5 Aralık 2021 Pazar

OSMANLI ESERLERİNİN İZİNDE - ROMANYA, MOLDOVA, UKRAYNA

 



OSMANLI ESERLERİNİN İZİNDE

 

 

 

 

 

ROMANYA, MOLDOVA VE UKRAYNA


 



Prof. Dr. Recep MESUT








Türk turizm sektörü son yıllarda büyük atılımlara imza atmış ve vatandaşlarımızı, gezmek ve görmek amacıyla, Dünya’nın her tarafına götürebilmektedir. Türk insanının artan refah düzeyi ve ödeme gücü sayesinde, Evliya Çelebi’nin bugünkü torunları “seyyah” bir millet olduklarını kanıtlamaktadırlar (yakında Japonlara benzeyeceğiz). Büyük şehirlerdeki turizm şirketleri hava veya denizyolunu kullanarak gezginleri uzak diyarlara götürüp getirebilmekte. Ancak bu tür gezilerin atraksiyonu hoş olmasına rağmen öğretici tarih ve coğrafya unsuru yok denecek kadar azdır. Bizler, Edineli tarihsevenler olarak, atalarımızın ayak bastığı ve kendi medeniyetimizden izler bıraktığı Avrupa’daki toprakları, bugünkü koşullarda görmek, yerli halkların hafızasında kalan hatıralara şahit olmak için karadan adım adım ilerleyerek Balkanları, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini dolaşmayı tercih ettik. Beş yıldan beri bu ana amaç doğrultusunda, her yıl farklı tur (gidiş-dönüş) güzergahında, Osmanlı tarihinde söz edilen yerleri tek tek dolaştık.

Yılda bir kez, ilkbahar aylarında (nisan-mayıs) bir hafta süreyle (6 gece, 7 gün), otobüs ile planlı programlı turlar düzenledik. Bu hususta Edirne’nin coğrafi konumu ve karayolu sınır kapılarına yakınlığı bize önemli avantajlar sağladı. Yüzyıllar önce haftalar ve aylar süren ünlü Osmanlı seferlerinin ulaştığı azami mesafeleri bugünkü asfalt yollarda birkaç günde kat etmek mümkündür. Burada en büyük engel, bugün siyasi olarak parçalanmış bulunan eski Osmanlı coğrafyasında, sınır kapılarında beklemek, pasaport ve gümrük kontrollerinden geçebilmektir (Evliya Çelebi böyle sıkıntılar çekmemişti). Ağırlıklı olarak emekliler ve orta yaşlılardan ibaret grubumuz sadece gündüzleri hareket halinde olup, çevreyi tarihi ve coğrafi özellikleriyle izleyebiliyor (bazı büyük yerleşim yerlerinde panoramik şehir turu ekleniyordu), geceleri muhakkak hotellerde dinleniliyordu. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı da hotelde alınıyordu.

2017 yılı tarih ve coğrafya gezimizi kuzey istikametinde gerçekleştirdik [Edirne Fatihi Sultan 1. Murat Hüdavendigar’ın tarifiyle “sağ kol” fetihlerinin ulaştığı uç diyar “Podolya Eyaleti”nin merkezi Kamaniçe (Batı Ukrayna’da Kamyanets-Podilski) şehrine kadar].

Gidişte Bulgaristan’ı tranzit geçtik (~300 km) ve ilk gecemizi Romanya’nın başkenti Bükreş’te geçirdik. İkinci günümüzde Romanya topraklarındaki Osmanlı tarihi ile ilgili yerleri ziyaret ettik (esas amaç “1711 Prut Muharebe alanı” idi) ve eski Boğdan başkenti Yaş (İaşi) şehrinde konakladık. Üçüncü günümüzde Fatih Sultan Mehmed’in Boğdan seferinde (1476) kazandığı “Akdere  (“Valea Alba”) Muharebe” yerindeki Războieni Manastırını ve tarihi Suçava (Suceava) kentini gördükten sonra Ukrayna topraklarına girdik, 1672’de fethedilmiş olan Hotin Kalesini ve Kamaniçe’yi ziyaret ettik.

Dönüşte bugünkü Moldova Cumhuriyetini kuzeyden güneye katettik, başkent Kişinev’i gördük, 1992’den beri Rus ayrılıkçıların kendine has bağımsızlığı olan Transnistria (Pridnestrovian Moldavian Republic - PMR) özerk bölgesinden tranzit geçerek Odesa’ya ulaştık. Beşinci günde Odesa Oblastı (Bölgesi) sınırları içinde kalan Akkerman (Bilhorod-Dnestrovskyi) ve İsmail (İzmail) Kalelerini gördükten sonra Romanya’nın İbrail (Brăila) şehrinde konakladık. Altıncı günde Tuna Nehrini Boğazköy (Cernavodă) Köprüsünden geçerek Mecidiye’de mola verdik, Silistre üzerinden Bulgaristan’a girdik ve son gecemizi Varna’da geçirdik. Son günümüzde de Karadeniz kıyısı boyunca Nesebır ve Burgaz üzerinden Hamzabeyli sınır kapımıza ulaştık ve Edirne’ye döndük.

 

Bulutlu ve ılık bir Hıdrellez sabahı (6 Mayıs) erken saatlerde (saat 06’da) Edirne’den yola çıktık. Sarayiçi’nde Kakava Şenlikleri bütün gece sürmüş, katılımcılar yorulmuş ve uykuya dalmışlardı. 43 km sonra Hamzabeyli / Lesovo sınır kapısından Bulgaristan’a girdik. 70 km kuzeydeki Yanbolu (Yambol) il merkezinden tranzit geçtik. Şehirlerarası yollarda ve şehiriçi sokaklarda acayip bir sessizlik hüküm sürüyordu. Meğer Bulgaristan’da resmi tatil imiş – Ortodoks kilise takvimine göre Aziz Georgi günü (Görgövden) ve Bulgar Ordusunun bayramı sayılıyormuş. Balkan Dağları üzerinde kara bulutlar yoğunlaştı ve sürekli yağmur altında “Hainboğaz” geçidinden bu dağları aştık, eski Bulgar başkenti Tırnova’nın (Veliko Tırnovo) altındaki tünelleri ve Yantra nehri köprülerini kullanarak, hiç durmadan kuzeye, Tuna kıyılarına doğru ilerledik. Daha öğle olmadan hem bu ulu nehri, hem de Rusçuk (Bulg: Ruse) şehrini gördük. Çevre yolundan dolanırken, Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa’yı (1765, Hotin-1808, İstanbul) ve  1864-68 arası burada valilik yapmış olan Mithat Paşa’yı (1822, İstanbul-1884, Taif zindanı) andık. Şehrin kuzeydoğusunda yer alan, 1954’te açılmış, 2,223 m uzunluğundaki Tuna (“Dostluk”) Köprüsü’nden geçerek Romanya’ya ayak bastık.

Tuna Köprüsü: Romanya’ya ayak basarken

 

Tuna Nehri (Bulg: Dunav; Rum: Dunarea; Rus: Dunay) hem Avrupa’nın en önemli akarsuyu, hem de Osmanlı fatihlerinin ülküsüdür (Türklerin Tuna’da atlarını sulaması kutsal ibadet sayılmıştır). Almanya’nın güneyindeki Schwarzwald (Karaorman) Dağından kaynak alan Tuna nehri 2,857 km uzunlukta olup, 10 ülkeden geçer ve 4 başkenti (Viyana, Bratislava, Budapeşte, Belgrad) ferahlatır. Aşağı Tuna ise Bulgaristan ile Romanya arasındaki sınırı oluşturur, fakat son parçası iki taraflı Romanya topraklarında akar, Galaţi’den sonra doğuya dirsek yapar ve üç kola (Kili = Chilia, Sünne = Sulina, Hıdır İlyas = Sfantu Gheorghe) ayrılarak Karadeniz’e dökülür (“Tuna Deltası” Avrupa’nın en geniş sulak alanıdır, 4,152 km2 , komşu lagünlerle 5,165 km2).

Hem Bulgaristan, hem de Romanya Avrupa Birliği üyesi (2007) oldukları için tek bir yerde pasaport ve gümrük kontrolü yapmaktalar. Tuna “Dostluk” Köprüsü aynı zamanda iki ülke arasında sınır geçiş noktası sayılır, fakat pasaport-gümrük sahası Romanya tarafındadır. Nispeten daha uygar davrandılar ve fazla oyalamadılar.

Yergöğü (Giurgiu = Curcu, Bulg: Gürgevo) Tuna kıyısında, Rusçuk karşısında, 54 bin nüfuslu sınır ve liman kentidir. 14. yüzyılda Cenevizli tacirler tarafından “San Giorgio” adında (→ Giurgiu) liman, iskele ve depolar kurulmuş, 1420’de Osmanlıların eline geçmiştir. Tuna Nehri’nin sol yakasında olmasına rağmen, ileri karakol ve önleyici savunma amacıyla, hep Osmanlı idaresinde kalmıştır. Burada stratejik önemli “Yergöğü Kalesi” inşa edilmiş ve sürekli garnizon bulundurulmuştur. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşında Rusların eline geçince söz konusu kale yıktırılmış. Romanya’nın en eski demiryolu Giurgiu-Bucureşti (70 km) 1861’de hizmete alınmıştır. Herhangi bir Osmanlı eseri bulunmadığı için Giurgiu şehrine girmeden, 5 No.lu uluslararası (E85) yolundan 62,5 km kuzeydeki Romanya başkenti Bükreş’e yöneldik. Artık yağmur dinmiş, bulutlar dağılmış, güneş Eflak Ovasını ısıtıyordu.


Romanya (Romania) topraklarının az bir kısmı Balkanlarda, çoğu Doğu Avrupa’da sayılır. Yüzölçümü 238 bin km2 , nüfusu 19,5 milyondur. Önemli azınlıklardan % 6,5 Macarlar, % 3,3 Çingeneler, % 2 Ukraynalılar. Türkler % 0,15 (32 bin) ve Tatarlar % 0,11 (24 bin) eski Osmanlı toprağı olan Dobruca’da (Köstence ve Tulça İlleri) yaşarlar, başkente ve bazı büyük şehirlere de göç etmişlerdir.

Ortodoks Hıristiyan olan Romenler bu dini Bulgarlar üzerinden Constantinopolis Patrikliğinden almışlar (ilk dinî kitapları Kilise Slavcası imiş) ve uzun yıllar doğrudan Fener Patrikanesine bağlı olarak kalmışlar, fakat bugün kendi Patriği (1925’ten itibaren) olan bağımsız Ortodoks Kilisesi (1885) sayılırlar. Bulgaristan ile birlikte NATO’ya girmişler (2004) ve Avrupa Birliği’ne (EU) 2007’de alınmışlar, fakat Shengen bölgesine ve Euro bölgesine henüz alınmamışlardır.

Romanya’nın trafik kodu RO, telefon kodu +40, para birimi Lei (kur 1 €= 4,51 lei veya 1 $= 4,25 lei), kişi başı gelir 9,000 $ civarındadır. Yönetim şekli Üniter parlamenter cumhuriyettir. Önemli turistik destinasyonları vardır (Karadeniz kıyısı, Tuna Deltası, Karpat Dağlarında kayak merkezleri, SPA hotelleri ve kaplıcaları). En büyük şehirleri:

1)      Bükreş (Bucureşti)    1,883 bin            8) Kalas (Galaţi)             249 bin      

2)      Cluj-Napoca                 324 bin            9) Ploeşti                        209 bin

3)      Temeşvar (Timişoara)  319 bin           10) İbrail (Brăila)            206 bin

4)      Yaş (Iaşi)                      290 bin          11) Varad (Oradea)           201 bin

5)      Köstence (Constanţa)   283 bin          12) Arad                           159 bin

6)      Craiova                         269 bin          13) Piteşti                         155 bin

7)      Braşov                          253 bin          14) Zibin (Sibiu)              147 bin  

         

           Resmi dil olan “Rumence” Latinceye akraba olup, Latin alfabesiyle yazılır. Bugünkü Rumenler üstün kültürlü geçmişlerine ve dil-sanat bakımından Roma İmparatorluğunun mirasçısı olduklarına inanırlar, o dönemin tarihini ve edebiyatını okuturlar, Fransa ve İtalya’ya karşı hayranlık beslerler (Örneğin Bükreş “Küçük Paris”tir). Oysa Roma İmparatorluğu’nun “Dacia Eyaleti” yalnızca M.S. 105 ilâ 270 yılları arasında var olmuş ve sadece Batı Romanya topraklarını kapsamıştır. Ne var ki, ünlü “Kavimler Göçü” asırlarında bu topraklara birbirinden farklı onlarca kabile (Gotlar, Hunlar, Avarlar, Alanlar, Sarmatlar, Peçenekler, Kıpçaklar, v.s.) yerleşmiş, muazzam karmaşık bir “etnik mozaik” ortaya çıkmıştır. Aralarında anlaşabilmek ve alış-veriş yapabilmek için “lingua franca” (ortak ticaret dili) olarak Romalıların Latince’sini kullanmışlar ve zamanla hepsi Ortodoks Hıristiyan dininde kaynaşmışlardır. Dillerinde bol bol Slavca ve Kıpçakça unsurlar vardır.

 

     “Romania” oldukça yeni bir devlet adıdır (1866’den itibaren). Daha önceleri bu topraklarda birbirinden ayrı üç prenslik (voyvodalık) hüküm sürüyor ve aralarında mücadeleler eksik olmuyordu:

    1) Wallachia (Osm: Eflâk); 1394-1859 arası Osmanlı vasalı

    2)  Moldavia (Osm: Boğdan); 1457-1859 arası Osmanlı vasalı

    3)  Transylvania (Osm: Erdel); 1541-1699 arası Osmanlı vasalı

 

Wallachia (Vlahlar veya Ulahlar) Karpat Dağları ile Tuna Nehri arasındaki düzlükleri kapsıyordu (doğu kısmı “Muntenia”, batı kısmı “Oltenia”). Osmanlılar bunlara “Eflak” (Vlah’ın Arapça çoğulu) dediler. Bu prenslik, Macaristan Krallığına tâbi olarak, Kuman asıllı kabile reisi İvanko Basaraba tarafından 1330 yıllarında kurulmuştu. 1388 yılında Tuna kıyılarına ulaşan Osmanlılar, Yıldırım Bayezid döneminde, tedricen Bulgar Krallıklarını ilhak edince (1393 Tırnova Krallığı, 1396 Vidin Krallığı, 1398 Karvuna Despotluğu) Eflak Prensliği ile sınırdaş oldular. O yıllarda Eflak Prensi olan “Büyük Mirça”  = Mircea I cel Mare [veya “Yaşlı Mirça” = Mircea cel Bătrân] (hd. 1386-1395 ve 1397-1418) Osmanlılarla çok mücadele etmiş ve 1394’te bağımlı olmayı kabul etmişti. Sonradan “Fetret Dönemi” kargaşalarından faydalanmış, fakat sonunda 1. Mehmet (Çelebi) döneminde, 1416’da, yıllık 3000 altın haraç ödemeyi ve asker vermeyi yeniden kabul ederek bağımlı (vasal) devlet statüsüne geçmiştir [Fakat Tuna’nın kuzeyine Müslüman yerleştirilmeyecek ve cami inşa edilmeyecekti!]

Mirça’nın oğlu 2. Vlad Dracul (“Şeytan Voyvoda”= Drakula) da Sultan 2. Murad ile, ve torunu 3. Vlad Ţepeş (“Kazıklı Voyvoda”) ise Sultan 2. Mehmet (Fatih) ile mücadele etmişler, fakat bağımlı olmaktan kurtulamamışlardır. Eflak Prensliğinin ilk başkenti “Curtea de Argeş” Karpat Dağlarının yüksek kesimlerinde iken, sonradan bu dağların eteklerindeki “Târgovişte” (= Pazaryeri) şehrine inmiş, ancak 1698’den sonra “Bucureşti” (Bükreş) Eflak’ın başkenti olmuştur. 

 
Mircea I                           Vlad II Drakul

Vlad III Ţepeş

 

Bükreş (Bucureşti, Bucharest) Eflak Ovasının ortalarında, Dâmboviţa nehri, göller ve ormanlar arasında Bucur isimli bir Kıpçak Beyi’nin malikanesi imiş. Vlad III burayı ele geçirmiş (1459) ve rezidans olarak kullanmaya başlamış. Ancak 240 sene sonra, 1698’de Eflak Voyvodası Constantin Brancoveanu başkenti kalıcı olarak buraya taşımış. 1862’de ise Birleşik Prensliğin (Eflak+Moldova) başkenti olmuş. 1. Dünya Savaşını galipler cephesinde bitiren Romanya savaş sonrası olağanüstü genişlemiş, Trianon Antlaşması (1920) sonucu Büyük Birleşme (Eflak+Moldova+Transylvania) gerçekleşmiştir. Osmanlı-Avusturya ve Osmanlı-Rus savaşlarında defalarca işgal edilmiştir. 1. Dünya Savaşı esnasında (1916-18) Alman ve Osmanlı askerleri tarafından ele geçirilmiş (“Türk Şehitliği”), 2. Dünya Savaşında Sovyet işgali yaşamıştır. Nüfus 1,883,000 (banliyöler ile 2,270,000), rakım 55 – 91 m. Düz ovada, düzgün planlanmış (Paris örnek alınmış), ışınsal ve geniş caddeler, parklar ve göller, çok katlı modern binalar dikkati çekmektedir.

Güneyden Bükreş’e 5 No.lu ışından girince, “Piaţa Eroii Revoluţei” meydanında, “Bellu Cemetery” mezarlığı karşısındaki binalar arasında, arka planda bir cami minaresini fark ettik. Yaya olarak dolaştık ve “Constantin Mănescu” caddesinde “Hünkâr Karol Camii”ni (Karl-Hunchiar-Moschee) ziyaret ettik. Romanya müftülüğünün de burada olduğu anlaşıldı, fakat tatil günü olduğu için her yer kapalı idi. Dışarıdan izlemekle yetindik.


 
Bükreş Kral Camii (1906)

Bu camiyi esasında ilk Romanya kralı 1. Karol (Alman asıllı Hohenzollern-Sigmaringen prensi Karl) kendi tebaası olan Müslüman azınlık için 1906 yılında yaptırmış, komünist dönemde 1960’ta tamir görmüş.

Daha 1394 yılında, voyvoda Mirça’nın Yıldırım Bayezid ile ilk bağımlılık anlaşması yapılırken, Eflak topraklarına Müslüman nüfus iskân edilmeyecek ve cami yapılmayacak diye önemli bir koşul kabul edilmiş (daha sonra Boğdan ile de benzer anlaşma çerçevesinde bağımlılık anlaşması yapılmış). Bu nedenle bugünkü Romanya topraklarında Osmanlı eseri cami bulunmamaktadır (sadece 1878’den sonra Romanya’ya ilhak edilen Kuzey Dobruca’da ve Osmanlı’nın Tuna nehrinin öteki kıyısında elinde tuttuğu müstahkem kalelerin içinde [Adakale, Severin, Turnu Măgurele, Giurgiu, Brăila] garnizon camileri bulunmuştur).  

Bükreş camiini gördükten sonra, 6 No.lu batıya giden ışında, Ghencea caddesi 33 No’da yer alan “Türk Şehitliği”ni ziyaret ettik. Birinci Dünya Savaşında, 1916-18 arası Romanya cephesine gönderilen 6. Kolordu askerlerinden şehit düşenler için 1932’de Büyükelçi Hamdullah Suphi Tanrıöver’in girişimiyle yapılmış, 1969’da Başbakan Süleyman Demirel’in ziyareti sonrası esas onarım geçirmiştir. Bugün hâlâ genişlemekte olan Bükreş’in merkezi yerinde kalmış, bakımlı ve yeşillikler arasında ferah görünümdedir (keşke yurtdışındaki bütün şehitliklerimiz böyle olsa). Bükreş’te ikamet eden Türk asıllı Müslümanlar da buraya gömülmekteler.


 
Bükreş Türk Şehitliği 

Hava kararmadan önce otobüsle şehrin merkezi bölgesinde panoramik bir tur attık. Romenler de Hıdrellez (yani “Sfantu Gheorghe” gününü) kutluyorlar, bazı caddeler trafiğe kapatılmış ve halk sokaklarda eğleniyordu. Yerli halkın ilgi göstermemesine rağmen, yabancı turistler merak ederek, komünist dönemde inşa edilen gösterişli büyük Parlamento Binasını fotoğraflıyorlardı. 1983-89 yılları arasında komünist diktatör Nicolae Ceauşescu (Çavuşesku) tarafından yaptırılan bu 12-katlı, 1100 odalı muazzam yapı “Çavuşesku Sarayı” olarak bilinmektedir. 25 yıl (1965-1989 arası) Romanya’yı demir yumrukla yöneten bu megaloman ve zalim diktatör, 25 Aralık 1989’da (Noel gününde), eşi Elena ile birlikte yakalanmışlar ve Tărgovişte’de idam edilmişlerdi (mezarları Bükreş “Türk Şehitliği”nin karşısındaki Ghencea Ortodoks Mezarlığında imiş).

Bükreş'te Parlamento Binası (Çavuşesku Sarayı)

Ertesi gün, Pazar sabahı, hotelde aldığımız kahvaltı sonrası, hâlâ tatil rehavetinde olan Bükreş’in tenha caddelerini kat ederek, kuzeydoğu istikametinde uzanan 2 No.lu (E85) anayola girdik. Fokşan’a kadar, 185 km boyunca dümdüz bir arazide, uçsuz bucaksız tarlalar arasında ilerledik. Bu ünlü Eflak Ovası (Wallachian Plain) idi. Hangi yöne başını çevirsen yatay bir ufuk çizgisi, yemyeşil çimlenmiş ekinler veya sarı çiçeklenmiş kanola (kolza, rapitsa) tarlaları renk cümbüşü içerisinde gözlerimizi okşuyordu. Her taraftan tarımsal zenginlik fışkıran bu ülkede nasıl olmuştu da Çavuşesku yıllarında halk kıtlık çekmişti! Büyüklük kompleksinde olan bir küçük diktatörün, imkânları zorlayan yatırımları (Parlamento Binası, Transfagaraş Dağ Yolu, Tuna-Karadeniz Kanalı), “Demirperde”nin yıkılmasında en nefret edilen ve alelacele idam edilen tek liderin de sonunu getirmişti. 


 
Tarihi Eflak topraklarındaki güzergâhımız

Ülkenin önemli ulaşım yolu olan DN 2 / E85 aslında ne otoban, ne de bölünmüş yoldu. Sadece iki şeritli, fakat virajları olmayan düzgün asfaltlanmış kaliteli bir ana yol idi. Buzău, Rămnicu Sărat ve Focşani şehirlerini tranzit geçerken Osmanlı tarihinden bu bölgede yaşanan iki büyük bozgunu hatırlattık: 230 yıl önce (1787-92 Savaşı) Rusya ve Avusturya İmparatorlukları ayrı ayrı zayıf Osmanlı Devletine karşı batıda ve doğuda saldırıya geçmişler ve 1789’da birleşerek hızla Eflak Ovasına girmişlerdi. 14 Temmuz 1789’da Büyük Fransız İhtilâli dünyayı sarsarken, Eflak Ovasının kuzeyinde önce Fokşan Mağlubiyeti (1 Ağustos 1789), sonra Boze (yani Buzău) Mağlubiyeti (22 Eylül 1789) [Rus ve Batı kaynaklarında “Rymnik”, yani Rămnicul Sărat nehri] Osmanlı Devletini çaresiz bırakmıştı. Aslında Rusya’ya karşı savaşı ilân eden 1. Abdülhamid 1787-88 yıllarındaki kayıplara üzülerek felç geçirmiş ve 7 Nisan 1789’da İstanbul’da vefat etmişti. Onun yerine tahta çıkan yeğeni 28-yaşındaki Sultan 3. Selim ısrarla savaşın sürdürülmesini istemiş ve söz konusu büyük bozgunlar Eflak topraklarında yaşanmıştı. Bu bahtsız savaş, ancak 1791’de önce Avusturya ile imzalanan Ziştovi Antlaşması (4 Ağustos 1791) ve beş ay sonra Rusya ile imzalanan Yaş Antlaşmasıyla (9 Ocak 1792) sona ermiş, Kırım Hanlığının kaybı tescillenmiş, Dinyester nehrinin doğusu Rusya’ya geçmiştir.

Fokşan (Focşani, nüfus 97,000) aslında tarihi Eflak topraklarının serhat şehridir. Aynı dili ve aynı dini paylaşan iki kardeş prensliğin birleşmesinde önemli rol oynamış, bazı ortak kurumlar (Adliye) burada yer almıştı. “1859 Wallachia-Moldova Birleşme” Meydanındaki dikilitaş (Union Square Obelisk) bu şehrin simgesidir. Fokşan, Doğu Avrupa’nın en aktif deprem bölgesinin (“Vrancea”= Vrança İli) idari merkezidir. 19. yüzyılda Doğu Avrupa’da yaşayan Yahudilerin de önemli örgütlenme merkezi olmuş, 1881’de ilk Zionist Congress burada yapılmıştır.

 

Moldova (Moldavia veya Ţara Moldovei) Karpat Dağlarının doğusunda yer alan ve Dinyester (Nistru, Osm: Turla) nehrine kadar uzanan engebeli bir platonun adıdır. Tuna ile Turla nehirleri arasında Karadeniz’e kıyısı vardır. Burada kurulan ilk beylik (1346, Principatul Moldovei) Karpat Dağlarından doğan Moldova nehrinden ismini almış, fakat Osmanlılar, ilk hükümdarlarından olan 1. Bogdan (= Tanrıverdi) nedeniyle Boğdan veya Karaboğdan demeyi tercih etmişlerdir. Moldovanlar da Eflâk’taki Ulahlar gibi Latince kökenli Rumence konuşurlar, Latin alfabesi kullanırlar ve koyu Ortodoks Hıristiyan sayılırlar. Dildaş ve dindaş olmalarına rağmen yüzyıllarca birbirine rakip iki ayrı beylik olmuşlar [Osmanlı bu nedenle bunlara “Memleketeyn” (yani ikil sayı durumu) demiştir], ancak 19. yüzyılda Avrupa’daki milliyetçilik ve güçlü birleşik devlet (Almanya, İtalya gibi)  olma bilinciyle 1859’da her iki prensliğin Meclisleri tek bir voyvodayı (Moldova asıllı Alexandru İoan Cuza) seçmişler, süzeren sayılan Osmanlı Sultanı Abdülmecit de onaylamıştır. 1862’de ortak bir anayasa ile hukuken ve fiilen “birleşik prenslik” statüsüne geçmişler, 1866’da “Romania” adını almışlar, Bükreş birinci başkent, Yaş ikinci başkent sayılmıştır. 

 
Aziz Ştefan cel Mare
(1433 - 1504)
 

 Osmanlı’nın Boğdan ile irtibatı daha geç olmuştur – 1420 yılında 1. Mehmet (Çelebi) ilk defa Boğdan topraklarına girmiş ve Tuna Deltasındaki Kili (Chilia) Kalesini başarısız kuşatarak geri dönmüştür. Boğdan Prensliği kurulduğundan beri Lehistan (Polonya+Litvanya) ve Macaristan baskısı altında kaldığı için 1457 yılında voyvoda Petru Aron, yıllık 2000 altın haraç karşılığında Osmanlı himayesine sığınmıştır. Bunun halefi Ştefan III cel Mare (“Büyük Ştefan”) (hd. 1457-1504) haraç ödemeyince Rumeli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa kış ortasında Boğdan topraklarına girmiş, fakat 10 Ocak 1475 tarihinde Vaslui yakınlarındaki Racova (Podul İnalt) Muharebesinde korkunç bozguna uğratılmıştır. Ertesi yıl, bizzat Fatih Sultan Mehmet Boğdan Seferine çıkmış ve 26 Temmuz 1476 tarihinde Razboieni yakınlarında  Akdere (Valea Alba) Muharebesinde Ştefan’ı yenmiş ve başkent Suceava (Suçiova)’yı yağmalamıştır. “Büyük Ştefan” tekrar Osmanlı’ya tabi olmuş ve kendi ülkesinde kilise onu “aziz” ilân etmiştir.

Fatih’in oğlu 2. Bayezid 1484 yılında Kili (Chilia) ile Akkerman (Cetatea Alba) kalelerini ve aradaki “Bucak” (Budjak) arazisini fethederek Boğdan’ı Karadeniz kıyısından mahrum bırakmış, fakat Kırım Hanlığı ile karadan bütünleşmeyi sağlamış, söz konusu Budjak (Bucak) topraklarına Nogay Tatarlarını yerleştirmiştir [bu seferden alınan ganimetlerle Edirne’deki Külliyesini inşa ettirmiştir]. Onun torunu Kanuni Sultan Süleyman da 1538 senesinde Boğdan Seferine çıkmış ve Dinyester kıyısına Mimar Sinan eseri ünlü Bender Kalesini (bugün Tighina] yaptırmıştır.

Alexandru Ion Cuza
(1820 - 1873)

Moldova’nın makûs talihi: Osmanlı tarihinden bildiğimiz Boğdan Voyvodalığı (Batılı kaynaklarda Moldavia Prensliği) kurulduğunda oldukça geniş araziye (yaklaşık 100 bin km2) sahip iken, güçlü komşularının (Litvanya, Polonya, Macaristan, Osmanlı ve sonradan Rusya’nın) tecavüzleri sonucu küçülmüş ve bölünmüştür. Şöyle ki, Karadeniz’e sahili olan Budjak arazisini 1484’te Osmanlı Devleti gaspetmiş, 1538’de Bender’e kadar genişletmiştir. 1774’te Avusturya kuzeydeki Bukovina’yı ilhak etmiş, 1792’de Dinyester Nehrinin doğusunda kalan Transnistria Rusya’ya verilmiştir. 1812’de gene Rusya, Prut nehrinin doğusunda ve kuzeyinde kalan Bessarabia topraklarını ilhak etmiş (Budjak arazisi Bessarabia’nın güney parçasıdır) ve bir daha geri vermemiştir. 1859’da Wallachia ile birleşen Batı Moldova bugünkü “Romanya’nın Moldova”sı sayılmaktadır. Bu nedenle Romanya Krallığı, Birinci Dünya Savaşı sonunda ve İkinci Dünya Savaşı başında eski Moldova topraklarını işgal etmişse de Sovyet Rusya’nın galip gelmesinden sonra çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Günümüzde iki Moldova vardır: Romanya Moldovası ve ayrıca yeni bağımsızlığını ilan etmiş (1991) “Moldova Cumhuriyeti” (eski Moldavia Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti). Bu esnada Transnistria’da yaşayan Ruslar da 1992’de bölücülük yaparak kendi özerk bölgelerini bağımsız idare etmeye başlamışlardır.

 
Moldova topraklarının paylaşılması

Fokşan’dan sonra Putna nehrini geçince, tarihi Boğdan (Moldova) topraklarına girmiş sayıldık. Peyzaj değişti, arazi gittikçe hafif engebeli oldu, sol tarafta Karpat Dağları net seçilebiliyordu. Fakat 18 km sonra, Tişiţa sapağında 2 No.lu ulusal yoldan çıktık ve sağ tarafa, komşu Moldova Cumhuriyeti başkenti Kişinev’e giden E581 yoluna girdik. Bu yol da asfalt kaplamalı, iki şeritli, fakat daha dar ve nispeten daha düşük kaliteliydi. Önce, Romanya Moldovası’nı kuzeyden güneye kat eden Siret Nehri’nin (Szeret, antik çağlarda Hierasus, 700 km uzunluk, debi 220 m3/san, 44 bin km2 havza alanı) vadisi karşımıza çıktı. Bu kısımda genişlemiş (yaklaşık 20 km), taşkınlara açık bir akarsu ovası oluşturuyordu.

Bărlad şehrinden tranzit geçtikten sonra Crasna sapağında 24 No.lu yolda Vaslui istikametinde 10 km gittik ve Secuia köyünden sonra sağda Ştefan cel Mare’nin atlı anıtı (Monumentul Podul İnalt) önünde durduk. 
                 

                   

                                               “Monumentul Podul İnalt” Anıtı (1975)

 

1475’te Racova Muharebesinde Rumeli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa’ya karşı kazanmış olduğu zafer anısına, 500 yıl sonra 1975 yılında dikilmiş olan anıt ve çevre düzenlemesi görülmeye değer idi (keşke çağdaşı olan Fatih Sultan Mehmet için de Edirne’de böyle etkileyici anıt dikilebilseydi!).  

Geri dönerek tekrar E581 yoluna girdik ve daha tepelikli ormanlık alanda ilerleyerek Huşi şehrine (nüfus 33 bin) ulaştık. Gerçekten huş ağaçları arasında, 10 km doğuda akan Prut Nehrinin alüvyon tabanlı ovasına bakan bu şehir sevimli görünüyordu. Ova düzeyine indikten sonra, güneye doğru 12 km gittik ve Stănileşti köyüne ulaştık. Osmanlı-Rus Savaşlarında en büyük galibiyet 18-22 Temmuz 1711 tarihlerinde Prut Nehri’nin sağ yakasında, bugünkü Stănileşti köyü arazisinde kazanılmıştı [Prut Muharebesi]. Çar “Büyük” Petro (hd. 1689-1725) [Türk tarihlerinde “Deli Petro” olarak bilinir] ordusu ile bataklıklar arasında kuşatılmış iken, Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa (d.1662, Osmancık – öl. 1712, Limni Adası), büyük bir gaflet içinde Prut Antlaşmasını imzalayarak çıkıp gitmelerine izin vermişti. Böyle bir fırsatı Osmanlı orduları bir daha yakalayamamış, tam tersine, güçlenen Ruslar adım adım İstanbul’a (3 Mart 1878’de Yeşilköy’e) kadar ilerleyebilmişlerdir. Fakat tamamen asılsız, magazin hikayelerle “Prut Muharebesi” olduğundan farklı boyutlara ulaşmış, kaba şakalar yapılmış, ressamların hayallerini süsleyen şehvet dolu tablolarla görsellik kazandırılmıştır. Söz konusu çarpışmadan bir hafta önce diğer bir Rus ordusunun güneyde Osmanlıya ait İbrail (Brăila) Kalesini 13-14 Temmuz 1711 tarihinde ele geçirip kuzeye hareket ettiğini ve Sadrazamın arkadan vurulma ihtimali göz ardı edilmektedir. Baltacı’yı kıskananlar İstanbul’da oturup dedikodular üretmişler, sadrazam azledilmiş, sorgulanmış, fakat kellesi gitmemiş, sadece sürgüne gönderilmiştir. Nitekim 1713 yılında Prut Antlaşması tekrar müzakere edilmiş ve Edirne’de Sultan tarafından tasdik edilmiştir. 

Çar Büyük Petro I

Baltacı Mehmet Paşa 

Belediye düzeyinde büyükçe bir köy olan Stănileşti, Pazar gününün rehaveti içinde tenha ve sessiz idi. Belediye ve müze binası kapalıydı. Yolda görebildiğimiz gençlere 18-22 Temmuz 1711 yılındaki “Prut Muharebesi”nin [Rum: Bătălia de la Stănileşti] yerini sorduk. Çoğu omuz silkeledi, sadece sağlık ocağından çıkan hemşire, köyün doğusunda 5 km kadar uzanan tarlaların sonunda parıldayan Prut Nehrini gösterebildi. Nehir aynı zamanda sınır çizigisi oluşturuyordu. Onun ötesinde, daha yüksek bir plato olan Moldova Cumhuriyeti toprakları seçiliyordu. İşte bu alçak, dümdüz, ıslak ve çamurlu alanda 38 binlik Rus Ordusu, Çar 1. Petro ve eşi 1. Katerina, kazak Hetmanı İvan Skoropadsky, onlara yardım eden 6 bin Boğdan askeri ve voyvodaları Dimitrie Cantemir sıkışıp kalmışlardı. Köyün bulunduğu sağlam zeminli yüksekçe tepelere Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa’nın 100 binlik ordusu ve topları kavis şeklinde kıskacı tamamlamışlardı.

Fakat “şanlı” tarihimizin bu büyük zaferini hatırlatan dikili bir taş dahi bulunmuyordu. Oysa Romanya’nın başkentinde ne güzel bir Türk Şehitliği vardı. Osmanlı atalarımızla iftihar ettiklerini söyleyenler buralara uğramamışlardı. Sivil ve askeri tarihçilerimizin de geldiklerinden emin değilim. Bu köydeki tek anıt 1916-19 arası, Birinci Dünya Savaşında ölen yerli askerler için dikilmişti (buna benzer anıtlar geçtiğimiz her yerleşim yerinde vardı). Ancak köyün adı Stănileşti “ordugâh” anlamındadır ve daha erken gelerek sağlam zemin seçen Osmanlı ordusunun kumandası  muhtemelen burada konuşlanmıştı.

 
Stanileşti köyünden Prut nehri ve savaş alanı

 
Stanileşti: 1. Dünya Savaşında
ölenler anıtı

Tekrar Huşi’ye döndük ve E581 yolunda 18 km kuzeydoğu istikametinde ilerledik. Albiţa sınır kapısı (Romanya ile Moldova Cumhuriyeti arasında) görülmüşken E581’i terk ettik ve Romanya topraklarında kalarak kuzeye, Yaş (Iaşi) şehrine giden 28 No.lu ulusal yola girdik. Önce Prut vadisi tabanında, nehre paralel seyreden 70 km’lik bu yol, gittikçe kuzeybatı istikametine yöneldi ve alçak dağ görünümlü alanlara girdi. Sonunda Prut vadisinin batıya doğru genişlemesinden meydana gelen büyük bir ovaya ulaştık. Sanayi tesisleri, demiryolu ve banliyöler geçilerek, Osmanlı tarihinde de adı sıkça zikredilen Yaş şehrine girdik.

 
Yaş: Galata Manastır Kilisesi

 Yaş: Metropolit Katedrali

Yaş (İaşi) Romanya’nın yedi tepeye kurulu 4-üncü büyük şehri (nüfus 290 bin, banliyölerle 467 bin; rakım 60 m, Bahlui nehri vadisinde) olup, 1564-1859 arası Boğdan Prensliği’nin başkenti, 1859-62 arası Birleşik Prenslikler başkenti ve 1. Dünya Savaşında 1916-1918 arası Romanya Krallığının başkenti olmuştur. Romanya’nın en eski üniversitesi, en eski tiyatrosu, en eski kütüphanesi, büyük sinagog ve botanik bahçesi buradadır. 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşını bitiren Yaş Antlaşması (9 Ocak 1792) burada imzalanmıştır. Bu şehrin genel görünümü, havası, mimarisi, yayalara ayrılmış merkezi, tarihi binaları ve kiliseleri, sokakları dolduran üniversiteli gençleri, bizlerde canlı, hareketli ve entelektüel kent izlenimi bıraktı (Bükreş’ten daha olgun ve sevimli idi).   

    Yaş’ta konakladıktan sonra, ertesi gün batı yönünde 28 No.lu yolda 46 km sonra Tărgu Frumos’a vardık ve güneye saparak, Siret nehrinin batısına geçtik, Săbăoani kavşağında 2. No.lu (E85) ana yola girdik. Tekrar kuzeye döndük ve 15 km sonra “Hanul Ancuţei” sapağından Girov yoluna saptık. Bölgeye ve ülkeye adını veren Moldova Nehrini geçtik ve  Războieni (= Çarpışma) Manastırı’na kadar (13,5 km) gittik. Bu uzak diyarlarda, 26 Temmuz 1476 tarihinde 44 yaşındaki  Fatih Sultan Mehmed’in (49 yaşında vefat etmiştir)  bizzat çarpışarak galebe çaldığı “Akdere (Valea Alba) Muharebe” alanına kurulmuş olan rahibe manastırını ziyaret ettik. Başrahibe konulara hakimdi, niçin geldiğimizi anladı ve Türkiye’den gelmiş olmamızdan memnun oldu. “Valea alba” adını bu çarpışmada ölenlerin (herhalde Hıristiyanları kastediyordu) aklaşmış kemiklerinin yıllarca toprak üstünde kalmasından aldığını, manastırın da  hayatlarını kaybedenlere dua etmek için kurulduğunu anlattı. Tabi, şehit düşen Türkleri ve galip gelen “koca cihan padişahı” Fatih Sultan Mehmed’i hatırlatan herhangi bir anıt yine yoktu.

 
Razboieni Manastırı giriş kapısı

 
Razboieni Manastırı Kilisesi

Tekrar 2 No.lu (E85) ana yoluna döndük ve kuzeybatıya, yani Boğdan’ın eski başkenti Suçava’ya (Suceava, Suçiova; nüfus 105 bin, rakım 350 m) yöneldik. Karpat Dağlarının eteklerinde, tepelikli ve ormanlık alanda, 80 km sonra Güney Bukovina’nın tarihi merkezine ulaştık. Çok sayıda tarihi kiliseleri ve manastırları ile Romenlerin kutsal ziyaret yeridir. Ştefan cel Mare’nin imar ettiği ve hüküm sürdüğü başkenttir. Akdere galibiyetinden sonra Fatih Sultan Mehmet de buraya kadar gelmiş, şehri yakıp yıkmış, fakat Ştefan cel Mare’nin dağlara kaçmış  olması nedeniyle ikametgâhı olan kaleyi (Cetatea de Scaun) ele geçiremeden geri dönmüştür. Uzun yol bizi beklediği için Suçava merkezini otobüsle dolaştık, fakat şehre hakim bir tepede yer alan ünlü kalesini, dar yollardan geçerek, ziyaret ettik.

 
Suçava: "Cetatea de Scaun" Kalesi

Suçava’dan sonra kuzeye devam ettik, Siret kasabasından sonra üçüncü kez Siret Nehri üzerinden geçerek Siret / Sterche sınır kapısından Ukrayna topraklarına girdik. Avrupa Birliği üyesi Romanya ile Birlik üyesi olmayan Ukrayna arasında ayrı ayrı sınır kontrollerine tabi tutulduk. Ukraynalıların akıl almaz bürokratik yavaşlığı ve beceriksizliği bizleri saatlerce bekletti ve zaman kaybına uğrattı. Aslında kötü niyetleri yoktu, kaba davranmıyorlardı, giremezsiniz demiyorlardı, fakat oradan oraya gönderiyorlar, umursamaz bir tavırla hiç acele etmiyorlardı. Yıllarca komünist bir rejim altında yaşamış bu memurlar adeta sorumluluk duygusunu yitirmişler ve işini kaybetme korkusuyla tanışmamışlardı (böyle bir davranışı daha sonra Moldova Cumhuriyetinde de yaşadık). Büyük bir gecikmeyle girdiğimiz Batı Ukrayna’da programımızı kısaltmak mecburiyetinde kaldık.

Önce Ukrayna’ya ait “Kuzey Bukovina”nın başşehri Çernivtsi’yi (Cernăuţi, Chernovtsi, Czernowitz = Karakent) (nüfus 250 bin, rakım 248 m) şehrin içine girmeden çevre yolundan baypas ettik. 1359-1775 arası Boğdan toprağı olan bu şehir, 1775-1918 arası Avusturya İmparatorluğunun elinde kalmıştı. Bu imparatorluğun dağılmasıyla, 1918 ilâ 1940 arasında Büyük Romanya’ya dahil edilmiş, Sovyetler Birliği’nin Hitler ile anlaşmasından sonra Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne geçmişti.  

 
Romanya'nın Moldova bölgesindeki gezi güzergâhımız

Şehrin içinden geçen Prut Nehri’ni (Purut, Pruth, antik adı Pyretus; 953 km uzunluk, ort. debi 405 m3, havza 27,5 km2) çevre yolundaki köprü üzerinden geçerken ilk defa izleyebildik. Romanya ile Moldova Cumhuriyeti arasında sınırı oluşturan bu büyük akarsuyu ancak uzaktan seyredebilmiştik. Dönüş yolunda da Tuna’ya döküldüğü yerde tekrar görebileceğiz.

 Bukovina: Tarihi Boğdan Prensliği’nin, dağlık ve sık kayın ormanlarıyla kaplı kuzey-batı köşesine coğrafi anlamda Bukovina (Slavca: buk = kayın ağacı) denmiştir. Ayrı bir devlet olmamış, karışık etnik gruplar barındırmıştır. Zengin doğal kaynakları nedeniyle Avusturya’nın ve Rusya’nın iştahını kabartmıştır. Önce Avusturya bu bölgeyi 1775’te işgal etmiş ve 1. Dünya Savaşına (1918) kadar yönetmişti. 1920 Trianon Barış görüşmelerinde bölge “Büyük Romanya”ya tahsis edilmiş, fakat 2. Dünya Savaşından önce 1940’ta Sovyetler Birliği “Kuzey Bukovina”yı işgal edip Ukrayna Sovyet Cumhuriyetine dahil etmiştir. Günümüzde Güney Bukovina (başşehir Suceava) Romanya sınırlarında, Kuzey Bukovina ise (başşehir Chernivtsi) Ukrayna topraklarında kalmaktadır.

Transylvania (Osm: Erdel, Mac: Erdely, Alm: Siebenbürgen) bugün Romanya’nın en geniş parçasıdır, fakat tarih boyunca hep Macaristan’a ait olmuştur. Hâlâ önemli miktarda Macar nüfus vardır. Karpat Dağları’nın kavsi arasında kalan yüksek bir platodur. İklimi serttir, fakat düşman işgallerine karşı yüksek dağlar tarafından korunmaktadır. Zengin maden kaynakları (altın, gümüş, bakır, demir) Roma İmparatorlarının gözlerini kamaştırmış ve M.S. 106-271 arası “Dacia” Eyaleti olarak sömürülmüştür. Sultan 2. Murat zamanında 1438-43 arası zorlu dağ geçitleri aşılarak saldırı yapılmış, fakat başarısız olarak dönülmüştür. Ancak Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan’ı fethinden sonra (1541) “Erdel Voyvodalığı” Osmanlıya tâbi olmuşsa da, asıl Erdel topraklarına Osmanlı askeri girmemiş ve Müslüman nüfus yerleşmemiştir [Erdel’in batısında kalan Banat (başşehir Temeşvar, bugün Timişoara) ve Crişana (başşehir Varad, bugün Oradea) bölgeleri, doğrudan Osmanlı hakimiyetinde bulunmuş ve eyalet şeklinde idare edilmişlerdir]. Osmanlı’nın çekilmesinden sonra Erdel Prensliği Avusturya’ya dahil edilmiş ve 1. Dünya Savaşında yenilen Avusturya’dan Romanya Krallığına (Trianon Barışı,1920) devredilmiştir (Romenler buna “Büyük Birleşme” derler). Bizim bu gezimize Transylvania (Erdel) dahil değildi ve Romanya’nın bu bölgesine hiç girmedik.

 

 Çernivtsi çevre yolundan Hotin tabelasının gösterdiği kavşakta çıktık ve kuzeydoğuya devam ettik. Hotin tarihi ve coğrafi olarak Bukovina’ya dahil değildi, Bessarabia’nin kuzeyde yer alan uç noktası sayılırdı. Daha yüksek ve ormanlık alanda 62 km sonra Hotin (Khotin, Chocim) kasabasına (11 bin nüfus, rakım 230 m) ulaştık. Amacımız ünlü Hotin Kalesi’ni (rakım 170 m) görmekti. Kale adeta gizlenmişti, çünkü Dinyester (rakım 115 m) nehrine bakan dik yamacın aşağısında bulunuyordu. Boğdan Prensliğinin (1359-1812 arası) kuzey sınırını koruyan bu stratejik kale, kuzey-güney ticaret yolunun Dinyester geçidine hakim konumda olduğundan  sık sık Polonya’nın ve Kazakların saldırısına uğramıştır.

Hotin Kalesi: Dış surlar ve Dinyeper nehri

 
Hotin Kalesi: Kazak Hetman
Sagaidachny anıtı

Boğdan’ın (1457’den itibaren) ve Kırım Hanlığı’nın (1475’ten itibaren) bağımlı olmasından sonra Osmanlı Devletinin başına yeni gaileler açılmıştır: Polonya, Litvanya [1569’dan sonra birleşik “Polonya-Litvanya” konfederasyonu] ve Rusya ile sürekli sorunlar çıkmış, vasal devletlerini korumak uğruna, Osmanlı Devleti sonu gelmeyen uzun ve yıpratıcı savaşlara mecbur kalmıştır [6 Osmanlı-Lehistan Savaşı ve 10 Osmanlı-Rus Savaşı yaşanmıştır]. Ukrayna topraklarında başıboş dolaşan yağmacı Kazakları (Cossacks) hem Polonya, hem de Rusya kullanmışlar ve saldırtmışlardır. Tabi buna karşılık Osmanlı da Tatar akınlarını görmezden gelmiştir [Bu akınlarda esir edilen Roksalana sonradan Hürrem Sultan olmuştur].

 1621’de Sultan 2. Osman (Genç Osman), bütün tecrübesizliğine ve kapıkulu askerlerinin isteksiz olmasına rağmen, Hotin Seferi’ne çıkmış, dört ayda buralara kadar gelmiş, Lehlilerin ve Kazakların elinde bulunan Hotin Kalesini muhasara etmiş, altı kez hücuma kalkışılmış, fakat kaleyi ele geçirememiş. Büyük zayiat veren Lehliler ve Kazaklar (Hetman Petro Konashevych-Sagaidachny ağır yaralanmış ve vefat etmiş), kaleyi Boğdan’a iade edeceklerine ve Kırım Hanlarına önceden ödemekte oldukları haracı tekrar ödemeye başlayacaklarına dair söz verince kuşatma kaldırılmış. Ancak İstanbul’a döndükten sonra bu bahtsız genç padişah (18 yaşında iken) kendi yeniçerilerinin ayaklanmasıyla tahttan indirilmiş ve Yedikule zindanlarında gaddarca öldürülmüştür. Bugün kale kapısı önünde, Ukrayna millî kahramanı sayılan Hetman Sagaidachny anıtı dikilmiş, fakat Sultan Genç Osman ve onun askerlerini hatırlatan herhangi bir levha dahi bulunmamaktadır.

Ancak 50 yıl sonra, 1672’de Sultan 4. Mehmed’in Lehistan Seferinde Hotin Kalesi fethedilmiş, Dinyester nehri aşılarak kuzeydeki Lehistan’a ait Podolia’nın başşehri Kamaniçe (Kamyanets-Podilski) şehri, kalesi ve çevredeki birçok yerleşim yeri ile birlikte doğrudan Osmanlı Devletine bağlanmış. Bu sefere (1672 Lehistan Seferi) Sultan 4. Mehmet (Avcı), validesi Hatice Turhan Sultan ve Hasekisi Gülnuş Sultan da katılmışlar, Kamaniçe’de kalmışlardı. Fakat 4. Mehmed’in yanında seferi idare eden tecrübeli bir serdar Köprülüzâde Fazıl Ahmet Paşa ve disiplini sağlanmış bir ordu bulunuyordu. Duraklama Devrinin sonlarında (Köprülüler döneminde) Osmanlı İmparatorluğu yeniden güçlenmiş ve yeni fetihler kaydetmiştir. 

Sultan 2. Osman (Genç Osman)
hd. 1618 - 1622

Sultan 4. Mehmet (Avcı Mehmet)
hd. 1648 -1687

Dinyester Nehri (Dnister, Rum: Nistru; Osm: Turla; antik çağlarda Tyras) Tuna’dan sonra gördüğümüz en büyük akarsu idi. Uzunluğu 1362 km, debi 310 m3 , havza 72 bin km2. Ukrayna-Polonya sınırlarından başlayarak doğrudan Karadeniz’e dökülür (burada göl genişliğinde bir haliç yapar). Tuna ile ilgisi yoktur. Yukarı akıntısı Lehistan ile Boğdan arasında sınır sayılmış, aşağı akıntısı ise bugün Ukrayna ile Moldova Cumhuriyeti arasında sınır oluşturmaktadır. Hotin Kalesi, Bender Kalesi ve Akkerman Kalesi akarsuyun sağ yakasında kurulmuş savunma garnizonlarıdır. 8 Mayıs 2017 gününde, Doğu Avrupa’nın Karadeniz’e akan üç büyük nehrini bir günde görmüş olduk: Romanya’da Siret; Chernivtsi’de Prut ve Hotin’de Dinyester (bu bölgede araları 50-60 km’dir ve birbirine koşut akarlar).

 

Podolya (Podolia, Podilia, eskiden Ponizie) bugün Batı Ukrayna topraklarında kalan, Moldova’nın kuzeyinde ve doğusunda yer alan, Dinyester Nehri kuzeyinde ve doğusunda, Güney Bug (Osm: Aksu) nehrinin havzasını içeren coğrafi bölgedir. Çok verimli “çernozem” (kara toprak) ile örtülü bu platoyu akarsular kanyon biçimli derin vadilerle (Slavca “doli”) yararlar. Kuzeybatı-güneydoğu ekseni 320 km, yaklaşık 40 bin km2 alan, ortalama irtifa 144 m, nüfus 3,5 milyon. Moğol akınlarının yakıp yıktığı bölge 1362’de Litvanya Grandüklüğü’nün eline geçmiş, 1430’da Polonya Krallığına ait voyvodalık olmuştur. Bu geniş alanın sadece kuzey kısmında (%30), 1672’de Osmanlı İmparatorluğuna bağlı “Podolya Eyaleti” kurulmuş. Dört sancağı varmış: merkez sancağı, 100 km kuzeyde Mejibuji (Medzhybizh), kuzeydoğuda Bar (Bar), batıda Yazlofça (Yazlovets) sancakları]. Ne yazık ki, bu eyalet uzun süreli olamamış, 27 yıl sonra Karlofça (Ocak 1699) Antlaşmasıyla Lehistan’a savaşsız terkedilmiştir (Eylül 1699). 1772’de Lehistan parçalanırken Rusların eline geçmiştir.

Batı Ukrayna’daki güzergâhımız

 

Kamaniçe (Kamyanets-Podilski, esk. Petridava, Klepidava) nüfus 102 bin, rakım 167 m, Dinyester kolu olan Smotrych nehrinin kanyonla çevrelediği ada üzerinde “eski kent” ve karşısında güçlü garnizon kalesi. Podolya Eyaleti’nin merkezi ve beylerbeyi ikametgâhı. Sekiz kilise camiye çevrilmiş, sonradan bu camiler tekrar kilise olmuşlar. Kale muhafızları için ayrıca iki cami inşa edilmiş. “Sultan 4. Mehmet Camii”nin (bugün Katolik “St. Peter ve St. Paul” katedrali) minaresi ayakta, fakat alem yerine haç tutan Meryemana heykeli vardır. “Haseki Gülnuş Sultan Camii”nin (bugün “St. Nicholas” Dominiken kilisesi ve manastırı) içinde minber hala muhafaza edilmektedir. Ne yazık ki Dominiken Kilisesi onarımda ve kapalı idi, söz konusu minberi göremedik. 

 
Kamaniçe: St. Peter-Paul
Katedrali ve minaresi

 
Kamaniçe: St. Nicholas 
Dominiken Kilisesi

Hotin’den sonra Dinyeper nehrini yeni betonarme köprüden geçtik ve Podolya topraklarına ayak bastık. 28 km sonra da, hava kararmakta iken, gezimizin uç noktası olan Kamyanets-Podliski şehrine uaştık. Smotrych nehri üzerinden yeni çağdaş betonarme köprü kullanarak düzgün planlı “yeni Kamaniçe” mahallelerine ulaştık. Tekrar kanyon üzerinden Rus çarı 2. Aleksander’in 1874’te yaptırdığı başka bir köprüyü (Novoplanovsky) kullanarak “eski Kamaniçe” (Old City) adasına girdik. Burası Edirne’nin “Kaleiçi” kadar olup, taş parke sokakları tarihi binalar ve kiliseler ile dolu idi. Sırt çantalı genç turistler birahaneleri ve kahvehaneleri dolduruyordu. Bunlar Ukraynalı, Polonyalı, Batı ve Kuzey Avrupa’dan gelmişlerdi. Bu turistik bölgenin en önemli atraksiyonu bir kiliseye eklenmiş Osmanlı minaresi (“minaret”) idi (Avrupa’da, en kuzey enleminde Türk minaresi olarak reklam ediliyordu). Derin kanyon ile çevrilmiş olan eski kent, batıda dar bir kıstak sayesinde çevreye bağlanıyordu. Bu kıstak üzerindeki köprüye “Türk köprüsü” diyorlardı. Bunun dışında şehrin girişini savunan gösterişli bir kale, şimdi müzeye çevrilmişti. Kamaniçe görmüş geçirmiş turistik yerleşimdi. Turistlere alışık, dinlere ve dillere açık, hoşgörülü bir kentti: Türk Köprüsü, Tatar sokağı, Polonya Pazarı, Ermeni Kilisesi, Yahudi Sinagogu, Katolik Katedrali, Ortodoks Katedrali, Dominiken ve Fransisken Manastırları, v.s.  Eski kent merkezinde büyük reklam panosunda “Kahve Festivali” yapılacağı haber veriliyor, 1672 yılında Kamaniçe’nin ilk defa Türkler tarafından kahve ile tanıştığı iddia ediliyordu (Viyana 1683’te tanışmıştı!). Panonun önünde temsili kocaman bakır cezve, at arabası ve kahve çuvalları reklamı kuvvetlendiriyordu.

 

Kamaniçe’de Türk kahvesinin reklamı

 

Ukrayna’da gerçekleştirilen turistik anket sonuçlarına göre hem Kamaniçe, hem de Hotin Kalesi ülkenin görülmesi gereken en önemli “yedi harikası” arasına girmiştir.

Kamaniçe’de konakladıktan sonra, ertesi gün Hotin üzerinden geri dönüş başladı. Ukrayna ile Moldova Cumhuriyeti arasındaki Mamaliga / Criva sınır kapısından Moldova Cumhuriyetine giriş yaptık ve kuzeybatıdan güneydoğuya bu küçük ülkeyi bir günde kat ettik (322 km).

 

    Moldova (Moldova Cumhuriyeti) eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinden olup, 1991’de bağımsız devlet olmuştur. Bolşevik ihtilalinden önce de Rus Çarlığına bağlı Bessarabia Guberniyası idi. Yüzölçümü 33 bin km2 , nüfus 3,5 milyon, kişi başı gelir 1,712 $. Para birimi Leu (MDL, kur 1 €= 20,51 MDL;1 $= 20,94 MDL), trafik kodu MD, telefon kodu +373. Kişi başı gelir bakımından Avrupa’nın en fakir ülkesidir. En önemli ihracat ürünü şaraptır. Doğu Avrupa’nın şarapçılık diyarı olup, kilometrelerce uzun yeraltı şarap mahzenleri turistlerin ilgisini çekmektedir. Resmi dil Rumence, resmi din Ortodoks Hıristiyan. Rus Ortodoks Patrikliğine bağlı Kişinev’de özerk Metropolitlik olduğu gibi, Romanya Ortodoks Patrikliğine bağlı kilisler ve Lipovan (Old Rite Russian Orthodox) kiliseleri de bulunur. Nüfusun % 13.8’i Ukraynalı, % 13’ü Rus, % 3,5 Gagauz, % 2 Bulgar, % 1,5 Musevi. Müslüman çok azdır, toplam 2,000 civarında (Liga İslamica din Moldova). Başkent Kişinev’de bir cami yeni inşa edilmiştir. En büyük şehirleri:

 

    1) Kişinev (Chişinău)  723 bin nüfus

    2) Tiraspol                   148 bin (özerk Transnistria Cumhuriyetinin başkenti)

    3) Bălţi                        144 bin

    4) Tighina (Bender)      93 bin (Moldova ile Transnistria arası neutral bögede)

    5) Ribniţa                      50 bin (özerk Transnistria Cumhuriyeti yönetiminde)

 

Moldova Cumhuriyetinin Prut Nehrini takip eden batı sınırı Tuna Nehrine kadar ulaşır. Tuna kıyısında 0,5 km kadar sahil bandı bulunur ve buradaki Curculeşti (Giurgiuleşti) limanından ithalat-ihracat yapabilir. 

 

Moldova Cumhuriyetinden tranzit geçiş güzergahımız

 

Sınırda hemen sonra Lipcani kasabasından geçtik. Lipcani (nüfus 5,500) ülkenin kuzeybatısında küçük bir kasaba olup adını buraya yerleşen Lipka Tatarları’ndan almıştır. 15.-17. yüzyıllar arası Kırım Tatarlarından Litvanya’ya iltica eden bir topluluktur. Tatarların Litvanya Grandüklüğüne verdiği isim “Lipka” imiş. Kendi örf ve adetlerinde, din hürriyeti içinde, kendi köylerinde yaşamışlar, Lehistan krallarına süvari hizmeti vermişler. Bunlardan küçük bir grup Moldova’nın bu köşesine yerleşmiş. Briceni (nüfus 9,900) kasabasının 1930’larda % 95’i Yahudi imiş ve Yiddish şivesi konuşurlarmış. Çoğunluk İsrail’e ve Batı ülkelerine göç etmiş, ancak 50 kadar Musevi kalmış.

Briceni sapağından sonra M14 yolu ile ülkenin ikinci büyük şehri Bălţi’yi çevre yolundan dolandık, fakat başkent Kişinev’de mola verdik. Bu sakin ve sessiz ülkede beklediğimizden daha iyi yollar vardı, insanlar dünyaya açılmamışlar ve turist pek görmemişlerdi. İhtiyaç molası verdiğimiz yerlerde alış-veriş yapamıyorduk, çünkü ne evro, ne dolar, hatta Romen lei’si bile kabul etmiyorlardı. Sadece Moldova lei’si istiyorlardı, fakat başkentte evro ve dolar kabul edenlere rastladık. Sessizliğin sebebi anlaşıldı – günlerden “9 Mayıs” idi ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinde (Ukrayna’da ve Moldova’da) İkinci Dünya Savaşının bitiş günü (Hitler Almanya’sının teslim olduğu gün) kutlanıyordu. Geçtiğimiz şehir ve köylerde 2. Dünya Savaşında ölenlerin anıtlarına çelenk konuluyor ve saygı duruşunda bulunuluyordu (Halbuki Romanya’da 1. Dünya Savaşında ölenlere anıtlar dikilmişti).

    Kişinev (Chişinău) ülkenin başkenti ve en büyük şehridir. Fakat tarihi çok eski değildir. Boğdan Prensliği yıllarında (1436’da) Bic Nehri yakınlarında manastır olarak kurulmuş. 1812’de Bessarabia toprakları Rusların eline geçince 7 bin nüfuslu bu kasabayı merkez yapmışlar, “gubernator” (vali) burada ikamet etmiş ve 1900’de nüfus 125 bine ulaşmış. Demiryolları ile çevre bağlantısı sağlanmış ve Osmanlı İmparatorluğuna karşı askeri ve siyasi üs haline getirilmiş.

Kişinev: Parlamento Meydanında
"9 Mayıs" kutlaması

Kişinev merkezinde park
ve kilise 

Başkentteki moladan sonra bu ülkedeki tek hedefimiz olan Bender’e (R2 yolu, 60 km) ulaşmak için yola çıktık. Bender (Tighina) doğu sınırında, Dinyester Nehri’nin sağ kıyısında, ülkenin 4. büyük  şehridir. Boğdan Prensliği döneminde adı Tighina olup, stratejik bir ticaret ve geçit yeri imiş. 1538’de Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı topraklarına katmış ve nehir kenarına “Bender” (= kapı) adında muazzam büyük ve sağlam kale inşa ettirmiş. Mimar Sinan eseri olarak anılmaktadır. 1709 Poltava Savaşını kaybeden İsveç Kralı 12. Karl (“Demirbaş Şarl”) kaçarak 1500 refakatçi askeriyle birlikte Bender Kalesine sığınmış ve 4 sene burada beklemiştir. Prut Muharebesinden sonra Edirne’ye nakledilmiş ve yaklaşık bir yıl da Meriç ötesindeki Demirtaş Kasrında misafir edilmiştir. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşından sonra Bessarabia ile birlikte Bender de Rusya’ya geçmiştir. Rus egemenliği döneminde “Bendery” adını muhafaza etmiştir.

 
Bender Kalesi


Transnistria (Transdniestria): Rus Çarlığı yıllarında Dinyester Nehri’nin doğu ve batı  yakasına çok sayıda Rus nüfus yerleştirilmiş (Ruslaştırma) ve Bessarabiya Guberniya’sına dahil edilmişler. Sovyet döneminde de Rus asıllılar himaye görmüşler. Sovyetler Birliği dağılınca (1991) Moldova bağımsızlığını ilân etti, fakat Dinyester (Nistru) çevresindeki Ruslar ve Ukraynalılar silahlı mukavemet gösterdiler (burada konuçlanmış olan 14. Rus Ordusu desteğinde) ve ayrılmak istediler (nüfus 550 bin). Sonunda 1992’de kendi Cumhuriyetlerini (Pridnestrovian Moldavian Republic - PMR) ilan ettiler. Sadece Rusya (ve Abhazya, Güney Osetya ve Karabağ gibi Rus korumasındaki tartışmalı “devletçikler”)  tarafından tanındılar (durum KKTC gibi). Rusya aracı oldu, askeri çarpışmalar durduruldu (21 Temmuz 1992), sınır hatları belirlendi, fakat Transnistria şeklen Moldova’ya bağlı olduğunu hâlâ kabul etmedi: ateşkes var, barış yok. Transnistria’nın kendi siyasi yapısı, meclisi, ordusu, polisi ve posta sistemi bulunur. Ekonomisi komünist sisteme dayalıdır. Başşehir Tiraspol (nüfus 148 bin). Bender şehri ise silahsızlanmış hatta yer almakta, fakat dahili kontrol Transnistria milislerindedir. Bu nedenle şehir girişinde durdurulduk, pasaport kontrolünden geçtik, fakat damga vurulmadı. Her bir pasaportun içine birer giriş belgesi kondu, bölgeden çıkışta da söz konusu kâğıtlar alındı.

              Şehir merkezini yağmur altında geçtik ve Dinyester Nehri kenarında, merak ettiğimiz Bender Kalesi’ni otobüsten izledik. Kale toprak yığınları altındaydı, kazılmamış, restore edilmemişti, fakat yok edilmemişti. Büyük bir alan kaplıyordu, ortaya çıkartılması için paraya ihtiyaç vardı, halbuki ateş hattında, tartışmalı sınırda kalakalmıştı. Oysa orijinal Osmanlı kalesiydi, Kanunî Sultan Süleyman emretmiş, Mimar Sinan projelendirmişti. Şimdi yaban ellerde kalmış, restorasyonu için kimse emek ve para sarf etmek istemiyordu. Geçmiş olduğumuz diğer kaleleri Osmanlı sadece fethetmiş, onarmış ve kullanmıştı, fakat ilk inşaatları ona ait değildi.

 
Transnistria

Bender Kalesini gördükten sonra Dinyester köprüsünden doğuya geçerek Transnistria topraklarında 13 km sonra başşehir Tiraspol’dan geçtik ve 36 km sonra Kuçurgan sınır kapısından tekrar Ukrayna’ya (Odesa Oblastı) girdik. Dümdüz bir arazide 73 km sonra ülkenin 3-üncü büyük şehri ve en büyük limanı olan Odesa (Odessa) şehrine gecenin ilerlemiş saatlerinde varabildik.

 

Ukrayna (Ukraine) [Slavca: “u + kraine” (uç, serhad), yani Moskova’ya göre] ziyaret ettiğimiz en büyük ülkedir (iki kez girip çıktık), fakat kuzeybatıda ve güneybatıda sınırlara yakın sadece iki bölgesini gördük (Romanya’nın kuzeyinde Çernivtsi + Kamyanets-Podilskyi ve Moldova’nın doğusunda, Karadeniz kıyısında Odesa Oblastı). Yüzölçümü Türkiye’ye yakın büyüklükte [603 bin km2, nüfus 45 milyon, dil Ukraynaca (Rusçaya yakın, Kiril alfabesiyle yazılır), din Ortodoks Hıristiyan (Kiev’de kendi Patrikaneleri vardır), para birimi: hryvni,UAH (kur 1€=28,5 UAH; 1 $= 27 UAH), trafik kodu UA, telefon kodu +380, kişi başı gelir 8230 $. Karadeniz’in kuzeyindeki geniş düzlükleri ve verimli ovaları, daha kuzeyde ise akarsuları bol ormanlık arazileri kapsar. Avrupa’nın en geniş tahıl ambarı ve zengin kömür-demir yatakları (Krivoy-Rog) sayesinde istilâcıları hep celp etmiştir [Örn. Hitler]. Tarih öncesi ilk tarımcı neolitik insanların yaşadığı bu topraklar, “kavimler göçü” asırlarında Orta Asya’dan Avrupa’ya ve Balkan Yarımadasına giden farklı kabilelerin ana geçit yeri olmuştur (bu kabilelerin çoğu Türkî kökenlidir – Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Oğuzlar, Peçenekler, Kumanlar, Tatarlar; veya Ural kökenli - Macarlar). 1240’tan sonra Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci Han’a bağlı Moğollar “Altın Ordu Devleti”ne dahil etmişler, bu devletin parçalanmasından sonra Kırım Hanlığı’nın egemenliğinde kalmışlardır [Moğolların Orta Asya’dan topladıkları askerlerin çoğunluğu bir Türk şivesi olan Tatarca konuştukları için Avrupa bunlara “Tatar” demiştir]. Fakat kuzeydeki Hıristiyan devletlerin [önce Litvanya (1392), sonra Polonya (1430), sonunda Rusya (1792)] güçlenmesiyle, 15. yüzyıldan sonra Kırım Hanlığı Osmanlı’nın desteğine ihtiyaç duymuş, bağımlı devlet olmuş (1475) ve 300 yıl dayandıktan sonra, Osmanlı’nın zayıflamasıyla, 1783’te Rus istilâsıyla ortadan kalkmıştır.

    2014 yılından beri Ukrayna, bölücü güçlerin (bir taraftan Rusya, bir taraftan Batı) etkisi altında parçalanma sürecinde can çekişmektedir [1992’de Transnistria bölgesi  Moldova Cumhuriyetinden koparılırken çok sayıda gönüllü Ukraynalı, buradaki bölücülerin yardımına koşmuştu!].

             Ukrayna krizi (2014): Kaybedilen topraklar (Kırım, Donetsk-Luhansk)

 

Bugün Ukraynalıların “atalarımız” diyerek gururlandıkları Kazaklar (Cossacks) vakti zamanında hem Lehlilerin, hem de Rusların yanında çarpışmışlar ve Osmanlı tebasına en acımasız muamele eden çapulcu birlikler olmuşlardır [1829 ve 1878 Edirne işgallerinde halka ve camilere çok zarar vermişlerdi].

    Özellikle Odesa Oblastı’nın toprakları (Yedisan ve Bucak) uzun yıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Kırım Hanlığı’nın idaresinde kalmıştı. 1792’de Yedisan, ardından 1812’de Bucak (tüm Besarabya ile birlikte) Rusya’nın eline geçmişti.


Yedisan (Edisan): Bugünkü Ukrayna’nın güneyinde, Karadeniz’e kıyısı olan, Dinyester (Turla) ile Dinyeper (Özi) arasındaki topraklarda, yedi Tatar kabilesinin at koşturduğu düzlüklere verilen coğrafi isimdir. Kırım Hanlığına bağlı idiler ve savaş seferberliğinde Osmanlı’nın yanında etkili süvari birlikleri oluşturuyorlardı. Bugün Odesa ve Mykolaiv Bölgelerini kapsamaktadır.

    Bucak (Buzak, Budjak): Tuna Deltası ile Dinyester (Turla) halici arasındaki step görünümlü araziye Osmanlı “Bucak” demiştir, çünkü “Bucak Tatarları”nı (Nogay Tatarları) buraya yerleştirmişti ve savaşlarda gözü pek amansız atlı güç sayılıyorlardı. 1484’te 2. Bayezid Osmanlı topraklarına katmış, 1812’de Ruslar el koymuşlar ve Bessarabia Guberniya’sına dahil etmişlerdi.

    Kazaklar (Cossacks, Ukr: Kossak, Rus: Kazak, Osm: Kazak): 14.-15. yüzyıllarda, Ukrayna’nın ve Güney Rusya’nın sahipsiz topraklarında ortaya çıkan, Doğu Slav dili konuşan ve Ortodoks Hıristiyan olan etnik topluluk. Hazar kökenli yerlilerin Slavlarla karışmasından türedikleri tahmin edilmektedir. Kıpçak dilinde “kos-sak” (hür adam) anlamına geliyormuş. Herhangi bir devletin egemenliğini kabul etmeyen, askeri liderlerini (hetman, ataman) seçimle belirleyen, son derece  savaşçı ve özgür ruhlu, başıboş bireylerden meydana geliyormuş. 1648’de bir siyasal çatı (Hetmanate of Bohdan Khmelnytsky) altında birleşmişler, sık sık taraf değiştirmişler, bir ara Osmanlı Devletine tabi olmuşlar (Hetman Doroşenko, Hetman Yurii Khmelnytsky), sonunda Rus Çarlığının hizmetinde, özel haklara sahip asker sınıfı statüsünde, Bolşevik Devrimine kadar var olmuşlar. Kızıl Ordu tarafından yenilmişler ve dağıtılmışlardır (1918-1920).

 

     Ukrayna’nın en büyük şehirleri:

 

    1) Kiev (başkent)         - 2,814 bin                     6) Zaporizhia         - 772 bin

    2) Harkov (Kharkiv)    - 1,440 bin                     7) Lvov (Lviv)      - 760 bin

    3) Odesa (Odessa)        - 1,003 bin                     8) Kryvyi Rih       - 654 bin

    4) Dnipropetrovsk        - 1,001 bin                     9) Mykolaiv          - 498 bin

    5) Donetsk                    -   962 bin                    10) Mariupol           - 486 bin

 

    Odesa (Odessa): Yedisan toprakları ele geçirildikten sonra, 2 Eylül 1794 tarihinde Çariçe 2. Katerina’nın emriyle, Prens Potemkin tarafından kurulmuş, Avrupa’dan mimarlar getirilerek şaşaalı biçimde planlanmış ve “Yeni Rusya”nın (Novorussiya’nın) Karadeniz kıyısında en büyük ticaret limanı ve kültür merkezi olmuştur. Daha önce burada Hacı Giray Han tarafından 1440’ta yaptırılan gözetleme kalesi “Hacıbey” 1529-1792 arası Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Antik Grek tarihi hayranı olan 2. Katerina, kitaplardan okuduğu “Odessos” Grek kolonisinin buralarda olduğuna hükmetmiş ve “Odessa” adını vermiştir (Halbuki Odessos’un bugünkü Varna’nın yerinde olduğu sonradan anlaşılmıştır). Milyonluk bir şehir olan Odesa’yı bir günde gezip görmek mümkün değildi. Osmanlı eseri de bulunmuyordu, çünkü Ruslar bu toprakları Osmanlı’nın elinden aldıktan sonra kurulmuştu.

Odesa: Modern hoteller bölgesi

Odesa: Potemkin Merdivenleri

Kırım Tatarlarından buralara yerleşmiş bireyler vardı, fakat onlar da dağınıktı. Gerçi son yıllarda zengin Arap ülkelerinin dayatmasıyla İslam Kültür Merkezi ve Arap stilinde cami yapılmıştı (Bükreş’te ve Kişinev’de olduğu gibi), fakat biz Osmanlı eserlerinin peşine takılmıştık. Odesa’nın hızla büyüyen Arkadia bölgesinde çok katlı hoteller ve ticari binalar çağdaş bir görüntü veriyordu (konakladığımız “Gagarin Hotel”i de burada bulunuyordu). Sabah kahvaltıdan sonra, tarihi liman kıyısında ünlü “Potemkin Merdivenleri”ni gördük (onarıma alınmışlardı), sonra eski şatafatlı konakları ve sarayları otobüsten izledik, fakat inanılmaz yoğun ve karmaşık trafik hepimizi bunalttı. Çevre yoluna çıkarak “7. km”ye ve Ovidiopol yolundan batıya yöneldik.

 

              Karadeniz sahiline paralel güneye doğru yol aldık (T1604 yolu) ve göl büyüklüğündeki Dinyester (Turla) halicinin kenarındaki Ovidiopol (eski Hacıdere) şehrine ulaştık. Mayıs ayının verdiği itici güç ile çevre bağlar, bahçeler ve tarlalar coşkun yeşilliklere bürünmüştü. Halicin kenarını takip ederek Karadeniz’e bağlayan kanalın (Zatoka) üzerindeki köprüyü geçtikten sonra, halicin batı yakasında bir yükselti üzerine konumlanmış tarihi Akkerman (Ukr: Bilhorod-Dnestrovskyi; Rum: Cetatea Alba) şehrini (nüfus 50 bin) ve ünlü kalesini gördük. M.Ö. 600’de Grek kolonisi “Tyras”, Slav istilâlarında “Bilhorod”, 14. yüzyılda Cenevizlilerin “Moncastro”, 15. yüzyılda Boğdan’ın “Cetatea Alba”sı olan bu kale 1484’te Osmanlı Sultanı 2. Bayezid tarafından fethedilmiş, 1503 yılında “Akkerman” adını almıştır. 1812’den sonra Rusların eline geçmiş ve sürekli bakım ve onarım görmüştür. M.Ö. 600’lerdeki Tyras antik kenti arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmıştı. Şehir bu kale ile ayakta duruyor, çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçileri var. Kale müze olarak hizmete açık, fakat düzenlemesi ve sergilediği eserler açısından pek tatmin edici değil.

Muazzam Akkerman Kalesi (ön tarafta antik Tyras şehri kazıları)

 

Akkerman’dan yola çıktık ve güneybatı istikametinde, Dinyester kıyısından Tuna kıyısına kadar 176 km kat ettik. “Bucak” arazisi çok ilginç görüntü sergiliyordu: uçsuz bucaksız step gibi, hafif dalgalı, dağ silueti hiç yok, Karadeniz de görünmüyor (çünkü deniz kıyısı lagünler, göller, bataklıklardan ibaret), yerleşim yerleri çok seyrek, tarımsal faaliyet yeni oluşturulmaya çalışılıyor. Bucak Tatarları’nın kalabalık sürüleri de ortada yok (çoğu bu toprakları Osmanlı ile birlikte Dobruca’ya, Bulgaristan’a ve Trakya’ya göç etmişler, fakat coğrafi adlarda varlıkları devam ediyor). Sarata ve Tatarbunary kasabalarından geçtik, hiçbir yerde cami minaresi görmedik. Fakat mola verdiğimiz Kirniçki köyünde Bulgarların yaşadığını şaşkınlıkla keşfettik. 18. ve 19. yüzyıllardaki Osmanlı-Rus Savaşlarında Tuna’yı geçerek Bulgar nüfusun yaşadığı topraklara giren Rus ordularına yerli Bulgarlar rehberlik ve yataklık yapmışlar, barış imzalanıp Ruslar çekilirken söz konusu işbirlikçi Bulgarlar da Tuna’nın ötesine gitmişlerdi (“Besarabya Bulgarları”nın ahfadı bugün Ukrayna ve Moldova Cumhuriyetinde azınlık olarak yaşamaktadır). Aynı şekilde ana dilleri Türkçe olsa da inançları Ortodoks Hıristiyan olan “Gagauzlar” da kademeli olarak Tuna’nın kuzeyine sığınmışlar. Onların yerlerine ise Müslüman Tatarlar Tuna’nın güneyine göç etmişler.

                              Bucak bölgesi, Tuna Deltası, Kalas ve İbrail şehirleri

E87/M15 yolunda bizi son derece zorlayan bozuk satıh olmuştur. Savaş seferberliğinde ve borç içinde olan Ukrayna bu uç arazide yol kaplamasını onaramamış, yer yer asfalt yenilenmiş olsa da, çoğunluk delikli ve çukurlu duruyor. Oysa Romanya’dan gelen yoğun bir taşımacılık var, TIR’lar bu inanılmaz bozuk yolu kullanmak mecburiyetinde kalıyorlar.   

            Sonunda “Tuna Deltası” kenarındaki en büyük yerleşim olan İsmail’e (nüfus 84 bin, rakım 31 m) ulaştık. Boğdan voyvodaları tarafından kurulmuş “Smil” adlı küçük yerleşim, Osmanlı döneminde İsmail (Hacıdar, İşmasıl; Rus-Ukr-Bul: İzmail) adını almış ve Tuna Deltasının kuzey kolu Kili’nin kuzey kıyısına kurulmuş, güneydeki Tulça’dan (Tolçi) kalkan, insan ve mal taşıyan teknelerin yanaştığı iskele haline gelmiş. 18. yüzyılda Rusların gittikçe Tuna’ya yaklaşması üzerine 1770’te güçlü bir kale (İsmail Kalesi) inşa edilmişti. Dünya savaş tarihine bu kale 7-aylık kahraman savunması sayesinde geçmiş, fakat ünlü Rus General (sonradan Feldmareşal) Aleksandr Suvorov 22 Aralık 1790 tarihinde, asker zayiatına bakmaksızın Bender kapısından girerek kaleyi ele geçirmiş (Osmanlı’nın asker ve sivil kayıpları ise 30,000’i bulmuş). Esasında Osmanlı eseri olan İsmail Kalesi de, aynen Bender Kalesi gibi, ilgisizlik içinde toprağa gömülü halde ancak fark edilmektedir. Fakat kale camiini (minaresiz) restore etmişler ve müze olarak kullanmaktalar.

 

                               Edirneli tarihsevenler grubu İsmail (Ukrayna) Camii önünde

 

           Eski Kili (Chilia Veche) kalesi Romanya’ya ait Delta’nın içinde ve harabe halindedir. Bugünkü yeni Kili, Kiлiя, “Chilia Noua”, karşı kıyıda, Ukrayna’ya ait Bucak arazisinde, sonradan kurulmuş küçük bir kasabadır (nüfus 20 bin).

     Lipovanlar (= Lippovani, Starovertsi): Rus kökenli “Eski Usul” ibadete bağlı Ortodoks Hıristiyan olan bu dini mezhep mensupları Osmanlı topraklarına ve ona bağımlı Boğdan ve Eflak arazisine sığınmışlardı. Moskova Patriği Nikon’un 1652’de yaptığı ibadet usulündeki reformlara karşı çıkan papaz Filipp Pustosviat önderliğindeki bu tutucu dindarlar takibata uğramışlar, aforoz edilmişler, yerlerinden kovulmuşlar, fakat inançlarından vazgeçmemişler. Papaz Filipp’in adından önce Fi-lipp-ovan, sonraları Lipovan şeklinde adlandırılmışlar (Batılılar “Old Rite Russian Orthodox” derler). Bugün Tuna Deltasında, Bucak arazisinde (dini merkezleri Kili kolunun denize döküldüğü yerdeki Vylkove kasabasıdır (St. Nicholas Kilisesi, 1746). Sultanın izniyle Marmara Denizi’nin güneyine yerleşenler dahi olmuştu, fakat bunlar anavatan topraklarına dönmüşlerdir.

      Gagauzlar: Oğuz Türklerinin Malazgirt’ten Anadolu’ya girdiği sıralarda (11. yüzyıl) Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına inen başka Oğuz (→ Uz) aşiretleri öncelikle Dobruca sahasına yerleşmişler ve burada, Bulgar Çarlığına bağlı yarı-özerk bir beylik (Karvuna Despotluğu) kurmuşlardı. Bunlar Ortodoks Hıristiyan olmuşlar, fakat Türkçe anadillerini muhafaza etmişler. Osmanlı için “ümmet” (din) kavramı daha önemli olduğu için Türkçe konuşan bu Hıristiyan tebaa dışlanmıştı. Osmanlı-Rus Savaşlarında zarar gören bu topluluk, tedricen Tuna’nın kuzeyine (Bulgarlarla birlikte) göç etmiş ve bugünkü Moldova’nın güney kesimlerine (Bucak düzlüklerine) yerleşmişler. Modern Moldova Cumhuriyetinin güneyinde özerk “Gagauziya” bölgesi (başşehir Komrat) vardır. Bulgar azınlık da bu bölgede oturmaktadır. TİKA buradaki Gagauzlara hastane inşa ederek yardımda bulunmuştur

     Tatar Çingeneleri (robi): Sadece Tatarlar Boğdan’a akınlar yapmamıştır. Moldavyalı Hıristiyanlar da güneyde (Bucak Tatarları) ve doğuda (Yedisan Tatarlarına) karşı saldırılar yaparak çok sayıda esirlerle dönmüşler ve bunları kendi malikanelerinde hizmetçi-esir (Rumence’de “robi”= esir) olarak kullanmışlar. Her türlü haklardan mahrum bu esirler o kadar çok olmuş ki, kölelik kalktıktan sonra gerçek Çingeneler gibi ayrı mahallelerde oturmaya devam etmişler.

     İsmail’den sonra Tuna kıyısını takip ederek E87 / M15 yolunda batıya doğru ilerledik. Olağanüstü bir su diyarından geçtik: yavaşça süzülen Tuna, onu sınırlayan seddeler, güneyde yükselen Dobruca Dağları (ki yükseklikleri 400 m’yi geçmiyordu), çok sayıda göller, kanallar ve bataklıklar arasında önce Orlivka (Rus. Orlovka = Kartal) köyünü gördük ve Osmanlı tarihinin en büyük bozgununu hatırladık. Kartal Ovası Muharebesi veya “Kagul Savaşı” (1 Ağustos 1770) Osmanlı tarihinin en hazin, felâket derecesinde büyük mağlubiyeti burada yaşanmıştı. Sadrazam İvazzade Halil Paşa komutasında 100,000 asker ve 130 top, köprü kurmadan Tuna’nın kuzeyine kayıklarla geçirilmiş, beceriksiz komutanlar ve eğitimsiz askerler nedeniyle, 8 saat süren çarpışmada, Pötr Rumyantsev komutasındaki eğitimli ordu (40,000 asker, 118 top) karşısında bozguna uğramış ve inanılmaz kayıplar verilmişti (Rusların 1,500 ölü ve yaralısına karşın 20,000 ölü, 2,000 esir, 130 top, çok mühimmat ve erzak). Oysa iki saatlik mesafede bekleyen Kırım Hanı 2. Kaplan Giray’ın 80,000 kişilik süvarileri haberdar bile edilememişlerdi. Bu zaferden sonra Rumyantsev Bender, Akkerman, Kili, İsmail ve İbrail Kalelerini ele geçirmiş ve Dobruca’ya girmişti. Bu bozgunla başlayan süreç, dört yıl sonra felâket belgesi olan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla (21 Temmuz 1774) sonuçlanmıştır.

        Ukrayna topraklarındaki son şehir Reni’de (nüfus 20 bin) mola verdik ve yakıt takviyesi yaptık. Meyve ağaçları ve yeşillikler içindeki bu sevimli şehrin çıkışında Reni / Giurgiuleşti (Ukrayna / Moldova Cumhuriyeti) sınır kapısı bulunuyordu. Her iki tarafın gümrük memurları aynı binada, fakat ayrı ayrı pasaportları bilgisayara girdiler ve otobüsü denetlediler, oysa Moldova Cumhuriyetine ait Giurgiuleşti’den (nüfus 3,000) sadece birkaç kilometre tranzit geçecektik. Nitekim biraz sonra Prut Nehri’nden önce Moldova Cumhuriyeti’nin çıkış kapısında tekrar pasaportlara damga vuruldu. Prut üzerindeki köprüden sonra Romanya’ya girildi. Bu ülkenin 8-inci büyük şehri, demir-çelik sanayi merkezi ve nehir limanı olan Kalas (Galaţi) (nüfus 249 bin) şehrinden de tranzit geçtik [Osmalı döneminde Karpat Dağlarından elde edilen ağaç kütükleri, Siret ve Prut nehirlerinden sal şeklinde buraya ulaştırılır ve İstanbul’a taşınırdı. İstanbul köşklerinin yekpare kalın ağaç direklerine “kalas” adı buradan verilmiştir]. Galaţi’nin güneyinda ise diğer büyük nehir Siret köprüsünden geçerek 20 km sonra İbrail’e (Brăila) vardığımızda hava çoktan kararmıştı.

 

 

                    Traian Hotel’in 12. katından, sabah ışıklarında İbrail merkezi, Tuna ve ötesi

 

İbrail (Brăila, nüfus 206 bin) Tuna nehrinin sol kıyısında kurulmuş sanayi ve liman şehridir. “Kalas” Boğdan Prensliğinin ithalat-ihracat limanı iken, “İbrail” Eflak Prensliğinin ithalat-ihracat limanı olmuştur. Fakat Osmanlı 1538’de buraya yerleşmiş, kaza merkezi yapmış, çevre köylerle birlikte bir köprübaşı ve askeri garnizon olarak kullanmış, büyük bir kale, liman, tersane, vezir rütbesinde “İbrail Paşası”nın sarayı inşa edilmiştir (bugün bir cami dışında, bunlardan hiçbir iz kalmamıştır). Fakat İbrail defalarca Rus işgaline uğramıştır (1711; 1770; 1791; 1828). 1829’da Osmanlı idaresinden çıkmıştır.

       Tuna Nehrinin sol kıyısında olmasına rağmen, daha Kanuni Sultan Süleyman zamanında önemi takdir edilmiş ve bağımlı devlet olan Eflak’ın elinden alınarak doğrudan Osmanlı toprağı ve serhat kalesi olarak idare edilmiştir. 1829’dan sonra Eflak Prensliğine iade edilse de, Rus askeri mevcudiyeti Kırım Savaşına (1853-56) kadar sürmüştür. Bugün şehrin tarihi merkezini  (Centrul vechi) yarım daire biçiminde çevreleyen iki bulvar (Blv. Independenţei ve Blv. Alexandru İoan Cuza) eski Osmanlı kalesinin yıkılan surlarının yerine işaret ederken, “Piaţa Traian” meydanı da paşa sarayına tekabül etmektedir. Tuna kıyısındaki kordon boyu ve tersane sahası da Osmanlı limanını ve tersanesini hatırlatmaktadır. Romanya’da 300 sene Osmanlı hakimiyetinde kalmış başka şehir yoktur. Tersanenin kuzeyinde ise tamamlanmamış “Çauşesku köprüsü”nün beton kazıkları hâlâ durmaktadır. Konakladığımız 12-katlı Traian Hoteli de eski komünist dönemin kocaman, fakat zevksiz anlayışın ürünüydü (bugün demode ve bakımsız kalmıştı).

Braila: Traian Hoteli

 
Braila: Saat parkı 
"Piata Traiani"

Ertesi gün, İalomiţa nehrinin suladığı bereketli Bărăgan ovasında E577’de hızla güneye yol alarak,  88 km gittikten sonra, Bărăganul’da ulusal 21A yoluna saptık, Ţăndărei kasabasını ve İalomiţa köprüsünü geçip 49 km sonra Tuna kıyısındaki Feteşti’ye (nüfus 30 bin) ulaştık ve mola verdik. Buradan itibaren A2 (Autostrada Soarelui = Güneşli Otoban’a) çıkıp, Tuna üzerindeki yeni köprüden geçip, doğudaki Dobruca (Dobrogea) topraklarında devam edecektik. Köprü geçişi paralı idi ve benzin istasyonundan peşin biletimizi aldık. Romanya’nın medarı iftiharı olan “Tuna Köprüleri” (Feteşti-Cernavodă Köprüleri) başkent Bükreş’i Karadeniz sahiline (Köstence’ye) bağlamaktadır.

       Romanya devlet olarak kurulduğunda (1859-62) denize çıkışı yoktu [Tuna Deltası’nın kuzeyi (Bessarabia) Rusya’ya aitti, güneyi ise (Dobruca) Osmanlı İmparatorluğu’na]. Kurucu prens Alexandru İoan Cuza 1866’da askeri darbe ile uzaklaştırılınca, Almanya’dan getirilen ve tahta oturtulan 1. Karol 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında Rusya’nın yanında yer aldı, Plevne savaşlarına Romen askerlerini sürdü ve mükâfat olarak Berlin Antlaşmasıyla (13.07.1878) Osmanlı arazisi olan Dobruca’nın 2/3 kuzey kısmını kendi topraklarına kattı ve 1881’de tam bağımsız krallık ilân etti. Fakat Osmanlı devleti daha 1860’ta Karadeniz limanı Köstence’yi Tuna kıyısındaki Boğazköy’e (Cernavodă) 60 km’lik demiryolu ile birleştirmişti. İddialı kral 1. Karol  denize ulaşmak için Bükreş-Feteşti demiryolunu Tuna nehri üzerinden geçirerek Cernavodă ile birleştirmek için 1890-95 arası ilk demiryolu köprüsünü [Podul Regele Carol I = Podul Anghel Saligny] yaptırdı. Aradaki mesafe 20 km idi, çünkü Tuna kollara ayrılmış, ortada büyük bataklık ada (Ezer Balt) engel teşkil ediyordu. Romen mühendis  Anghel Saligny başarılı şekilde çelik konstrüksiyonlu iki köprü ve viadükt inşa etti. 1980 yılında ise Nicolae Ceauşescu Bükreş-Köstence Otobanı (A2 highway) için Yeni Otoban köprüsünü ilâve etti.

 

                                         Tuna üzerinde eski demiryolu köprüsü (1895)

                                                   ve yeni otoban köprüsü (1980)

 

 Cernavodă (Osm: Boğazköy, nüfus 16 bin, % 2,8 Türk, antik dönemde Axiopolis) Dobruca platosunun hemen Tuna kıyısında yükselen iki tepesi arasındaki “boğaz”da yer alıyordu (Osmanlı Boğazköy demişti). Aslında Tuna’ya dökülen Karasu (= Cernavodă) deresinin vadisi idi bu boğaz.

1984’te komünist diktatör Nikolae Çauşesku tarafından yaptırılan “Tuna – Karadeniz Kanalı”nın başlangıcı da burasıydı ve ilk seviye havuzunu (şlüz) görebildik. 2007’de Kanada şirketince inşa edilen “Cernavodă Nükleer Elektrik Santralı”nın iki ünitesi de bu kanaldan su çekiyordu. Bu bir atom santralıydı, fakat kapısında bir bekçi dışında olağanüstü koruma hissedilmiyordu. Yol bu kapının önünden geçiyor ve Cernavodă’ya girip çıkan vasıtalar buradan işliyorlardı.   

     “Tuna-Karadeniz Kanalı” da Çavuşesku eseriydi ve verimli kullanılmıyordu. Kanalı takip ederek Mecidiye (Medjidia, nüfus 36 bin) şehrine ulaştık ve mola verdik. Osmanlı döneminde “Karasu” yerleşimi idi (Karasu deresi buradan itibaren başlıyordu), fakat Kırım Harbinden sonra 1856’da Kırım mültecileri için genişletildi ve Dobruca Müslümanlarının dini, eğitim ve kültür merkezi oldu. Burada Sultan Abdülmecit Camii, “Seminarium Musluman” (yüksek din okulu), Türk Hamamı kalıntıları vardır. Şehrin tarihi merkezinde otobüsten indik ve Belediye Binasının karşısındaki “Sultan Abdülmecit Camii”ni (1860) fotoğrafladık. 

Mecidiye Belediye Binası

 
Sultan Abdülmecit Camii (1860)

    Mecidiye’den sonra dar bir ara yoldan (DJ222) güneye ilerleyerek, 30 km sonra Pietreni köyü sapağında DN3 (Köstence-Silistre) ulusal yoluna çıktık. Tuna seviyesinden yüksek olan Dobruca platosunda 80 km gittikten sonra nehir tekrar göründü, fakat biz artık bu ulu nehrin sağ yakasında idik. Ostrov / Silistra sınır kapısından oldukça kısa sürede Bulgaristan’a geçtik ve kendimizi bu tarihi şehrin sokaklarında bulduk.

    

 
Romanya (Braila - Mecidiye) güzergâhı

Dobruca: Karadeniz ile Tuna Nehri arasında kalan, ortalama 200-300 m rakımlı plato, kuzey-güney yönde 250 km, doğu-batı yönünde 60 ilâ 140 km arasında değişen, 22,500 kmalan kaplar (Türkiye’nin Trakya bölgesi kadar). Roma İmparatorluğu zamanında “Scythia Minor” (Küçük İskitya) adı altında serhat eyalet olmuş, sayısız kavimlerin istilâsına uğramış, ilk Proto-Bulgar Devleti burada kurulmuştur. Osmanlılar buralara ayak bastıklarında adını “Dobrice / Dobruca” koymuşlar, çünkü Bulgar ve Eflak krallarından yarı-bağımsız bir Gagauz Beyliği (Karvuna Despotluğu) sahil bandında hüküm sürüyormuş. Ve bu beyliğin başında Dobrotitsa (Dobrotiç) adında Türkçe konuşan, fakat Hıristiyan olan bey bulunuyormuş.

 
Karvuna Despotluğu

 
Dobruca'nın paylaştırılması (1878)

Osmanlı-Rus Savaşlarında savunmasız kalan bu düzlükler çok zarar görmüş, sivil halk büyük zayiat vermiştir. 500 yıl yekpare Osmanlı toprağı kaldıktan sonra, 93-Harbi ile kaybedilmiş ve Berlin Antlaşmasıyla (13 Temmuz 1878) Romanya ile Bulgaristan arasında paylaştırılmıştır. 2/3 kuzey kısmı Romanya’ya ve 1/3 güney kısmı Bulgaristan’a bırakılmış. O zamanlar nüfusun % 75’i Müslüman (Türk, Tatar, Çingene) imiş. Periyodik göçler sonrası Müslüman nüfus bugün % 10 düzeyine gerilemiştir. Osmanlı Devletinin en kahredici antlaşması (Küçük Kaynarca Antlaşması, 21 Temmuz 1774) burada imzalanmıştır.

    Doğrudan Osmanlı ile sınırı olmayan Romanya Krallığı, Balkan Savaşında Bulgaristan’ın aşırı büyüdüğünü görünce kıskanmış ve 1913’te Güney Dobruca’yı işgal etmişti. Birinci Dünya Savaşında ise Bulgaristan, 1916’da Alman ve Osmanlı askerlerinin (6.Kolordu 15. ve 26. Tümenler) yardımıyla bütün Dobruca’yı işgal etmiş, fakat İttifak Devletleri genelde savaşı kaybedince 1919’da Neuilly Antlaşmasıyla (27.11.1919) bütün Dobruca’yı tekrar Romanya’ya terk etmiştir. Fakat 20 yıl sonra durum değişmiş, büyük savaşlara hazırlanan ve hem Bulgaristan’ı, hem de Romanya’yı kendi tarafına çekmek isteyen Hitler’in baskısıyla 25 Eylül 1940’ta, Craiova Antlaşmasıyla Güney Dobruca Bulgaristan’a iade edilmiştir.

 

Bulgaristan (Bulgaria) yüzölçümü 111 bin km2 (Türkiye’nin 1/7’si kadar) ve nüfusu 7 milyon (Türkiye’nin 1/11’i) kadardır. Nüfusu sürekli azalan bir ülke olup, % 9,4’ü Türk (747 bin) ve % 4,7’si (370 bin) Çingene’dir. Önemli miktarda Bulgarca konuşan Müslüman azınlık (Pomak) bulunur (% 3 – 200 bin). Slavca bir dil olan Bulgarca, “Kiril Alfabesi” ile yazılır, fakat ırsî kökenlerinde Traklar dışında, adlarını veren Proto-Bulgarlar ile sonradan karışan Oğuzlar, Peçenekler ve Kumanlar (Kıpçaklar) Türkî kabileler sayılırlar. 1200’lü yıllarda Moğollar’ın akınları Bulgar topraklarına kadar ulaşmıştır (onların soyundan gelen Tatarlar bugün Türklerle karışmıştır). Ortodoks Hıristiyan olan Bulgarlar bu dini Bizans’tan almış (M.S. 864 yılında), bugün kendi Patriği olan bağımsız kilise sayılır. Romanya ile birlikte NATO’ya girmişler (2004) ve Avrupa Birliği’ne (EU) 2007’de alınmışlardır (ancak Shengen bölgesine ve Euro bölgesine henüz alınmamışlardır).

       Bulgaristan’ın trafik kodu BG, telefon kodu +359, para birimi Leva (kur 1 €= 1,95 leva, 1 $= 1,84 lv), kişi başı gelir 7,000 $ civarındadır. Yönetim şekli Üniter parlamenter cumhuriyet'tir. Önemli turistik destinasyonları vardır (Karadeniz kıyısı yazın, kayak merkezleri kışın, SPA hotelleri ve kaplıcaları tüm sezon). En büyük şehirleri:

 

    1) Sofya (Sofia)             1,200 bin              6) Eski Zağra (Stara Zagora)  130 bin

    2) Filibe (Plovdiv)            338 bin              7) Plevne (Pleven)                  106 bin

    3) Varna                            334 bin              8) İslimiye (Sliven)                  91,6 bin

    4) Burgaz (Burgas)           200 bin              9) Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç) 91 bin

    5) Rusçuk (Ruse)              149 bin            10) Şumnu (Şumen)                   80 bin

 

    Silistre (Bulg: Silistra; Rum: Durostor; Durostolon; Drıstır; nüfus 35 bin, Türkler % 10) Tuna nehrinin sağ yakasında daha Romalılar devrinde kurulmuş, çok önemli ticari ve askeri liman olmuştur. Osmanlı döneminde Özi Eyaleti’nin (Kırım’dan Edirne’ye kadar) Beylerbeyi merkezi, Eflaklıların ve Rusların saldırılarına hedef olmuştur. Dobruca’nın bölünmesiyle Romanya-Bulgaristan sınırı şehrin kenar mahallelerinden geçirilmiş ve küçülerek stratejik değerini yitirmiştir. Kırım Savaşında (1853-56) kalesi iki ay dayanmış ve Ruslar geri çekilmek mecburiyetinde kalmışlardır [Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” adlı oyunu]. Tuna kıyısında yer alan şehir merkezinde otobüsle panoramik bir tur attık ve ana caddede bulunan Kurşunlu Camii’yi gördük. Şehrin dışında yükselen tepeye çıktık ve Osmanlı eseri olan “Mecidiye Tabyası”nı gezdik. Şehrin televizyon kulesini de bu hakim tepeye dikmişlerdi.

Silistre: Kurşunlu Cami

 
Silistre: Mecidiye Tabyasının girişi

Silistre’den 30 km sonra, tabelasını gördüğümüz Kaynarca köyünü (Küçük Kaynarca Antlaşmasının imzalandığı ve Rus turistlerin çok ziyaret ettiği köy) iptal ettik. 90 km sonra Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç, Tolbuhin, Bazargic; nüfus 91 bin, % 8,1 Türk, rakım 225 m) şehrini çevre yolundan dolandık ve uzaktan seyrettik. Güneşin kavuştuğu saatlerde Dobruca platosu bitti ve önümüzde alçak bir ova (tarihimizde “Varna sahrası” diye geçer), güzel bir göl, havaalanı, büyük bir şehir ve mavi Karadeniz tablosu serildi: son konaklama yerimiz Varna’ya gelmiştik.

Güney Dobruca güzergâhımız

 
Varna: Hotel Çerno More terasından

Varna (nüfus 334 bin) M.Ö. 6. yüzyılda “Odessos” adında Milet kolonisi olarak kurulmuştur. Burada Varna Körfezinin dibine Varna Gölü fazla sularını deşarj etmektedir. Roma İmparatorluğu, Bulgar Çarlığı ve Karvuna Despotluğu yıllarında varlığını sürdürmüş, Osmanlı döneminde güçlü kale inşa edilmiş, Kırım Savaşında müttefik ordularını sevketmek için liman genişletilmiştir. Bugün Bulgaristan’ın en büyük 3-üncü kenti, turistik tatil merkezi, ülkenin “yazlık başkenti”, aynı zamanda Donanma üssü, Donanma Komutanlığı, Deniz Harp Okulu, büyük tersane, metal ve kimya endüstrisi ile kültür merkezidir (festival, tiyatro, opera, bale). Deniz kıyısındaki “Morska Gradina” (Deniz Bahçesi) ve Akvaryum çok ünlüdür. 18 km kuzeyindeki Altınkum (Zlatni Pyasatsi) hotelleri bütün dünyadan turist çekmektedir.

       Ertesi gün eve dönüş yolunda, büyük Asparuh Han (ilk Bulgar Devletinin kurucusu) Köprüsünden geçerek, Balkan Dağlarının en doğudaki geçidini (Obzor = Gözeken Geçidini) aştıktan sonra Trakya Ovasına ulaştık. Alabildiğince uzanan uzun bir kumsal “Slanchev Bryag” (Güneşli Sahil, Sunny Beach)  boyunca onlarca hotel sıralanmıştı, fakat deniz mevsimi henüz hareketlenmemişti

Nesebır: Metropolit Kilisesi kalıntıları

Bu kumsalın bitiminde, kıyıya çok yakın kayalık bir ada üzerinde ünlü Nesebır (Mesembria, Misimvri) şehrinin korunabilmiş kiliseleri, evleri, surları, otantik sokakları da görülmeye değerdi. Bizans döneminde bölgenin metropolitlik merkezi olmuş, Osmanlı da bunlara pek dokunmamıştı. Bulgaristan’ın Bodrum’u sayılan Nesebar (okunuşu Nesebır), sonradan dar bir kıstak ile karaya bağlanmıştı (yani Kuşadası gibi) ve otobüsler dahil bu kıstaktan tarihi adaya geçebiliyorlardı. Biz de otobüsümüzle otoparka kadar gittik ve bir saat mola vererek tarihi sokakları dolaştık.  

        Bu kıyı ve batısındaki 100 km’lik topraklar [Aytos, Karnobat, Sliven (İslimiye), Yambol (Yanbolu), Elhovo (Kızılağaç Yenicesi)] genellikle Edirne Vilayetine bağlı kazalar şeklinde idare edilmişler. Osmanlı döneminde kıyı bölgesinin merkezi Ahyolu (Yun: Anhialo, bugün Pomorie) imiş ve deniz tuzu istishal ediliyormuş (tuzlaların kalıntıları hâlâ yol boyunca fark edilmektedir).

        Burgaz (Burgas, nüfus 200 bin) geniş bir körfezin dibinde ticari liman, havaalanı, petrol rafinerisi ve petrol ürünleri sanayi merkezi olarak son iki yüzyılda gelişmiş ve Bulgaristan’ın 4-üncü büyük şehri olmuştur. Osmanlı’nın fetih yıllarında buralarda böyle bir şehirden bahsedilmez, sadece tek gözetleme kulesi (“burg” > Burgaz) olan küçük balıkçı köyünden bahsedilir. Osmanlı hakimiyetinin son yıllarında, özellikle Kırım Savaşı yıllarında (1853-1856) liman olarak büyümüş ve gelişmiştir.

 

                                              Burgaz Limanından eski bir görüntü (1893)

 

Bugün büyük bir şehir olmasına rağmen tarihi kalıntılar yoktur (özellikle Osmanlı eserleri kalmamıştır), ancak Türkiye Konsolosluğu buradadır. Şehrin kuzeyinde çok sayıda AVM yan yana dizilmiş olduğu için burada alış-veriş molası verdik.

         Burgaz’dan Trakya Otobanını (A1) kullanarak batıya hızla 80 km gittik ve Yambol çıkışında otobanı terk ettik. Yambol çevre yolundan ulusal 7 No.lu yola girdik ve 70 km sonra Lesovo / Hamzabeyli sınır kapısına ulaştık. Son sınır geçişimiz makul sürede tamamlandı ve gezimizin yedinci gününde, hava kararmadan Edirne’ye kavuştuk.

 



 












 



















        


















 








 




 


 




 



 







 






 






  





 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder