıştır. Ertesi yıl, bizzat Fatih Sultan Mehmet Boğdan Seferine çıkmış ve 26 Temmuz 1476 tarihinde Razboieni yakınlarında Akdere (Valea Alba) Muharebesinde Ştefan’ı yenmiş ve başkent Suceava (Suçiova)’yı yağmalamıştır. “Büyük Ştefan” tekrar Osmanlı’ya tabi olmuş ve kendi ülkesinde kilise onu “aziz” ilân etmiştir.
Fatih’in oğlu 2. Bayezid 1484 yılında Kili (Chilia)
ile Akkerman (Cetatea Alba) kalelerini ve aradaki “Bucak” (Budjak) arazisini fethederek Boğdan’ı Karadeniz kıyısından
mahrum bırakmış, fakat Kırım Hanlığı ile karadan bütünleşmeyi sağlamış, söz
konusu Budjak (Bucak) topraklarına Nogay Tatarlarını yerleştirmiştir [bu
seferden alınan ganimetlerle Edirne’deki Külliyesini inşa ettirmiştir]. Onun
torunu Kanuni Sultan Süleyman da 1538 senesinde Boğdan Seferine çıkmış ve
Dinyester kıyısına Mimar Sinan eseri ünlü Bender Kalesini (bugün Tighina]
yaptırmıştır.
Moldova’nın
makûs talihi: Osmanlı tarihinden bildiğimiz Boğdan Voyvodalığı (Batılı
kaynaklarda Moldavia Prensliği) kurulduğunda oldukça geniş araziye (yaklaşık
100 bin km2) sahip iken, güçlü komşularının (Litvanya, Polonya,
Macaristan, Osmanlı ve sonradan Rusya’nın) tecavüzleri sonucu küçülmüş ve
bölünmüştür. Şöyle ki, Karadeniz’e sahili olan Budjak arazisini 1484’te Osmanlı
Devleti gaspetmiş, 1538’de Bender’e kadar genişletmiştir. 1774’te Avusturya
kuzeydeki Bukovina’yı ilhak etmiş, 1792’de Dinyester Nehrinin doğusunda kalan
Transnistria Rusya’ya verilmiştir. 1812’de gene Rusya, Prut nehrinin doğusunda
ve kuzeyinde kalan Bessarabia topraklarını ilhak etmiş (Budjak arazisi
Bessarabia’nın güney parçasıdır) ve bir daha geri vermemiştir. 1859’da
Wallachia ile birleşen Batı Moldova bugünkü “Romanya’nın Moldova”sı
sayılmaktadır. Bu nedenle Romanya Krallığı, Birinci Dünya Savaşı sonunda ve
İkinci Dünya Savaşı başında eski Moldova topraklarını işgal etmişse de Sovyet
Rusya’nın galip gelmesinden sonra çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Günümüzde
iki Moldova vardır: Romanya Moldovası ve ayrıca yeni bağımsızlığını ilan etmiş
(1991) “Moldova Cumhuriyeti” (eski Moldavia Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti). Bu
esnada Transnistria’da yaşayan Ruslar da 1992’de bölücülük yaparak kendi özerk
bölgelerini bağımsız idare etmeye başlamışlardır.
Fokşan’dan sonra Putna nehrini geçince, tarihi Boğdan
(Moldova) topraklarına girmiş sayıldık. Peyzaj değişti, arazi gittikçe hafif
engebeli oldu, sol tarafta Karpat Dağları net seçilebiliyordu. Fakat
“Monumentul
Podul İnalt” Anıtı (1975)
1475’te Racova Muharebesinde Rumeli Beylerbeyi Hadım
Süleyman Paşa’ya karşı kazanmış olduğu zafer anısına, 500 yıl sonra 1975
yılında dikilmiş olan anıt ve çevre düzenlemesi görülmeye değer idi (keşke
çağdaşı olan Fatih Sultan Mehmet için de Edirne’de böyle etkileyici anıt
dikilebilseydi!).
Geri dönerek tekrar E581 yoluna girdik ve daha
tepelikli ormanlık alanda ilerleyerek Huşi
şehrine (nüfus 33 bin) ulaştık. Gerçekten huş ağaçları arasında,
Belediye düzeyinde büyükçe bir köy olan Stănileşti, Pazar gününün rehaveti
içinde tenha ve sessiz idi. Belediye ve müze binası kapalıydı. Yolda
görebildiğimiz gençlere 18-22 Temmuz 1711 yılındaki “Prut Muharebesi”nin [Rum: Bătălia
de la Stănileşti] yerini sorduk. Çoğu omuz silkeledi, sadece sağlık ocağından
çıkan hemşire, köyün doğusunda
Fakat “şanlı” tarihimizin bu büyük zaferini
hatırlatan dikili bir taş dahi bulunmuyordu. Oysa Romanya’nın başkentinde ne
güzel bir Türk Şehitliği vardı. Osmanlı atalarımızla iftihar ettiklerini
söyleyenler buralara uğramamışlardı. Sivil ve askeri tarihçilerimizin de
geldiklerinden emin değilim. Bu köydeki tek anıt 1916-19 arası, Birinci Dünya
Savaşında ölen yerli askerler için dikilmişti (buna benzer anıtlar geçtiğimiz
her yerleşim yerinde vardı). Ancak köyün adı Stănileşti “ordugâh” anlamındadır
ve daha erken gelerek sağlam zemin seçen Osmanlı ordusunun kumandası muhtemelen burada konuşlanmıştı.
Tekrar Huşi’ye döndük ve E581 yolunda
Yaş (İaşi)
Romanya’nın yedi tepeye kurulu 4-üncü büyük şehri (nüfus 290 bin, banliyölerle
467 bin; rakım
Yaş’ta
konakladıktan sonra, ertesi gün batı yönünde 28 No.lu yolda
Tekrar 2 No.lu (E85) ana yoluna döndük ve
kuzeybatıya, yani Boğdan’ın eski başkenti Suçava’ya
(Suceava, Suçiova; nüfus 105 bin, rakım
Suçava’dan sonra kuzeye devam ettik, Siret kasabasından sonra üçüncü
kez Siret Nehri üzerinden geçerek Siret /
Sterche sınır kapısından Ukrayna topraklarına girdik. Avrupa Birliği üyesi
Romanya ile Birlik üyesi olmayan Ukrayna arasında ayrı ayrı sınır kontrollerine
tabi tutulduk. Ukraynalıların akıl almaz bürokratik yavaşlığı ve beceriksizliği
bizleri saatlerce bekletti ve zaman kaybına uğrattı. Aslında kötü niyetleri
yoktu, kaba davranmıyorlardı, giremezsiniz demiyorlardı, fakat oradan oraya
gönderiyorlar, umursamaz bir tavırla hiç acele etmiyorlardı. Yıllarca komünist
bir rejim altında yaşamış bu memurlar adeta sorumluluk duygusunu yitirmişler ve
işini kaybetme korkusuyla tanışmamışlardı (böyle bir davranışı daha sonra
Moldova Cumhuriyetinde de yaşadık). Büyük bir gecikmeyle girdiğimiz Batı Ukrayna’da
programımızı kısaltmak mecburiyetinde kaldık.
Önce Ukrayna’ya ait “Kuzey Bukovina”nın başşehri Çernivtsi’yi (Cernăuţi, Chernovtsi, Czernowitz = Karakent) (nüfus 250 bin,
rakım
Şehrin içinden geçen Prut Nehri’ni (Purut,
Pruth, antik adı Pyretus;
Bukovina: Tarihi Boğdan Prensliği’nin, dağlık ve sık kayın ormanlarıyla kaplı kuzey-batı köşesine coğrafi anlamda Bukovina (Slavca: buk = kayın ağacı) denmiştir. Ayrı bir devlet olmamış, karışık etnik gruplar barındırmıştır. Zengin doğal kaynakları nedeniyle Avusturya’nın ve Rusya’nın iştahını kabartmıştır. Önce Avusturya bu bölgeyi 1775’te işgal etmiş ve 1. Dünya Savaşına (1918) kadar yönetmişti. 1920 Trianon Barış görüşmelerinde bölge “Büyük Romanya”ya tahsis edilmiş, fakat 2. Dünya Savaşından önce 1940’ta Sovyetler Birliği “Kuzey Bukovina”yı işgal edip Ukrayna Sovyet Cumhuriyetine dahil etmiştir. Günümüzde Güney Bukovina (başşehir Suceava) Romanya sınırlarında, Kuzey Bukovina ise (başşehir Chernivtsi) Ukrayna topraklarında kalmaktadır.
Transylvania
(Osm: Erdel, Mac: Erdely, Alm: Siebenbürgen) bugün Romanya’nın en geniş
parçasıdır, fakat tarih boyunca hep Macaristan’a ait olmuştur. Hâlâ önemli
miktarda Macar nüfus vardır. Karpat Dağları’nın kavsi arasında kalan yüksek bir
platodur. İklimi serttir, fakat düşman işgallerine karşı yüksek dağlar
tarafından korunmaktadır. Zengin maden kaynakları (altın, gümüş, bakır, demir)
Roma İmparatorlarının gözlerini kamaştırmış ve M.S. 106-271 arası “Dacia” Eyaleti olarak sömürülmüştür.
Sultan 2. Murat zamanında 1438-43 arası zorlu dağ geçitleri aşılarak saldırı
yapılmış, fakat başarısız olarak dönülmüştür. Ancak Kanuni Sultan Süleyman’ın
Macaristan’ı fethinden sonra (1541) “Erdel Voyvodalığı” Osmanlıya tâbi olmuşsa
da, asıl Erdel topraklarına Osmanlı askeri girmemiş ve Müslüman nüfus yerleşmemiştir
[Erdel’in batısında kalan Banat (başşehir Temeşvar, bugün Timişoara) ve Crişana
(başşehir Varad, bugün Oradea) bölgeleri, doğrudan Osmanlı hakimiyetinde
bulunmuş ve eyalet şeklinde idare edilmişlerdir]. Osmanlı’nın çekilmesinden
sonra Erdel Prensliği Avusturya’ya dahil edilmiş ve 1. Dünya Savaşında yenilen
Avusturya’dan Romanya Krallığına (Trianon Barışı,1920) devredilmiştir (Romenler
buna “Büyük Birleşme” derler). Bizim bu gezimize Transylvania (Erdel) dahil
değildi ve Romanya’nın bu bölgesine hiç girmedik.
Çernivtsi
çevre yolundan Hotin tabelasının gösterdiği kavşakta çıktık ve kuzeydoğuya
devam ettik. Hotin tarihi ve coğrafi olarak Bukovina’ya dahil değildi,
Bessarabia’nin kuzeyde yer alan uç noktası sayılırdı. Daha yüksek ve ormanlık
alanda
Boğdan’ın (1457’den itibaren) ve Kırım Hanlığı’nın
(1475’ten itibaren) bağımlı olmasından sonra Osmanlı Devletinin başına yeni
gaileler açılmıştır: Polonya, Litvanya [1569’dan sonra birleşik
“Polonya-Litvanya” konfederasyonu] ve Rusya ile sürekli sorunlar çıkmış, vasal
devletlerini korumak uğruna, Osmanlı Devleti sonu gelmeyen uzun ve yıpratıcı
savaşlara mecbur kalmıştır [6 Osmanlı-Lehistan Savaşı ve 10 Osmanlı-Rus Savaşı
yaşanmıştır]. Ukrayna topraklarında başıboş dolaşan yağmacı Kazakları (Cossacks) hem Polonya, hem de Rusya
kullanmışlar ve saldırtmışlardır. Tabi buna karşılık Osmanlı da Tatar
akınlarını görmezden gelmiştir [Bu akınlarda esir edilen Roksalana sonradan
Hürrem Sultan olmuştur].
1621’de Sultan
2. Osman (Genç Osman), bütün tecrübesizliğine ve kapıkulu askerlerinin isteksiz olmasına rağmen, Hotin Seferi’ne
çıkmış, dört ayda buralara kadar gelmiş, Lehlilerin ve Kazakların elinde
bulunan Hotin Kalesini muhasara etmiş, altı kez hücuma kalkışılmış, fakat kaleyi
ele geçirememiş. Büyük zayiat veren Lehliler ve Kazaklar (Hetman Petro
Konashevych-Sagaidachny ağır yaralanmış ve vefat etmiş), kaleyi Boğdan’a iade
edeceklerine ve Kırım Hanlarına önceden ödemekte oldukları haracı tekrar
ödemeye başlayacaklarına dair söz verince kuşatma kaldırılmış. Ancak İstanbul’a
döndükten sonra bu bahtsız genç padişah (18 yaşında iken) kendi yeniçerilerinin
ayaklanmasıyla tahttan indirilmiş ve Yedikule zindanlarında gaddarca
öldürülmüştür. Bugün kale kapısı önünde, Ukrayna millî kahramanı sayılan Hetman
Sagaidachny anıtı dikilmiş, fakat Sultan Genç Osman ve onun askerlerini
hatırlatan herhangi bir levha dahi bulunmamaktadır.
Ancak 50 yıl sonra, 1672’de Sultan 4. Mehmed’in
Lehistan Seferinde Hotin Kalesi fethedilmiş, Dinyester nehri aşılarak kuzeydeki
Lehistan’a ait Podolia’nın başşehri Kamaniçe (Kamyanets-Podilski) şehri, kalesi
ve çevredeki birçok yerleşim yeri ile birlikte doğrudan Osmanlı Devletine bağlanmış.
Bu sefere (1672 Lehistan Seferi) Sultan 4. Mehmet (Avcı), validesi Hatice Turhan
Sultan ve Hasekisi Gülnuş Sultan da katılmışlar, Kamaniçe’de kalmışlardı. Fakat
4. Mehmed’in yanında seferi idare eden tecrübeli bir serdar Köprülüzâde Fazıl
Ahmet Paşa ve disiplini sağlanmış bir ordu bulunuyordu. Duraklama Devrinin
sonlarında (Köprülüler döneminde) Osmanlı İmparatorluğu yeniden güçlenmiş ve
yeni fetihler kaydetmiştir.
Dinyester
Nehri (Dnister, Rum: Nistru; Osm: Turla; antik çağlarda Tyras) Tuna’dan
sonra gördüğümüz en büyük akarsu idi. Uzunluğu
Podolya
(Podolia, Podilia, eskiden Ponizie) bugün Batı Ukrayna topraklarında
kalan, Moldova’nın kuzeyinde ve doğusunda yer alan, Dinyester Nehri kuzeyinde
ve doğusunda, Güney Bug (Osm: Aksu) nehrinin havzasını içeren coğrafi bölgedir.
Çok verimli “çernozem” (kara toprak) ile örtülü bu platoyu akarsular kanyon
biçimli derin vadilerle (Slavca “doli”) yararlar. Kuzeybatı-güneydoğu ekseni
Kamaniçe (Kamyanets-Podilski,
esk. Petridava, Klepidava) nüfus 102 bin, rakım
Hotin’den sonra Dinyeper nehrini yeni betonarme
köprüden geçtik ve Podolya topraklarına ayak bastık.
Kamaniçe’de Türk
kahvesinin reklamı
Ukrayna’da gerçekleştirilen turistik anket
sonuçlarına göre hem Kamaniçe, hem de Hotin Kalesi ülkenin görülmesi gereken en
önemli “yedi harikası” arasına girmiştir.
Kamaniçe’de konakladıktan sonra, ertesi gün Hotin üzerinden
geri dönüş başladı. Ukrayna ile Moldova Cumhuriyeti arasındaki Mamaliga / Criva sınır kapısından Moldova
Cumhuriyetine giriş yaptık ve kuzeybatıdan güneydoğuya bu küçük ülkeyi bir
günde kat ettik (
Moldova (Moldova Cumhuriyeti)
eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinden olup, 1991’de bağımsız devlet
olmuştur. Bolşevik ihtilalinden önce de Rus Çarlığına bağlı Bessarabia Guberniyası idi. Yüzölçümü
33 bin km2 , nüfus 3,5 milyon, kişi başı gelir 1,712 $. Para birimi
Leu (MDL, kur 1 €= 20,51 MDL;1 $= 20,94 MDL), trafik kodu MD, telefon kodu
+373. Kişi başı gelir bakımından Avrupa’nın en fakir ülkesidir. En önemli
ihracat ürünü şaraptır. Doğu Avrupa’nın şarapçılık diyarı olup, kilometrelerce
uzun yeraltı şarap mahzenleri turistlerin ilgisini çekmektedir. Resmi dil
Rumence, resmi din Ortodoks Hıristiyan. Rus Ortodoks Patrikliğine bağlı
Kişinev’de özerk Metropolitlik olduğu gibi, Romanya Ortodoks Patrikliğine bağlı
kilisler ve Lipovan (Old Rite Russian Orthodox) kiliseleri de bulunur. Nüfusun %
13.8’i Ukraynalı, % 13’ü Rus, % 3,5 Gagauz, % 2 Bulgar, % 1,5 Musevi. Müslüman
çok azdır, toplam 2,000 civarında (Liga İslamica din Moldova). Başkent
Kişinev’de bir cami yeni inşa edilmiştir. En büyük şehirleri:
1) Kişinev (Chişinău) 723 bin nüfus
2) Tiraspol 148 bin (özerk Transnistria Cumhuriyetinin
başkenti)
3) Bălţi 144 bin
4) Tighina (Bender) 93 bin (Moldova ile Transnistria arası
neutral bögede)
5) Ribniţa 50 bin (özerk
Transnistria Cumhuriyeti yönetiminde)
Moldova Cumhuriyetinin Prut Nehrini takip eden batı sınırı Tuna
Nehrine kadar ulaşır. Tuna kıyısında
Moldova
Cumhuriyetinden tranzit geçiş güzergahımız
Sınırda hemen sonra Lipcani kasabasından
geçtik. Lipcani (nüfus 5,500)
ülkenin kuzeybatısında küçük bir kasaba olup adını buraya yerleşen Lipka Tatarları’ndan almıştır. 15.-17.
yüzyıllar arası Kırım Tatarlarından Litvanya’ya iltica eden bir topluluktur.
Tatarların Litvanya Grandüklüğüne verdiği isim “Lipka” imiş. Kendi örf ve
adetlerinde, din hürriyeti içinde, kendi köylerinde yaşamışlar, Lehistan
krallarına süvari hizmeti vermişler. Bunlardan küçük bir grup Moldova’nın bu
köşesine yerleşmiş. Briceni (nüfus
9,900) kasabasının 1930’larda % 95’i Yahudi imiş ve Yiddish şivesi
konuşurlarmış. Çoğunluk İsrail’e ve Batı ülkelerine göç etmiş, ancak 50 kadar
Musevi kalmış.
Briceni sapağından sonra M14 yolu ile ülkenin ikinci
büyük şehri Bălţi’yi çevre yolundan dolandık, fakat başkent Kişinev’de mola
verdik. Bu sakin ve sessiz ülkede beklediğimizden daha iyi yollar vardı, insanlar
dünyaya açılmamışlar ve turist pek görmemişlerdi. İhtiyaç molası verdiğimiz
yerlerde alış-veriş yapamıyorduk, çünkü ne evro, ne dolar, hatta Romen lei’si
bile kabul etmiyorlardı. Sadece Moldova lei’si istiyorlardı, fakat başkentte
evro ve dolar kabul edenlere rastladık. Sessizliğin sebebi anlaşıldı –
günlerden “9 Mayıs” idi ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinde (Ukrayna’da ve
Moldova’da) İkinci Dünya Savaşının bitiş günü (Hitler Almanya’sının teslim
olduğu gün) kutlanıyordu. Geçtiğimiz şehir ve köylerde 2. Dünya Savaşında
ölenlerin anıtlarına çelenk konuluyor ve saygı duruşunda bulunuluyordu (Halbuki
Romanya’da 1. Dünya Savaşında ölenlere anıtlar dikilmişti).
Kişinev (Chişinău)
ülkenin başkenti ve en büyük şehridir. Fakat tarihi çok eski değildir. Boğdan
Prensliği yıllarında (1436’da) Bic Nehri yakınlarında manastır olarak kurulmuş.
1812’de Bessarabia toprakları Rusların eline geçince 7 bin nüfuslu bu kasabayı
merkez yapmışlar, “gubernator” (vali) burada ikamet etmiş ve 1900’de nüfus 125
bine ulaşmış. Demiryolları ile çevre bağlantısı sağlanmış ve Osmanlı
İmparatorluğuna karşı askeri ve siyasi üs haline getirilmiş.
Başkentteki moladan sonra bu ülkedeki tek hedefimiz olan Bender’e (R2 yolu,
Transnistria (Transdniestria): Rus Çarlığı yıllarında Dinyester Nehri’nin doğu ve batı yakasına çok sayıda Rus nüfus yerleştirilmiş (Ruslaştırma) ve Bessarabiya Guberniya’sına dahil edilmişler. Sovyet döneminde de Rus asıllılar himaye görmüşler. Sovyetler Birliği dağılınca (1991) Moldova bağımsızlığını ilân etti, fakat Dinyester (Nistru) çevresindeki Ruslar ve Ukraynalılar silahlı mukavemet gösterdiler (burada konuçlanmış olan 14. Rus Ordusu desteğinde) ve ayrılmak istediler (nüfus 550 bin). Sonunda 1992’de kendi Cumhuriyetlerini (Pridnestrovian Moldavian Republic - PMR) ilan ettiler. Sadece Rusya (ve Abhazya, Güney Osetya ve Karabağ gibi Rus korumasındaki tartışmalı “devletçikler”) tarafından tanındılar (durum KKTC gibi). Rusya aracı oldu, askeri çarpışmalar durduruldu (21 Temmuz 1992), sınır hatları belirlendi, fakat Transnistria şeklen Moldova’ya bağlı olduğunu hâlâ kabul etmedi: ateşkes var, barış yok. Transnistria’nın kendi siyasi yapısı, meclisi, ordusu, polisi ve posta sistemi bulunur. Ekonomisi komünist sisteme dayalıdır. Başşehir Tiraspol (nüfus 148 bin). Bender şehri ise silahsızlanmış hatta yer almakta, fakat dahili kontrol Transnistria milislerindedir. Bu nedenle şehir girişinde durdurulduk, pasaport kontrolünden geçtik, fakat damga vurulmadı. Her bir pasaportun içine birer giriş belgesi kondu, bölgeden çıkışta da söz konusu kâğıtlar alındı.
Şehir merkezini
yağmur altında geçtik ve Dinyester Nehri kenarında, merak ettiğimiz Bender Kalesi’ni otobüsten izledik.
Kale toprak yığınları altındaydı, kazılmamış, restore edilmemişti, fakat yok
edilmemişti. Büyük bir alan kaplıyordu, ortaya çıkartılması için paraya ihtiyaç
vardı, halbuki ateş hattında, tartışmalı sınırda kalakalmıştı. Oysa orijinal
Osmanlı kalesiydi, Kanunî Sultan Süleyman emretmiş, Mimar Sinan projelendirmişti.
Şimdi yaban ellerde kalmış, restorasyonu için kimse emek ve para sarf etmek
istemiyordu. Geçmiş olduğumuz diğer kaleleri Osmanlı sadece fethetmiş, onarmış
ve kullanmıştı, fakat ilk inşaatları ona ait değildi.
Bender Kalesini gördükten sonra Dinyester köprüsünden doğuya geçerek
Transnistria topraklarında
Ukrayna
(Ukraine) [Slavca: “u + kraine” (uç, serhad), yani Moskova’ya göre]
ziyaret ettiğimiz en büyük ülkedir (iki kez girip çıktık), fakat kuzeybatıda ve
güneybatıda sınırlara yakın sadece iki bölgesini gördük (Romanya’nın kuzeyinde
Çernivtsi + Kamyanets-Podilskyi ve Moldova’nın doğusunda, Karadeniz kıyısında
Odesa Oblastı). Yüzölçümü Türkiye’ye yakın büyüklükte [603 bin km2,
nüfus 45 milyon, dil Ukraynaca (Rusçaya yakın, Kiril alfabesiyle yazılır), din
Ortodoks Hıristiyan (Kiev’de kendi Patrikaneleri vardır), para birimi:
hryvni,UAH (kur 1€=28,5 UAH; 1 $= 27 UAH), trafik kodu UA, telefon kodu +380,
kişi başı gelir 8230 $. Karadeniz’in kuzeyindeki geniş düzlükleri ve verimli
ovaları, daha kuzeyde ise akarsuları bol ormanlık arazileri kapsar. Avrupa’nın
en geniş tahıl ambarı ve zengin kömür-demir yatakları (Krivoy-Rog) sayesinde
istilâcıları hep celp etmiştir [Örn. Hitler]. Tarih öncesi ilk tarımcı neolitik
insanların yaşadığı bu topraklar, “kavimler göçü” asırlarında Orta Asya’dan
Avrupa’ya ve Balkan Yarımadasına giden farklı kabilelerin ana geçit yeri
olmuştur (bu kabilelerin çoğu Türkî kökenlidir – Hunlar, Avarlar, Bulgarlar,
Oğuzlar, Peçenekler, Kumanlar, Tatarlar; veya Ural kökenli - Macarlar).
1240’tan sonra Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci Han’a bağlı Moğollar “Altın Ordu
Devleti”ne dahil etmişler, bu devletin parçalanmasından sonra Kırım Hanlığı’nın egemenliğinde
kalmışlardır [Moğolların Orta Asya’dan topladıkları askerlerin çoğunluğu bir
Türk şivesi olan Tatarca konuştukları için Avrupa bunlara “Tatar” demiştir].
Fakat kuzeydeki Hıristiyan devletlerin [önce Litvanya (1392), sonra Polonya
(1430), sonunda Rusya (1792)] güçlenmesiyle, 15. yüzyıldan sonra Kırım Hanlığı
Osmanlı’nın desteğine ihtiyaç duymuş, bağımlı devlet olmuş (1475) ve 300 yıl dayandıktan
sonra, Osmanlı’nın zayıflamasıyla, 1783’te Rus istilâsıyla ortadan kalkmıştır.
2014 yılından beri Ukrayna, bölücü güçlerin (bir taraftan Rusya, bir taraftan Batı) etkisi altında parçalanma sürecinde can çekişmektedir [1992’de Transnistria bölgesi Moldova Cumhuriyetinden koparılırken çok sayıda gönüllü Ukraynalı, buradaki bölücülerin yardımına koşmuştu!].
Ukrayna
krizi (2014): Kaybedilen topraklar
(Kırım, Donetsk-Luhansk)
Bugün Ukraynalıların “atalarımız” diyerek gururlandıkları Kazaklar
(Cossacks) vakti zamanında hem Lehlilerin, hem de Rusların yanında çarpışmışlar
ve Osmanlı tebasına en acımasız muamele eden çapulcu birlikler olmuşlardır
[1829 ve 1878 Edirne işgallerinde halka ve camilere çok zarar vermişlerdi].
Özellikle Odesa Oblastı’nın
toprakları (Yedisan ve Bucak) uzun yıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun ve
Kırım Hanlığı’nın idaresinde kalmıştı. 1792’de Yedisan, ardından 1812’de Bucak
(tüm Besarabya ile birlikte) Rusya’nın eline geçmişti.
Yedisan (Edisan): Bugünkü
Ukrayna’nın güneyinde, Karadeniz’e kıyısı olan, Dinyester (Turla) ile Dinyeper
(Özi) arasındaki topraklarda, yedi Tatar kabilesinin at koşturduğu düzlüklere
verilen coğrafi isimdir. Kırım Hanlığına bağlı idiler ve savaş seferberliğinde
Osmanlı’nın yanında etkili süvari birlikleri oluşturuyorlardı. Bugün Odesa ve
Mykolaiv Bölgelerini kapsamaktadır.
Bucak (Buzak, Budjak): Tuna Deltası ile Dinyester (Turla) halici
arasındaki step görünümlü araziye Osmanlı “Bucak” demiştir, çünkü “Bucak
Tatarları”nı (Nogay Tatarları) buraya yerleştirmişti ve savaşlarda gözü pek
amansız atlı güç sayılıyorlardı. 1484’te 2. Bayezid Osmanlı topraklarına
katmış, 1812’de Ruslar el koymuşlar ve Bessarabia Guberniya’sına dahil
etmişlerdi.
Kazaklar (Cossacks, Ukr: Kossak, Rus: Kazak, Osm: Kazak): 14.-15.
yüzyıllarda, Ukrayna’nın ve Güney Rusya’nın sahipsiz topraklarında ortaya
çıkan, Doğu Slav dili konuşan ve Ortodoks Hıristiyan olan etnik topluluk. Hazar
kökenli yerlilerin Slavlarla karışmasından türedikleri tahmin edilmektedir.
Kıpçak dilinde “kos-sak” (hür adam) anlamına geliyormuş. Herhangi bir devletin
egemenliğini kabul etmeyen, askeri liderlerini (hetman, ataman) seçimle
belirleyen, son derece savaşçı ve özgür
ruhlu, başıboş bireylerden meydana geliyormuş. 1648’de bir siyasal çatı
(Hetmanate of Bohdan Khmelnytsky) altında birleşmişler, sık sık taraf
değiştirmişler, bir ara Osmanlı Devletine tabi olmuşlar (Hetman Doroşenko,
Hetman Yurii Khmelnytsky), sonunda Rus Çarlığının hizmetinde, özel haklara
sahip asker sınıfı statüsünde, Bolşevik Devrimine kadar var olmuşlar. Kızıl
Ordu tarafından yenilmişler ve dağıtılmışlardır (1918-1920).
Ukrayna’nın en büyük şehirleri:
1) Kiev (başkent) - 2,814 bin 6) Zaporizhia - 772 bin
2) Harkov (Kharkiv) - 1,440 bin 7) Lvov (Lviv) - 760 bin
3) Odesa (Odessa) - 1,003 bin 8) Kryvyi Rih - 654 bin
4) Dnipropetrovsk - 1,001 bin 9) Mykolaiv - 498 bin
5) Donetsk - 962 bin 10) Mariupol - 486 bin
Odesa (Odessa): Yedisan toprakları ele geçirildikten sonra, 2 Eylül
1794 tarihinde Çariçe 2. Katerina’nın emriyle, Prens Potemkin tarafından
kurulmuş, Avrupa’dan mimarlar getirilerek şaşaalı biçimde planlanmış ve “Yeni
Rusya”nın (Novorussiya’nın) Karadeniz kıyısında en büyük ticaret limanı ve
kültür merkezi olmuştur. Daha önce burada Hacı Giray Han tarafından 1440’ta
yaptırılan gözetleme kalesi “Hacıbey” 1529-1792 arası Osmanlı yönetiminde
kalmıştır. Antik Grek tarihi hayranı olan 2. Katerina, kitaplardan okuduğu “Odessos”
Grek kolonisinin buralarda olduğuna hükmetmiş ve “Odessa” adını vermiştir
(Halbuki Odessos’un bugünkü Varna’nın yerinde olduğu sonradan anlaşılmıştır). Milyonluk
bir şehir olan Odesa’yı bir günde gezip görmek mümkün değildi. Osmanlı eseri de
bulunmuyordu, çünkü Ruslar bu toprakları Osmanlı’nın elinden aldıktan sonra
kurulmuştu.
Kırım Tatarlarından buralara yerleşmiş bireyler vardı, fakat onlar da
dağınıktı. Gerçi son yıllarda zengin Arap ülkelerinin dayatmasıyla İslam Kültür
Merkezi ve Arap stilinde cami yapılmıştı (Bükreş’te ve Kişinev’de olduğu gibi),
fakat biz Osmanlı eserlerinin peşine takılmıştık. Odesa’nın hızla büyüyen
Arkadia bölgesinde çok katlı hoteller ve ticari binalar çağdaş bir görüntü
veriyordu (konakladığımız “Gagarin Hotel”i de burada bulunuyordu). Sabah
kahvaltıdan sonra, tarihi liman kıyısında ünlü “Potemkin Merdivenleri”ni gördük
(onarıma alınmışlardı), sonra eski şatafatlı konakları ve sarayları otobüsten
izledik, fakat inanılmaz yoğun ve karmaşık trafik hepimizi bunalttı. Çevre
yoluna çıkarak “
Karadeniz sahiline
paralel güneye doğru yol aldık (T1604 yolu) ve göl büyüklüğündeki Dinyester
(Turla) halicinin kenarındaki Ovidiopol (eski Hacıdere) şehrine ulaştık. Mayıs
ayının verdiği itici güç ile çevre bağlar, bahçeler ve tarlalar coşkun
yeşilliklere bürünmüştü. Halicin kenarını takip ederek Karadeniz’e bağlayan
kanalın (Zatoka) üzerindeki köprüyü geçtikten sonra, halicin batı yakasında bir
yükselti üzerine konumlanmış tarihi Akkerman
(Ukr: Bilhorod-Dnestrovskyi;
Rum: Cetatea Alba) şehrini (nüfus 50 bin) ve ünlü kalesini gördük. M.Ö. 600’de
Grek kolonisi “Tyras”, Slav istilâlarında “Bilhorod”, 14. yüzyılda
Cenevizlilerin “Moncastro”, 15. yüzyılda Boğdan’ın “Cetatea Alba”sı olan bu
kale 1484’te Osmanlı Sultanı 2. Bayezid tarafından fethedilmiş, 1503 yılında
“Akkerman” adını almıştır. 1812’den sonra Rusların eline geçmiş ve sürekli
bakım ve onarım görmüştür. M.Ö. 600’lerdeki Tyras antik kenti arkeolojik
kazılarla ortaya çıkarılmıştı. Şehir bu kale ile ayakta duruyor, çok sayıda
yerli ve yabancı ziyaretçileri var. Kale müze olarak hizmete açık, fakat
düzenlemesi ve sergilediği eserler açısından pek tatmin edici değil.
Muazzam Akkerman
Kalesi (ön tarafta antik Tyras şehri kazıları)
Bucak
bölgesi, Tuna Deltası, Kalas ve İbrail şehirleri
E87/M15 yolunda bizi son derece zorlayan bozuk satıh olmuştur. Savaş
seferberliğinde ve borç içinde olan Ukrayna bu uç arazide yol kaplamasını
onaramamış, yer yer asfalt yenilenmiş olsa da, çoğunluk delikli ve çukurlu
duruyor. Oysa Romanya’dan gelen yoğun bir taşımacılık var, TIR’lar bu inanılmaz
bozuk yolu kullanmak mecburiyetinde kalıyorlar.
Sonunda “Tuna
Deltası” kenarındaki en büyük yerleşim olan İsmail’e (nüfus 84 bin, rakım
Edirneli tarihsevenler
grubu İsmail (Ukrayna) Camii önünde
Eski Kili (Chilia Veche) kalesi Romanya’ya
ait Delta’nın içinde ve harabe halindedir. Bugünkü yeni Kili, Kiлiя, “Chilia
Noua”, karşı kıyıda, Ukrayna’ya ait Bucak arazisinde, sonradan kurulmuş küçük
bir kasabadır (nüfus 20 bin).
Lipovanlar
(= Lippovani, Starovertsi): Rus kökenli “Eski Usul” ibadete bağlı Ortodoks
Hıristiyan olan bu dini mezhep mensupları Osmanlı topraklarına ve ona bağımlı
Boğdan ve Eflak arazisine sığınmışlardı. Moskova Patriği Nikon’un 1652’de
yaptığı ibadet usulündeki reformlara karşı çıkan papaz Filipp Pustosviat
önderliğindeki bu tutucu dindarlar takibata uğramışlar, aforoz edilmişler,
yerlerinden kovulmuşlar, fakat inançlarından vazgeçmemişler. Papaz Filipp’in
adından önce Fi-lipp-ovan, sonraları Lipovan şeklinde adlandırılmışlar
(Batılılar “Old Rite Russian Orthodox” derler). Bugün Tuna Deltasında, Bucak
arazisinde (dini merkezleri Kili kolunun denize döküldüğü yerdeki Vylkove
kasabasıdır (St. Nicholas Kilisesi, 1746). Sultanın izniyle Marmara Denizi’nin
güneyine yerleşenler dahi olmuştu, fakat bunlar anavatan topraklarına
dönmüşlerdir.
Gagauzlar:
Oğuz Türklerinin Malazgirt’ten Anadolu’ya girdiği sıralarda (11. yüzyıl)
Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına inen başka Oğuz (→ Uz) aşiretleri
öncelikle Dobruca sahasına yerleşmişler ve burada, Bulgar Çarlığına bağlı
yarı-özerk bir beylik (Karvuna Despotluğu) kurmuşlardı. Bunlar Ortodoks
Hıristiyan olmuşlar, fakat Türkçe anadillerini muhafaza etmişler. Osmanlı için
“ümmet” (din) kavramı daha önemli olduğu için Türkçe konuşan bu Hıristiyan tebaa dışlanmıştı. Osmanlı-Rus Savaşlarında zarar gören bu topluluk, tedricen
Tuna’nın kuzeyine (Bulgarlarla birlikte) göç etmiş ve bugünkü Moldova’nın güney
kesimlerine (Bucak düzlüklerine) yerleşmişler. Modern Moldova Cumhuriyetinin
güneyinde özerk “Gagauziya” bölgesi (başşehir Komrat) vardır. Bulgar azınlık da
bu bölgede oturmaktadır. TİKA buradaki Gagauzlara hastane inşa ederek yardımda
bulunmuştur
Tatar
Çingeneleri (robi): Sadece Tatarlar Boğdan’a akınlar yapmamıştır.
Moldavyalı Hıristiyanlar da güneyde (Bucak Tatarları) ve doğuda (Yedisan
Tatarlarına) karşı saldırılar yaparak çok sayıda esirlerle dönmüşler ve bunları
kendi malikanelerinde hizmetçi-esir (Rumence’de “robi”= esir) olarak
kullanmışlar. Her türlü haklardan mahrum bu esirler o kadar çok olmuş ki,
kölelik kalktıktan sonra gerçek Çingeneler gibi ayrı mahallelerde oturmaya
devam etmişler.
İsmail’den sonra Tuna
kıyısını takip ederek E87 / M15 yolunda batıya doğru ilerledik. Olağanüstü bir
su diyarından geçtik: yavaşça süzülen Tuna, onu sınırlayan seddeler, güneyde
yükselen Dobruca Dağları (ki yükseklikleri 400 m’yi geçmiyordu), çok sayıda
göller, kanallar ve bataklıklar arasında önce Orlivka (Rus. Orlovka = Kartal)
köyünü gördük ve Osmanlı tarihinin en büyük bozgununu hatırladık. Kartal Ovası Muharebesi veya “Kagul
Savaşı” (1 Ağustos 1770) Osmanlı tarihinin en hazin, felâket derecesinde büyük
mağlubiyeti burada yaşanmıştı. Sadrazam İvazzade Halil Paşa komutasında 100,000
asker ve 130 top, köprü kurmadan Tuna’nın kuzeyine kayıklarla geçirilmiş,
beceriksiz komutanlar ve eğitimsiz askerler nedeniyle, 8 saat süren çarpışmada,
Pötr Rumyantsev komutasındaki eğitimli ordu (40,000 asker, 118 top) karşısında
bozguna uğramış ve inanılmaz kayıplar verilmişti (Rusların 1,500 ölü ve yaralısına
karşın 20,000 ölü, 2,000 esir, 130 top, çok mühimmat ve erzak). Oysa iki
saatlik mesafede bekleyen Kırım Hanı 2. Kaplan Giray’ın 80,000 kişilik
süvarileri haberdar bile edilememişlerdi. Bu zaferden sonra Rumyantsev Bender,
Akkerman, Kili, İsmail ve İbrail Kalelerini ele geçirmiş ve Dobruca’ya girmişti.
Bu bozgunla başlayan süreç, dört yıl sonra felâket belgesi olan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla (21 Temmuz 1774)
sonuçlanmıştır.
Ukrayna topraklarındaki son şehir Reni’de (nüfus 20 bin) mola verdik ve
yakıt takviyesi yaptık. Meyve ağaçları ve yeşillikler içindeki bu sevimli
şehrin çıkışında Reni / Giurgiuleşti
(Ukrayna / Moldova Cumhuriyeti) sınır kapısı bulunuyordu. Her iki tarafın
gümrük memurları aynı binada, fakat ayrı ayrı pasaportları bilgisayara girdiler
ve otobüsü denetlediler, oysa Moldova Cumhuriyetine ait Giurgiuleşti’den (nüfus 3,000) sadece birkaç kilometre tranzit
geçecektik. Nitekim biraz sonra Prut Nehri’nden önce Moldova Cumhuriyeti’nin
çıkış kapısında tekrar pasaportlara damga vuruldu. Prut üzerindeki köprüden
sonra Romanya’ya girildi. Bu ülkenin 8-inci büyük şehri, demir-çelik sanayi
merkezi ve nehir limanı olan Kalas (Galaţi) (nüfus 249 bin) şehrinden de
tranzit geçtik [Osmalı döneminde Karpat Dağlarından elde edilen ağaç kütükleri,
Siret ve Prut nehirlerinden sal şeklinde buraya ulaştırılır ve İstanbul’a
taşınırdı. İstanbul köşklerinin yekpare kalın ağaç direklerine “kalas” adı
buradan verilmiştir]. Galaţi’nin güneyinda ise diğer büyük nehir Siret
köprüsünden geçerek
Traian Hotel’in 12. katından,
sabah ışıklarında İbrail merkezi, Tuna ve ötesi
İbrail (Brăila, nüfus 206
bin) Tuna nehrinin sol kıyısında kurulmuş sanayi ve liman şehridir. “Kalas”
Boğdan Prensliğinin ithalat-ihracat limanı iken, “İbrail” Eflak Prensliğinin
ithalat-ihracat limanı olmuştur. Fakat Osmanlı 1538’de buraya yerleşmiş, kaza
merkezi yapmış, çevre köylerle birlikte bir köprübaşı ve askeri garnizon olarak
kullanmış, büyük bir kale, liman, tersane, vezir rütbesinde “İbrail Paşası”nın
sarayı inşa edilmiştir (bugün bir cami dışında, bunlardan hiçbir iz
kalmamıştır). Fakat İbrail defalarca Rus işgaline uğramıştır (1711; 1770; 1791;
1828). 1829’da Osmanlı idaresinden çıkmıştır.
Tuna Nehrinin sol
kıyısında olmasına rağmen, daha Kanuni Sultan Süleyman zamanında önemi takdir
edilmiş ve bağımlı devlet olan Eflak’ın elinden alınarak doğrudan Osmanlı
toprağı ve serhat kalesi olarak idare edilmiştir. 1829’dan sonra Eflak
Prensliğine iade edilse de, Rus askeri mevcudiyeti Kırım Savaşına (1853-56)
kadar sürmüştür. Bugün şehrin tarihi merkezini
(Centrul vechi) yarım daire biçiminde çevreleyen iki bulvar (Blv.
Independenţei ve Blv. Alexandru İoan Cuza) eski Osmanlı kalesinin yıkılan
surlarının yerine işaret ederken, “Piaţa Traian” meydanı da paşa sarayına
tekabül etmektedir. Tuna kıyısındaki kordon boyu ve tersane sahası da Osmanlı
limanını ve tersanesini hatırlatmaktadır. Romanya’da 300 sene Osmanlı
hakimiyetinde kalmış başka şehir yoktur. Tersanenin kuzeyinde ise tamamlanmamış
“Çauşesku köprüsü”nün beton kazıkları hâlâ durmaktadır. Konakladığımız 12-katlı
Traian Hoteli de eski komünist dönemin kocaman, fakat zevksiz anlayışın
ürünüydü (bugün demode ve bakımsız kalmıştı).
Ertesi gün, İalomiţa nehrinin suladığı bereketli Bărăgan ovasında E577’de
hızla güneye yol alarak,
Romanya devlet olarak kurulduğunda
(1859-62) denize çıkışı yoktu [Tuna Deltası’nın kuzeyi (Bessarabia) Rusya’ya
aitti, güneyi ise (Dobruca) Osmanlı İmparatorluğu’na]. Kurucu prens Alexandru
İoan Cuza 1866’da askeri darbe ile uzaklaştırılınca, Almanya’dan getirilen ve
tahta oturtulan 1. Karol 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında Rusya’nın yanında yer
aldı, Plevne savaşlarına Romen askerlerini sürdü ve mükâfat olarak Berlin Antlaşmasıyla
(13.07.1878) Osmanlı arazisi olan Dobruca’nın 2/3 kuzey kısmını kendi
topraklarına kattı ve 1881’de tam bağımsız krallık ilân etti. Fakat Osmanlı
devleti daha 1860’ta Karadeniz limanı Köstence’yi Tuna kıyısındaki Boğazköy’e
(Cernavodă) 60 km’lik demiryolu ile birleştirmişti. İddialı kral 1. Karol denize
ulaşmak için Bükreş-Feteşti demiryolunu Tuna nehri üzerinden geçirerek
Cernavodă ile birleştirmek için 1890-95 arası ilk demiryolu köprüsünü [Podul
Regele Carol I = Podul Anghel Saligny] yaptırdı. Aradaki mesafe
Tuna üzerinde eski demiryolu
köprüsü (1895)
ve yeni otoban köprüsü (1980)
Cernavodă (Osm: Boğazköy, nüfus 16 bin, %
2,8 Türk, antik dönemde Axiopolis) Dobruca platosunun hemen Tuna kıyısında
yükselen iki tepesi arasındaki “boğaz”da yer alıyordu (Osmanlı Boğazköy
demişti). Aslında Tuna’ya dökülen Karasu (= Cernavodă) deresinin vadisi idi bu
boğaz.
1984’te komünist diktatör Nikolae Çauşesku tarafından yaptırılan “Tuna
– Karadeniz Kanalı”nın başlangıcı da burasıydı ve ilk seviye havuzunu (şlüz)
görebildik. 2007’de Kanada şirketince inşa edilen “Cernavodă Nükleer Elektrik
Santralı”nın iki ünitesi de bu kanaldan su çekiyordu. Bu bir atom santralıydı,
fakat kapısında bir bekçi dışında olağanüstü koruma hissedilmiyordu. Yol bu
kapının önünden geçiyor ve Cernavodă’ya girip çıkan vasıtalar buradan
işliyorlardı.
“Tuna-Karadeniz Kanalı” da
Çavuşesku eseriydi ve verimli kullanılmıyordu. Kanalı takip ederek Mecidiye (Medjidia, nüfus 36 bin) şehrine
ulaştık ve mola verdik. Osmanlı döneminde “Karasu” yerleşimi idi (Karasu deresi
buradan itibaren başlıyordu), fakat Kırım Harbinden sonra 1856’da Kırım
mültecileri için genişletildi ve Dobruca Müslümanlarının dini, eğitim ve kültür
merkezi oldu. Burada Sultan Abdülmecit Camii, “Seminarium Musluman” (yüksek din
okulu), Türk Hamamı kalıntıları vardır. Şehrin tarihi merkezinde otobüsten
indik ve Belediye Binasının karşısındaki “Sultan Abdülmecit Camii”ni (1860)
fotoğrafladık.
Mecidiye’den sonra dar bir ara yoldan
(DJ222) güneye ilerleyerek,
Dobruca: Karadeniz ile Tuna Nehri arasında kalan,
ortalama 200-
Osmanlı-Rus Savaşlarında savunmasız kalan bu düzlükler çok zarar
görmüş, sivil halk büyük zayiat vermiştir. 500 yıl yekpare Osmanlı toprağı
kaldıktan sonra, 93-Harbi ile kaybedilmiş ve Berlin
Antlaşmasıyla (13 Temmuz 1878) Romanya
ile Bulgaristan arasında paylaştırılmıştır. 2/3 kuzey kısmı Romanya’ya ve 1/3
güney kısmı Bulgaristan’a bırakılmış. O zamanlar nüfusun % 75’i Müslüman (Türk,
Tatar, Çingene) imiş. Periyodik göçler sonrası Müslüman nüfus bugün % 10
düzeyine gerilemiştir. Osmanlı Devletinin en kahredici antlaşması (Küçük Kaynarca Antlaşması, 21 Temmuz
1774) burada imzalanmıştır.
Doğrudan Osmanlı ile sınırı
olmayan Romanya Krallığı, Balkan Savaşında Bulgaristan’ın aşırı büyüdüğünü
görünce kıskanmış ve 1913’te Güney Dobruca’yı işgal etmişti. Birinci Dünya
Savaşında ise Bulgaristan, 1916’da Alman ve Osmanlı askerlerinin (6.Kolordu 15.
ve 26. Tümenler) yardımıyla bütün Dobruca’yı işgal etmiş, fakat İttifak
Devletleri genelde savaşı kaybedince 1919’da Neuilly Antlaşmasıyla (27.11.1919)
bütün Dobruca’yı tekrar Romanya’ya terk etmiştir. Fakat 20 yıl sonra durum
değişmiş, büyük savaşlara hazırlanan ve hem Bulgaristan’ı, hem de Romanya’yı
kendi tarafına çekmek isteyen Hitler’in baskısıyla 25 Eylül 1940’ta, Craiova
Antlaşmasıyla Güney Dobruca Bulgaristan’a iade edilmiştir.
Bulgaristan (Bulgaria) yüzölçümü 111 bin km2 (Türkiye’nin
1/7’si kadar) ve nüfusu 7 milyon (Türkiye’nin 1/11’i) kadardır. Nüfusu sürekli
azalan bir ülke olup, % 9,4’ü Türk (747 bin) ve % 4,7’si (370 bin) Çingene’dir.
Önemli miktarda Bulgarca konuşan Müslüman azınlık (Pomak) bulunur (% 3 – 200
bin). Slavca bir dil olan Bulgarca, “Kiril Alfabesi” ile yazılır, fakat ırsî
kökenlerinde Traklar dışında, adlarını veren Proto-Bulgarlar ile sonradan
karışan Oğuzlar, Peçenekler ve Kumanlar (Kıpçaklar) Türkî kabileler sayılırlar.
1200’lü yıllarda Moğollar’ın akınları Bulgar topraklarına kadar ulaşmıştır
(onların soyundan gelen Tatarlar bugün Türklerle karışmıştır). Ortodoks
Hıristiyan olan Bulgarlar bu dini Bizans’tan almış (M.S. 864 yılında), bugün
kendi Patriği olan bağımsız kilise sayılır. Romanya ile birlikte NATO’ya
girmişler (2004) ve Avrupa Birliği’ne (EU) 2007’de alınmışlardır (ancak Shengen
bölgesine ve Euro bölgesine henüz alınmamışlardır).
Bulgaristan’ın trafik
kodu BG, telefon kodu +359, para birimi Leva (kur 1 €= 1,95 leva, 1 $= 1,84
lv), kişi başı gelir 7,000 $ civarındadır. Yönetim şekli Üniter parlamenter
cumhuriyet'tir. Önemli turistik destinasyonları vardır (Karadeniz kıyısı yazın,
kayak merkezleri kışın, SPA hotelleri ve kaplıcaları tüm sezon). En büyük
şehirleri:
1) Sofya (Sofia) 1,200 bin 6) Eski Zağra (Stara Zagora) 130 bin
2) Filibe (Plovdiv) 338 bin 7) Plevne (Pleven) 106 bin
3) Varna 334 bin 8) İslimiye (Sliven) 91,6 bin
4) Burgaz (Burgas) 200 bin 9) Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç) 91
bin
5) Rusçuk (Ruse) 149 bin 10) Şumnu (Şumen) 80 bin
Silistre (Bulg: Silistra; Rum: Durostor; Durostolon; Drıstır; nüfus
35 bin, Türkler % 10) Tuna nehrinin sağ yakasında daha Romalılar devrinde
kurulmuş, çok önemli ticari ve askeri liman olmuştur. Osmanlı döneminde Özi
Eyaleti’nin (Kırım’dan Edirne’ye kadar) Beylerbeyi merkezi, Eflaklıların ve
Rusların saldırılarına hedef olmuştur. Dobruca’nın bölünmesiyle Romanya-Bulgaristan
sınırı şehrin kenar mahallelerinden geçirilmiş ve küçülerek stratejik değerini
yitirmiştir. Kırım Savaşında (1853-56) kalesi iki ay dayanmış ve Ruslar geri
çekilmek mecburiyetinde kalmışlardır [Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”
adlı oyunu]. Tuna kıyısında yer alan şehir merkezinde otobüsle panoramik bir
tur attık ve ana caddede bulunan Kurşunlu Camii’yi gördük. Şehrin dışında yükselen
tepeye çıktık ve Osmanlı eseri olan “Mecidiye Tabyası”nı gezdik. Şehrin
televizyon kulesini de bu hakim tepeye dikmişlerdi.
Silistre’den
Varna (nüfus 334 bin) M.Ö.
6. yüzyılda “Odessos” adında Milet kolonisi olarak kurulmuştur. Burada Varna
Körfezinin dibine Varna Gölü fazla sularını deşarj etmektedir. Roma
İmparatorluğu, Bulgar Çarlığı ve Karvuna Despotluğu yıllarında varlığını
sürdürmüş, Osmanlı döneminde güçlü kale inşa edilmiş, Kırım Savaşında müttefik
ordularını sevketmek için liman genişletilmiştir. Bugün Bulgaristan’ın en büyük
3-üncü kenti, turistik tatil merkezi, ülkenin “yazlık başkenti”, aynı zamanda
Donanma üssü, Donanma Komutanlığı, Deniz Harp Okulu, büyük tersane, metal ve
kimya endüstrisi ile kültür merkezidir (festival, tiyatro, opera, bale). Deniz
kıyısındaki “Morska Gradina” (Deniz Bahçesi) ve Akvaryum çok ünlüdür.
Ertesi gün eve dönüş yolunda, büyük Asparuh Han (ilk Bulgar Devletinin kurucusu) Köprüsünden geçerek, Balkan Dağlarının en doğudaki geçidini (Obzor = Gözeken Geçidini) aştıktan sonra Trakya Ovasına ulaştık. Alabildiğince uzanan uzun bir kumsal “Slanchev Bryag” (Güneşli Sahil, Sunny Beach) boyunca onlarca hotel sıralanmıştı, fakat deniz mevsimi henüz hareketlenmemişti
Bu kumsalın bitiminde, kıyıya çok yakın kayalık bir ada üzerinde ünlü Nesebır (Mesembria, Misimvri) şehrinin
korunabilmiş kiliseleri, evleri, surları, otantik sokakları da görülmeye
değerdi. Bizans döneminde bölgenin metropolitlik merkezi olmuş, Osmanlı da
bunlara pek dokunmamıştı. Bulgaristan’ın Bodrum’u sayılan Nesebar (okunuşu
Nesebır), sonradan dar bir kıstak ile karaya bağlanmıştı (yani Kuşadası gibi)
ve otobüsler dahil bu kıstaktan tarihi adaya geçebiliyorlardı. Biz de
otobüsümüzle otoparka kadar gittik ve bir saat mola vererek tarihi sokakları
dolaştık.
Bu kıyı ve batısındaki 100 km’lik topraklar
[Aytos, Karnobat, Sliven (İslimiye), Yambol (Yanbolu), Elhovo (Kızılağaç
Yenicesi)] genellikle Edirne Vilayetine bağlı kazalar şeklinde idare edilmişler.
Osmanlı döneminde kıyı bölgesinin merkezi Ahyolu (Yun: Anhialo, bugün Pomorie) imiş ve deniz tuzu istishal
ediliyormuş (tuzlaların kalıntıları hâlâ yol boyunca fark edilmektedir).
Burgaz (Burgas, nüfus 200 bin) geniş
bir körfezin dibinde ticari liman, havaalanı, petrol rafinerisi ve petrol
ürünleri sanayi merkezi olarak son iki yüzyılda gelişmiş ve Bulgaristan’ın
4-üncü büyük şehri olmuştur. Osmanlı’nın fetih yıllarında buralarda böyle bir şehirden
bahsedilmez, sadece tek gözetleme kulesi (“burg” > Burgaz) olan küçük balıkçı
köyünden bahsedilir. Osmanlı hakimiyetinin son yıllarında, özellikle Kırım
Savaşı yıllarında (1853-1856) liman olarak büyümüş ve gelişmiştir.
Burgaz Limanından eski bir
görüntü (1893)
Bugün büyük bir şehir olmasına rağmen tarihi kalıntılar yoktur
(özellikle Osmanlı eserleri kalmamıştır), ancak Türkiye Konsolosluğu buradadır.
Şehrin kuzeyinde çok sayıda AVM yan yana dizilmiş olduğu için burada alış-veriş
molası verdik.
Burgaz’dan Trakya
Otobanını (A1) kullanarak batıya hızla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder