VARNA MEYDAN MUHAREBESİ
10 KASIM 1444
Prof. Dr. Recep MESUT
Osmanoğulları’nın ikinci Beyi olan Orhan Gazi’nin büyük oğlu Gazi
Süleyman Paşa, Miladi 1353 (754 Hicrî) yılında Avrupa kıtasına kalıcı olarak
yerleşmiş (Gelibolu yakınlarındaki Çimpe Kalesine) ve “Avrupa Fatihi” olarak
tarihlerimize geçmiştir. Osmanlı tarihlerinde “Paşa” unvanıyla anılan ilk
şahsiyettir ve onun şerefine bu topraklara da “Paşaeli” denmişti. Bolayır
civarında doğan ile avlanırken attan düşerek hayatını kaybedince (1359), Avrupa
fütuhatını kardeşi Şehzade Murat devam ettirmiş ve 1361 yılında Trakya’nın
stratejik merkezi olan Edirne’yi (Adrianopolis’i) ele geçirmiştir. Babasının
ölümü üzerine, 1362’de 1. Murat [Hüdavendigâr]
olarak tahta çıkmış ve Edirne’yi merkezi üs yapmış, sağ kol, orta kol ve
sol kol şeklinde yayılarak Balkan Yarımadasında şanlı muharebeler kazanmıştır. Kendisinden
sonra gelen Osmanlı hükümdarları da adım adım ilerleyerek Balkan topraklarının
dışına, Orta ve Doğu Avrupa coğrafyalarına kadar uzanmışlardır.
Fethedilen kaleler, şehirler ve beldeler dışında, Avrupa fütuhatında
belirleyici olan “meydan muharebeleri”, topyekûn ordu
birliklerinin karşılaştıkları ve kesin sonuçları olan büyük çarpışmalardır.
Osmanlıya karşı Hıristiyan Avrupa ülkeleri, çoğunlukla aralarında ittifak
ederek, Papa veya diğer din adamlarının kutsamasında, “haçlı zihniyetinde”
gönüllü krallar, prensler ve şövalyeler çıkartmıştır. Osmanlı askeri gücünün
üstünlüğüne delâlet eden 10 şanlı meydan zaferlerimiz şunlardır [bunları
“fetih-öncesi”(5) ve “fetih-sonrası”(5) diye ikiye ayırabiliriz]:
1371 Sırp Sındığı (Çirmen) Zaferi
1.
Murat Devri
1389 Birinci Kosova Meydan Muharebesi 1.Murat’ın şehadeti / 1. Bayezid
1396 Niğbolu Meydan Muharebesi, Bulgaristan 1. Bayezid
Fetret Devri (gerileme ve parçalanma)
1444 Varna Meydan Muharebesi, Bulgaristan 2. Murat
1448 İkinci Kosova Meydan Muharebesi 2. Murat
1453 İstanbul’un Fethi 2. Mehmet
1476 Akdere (Valea Alba) Zaferi, Boğdan 2.
Mehmet
1493 Kırbava (Adbina) Zaferi, Hırvatistan 2. Bayezid
1526 Mohaç Meydan Muharebesi, Macaristan 2. Süleyman
(Kanunî)
1596 Haçova Meydan Muharebesi, Macaristan 3. Mehmet
1711 Prut Meydan Muharebesi, Boğdan 3. Ahmet
Tabi ki, bu
büyük zaferler yanında çok sayıda daha küçük çarpışmalar da kazanılmıştır.
Unutulmamalıdır ki, galibiyetler yanında bazı mağlubiyetler de vardır ve bunların sayısı duraksama ve gerileme
devirlerinde artmaktadır. Asya ve Afrika kıtalarında elde edilen zaferler bu
makaleye dahil edilmemiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz zaferler
arasında, vuku bulduğu yıl en kolay hafızada kalabilen Varna Savaşı’dır
(1+4+4+4 şeklinde). Üstelik “Fetret Devrinde” yok olmanın kıyısına gelen devletin
gücünü toparladığını kanıtlayan ilk büyük meydan okumadır. İstanbul’un fethine
kadar giden yükselişin de başlangıcıdır. Varna, Karadeniz kıyısında ve o
zamanki başkent Edirne’ye sadece
Fetih
sonrası Varna (1398-1444)
Osmanlıların
Trakya topraklarına yerleşmesiyle Constantinopolis’in medet umduğu Katolik
Avrupa ile karayolu bağlantısı kesilmişti, fakat deniz yolunu kullanabiliyordu.
Yardım istemek niyetiyle 1366’da
Akdeniz’den Roma’ya giden Bizans İmparatoru V. İoannes Palaeologos dönüşte
Macaristan’dan Tuna yolu ile Karadeniz kıyısına (Varna’ya), oradan da
Constantinopolis’e ulaşmak istedi. O yıllarda Katolik Macarların yönetiminde
bulunan Vidin’e kadar geldi, fakat Tırnova’daki Bulgar Çarı topraklarından
geçiş izni vermeyince aylarca kurtarılmayı bekledi. Anne tarafından akrabası
olan Savoy Dükü Amadeo (“Yeşil Prens”) onu karşılamak için gemilerle Varna
limanına geldi, buradan Tırnova’ya gönderilen Çar’ı ikna heyeti sayesinde
İmparator sonunda Varna’ya, akabinde Karadeniz’den başkentine ulaştırıldı. Bu
güzergâh Roma İmparatorluğu yıllarından bilinen “Via Pontica” (Karadeniz Yolu) idi ve “Haemus” (yani Balkan Dağları)
kuzeyinden, “Danubis” (Tuna) nehrinin güneyinden geçiyordu.
Otuz yıl sonra, 1396 yılında yeni Macar kralı Sigismund da topladığı Haçlıları Tuna
kıyısından Varna’ya ulaştırmak, buradan da müttefiklerinin göndereceği donanma
sayesinde muhasara altındaki Constantinopolis’i kurtarmak niyetindeydi. Fakat
daha Tuna kıyısındaki Nikopol (Niğbolu) Kalesini ele geçirmeye çalışırken
“yıldırım hızıyla” 1. Bayezid yetişti ve ünlü “Niğbolu Zaferini” kazandı.
Yıldırım Bayezid’in 1402’de Ankara Savaşını kaybetmesinden ve esir düşmesinden sonra başlayan “Fetret Devri”nde Anadolu kıyılarından deniz yolu ile, artık “Dobrice ülkesi” denen bu topraklara sığınan taht müddeileri (Şehzade Musa Çelebi) veya isyankâr âlimler (Şeyh Bedreddin) muhtemelen Varna iskelesini kullandılar. Fakat bu hususta kesin bir kayıt bulamadım. Ancak Varna limanının daha Bulgar Krallığı ve Gagauz Beyliği yıllarında, İstanbul’dan Trabzon’a kadar Anadolu sahilleri ile ticari ilişkileri belgelenmiş, Karvuna Despotlarının Karadeniz’de askeri donanma dolaştırdıkları (hatta korsanlık yaptıkları) Bizans vesikalarında zikredilmiştir.
Amansız Türk düşmanı János
Hunyadi (1407-1456)
“Fetret Devri”nin bitmesinden
sonra 2. Murat (hd. 1421-1451) yeniden yükseliş devrini başlattı, ateşli
silâhlarla donatılan Osmanlı ordusu yeni fetihlere girişti. Fakat 1438’den
sonra Macaristan’a bağlı Erdel (bugün Transilvanya) topraklarına gönderilen
akıncılar tuzaklara düşürüldüler ve korkunç kayıplarla geri püskürtüldüler. Bu
bozgunların ardında hırslı ve becerikli Erdelli komutan Yanoş Hunyadi’nin adı zikrediliyor, Hıristiyan dünyasının kahramanı
ve umudu ilân ediliyordu. Türkleri durdurabilecek yegâne askeri deha olarak
gösteriliyordu.
Polonya Kralı Władisław III = Macaristan Kralı Ulászló
(31 Ekim 1424, Kraków – 10 Kasım 1444, Warna)
Jan Matejko’nun temsili resmi
Uzun Sefer (1443): Bundan
önce Osmanlı Sultanı 2. Murat 1439’da Sırbistan başkenti Semendire’yi (Smederevo)
ele geçirmiş, bütün topraklarını ilhak etmiş ve Despot Curac Brankoviç
Macaristan’a sığınmıştı. Sırbistan’ı kurtarmak ve Osmanlıları cezalandırmak
için Papa Eugenius IV’ün ısrarlı teşvikleriyle 22 Temmuz 1443’te Offen
(Budin)’den Haçlı Seferi başlatıldı. Osmanlının azılı muhalifi Karamanoğlu
İbrahim Bey de Haçlılarla ittifak etti ve Anadolu’da saldırdı. Sefere birleşik
Macaristan-Polonya askerleri yanında Sırplar (Despot Curac Brankoviç), Ulahlar
(Voyvoda 2. Vlad Drakula), Papa temsilcisi (Kardinal Giuliano Cesarini) ve çok
sayıda Alman ve Fransız şövalyesi katıldı, fakat toplanabilmek için çok zaman
kaybettiler. Ancak Ekim ayında Tuna nehrini geçerek Sırbistan topraklarını
sorunsuz kat ettiler. 3 Kasım 1443’te Niş önlerinde Morava nehri kenarında Rumeli
Beylerbeyi Kasım Paşa’yı mağlup ettiler ve Niş, Pirot (Şehirköy) üzerinden
Sofya’ya ulaştılar [Romalıların “Via
militaris” (Askeri yol) dedikleri klasik diyagonal güzergâhı takip
ediyorlardı]. Fakat Aralık ayı olmuştu ve erken gelen kış bastırmıştı. Edirne’ye
varabilmek için dağ geçitlerini aşmaları gerekiyordu. İhtiman yolundaki
Karaboğaz ve Suçi Boğazını (Traian Geçidini) Türkler tahkim etmişti. Daha
kuzeyden, Balkan Dağı eteklerindeki İzladi (bugün Zlatitsa) kasabasından Kozludere (Topolniçe) vadisini takip etmeye
karar verdiler. İzladi Derbendi’nin başındaki Türk birliklerini aştılar ve 24
Aralık’ta Trakya Ovasına çıktılar (Hıristiyanların Noel gününde). Burada Yalvaç
çarpışmasını da kazandılar. Edirne’ye
On yıllık barışı sağladığını düşünen 40-yaşındaki Sultan 2. Murat,
Osmanlı tarihinin en inanılmaz ve mantıksız hareketini yaparak, kendi isteği
ile tahttan çekildi (fakat feragat etmedi), hayatta kalan tek oğlu 12 yaşındaki
Mehmed’i kaim-i makam olarak bıraktı ve Manisa’ya çekildi. Bunu ilk öğrenen
Bizans İmparatoru İoannes VIII Palaeologos, şaşkınlık ve sevinç içinde Batı
dünyasına haber yolladı. Tabi, Venedikliler ve Cenevizliler de haberi
doğruladılar.
Sultan 2. Murat (d.1404-öl.1451)
Ressam Konstantin Kapıdağlı’nın
temsili resmi
(Sultan 3. Selim
dönemi, 18.yy sonu-19.yy başı)
Varna Haçlı Seferi 1444: Edirne-Segedin
Antlaşmasından Papa memnun
kalmamıştı ve Türklerin tamamen Anadolu’ya geri püskürtülmesini istiyordu.
İstanbul’daki Bizans İmparatoru da bunu bekliyordu. Çok korktukları ve saygı
duydukları Amourad (yani Sultan 2. Murat) beklenmedik şekilde tahttan çekilmiş,
Anadolu’ya gitmişti. Edirne’de 12-yaşında bir çocuk Osmanlı tahtında
oturuyordu. Papa’nın vekili Kardinal Sezarini
(Giuliano Cesarini der Ältere, 1398-1444), gayrı-Hıristiyanlara verilen yeminin
geçerli olamayacağını söyleyerek Haçlı Seferinin devamında ısrarlı oldu.
Papalık, Burgundiya ve Venedik (hatta Dubrovnik bile) denizden donanma
göndereceklerine söz verdiler (bu donanma Boğazları bloke edecek ve Anadolu
Eyaletinden asker geçirilmesine engel olacaktı). Balkan dağ geçitlerinden ürkmüşlerdi.
Bu kez dağların kuzeyinden (yani eski “Via Pontica”) Karadeniz kıyısındaki
Varna limanına ulaşıp, müttefiklerinin donanması sayesinde İstanbul civarında
Trakya topraklarına ayak basmayı umut ediyorlardı.
Sefer Eylül ayında Grosswardein (yani Varad, bugün Oradea, Romanya)
ordugâhından başladı, 22 Eylül 1444’te Tuna nehrinin sağ kıyısına geçerek
Osmanlı topraklarında doğuya ilerlediler. Sırbistan Despotu Curac Brankoviç
katılmadı (o kendi ülkesini kurtarmıştı), fakat Niğbolu’ya yaklaştıklarında Eflâk
Beyi Vlad Drakula 4,000 kişilik ordusuyla dâhil oldu. Polonya-Macaristan Kralı
3. Vladislav (20 yaşında) seferin üst yöneticisi sayılıyordu, fakat askeri sevk
ve idare yine tecrübeli Yanoş Hunyadi’nin (37 yaşında) komutasında idi. Papalık
güçlerini Kardinal Cesarini ile Bosna, Varad ve Erlau (Eger) Piskoposları
yönetiyorlardı. Hırvatistan Banı Franco ve Erdel Voyvodası Stephen Báthori de
süvarileriyle gelmişlerdi. Varna’ya zamanında ulaşabilmek için güçlü surları ve
garnizonları olan Vidin (26 Eylül) ve Niğbolu (6 Ekim) kalelerini kuşatarak
zaman kaybetmek istemediler, fakat daha zayıf olan Rahova’yı (bugün Oryahovo)
Türkler boşaltmıştı. Eski Bulgar başkenti Tırnova’nın kuzeyinden (Niküp’ten)
geçerken, Tırnova kalesini fethetmek için 500 asker gönderdiler, fakat bunlar
başarısız oldular ve sadece 200 kişi geri dönebildi. 24 Ekim’de Şumnu’ya
(Şumen) taarruz ettiler, kaleyi savunan 50 Türk askeri üç gün umutsuzca karşı
koydu, teslim olmadılar ve topyekûn şehit oldular. Burada Kral bir hafta
istirahat yaptı ve önlerindeki kale komutanlarına teslim olmaları için, tutsak
Türk askerleri aracılığıyla mektuplar gönderdi [Varna, Kavarna, Galata,
Provadiya, Mahoracz [Kaspichan?)]. Bir birlik Kamçı suyunu takip etti ve bu nehrin
Karadeniz ağızındaki 28 küçük Türk teknesini yaktı. 7 Kasım’da Pravadı (Provadiya) ve 8 Kasım’da
Petriç (bugün Razdelna) kalelerini de yakıp yıktılar, geçtikleri savunmasız köy
ve kasabaları talan ettiler, korkunç canavarlıkla her yerde Türkleri kılıçtan
geçirdiler, hatta rafızî saydıkları Ortodoks Bulgar ve Rum kiliselerini de
soydular.
O yıllarda Osmanlı istihbaratı çok iyi organize olmuştu. Haçlıların
hazırlıkları Eylül’de Edirne’de biliniyordu. Durumun ciddiyetini kavrayan
vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa, küçük sultan 2.Mehmed’i ikna etti ve babasını
çağırmasını öğütledi. Geleceğin Fatih’i çaresiz ünlü mektubunu babasına yazdı:
“…Baba, eğer sen padişah isen, gel
ordunun başına geç. Eğer ben padişah isem, bunu sana emrediyorum…”
10 Kasım 1444: Varna Meydan
Muharebesinin krokisi
Haçlı ordusu ise 9 Kasım sabahı Varna Kalesi önüne gelmiş, Varna,
Galata, Macropolis (bugünkü Evksinograd civarında) ve Kavarna kaleleri savaşmadan
teslim olmuşlar, küçük Türk garnizonları da kaleleri terk edip kayıplara
karışmıştı. Haçlılar Varna Kalesi önünde karargâh kurmuşlar ve denizden gelecek
donanmayı beklemeye başlamışlardı. Fakat havanın kararmasıyla arkalarında
Osmanlı ordusunun yaktığı sayısız kamp ateşlerinden çevrelendiklerini ve bu
ovada (“Varna sahrası”) savaşmak mecburiyetinde olduklarını şaşkınlıkla anladılar.
Doğuda kalan Karadeniz'e ve Varna Kalesine sırtları dönük, batı yönden kuşatan
Osmanlı ordusuna karşı mevzilendiler. Kuzeyde 300-metrelik Dobruca Platosu
yükseliyordu, güneyde ise Varna Gölü ve bataklıklar yayılmıştı.
Haçlıların sağ kolunda Janos Hunyadi ve Macar asilzâdeler; ortada Kral
Vladislav komutasında seçkin kraliyet askerleri, onların arkasında Stephen Báthori
güçleri (2,000 kişi); sol kolda Kardinal Sezarini (Papa’nın Haçlı şövalyeleri),
piskoposlar [Rafael Herczeg (Bosna piskoposu); Simon Rozgony (Erlau piskoposu);
John Dominis (Varad piskoposu); Francis Thallóczy (Hırvatistan Banı)] ve Eflâk
birlikleri konumlanmıştı. Toplam 20,000 savaşçı dense de, asilzâdelerin ve
şövalyelerin yanlarında çok sayıda taşıyıcı ve yardımcılarını da hesaba katmak
gerekir.
Osmanlı ordusu geleneksel düzenini uygulamıştı: savaş Rumeli’de cereyan
ettiği için sağ kanatta Rumeli Beylerbeyi Davut Paşa ve acilen çağrılan Turahan
Bey; sol kanatta Anadolu Beylerbeyi Damat Karaca Paşa, merkezde Sultan 2.
Murat, yüksekçe bir tepede karargâhını kurmuş, yeniçeriler ve kapıkulu süvarileri
tarafından çevrelenmişti. Bayrakların ve tuğların önünde, uzun bir kargı ucuna da
kral tarafından imzalanmış, fakat çiğnenmiş olan Edirne-Segedin Antlaşması
dalgalanıyordu. Merkez ile kanatlar arasında ise akıncılar ve azaplar
bulunuyordu. Asker mevcudu 40,000 civarında idi. Hafif topları ve ateşli
tüfekleri Türkler ilk defa bu muharebede kullandılar.
Varna, 1444
Ünlü Polonyalı ressam
Jan Matejko’nun yağlı boya tablosu
Varna Meydan Muharebesi (10 Kasım 1444)
(Polonyalı orientalist ressam Stanisław Chlebowski, 1879, Budapeşte
Müzesinde)
Ertesi gün, 11 Kasım sabahı, geri
kalan Haçlılar, ne olduğunu anlamamış, Hunyadi ve adamlarının kaçtıklarının farkında
olmadan, ordugâhtaki arabalarının arkasında kümelenmişlerdi. Osmanlı ordusu
saldırdı ve hepsini kılıçtan geçirdi. Güneydeki bataklıklara sığınan Kardinal
Sezarini, Stephen Báthori ve piskoposlar da buralarda can verdiler. Kralın 250
araba tutan eşyası zapt olundu. Savaş alanını gezen Sultan 2. Murat yanındaki nedimi
Azep Bey’e düşman ölülerini göstererek “Şaşılacak şey değil mi? Bunların içinde
hiçbir görgülü ihtiyar yok, hepsi genç” dedi. Azep Bey şu cevabı verdi:
“Eğer içlerinde yaşlı başlı, görgülü
adamlar olsaydı kralı yeminini, verdiği sözü bozmaktan menederler, bu savaşa
sürüklemezlerdi” (O.N. Peremeci’ye göre)
Sultan Murat katledilenin hakikaten kral olup olmadığını yakalanan
esirlerden sormuş. Başı gören esir ağlayarak kralın başı olduğunu söylemiş,
diğer esirler de onu tasdik etmişler (Oruç Bey tarihi). Kralın başı bozulmamak
için bal içine konulup bir fetihnâme ile Bursa subaşısı Cebe Ali Bey’e
yollanmış ve Nilüfer suyunda yıkanarak yeni kesilmiş gibi olmuş ve teşhir edilmiştir
(Neşrî; Tac-üt-tevarih) [Uzunçarşılı’dan naklen].
Varna sahrasında
Kral 3.Vladislav Varnençik’in ölümü
(Polonyalı ressam Stanisław Chlebowski,
1865-75, Kraków Ulusal Müzesinde)
Stanisław Chlebowski (1835-1884) isimli Polonyalı ressam İstanbul’da
Sultan Abdülaziz’in saray ressamı olarak 1865-1876 arası kalmış ve Osmanlı
tarihi ile ilgili çok sayıda savaş tabloları çizmiştir. Varna Savaşını tasvir
ettiği iki tablosu da bugün Türkiye dışındadır (genç kralın gövdesinden ayrılan
ve mızrak ucuna dikilen başı gösterilmemiştir). Diğer bir Polonyalı çok ünlü
ressam Jan Matejko (1838-1893) da Varna Savaşı ile ilgili bir kompozisyon ile
Kral 3. Vladislav’ın temsili resmini yapmıştır.
“Crusade of Varna” (Varna
Haçlı Seferi) Batılı tarihçiler tarafından birçok kez incelenmiş ve yorumlanmıştır.
Özellikle Polonya Kraliyet Tarihi’nin (Annals, or Chronicles of the Famous
Kingdom of Poland) yazarı ve Kral Vladislav III’ün sekreteri Jan Długosz
(1415-1480) birinci elden güvenli bilgiler aktarmıştır. Macar ve Vatikan
arşivlerinde de bol kaynaklar vardır. Osmanlı tarih yazıcıları da geri
kalmamışlar ve Varna Muharebesine geniş yer ayırmışlardır. Fakat bizzat
tanıklık etmedikleri için (ikinci veya üçüncü elden dinlediklerini aktarmışlar)
anlatımları çoğu kez birbiriyle uyumlu değildir.
Varna Savaşı halk edebiyatımıza da konu olmuştur. Kırım Türklerinden
Âşık Ömer’in (17.yüzyılda yaşamış, öl. 1707, Gözleve, Kırım) “Varna’nın redifli
şiiri” çok anlamlıdır:
“…Söylenir dillerde yüksek şanlı adı Varna’nın
Övgüye lâyıktır gönül alan diyarı Varna’nın
Koç yiğitler meskeni olduğunu ispat eder
Hâlâ kalesi yanında duran koç nişanı Varna’nın
Fethine sahip olunca ilkönce Sultan Murat
Yıktı kâfirleri içten, eyledi İslâm’ı şad
Sinesini denize açmış benzersiz bir belde
Cennet bahçesinden nümûne çevre yanı Varna’nın…”
(Sadeleştirme değerli şair İsa Cebeci’ye aittir)
Cumhuriyet yıllarında Varna Meydan Savaşını tekrar ele alan ünlü milliyetçi düşünür ve yazar Hüseyin Nihâl Atsız (1905-1975) olmuştur (1933-34 yıllarında Edirne Lisesinde Edebiyat öğretmenliği yapmıştır). 1941 yılında Çınaraltı dergisinde ayrıntılı şekilde bu şanlı zaferimizi anlatmıştır. Ona göre bu savaşta Sultan 2. Murat dâhiyane “kaz kanadı tabiyesi”, yani taktiği uygulamıştır. Lâkin Osmanlı vak’anüvislere göre, kanatların bozulmasını ve geri çekilmesini gören 2. Murat telâşa kapılmış ve merkezdeki karargâhını terk etmek istemiş, fakat Dayı Karaca bey kendisini durdurmuştur (Neşrî). Genç kralın tedbirsizce ileri atılması ve katledilmesiyle savaşın kaderi belli olmuş, zafer Türklere gülmüştür.
Edirne tarihçisi Osman Nuri Peremeci (1874, Şumnu – 1945, Edirne) uzun
yıllar Varna Rüştiyesi’nde öğretmenlik ve müdürlük yapmıştı. 1942 yılında
basılan “Tuna Boyu Tarihi” kitabında şöyle yazmıştır: 1444 yılında Haçlılar
Bulgarlara o kadar kötülükler ve hakaretler etmişlerdi ki, 1935 senesinde
Varna’da yapılan anma merasimine Varna Metropoliti Simeon, Bulgar papazların bu ayine iştirak etmelerini resmen men etmiştir [Bulgarlar Hıristiyanlığın
Ortodoks mezhebinden olup, Polonyalılar ve Macarlar Katolik mezhebinden
sayılırlar].
Vladislav Varnençik efsanesi: Bu
savaşın galibi Osmanlı Sultanı 2. Murat olmasına rağmen, savaşta hayatını
kaybeden bahtsız ve tecrübesiz genç Kral Władisław III = Ulászló I kendi ülkesinde
(Polonya’da) ve Hıristiyan âleminde çok popüler olmuş, kendisine “Varnençik” (Varnense; Warneńczyk)
lâkabı takılmış, din uğruna şehit sayılmış ve Kraków’daki Wawel Kraliyet Katedralinde
özel lâhit yaptırılmıştır. İçi boş bir anıt-mezar (“cenotaphe”) şeklindedir.
Genç yaşta, henüz evli olmayan (Jan Długosz’a göre homoseksüel
eğilimleri olan) Kral Vladislav’ın ölümüyle Polonya tahtı için üç yıl sürecek
“interregnum” (fetret) dönemi başlamış ve sonunda küçük kardeşi 4. Kazimir’in
(IV Kazimierz Jagiellończyk, hd. 1447-1492) 45 yıl süren parlak ve güçlü
iktidarı ile devam etmiştir. Varna Haçlı
Seferi hem Polonya, hem de Jagiellon Hanedanı açısından isabetsiz bir girişim
kabul edilmiş, genç kralın Papa temsilcileri tarafından dolduruluşa getirildiği
hakim bir görüştür. Ancak uzun vadede, bu haçlı seferi Polonya’ya Katolik dünyasında büyük saygınlık kazandırmış,
Kraków Başpiskoposu Zbigniew Oleśnicki (küçük Kralın vasisi ve başdanışmanı)
1449’da Papa tarafından “kardinal” mertebesine yükseltilmiştir ki, 20. yüzyılda
Polonya kökenli bir Papa (II İoannes Paulus, 1978-2005) ile taçlanmıştır.
Macaristan’da Ulászló I dönemi (1440-1444) başarısız bir serüven sayılmış, yabancı kökenli tecrübesiz bir hükümdarın akıbeti üzerinde pek durulmamıştır. Zaten bu kralın Varna Savaşında ölümüyle Macaristan-Polonya Birliği hemen son bulmuş ve Macar tahtına bir önceki hükümdarın 4-yaşına gelmiş bulunan oğlu Ladislaus V Posthumus çıkarılmış, kral naibi de Janoş Hunyadi olmuştur [Nitekim 4 yıl sonra Hunyadi tekrar Osmanlı Devletine saldırmış ve İkinci Kosova Meydan Muharebesinde tekrar yenilmiştir].
Kraków’da Wawel Katedralinde Władisław III
Warneńczyk’in bronz lâhit kapağı
Daha
1450 yılında Polonya’da iki Fransisken keşiş tarafından sıradışı bir hikâye
fısıldanmaya başlamış ve tanrısal mucize olarak Katolik dünyasında yayılmış.
Buna göre Varna Savaşında genç Kral ölmemiş (Türkler tarafından öldürülen
kendisine benzeyen başka bir savaşçı imiş), Tanrı’nın inayetiyle savaş
alanından kaçabilmiş ve Akdeniz yoluyla Malta’ya, sonra da Portekiz’e ait Madeira
Adasına yerleşmiş (bir ayağında altı parmağı olduğu için tanınabilmiş).
Hatasından dolayı cezalandırıldığını, krallık yapmak istemediğini ve Henrique
Alemao adıyla inançlı bir Katolik olarak yaşamak istemiş. Portekiz kralları
onun soylu geçmişini kabullenmişler ve asil bir aile kızıyla evlendirmişler. Ve
bu evlilikten dünyaya gelen Cristóvăo Colombo (İsp: Cristóbal Colón; İt:
Cristoforo Colombo; Lat: Christopher Columbus) yani Kristof Kolomb (1451-1506) Amerika kıtasını keşfeden ünlü denizci
olmuş.
İtalyanların
Cenova doğumlu dedikleri bu kâşif, İspanya’ya hizmet etmiş ve bugün mezarının
Sevilla Katedralinde olduğu iddia edilmektedir (gerçi sponsor ararken Sultan 2. Bayezid’e
bile başvurmuş, fakat karşılık bulmamış). Meğer bizim Varna sahrasında kellesini
uçurduğumuzu sandığımız Polonya Kralı’nın oğlu dünyanın en ünlü denizcisi ve
kâşifi olmuş?
Olay hikâye ve efsane çerçevesinde
kalmamış. 21. yüzyılda ABD’de tarih profesörlüğü yapan Portekiz asıllı Manuel
da Silva Rosa (d. 1967, Pico adası, Azores) 20-yıllık araştırmalarını bu konuya
hasretmiş. Aramış taramış ve Kristof Kolomb’un Vladislav Varnençik’in oğlu
olduğunu bilimsel olarak kanıtladığını iddia etmektedir. Sayısız baskı yapan ve
çok satan kitapları vardır (Columbus. The Untold Story, 2010).
Park-müze
Vladislav Varnençik: Osmanlı
genellikle kazandığı meydan muharebelerinin sahasına herhangi bir anıt veya
zafer takı dikmezdi (Birinci Kosova Savaşında şehit düşen Sultan 1. Murat için
yaptırılan türbe hariç). Varna sahrasında Osmanlı çok büyük zayiat vermiş
(10,000 civarında), fakat bunların aziz hatırasına bir türbe veya namazgâh
yapılmamış [Savaşın yiğit şehidi Anadolu Beylerbeyi Damat Karaca Paşa’nın
türbesi bugün Ankara’dadır; şehit düşen Gazi Timurtaş’ın torunu Osman Bey’in
ise Bursa’da]. Varna Meydan Muharebesi’nden sonra 434 yıl daha (1444-1878) bu
topraklara hakim olan Osmanlı Devleti söz konusu savaş alanına bir nirengi taşı
bile koymamıştır. Az sayıda okur-yazar tarih kitaplarından bu büyük zafer
hakkında bilgi edinebiliyordu, ama o bölgenin halkı şanlı geçmişinden bihaber
idi. Benim dedem Varna Ovasının ardında yer alan Acemler köyünde (bugün
Aksakovo, Varna’ya
Varna’da Vladislav Varnençik Mozolesi
Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Varşova Askeri Paktı üyesi iken, 1964’te Macarlara
hitaben askeri komutan Janós Hunyadi’nin de heykeli dikildi, Haçlı Seferine katılan
diğer ulusların armalı lahitleri ve bayraklarından tören alanı oluşturuldu
(Park-Museum of Military Friendship). Ayrıca bir müze binası inşa edildi,
kalıcı ve geçici sergiler halka açıldı. 2004 yılında (artık Bulgaristan
demokrasiye geçmişti) müze bir daha köklü onarımdan geçti.
Parkın kuzeyindeki eski Paşalar
köyünün adı “Vladislavovo” oldu (şimdi Varna kentinin bir mahallesidir). Hava
alanından şehir merkezine kadar uzanan ve Park-müzenin yanından geçen en geniş
caddeye “Vladislav Varnençik Caddesi” dendi. Varna şehri dünya çapında bir
turistik destinasyon olduğu için önemli ziyaretgâh olarak prospektüslerde
gösterilmektedir. Macarlar, Polonyalılar, Hırvatlar ve Romenler dışında ara
sıra Türkler de uğramaktadırlar. Oysa ki en fazla Türklerin iftihar edecekleri
tarihi mekândır. Varna’yı ziyaret eden resmi heyetlerimizin ve devlet
adamlarımızın “Sultan Murat Tepesini” görmek istediklerini ne duydum, ne okudum.
Not: Bu yazı dizisi 10 Kasım 2017 tarihinden itibaren “Edirne Hudut Gazetesi”nde tefrika edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder