16 Aralık 2021 Perşembe

VARNA: VARNA MEYDAN MUHAREBESİ 10 KASIM 1444

 



VARNA MEYDAN MUHAREBESİ

10 KASIM 1444


Prof. Dr. Recep MESUT 


Osmanoğulları’nın ikinci Beyi olan Orhan Gazi’nin büyük oğlu Gazi Süleyman Paşa, Miladi 1353 (754 Hicrî) yılında Avrupa kıtasına kalıcı olarak yerleşmiş (Gelibolu yakınlarındaki Çimpe Kalesine) ve “Avrupa Fatihi” olarak tarihlerimize geçmiştir. Osmanlı tarihlerinde “Paşa” unvanıyla anılan ilk şahsiyettir ve onun şerefine bu topraklara da “Paşaeli” denmişti. Bolayır civarında doğan ile avlanırken attan düşerek hayatını kaybedince (1359), Avrupa fütuhatını kardeşi Şehzade Murat devam ettirmiş ve 1361 yılında Trakya’nın stratejik merkezi olan Edirne’yi (Adrianopolis’i) ele geçirmiştir. Babasının ölümü üzerine, 1362’de 1. Murat [Hüdavendigâr]  olarak tahta çıkmış ve Edirne’yi merkezi üs yapmış, sağ kol, orta kol ve sol kol şeklinde yayılarak Balkan Yarımadasında şanlı muharebeler kazanmıştır. Kendisinden sonra gelen Osmanlı hükümdarları da adım adım ilerleyerek Balkan topraklarının dışına, Orta ve Doğu Avrupa coğrafyalarına kadar uzanmışlardır.

Fethedilen kaleler, şehirler ve beldeler dışında, Avrupa fütuhatında belirleyici olan “meydan muharebeleri”, topyekûn ordu birliklerinin karşılaştıkları ve kesin sonuçları olan büyük çarpışmalardır. Osmanlıya karşı Hıristiyan Avrupa ülkeleri, çoğunlukla aralarında ittifak ederek, Papa veya diğer din adamlarının kutsamasında, “haçlı zihniyetinde” gönüllü krallar, prensler ve şövalyeler çıkartmıştır. Osmanlı askeri gücünün üstünlüğüne delâlet eden 10 şanlı meydan zaferlerimiz şunlardır [bunları “fetih-öncesi”(5) ve “fetih-sonrası”(5) diye ikiye ayırabiliriz]:

 

1371 Sırp Sındığı (Çirmen) Zaferi                        1. Murat Devri

1389 Birinci Kosova Meydan Muharebesi            1.Murat’ın şehadeti / 1. Bayezid

1396 Niğbolu Meydan Muharebesi, Bulgaristan   1. Bayezid

         Fetret Devri (gerileme ve parçalanma)

1444 Varna Meydan Muharebesi, Bulgaristan      2. Murat

1448 İkinci Kosova Meydan Muharebesi              2. Murat

 

1453 İstanbul’un Fethi                                        2. Mehmet

 

1476 Akdere (Valea Alba) Zaferi, Boğdan         2. Mehmet

1493 Kırbava (Adbina) Zaferi, Hırvatistan         2. Bayezid

1526 Mohaç Meydan Muharebesi, Macaristan   2. Süleyman (Kanunî)

1596 Haçova Meydan Muharebesi, Macaristan  3. Mehmet

1711 Prut Meydan Muharebesi, Boğdan             3. Ahmet

 

Tabi ki, bu büyük zaferler yanında çok sayıda daha küçük çarpışmalar da kazanılmıştır. Unutulmamalıdır ki, galibiyetler yanında bazı mağlubiyetler de vardır  ve bunların sayısı duraksama ve gerileme devirlerinde artmaktadır. Asya ve Afrika kıtalarında elde edilen zaferler bu makaleye dahil edilmemiştir.

            Yukarıda zikrettiğimiz zaferler arasında, vuku bulduğu yıl en kolay hafızada kalabilen Varna Savaşı’dır (1+4+4+4 şeklinde). Üstelik “Fetret Devrinde” yok olmanın kıyısına gelen devletin gücünü toparladığını kanıtlayan ilk büyük meydan okumadır. İstanbul’un fethine kadar giden yükselişin de başlangıcıdır. Varna, Karadeniz kıyısında ve o zamanki başkent Edirne’ye sadece 300 km mesafededir. Savaşın cereyan ettiği 10 Kasım günü münasebetiyle Varna’da yenilmiş olan Hıristiyanlık âleminin bugünkü torunları (Bulgarlar, Macarlar, Polonyalılar), söz konusu savaş meydanında oluşturdukları anıt-parkta (Vladislav Varnençik Anıt-Parkı) hayatlarını kaybedenler için ayinler ve anma törenleri düzenlemektedir [Eskiden bunu Varşova Paktı dayanışması olarak sunuyorlardı]. Esasen artık bu ülkelerle NATO’da müttefik olduğumuz için ve her zaman bizlere Osmanlının torunları dediklerine göre, Türkiye’yi de bu anma törenlerine davet etmeleri gerekir (Türk temsilciler Edirne’den olmalı, çünkü İstanbul ve Ankara’nın Varna Savaşına dahli yoktur).

 

 

 Fetih sonrası Varna (1398-1444)

 

            Osmanlıların Trakya topraklarına yerleşmesiyle Constantinopolis’in medet umduğu Katolik Avrupa ile karayolu bağlantısı kesilmişti, fakat deniz yolunu kullanabiliyordu. Yardım istemek niyetiyle 1366’da Akdeniz’den Roma’ya giden Bizans İmparatoru V. İoannes Palaeologos dönüşte Macaristan’dan Tuna yolu ile Karadeniz kıyısına (Varna’ya), oradan da Constantinopolis’e ulaşmak istedi. O yıllarda Katolik Macarların yönetiminde bulunan Vidin’e kadar geldi, fakat Tırnova’daki Bulgar Çarı topraklarından geçiş izni vermeyince aylarca kurtarılmayı bekledi. Anne tarafından akrabası olan Savoy Dükü Amadeo (“Yeşil Prens”) onu karşılamak için gemilerle Varna limanına geldi, buradan Tırnova’ya gönderilen Çar’ı ikna heyeti sayesinde İmparator sonunda Varna’ya, akabinde Karadeniz’den başkentine ulaştırıldı. Bu güzergâh Roma İmparatorluğu yıllarından bilinen “Via Pontica” (Karadeniz Yolu) idi ve “Haemus” (yani Balkan Dağları) kuzeyinden, “Danubis” (Tuna) nehrinin güneyinden geçiyordu.

            Otuz yıl sonra, 1396 yılında yeni Macar kralı Sigismund da topladığı Haçlıları Tuna kıyısından Varna’ya ulaştırmak, buradan da müttefiklerinin göndereceği donanma sayesinde muhasara altındaki Constantinopolis’i kurtarmak niyetindeydi. Fakat daha Tuna kıyısındaki Nikopol (Niğbolu) Kalesini ele geçirmeye çalışırken “yıldırım hızıyla” 1. Bayezid yetişti ve ünlü “Niğbolu Zaferini” kazandı.

Yıldırım Bayezid’in 1402’de Ankara Savaşını kaybetmesinden ve esir düşmesinden sonra başlayan “Fetret Devri”nde Anadolu kıyılarından deniz yolu ile, artık “Dobrice ülkesi” denen bu topraklara sığınan taht müddeileri (Şehzade Musa Çelebi) veya isyankâr âlimler (Şeyh Bedreddin) muhtemelen Varna iskelesini kullandılar. Fakat bu hususta kesin bir kayıt bulamadım. Ancak Varna limanının daha Bulgar Krallığı ve Gagauz Beyliği yıllarında, İstanbul’dan Trabzon’a kadar Anadolu sahilleri ile ticari ilişkileri belgelenmiş, Karvuna Despotlarının Karadeniz’de askeri donanma dolaştırdıkları (hatta korsanlık yaptıkları) Bizans vesikalarında zikredilmiştir.


 

                                       Amansız Türk düşmanı János Hunyadi (1407-1456)

 

 “Fetret Devri”nin bitmesinden sonra 2. Murat (hd. 1421-1451) yeniden yükseliş devrini başlattı, ateşli silâhlarla donatılan Osmanlı ordusu yeni fetihlere girişti. Fakat 1438’den sonra Macaristan’a bağlı Erdel (bugün Transilvanya) topraklarına gönderilen akıncılar tuzaklara düşürüldüler ve korkunç kayıplarla geri püskürtüldüler. Bu bozgunların ardında hırslı ve becerikli Erdelli komutan Yanoş Hunyadi’nin adı zikrediliyor, Hıristiyan dünyasının kahramanı ve umudu ilân ediliyordu. Türkleri durdurabilecek yegâne askeri deha olarak gösteriliyordu.

                                

1439 yılı sonunda Macaristan kralı 2. Albert (Habsburg) vefat etti ve ölümünden sonra dünyaya gelen, bebek yaşta bir varis bıraktı (Ladislaus Posthumus). Bu Albert Viyana doğumlu ve Alman asıllı olup, Kral Sigismund’un damadı idi, fakat iktidarda ancak bir yıl kalabilmişti. Macar tahtı için veraset kavgası başladı, çünkü Osmanlı tehdidi karşısında güçlü bir kral yönetimine ihtiyaç olduğunu herkes kabul ediyordu. Türklere karşı Haçlı seferi örgütlemek isteyen Papa Eugenius IV de tartışmalara ağırlığını koydu ve Doğu Avrupa’daki iki büyük Katolik Devletinin (Polonya ve Macaristan) tek hükümdar idaresinde birleşmesini sağladı. 1440 yılında Macar asilzâdeler Polonya kralı 3. Władisław’a Macar tacını da teklif ettiler. Ne var ki, Litvanya asıllı Jagiellon sülalesinden gelen 3. Vladislav henüz 16 yaşında idi ve babasının ölümü üzerine 1434 yılında 10 yaşında iken Polonya tahtına çıkmıştı. Ölen kral 2. Albert’in eşi Elisabeth yandaşlar buldu, oğlunun haklarını savundu ve iki yıl direndi. Ancak 1442’de 3. Władisław Jagiellon, Macaristan kralı 1. Ulászló olarak güvenle tahta oturdu. Ordunun komutanlığına tecrübeli János Hunyadi getirildi ve Osmanlıya karşı Haçlı seferine sürüldü (1443).

 

Polonya Kralı Władisław III = Macaristan Kralı Ulászló 

(31 Ekim 1424, Kraków – 10 Kasım 1444, Warna)

Jan Matejko’nun temsili resmi

 

Uzun Sefer (1443): Bundan önce Osmanlı Sultanı 2. Murat 1439’da Sırbistan başkenti Semendire’yi (Smederevo) ele geçirmiş, bütün topraklarını ilhak etmiş ve Despot Curac Brankoviç Macaristan’a sığınmıştı. Sırbistan’ı kurtarmak ve Osmanlıları cezalandırmak için Papa Eugenius IV’ün ısrarlı teşvikleriyle 22 Temmuz 1443’te Offen (Budin)’den Haçlı Seferi başlatıldı. Osmanlının azılı muhalifi Karamanoğlu İbrahim Bey de Haçlılarla ittifak etti ve Anadolu’da saldırdı. Sefere birleşik Macaristan-Polonya askerleri yanında Sırplar (Despot Curac Brankoviç), Ulahlar (Voyvoda 2. Vlad Drakula), Papa temsilcisi (Kardinal Giuliano Cesarini) ve çok sayıda Alman ve Fransız şövalyesi katıldı, fakat toplanabilmek için çok zaman kaybettiler. Ancak Ekim ayında Tuna nehrini geçerek Sırbistan topraklarını sorunsuz kat ettiler. 3 Kasım 1443’te Niş önlerinde Morava nehri kenarında Rumeli Beylerbeyi Kasım Paşa’yı mağlup ettiler ve Niş, Pirot (Şehirköy) üzerinden Sofya’ya ulaştılar [Romalıların “Via militaris” (Askeri yol) dedikleri klasik diyagonal güzergâhı takip ediyorlardı]. Fakat Aralık ayı olmuştu ve erken gelen kış bastırmıştı. Edirne’ye varabilmek için dağ geçitlerini aşmaları gerekiyordu. İhtiman yolundaki Karaboğaz ve Suçi Boğazını (Traian Geçidini) Türkler tahkim etmişti. Daha kuzeyden, Balkan Dağı eteklerindeki İzladi (bugün Zlatitsa) kasabasından Kozludere (Topolniçe) vadisini takip etmeye karar verdiler. İzladi Derbendi’nin başındaki Türk birliklerini aştılar ve 24 Aralık’ta Trakya Ovasına çıktılar (Hıristiyanların Noel gününde). Burada Yalvaç çarpışmasını da kazandılar. Edirne’ye 200 km düz yol kalmıştı, fakat şiddetli kar fırtınası nedeniyle kalın kar tabakasında ağır zırhlı atlar ve şövalyeler saplanıp kalıyordu. Erzakları da tükenmişti. Osmanlı başkentine bu kadar yaklaşmışken 5 Ocak 1444’te geri dönüşe geçtiler. Çarpışmalar kazanmışlardı, fakat kesin sonuç alamadan döndüler. Avrupa Hıristiyanlık âlemine bu “uzun sefer” (Long Campaign) büyük başarı olarak duyuruldu, çanlar çalındı ve kiliselerde ayinler düzenlendi. Türklerin günleri sayılıydı, geldikleri gibi Asya’ya geri döndürüleceklerdi.

 

Edirne-Segedin Antlaşması (12 Haziran- 12 Temmuz 1444): 1443 yılı bahar aylarında Bursa yakınlarında atını sürerken kaza neticesinde 18 yaşındaki “ulu şehzâde” Alâaddin hayatını kaybetmişti. Bu oğlunu çok seven ve veliaht olarak yetiştiren Sultan 2. Murat kahroldu, aylarca süren derin bir depresyona girdi (vasiyeti üzerine sonradan Bursa’da oğlu Alâaddin ile bitişik türbelerde yatarlar). O yıl Haçlılara karşı verilen savaşlarda ön cepheye koşmadı, Karamanoğlu ile meşgul oldu. Edirne Sarayında bulunan Meryem Sultan (Despina Mara) Sırp Despotunun kızı idi. Onun sayesinde Despot Curac arabulucu oldu ve barış teklifi Kral Vladislav’a ulaştırıldı. Üç kişilik bir heyet Edirne’ye geldi (Mayıs 1444). Burada Osmanlı Devleti açısından toprak ve prestij kaybını kabullenen son derece olumsuz antlaşmayı, 2. Murat 12 Haziran’da imzaladı ve mukabil heyet Kralın da yeminle imzalaması için Macaristan’a gitti. Macar Ulusal Meclisi Segedin’de (bugün Szeged) toplanmıştı. Uzun tereddütler sonrası (müttefiklerinin söz verdiği yardımlar gelmiyordu) genç Kral Vladislav (Ulászló) 12 Temmuz 1444’te antlaşmayı imzaladı ve İncil üzerine yemin etti [fakat Batılı tarihçiler bu gerçeği kabul etmiyorlar].

1443 ve 1444 Haçlı Seferlerinin Güzergâhları

 

On yıllık barışı sağladığını düşünen 40-yaşındaki Sultan 2. Murat, Osmanlı tarihinin en inanılmaz ve mantıksız hareketini yaparak, kendi isteği ile tahttan çekildi (fakat feragat etmedi), hayatta kalan tek oğlu 12 yaşındaki Mehmed’i kaim-i makam olarak bıraktı ve Manisa’ya çekildi. Bunu ilk öğrenen Bizans İmparatoru İoannes VIII Palaeologos, şaşkınlık ve sevinç içinde Batı dünyasına haber yolladı. Tabi, Venedikliler ve Cenevizliler de haberi doğruladılar.

 
 

                                                    Sultan 2. Murat (d.1404-öl.1451)

                                      Ressam Konstantin Kapıdağlı’nın temsili resmi

                                       (Sultan 3. Selim dönemi, 18.yy sonu-19.yy başı)

                                     

Varna Haçlı Seferi 1444: Edirne-Segedin Antlaşmasından Papa memnun kalmamıştı ve Türklerin tamamen Anadolu’ya geri püskürtülmesini istiyordu. İstanbul’daki Bizans İmparatoru da bunu bekliyordu. Çok korktukları ve saygı duydukları Amourad (yani Sultan 2. Murat) beklenmedik şekilde tahttan çekilmiş, Anadolu’ya gitmişti. Edirne’de 12-yaşında bir çocuk Osmanlı tahtında oturuyordu. Papa’nın vekili Kardinal Sezarini (Giuliano Cesarini der Ältere, 1398-1444), gayrı-Hıristiyanlara verilen yeminin geçerli olamayacağını söyleyerek Haçlı Seferinin devamında ısrarlı oldu. Papalık, Burgundiya ve Venedik (hatta Dubrovnik bile) denizden donanma göndereceklerine söz verdiler (bu donanma Boğazları bloke edecek ve Anadolu Eyaletinden asker geçirilmesine engel olacaktı). Balkan dağ geçitlerinden ürkmüşlerdi. Bu kez dağların kuzeyinden (yani eski “Via Pontica”) Karadeniz kıyısındaki Varna limanına ulaşıp, müttefiklerinin donanması sayesinde İstanbul civarında Trakya topraklarına ayak basmayı umut ediyorlardı.

Sefer Eylül ayında Grosswardein (yani Varad, bugün Oradea, Romanya) ordugâhından başladı, 22 Eylül 1444’te Tuna nehrinin sağ kıyısına geçerek Osmanlı topraklarında doğuya ilerlediler. Sırbistan Despotu Curac Brankoviç katılmadı (o kendi ülkesini kurtarmıştı), fakat Niğbolu’ya yaklaştıklarında Eflâk Beyi Vlad Drakula 4,000 kişilik ordusuyla dâhil oldu. Polonya-Macaristan Kralı 3. Vladislav (20 yaşında) seferin üst yöneticisi sayılıyordu, fakat askeri sevk ve idare yine tecrübeli Yanoş Hunyadi’nin (37 yaşında) komutasında idi. Papalık güçlerini Kardinal Cesarini ile Bosna, Varad ve Erlau (Eger) Piskoposları yönetiyorlardı. Hırvatistan Banı Franco ve Erdel Voyvodası Stephen Báthori de süvarileriyle gelmişlerdi. Varna’ya zamanında ulaşabilmek için güçlü surları ve garnizonları olan Vidin (26 Eylül) ve Niğbolu (6 Ekim) kalelerini kuşatarak zaman kaybetmek istemediler, fakat daha zayıf olan Rahova’yı (bugün Oryahovo) Türkler boşaltmıştı. Eski Bulgar başkenti Tırnova’nın kuzeyinden (Niküp’ten) geçerken, Tırnova kalesini fethetmek için 500 asker gönderdiler, fakat bunlar başarısız oldular ve sadece 200 kişi geri dönebildi. 24 Ekim’de Şumnu’ya (Şumen) taarruz ettiler, kaleyi savunan 50 Türk askeri üç gün umutsuzca karşı koydu, teslim olmadılar ve topyekûn şehit oldular. Burada Kral bir hafta istirahat yaptı ve önlerindeki kale komutanlarına teslim olmaları için, tutsak Türk askerleri aracılığıyla mektuplar gönderdi [Varna, Kavarna, Galata, Provadiya, Mahoracz [Kaspichan?)]. Bir birlik Kamçı suyunu takip etti ve bu nehrin Karadeniz ağızındaki 28 küçük Türk teknesini yaktı.  7 Kasım’da Pravadı (Provadiya) ve 8 Kasım’da Petriç (bugün Razdelna) kalelerini de yakıp yıktılar, geçtikleri savunmasız köy ve kasabaları talan ettiler, korkunç canavarlıkla her yerde Türkleri kılıçtan geçirdiler, hatta rafızî saydıkları Ortodoks Bulgar ve Rum kiliselerini de soydular.

O yıllarda Osmanlı istihbaratı çok iyi organize olmuştu. Haçlıların hazırlıkları Eylül’de Edirne’de biliniyordu. Durumun ciddiyetini kavrayan vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa, küçük sultan 2.Mehmed’i ikna etti ve babasını çağırmasını öğütledi. Geleceğin Fatih’i çaresiz ünlü mektubunu babasına yazdı:

“…Baba, eğer sen padişah isen, gel ordunun başına geç. Eğer ben padişah isem, bunu sana emrediyorum…”

Çok kısa sürede 2. Murat 30,000 Anadolu askerini seferber etti, fakat Haçlı donanması gelmiş ve Gelibolu-Lapseki arasında nöbet tutuyordu. Şaşırtmak için kıyıda sürekli dolaşan küçük birlikler bıraktı ve hızlı bir yürüyüşle İstanbul Boğazına vardı. Daha dedesi Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Güzelce Hisar (Anadoluhisarı) güçlü toplarla donatılmıştı. Vezir-i azam Halil Paşa da 800 askerle Edirne’den gelmiş, toplar getirmiş ve tam karşıdaki burunda (sonradan Fatih buraya Rumelihisarı’nı inşa edecektir) mevzilenmişti. Ceneviz gemilerine her bir nefer için bir duka altın (yani 30,000 duka altın!) ödeyerek askerleri, atları ve develeri Avrupa yakasına geçirdiler. Sarayburnu açıklarında bekleyen Bizans ve bazı Haçlı gemileri engel olmak istedilerse de, iki yakadan ateşlenen gülleler bunları yaklaştırmadı. Ekim ortalarında 2. Murat ve Anadolu ordusu Edirne’ye varmıştı. Buradan 10,000 Rumeli askeri daha aldılar [küçük Sultan 2. Mehmet Edirne’de kaldı] ve hızla Balkan geçitlerine yöneldiler. Niğbolu kale muhafızı Haçlıları takip ediyor ve her gün ulak göndererek bulundukları yer hakkında Edirne’ye bilgi ulaştırıyordu. Balkan Dağlarını Çalıkavak (Riş) Geçidinden geçen Osmanlı ordusu 4 Kasım’da Şumnu’ya vardı ve Haçlıların izinden Varna sahrasına 9 Kasım akşamında ulaştı. 

 

                              10 Kasım 1444: Varna Meydan Muharebesinin krokisi

 

Haçlı ordusu ise 9 Kasım sabahı Varna Kalesi önüne gelmiş, Varna, Galata, Macropolis (bugünkü Evksinograd civarında) ve Kavarna kaleleri savaşmadan teslim olmuşlar, küçük Türk garnizonları da kaleleri terk edip kayıplara karışmıştı. Haçlılar Varna Kalesi önünde karargâh kurmuşlar ve denizden gelecek donanmayı beklemeye başlamışlardı. Fakat havanın kararmasıyla arkalarında Osmanlı ordusunun yaktığı sayısız kamp ateşlerinden çevrelendiklerini ve bu ovada (“Varna sahrası”) savaşmak mecburiyetinde olduklarını şaşkınlıkla anladılar. Doğuda kalan Karadeniz'e ve Varna Kalesine sırtları dönük, batı yönden kuşatan Osmanlı ordusuna karşı mevzilendiler. Kuzeyde 300-metrelik Dobruca Platosu yükseliyordu, güneyde ise Varna Gölü ve bataklıklar yayılmıştı.

Haçlıların sağ kolunda Janos Hunyadi ve Macar asilzâdeler; ortada Kral Vladislav komutasında seçkin kraliyet askerleri, onların arkasında Stephen Báthori güçleri (2,000 kişi); sol kolda Kardinal Sezarini (Papa’nın Haçlı şövalyeleri), piskoposlar [Rafael Herczeg (Bosna piskoposu); Simon Rozgony (Erlau piskoposu); John Dominis (Varad piskoposu); Francis Thallóczy (Hırvatistan Banı)] ve Eflâk birlikleri konumlanmıştı. Toplam 20,000 savaşçı dense de, asilzâdelerin ve şövalyelerin yanlarında çok sayıda taşıyıcı ve yardımcılarını da hesaba katmak gerekir.

Osmanlı ordusu geleneksel düzenini uygulamıştı: savaş Rumeli’de cereyan ettiği için sağ kanatta Rumeli Beylerbeyi Davut Paşa ve acilen çağrılan Turahan Bey; sol kanatta Anadolu Beylerbeyi Damat Karaca Paşa, merkezde Sultan 2. Murat, yüksekçe bir tepede karargâhını kurmuş, yeniçeriler ve kapıkulu süvarileri tarafından çevrelenmişti. Bayrakların ve tuğların önünde, uzun bir kargı ucuna da kral tarafından imzalanmış, fakat çiğnenmiş olan Edirne-Segedin Antlaşması dalgalanıyordu. Merkez ile kanatlar arasında ise akıncılar ve azaplar bulunuyordu. Asker mevcudu 40,000 civarında idi. Hafif topları ve ateşli tüfekleri Türkler ilk defa bu muharebede kullandılar. 

 

                                                              Varna, 1444

                          Ünlü Polonyalı ressam Jan Matejko’nun yağlı boya tablosu

 

            Savaş 10 Kasım 1444 (28 Receb 848) Salı günü sabahı başladı ve çok kanlı şekilde kesintisiz 8 saat sürdü. Hıristiyanların Sen Marten yortu günü olduğu için Haçlılar uğurlu saydılar ve büyük iştiyak ile saldırdılar. Hunyadi önderliğindeki ağır donanımlı Macar süvarisi Karaca Paşa buyruğundaki yorgun Anadolu sipahilerini dağıttı ve geri sürdü. Bu muharebenin unutulmaz şahsiyeti yiğit Karaca Paşa şehit düştü. Sol kanattaki haçlı şövalyeler de Rumeli sipahilerine bastırdı ve geriletti. Heyecana kapılan genç kral Vladislav da Sultan Murad’ın bulunduğu tepeye saldırdı ve korumaları onu takip ettiler. Fakat yeniçeriler tarafından “hükümdarları ve babaları” etrafında kurulan safları kıramadılar. Savaşın bu kritik anlarında Timurtaş (veya Rüstem) adlı bir yiğit kralın atının ayağına bir balta vurarak atı ve kralı düşürdü. Kralın düştüğünü gören yayabaşı Koca Hızır koştu, derhal kralın başını kesti ve bir mızrak ucuna takarak gösterip bağırmaya başladı. Düşmanın maneviyatı bozuldu, kaçmağa başladılar ve çoğu maktul düştü. İkindi vakti geçiyordu ve Kasım güneşi erken batıyordu. Karanlıktan yararlanan Hunyadi ve beraberindeki Macarlar ile Eflâk askerleri kuzeydeki Dobruca platosuna tırmandılar ve Tuna kıyılarına doğru kaçtılar. Davut Paşa dört-beş bin kişilik kuvvetle bunları Tuna’ya kadar kovaladı. Türkçe konuşan yerli Gagauzlar Frenklerin kaçtığı bayıra “Franga Bayırı” dediler. Bugün de Franga Platosu (Frengen Plateau) diye anılır, hatta Osmanlı yıllarında burada gelişen iki köye Büyük Franga köyü (Franga-i Büzürg, bugün Kamenar) ve Küçük Franga köyü (Kârye-i Küçük Franga, bugün Yarebiçina) denmiştir. 

 

                                       Varna Meydan Muharebesi (10 Kasım 1444)

   (Polonyalı orientalist ressam Stanisław Chlebowski, 1879, Budapeşte Müzesinde)

 

            Ertesi gün, 11 Kasım sabahı, geri kalan Haçlılar, ne olduğunu anlamamış, Hunyadi ve adamlarının kaçtıklarının farkında olmadan, ordugâhtaki arabalarının arkasında kümelenmişlerdi. Osmanlı ordusu saldırdı ve hepsini kılıçtan geçirdi. Güneydeki bataklıklara sığınan Kardinal Sezarini, Stephen Báthori ve piskoposlar da buralarda can verdiler. Kralın 250 araba tutan eşyası zapt olundu. Savaş alanını gezen Sultan 2. Murat yanındaki nedimi Azep Bey’e düşman ölülerini göstererek “Şaşılacak şey değil mi? Bunların içinde hiçbir görgülü ihtiyar yok, hepsi genç” dedi. Azep Bey şu cevabı verdi:

 

 “Eğer içlerinde yaşlı başlı, görgülü adamlar olsaydı kralı yeminini, verdiği sözü bozmaktan menederler, bu savaşa sürüklemezlerdi” (O.N. Peremeci’ye göre)

 

Sultan Murat katledilenin hakikaten kral olup olmadığını yakalanan esirlerden sormuş. Başı gören esir ağlayarak kralın başı olduğunu söylemiş, diğer esirler de onu tasdik etmişler (Oruç Bey tarihi). Kralın başı bozulmamak için bal içine konulup bir fetihnâme ile Bursa subaşısı Cebe Ali Bey’e yollanmış ve Nilüfer suyunda yıkanarak yeni kesilmiş gibi olmuş ve teşhir edilmiştir (Neşrî; Tac-üt-tevarih) [Uzunçarşılı’dan naklen].

 

                            Varna sahrasında Kral 3.Vladislav Varnençik’in ölümü

      (Polonyalı ressam Stanisław Chlebowski, 1865-75, Kraków Ulusal Müzesinde)

 

Stanisław Chlebowski (1835-1884) isimli Polonyalı ressam İstanbul’da Sultan Abdülaziz’in saray ressamı olarak 1865-1876 arası kalmış ve Osmanlı tarihi ile ilgili çok sayıda savaş tabloları çizmiştir. Varna Savaşını tasvir ettiği iki tablosu da bugün Türkiye dışındadır (genç kralın gövdesinden ayrılan ve mızrak ucuna dikilen başı gösterilmemiştir). Diğer bir Polonyalı çok ünlü ressam Jan Matejko (1838-1893) da Varna Savaşı ile ilgili bir kompozisyon ile Kral 3. Vladislav’ın temsili resmini yapmıştır.

Crusade of Varna” (Varna Haçlı Seferi) Batılı tarihçiler tarafından birçok kez incelenmiş ve yorumlanmıştır. Özellikle Polonya Kraliyet Tarihi’nin (Annals, or Chronicles of the Famous Kingdom of Poland) yazarı ve Kral Vladislav III’ün sekreteri Jan Długosz (1415-1480) birinci elden güvenli bilgiler aktarmıştır. Macar ve Vatikan arşivlerinde de bol kaynaklar vardır. Osmanlı tarih yazıcıları da geri kalmamışlar ve Varna Muharebesine geniş yer ayırmışlardır. Fakat bizzat tanıklık etmedikleri için (ikinci veya üçüncü elden dinlediklerini aktarmışlar) anlatımları çoğu kez birbiriyle uyumlu değildir.

Varna Savaşı halk edebiyatımıza da konu olmuştur. Kırım Türklerinden Âşık Ömer’in (17.yüzyılda yaşamış, öl. 1707, Gözleve, Kırım) “Varna’nın redifli şiiri” çok anlamlıdır:

“…Söylenir dillerde yüksek şanlı adı Varna’nın

Övgüye lâyıktır gönül alan diyarı Varna’nın

Koç yiğitler meskeni olduğunu ispat eder

Hâlâ kalesi yanında duran koç nişanı Varna’nın

 

Fethine sahip olunca ilkönce Sultan Murat

Yıktı kâfirleri içten, eyledi İslâm’ı şad

Sinesini denize açmış benzersiz bir belde

Cennet bahçesinden nümûne çevre yanı Varna’nın…”

                                 (Sadeleştirme değerli şair İsa Cebeci’ye aittir)

 

Cumhuriyet yıllarında Varna Meydan Savaşını tekrar ele alan ünlü milliyetçi düşünür ve yazar Hüseyin Nihâl Atsız (1905-1975) olmuştur (1933-34 yıllarında Edirne Lisesinde Edebiyat öğretmenliği yapmıştır). 1941 yılında Çınaraltı dergisinde ayrıntılı şekilde bu şanlı zaferimizi anlatmıştır. Ona göre bu savaşta Sultan 2. Murat dâhiyane “kaz kanadı tabiyesi”, yani taktiği uygulamıştır. Lâkin Osmanlı vak’anüvislere göre, kanatların bozulmasını ve geri çekilmesini gören 2. Murat telâşa kapılmış ve merkezdeki karargâhını terk etmek istemiş, fakat Dayı Karaca bey kendisini durdurmuştur (Neşrî). Genç kralın tedbirsizce ileri atılması ve katledilmesiyle savaşın kaderi belli olmuş, zafer Türklere gülmüştür.

Hüseyin Nihâl Atsız
(1905 - 1975)

Edirne tarihçisi Osman Nuri Peremeci (1874, Şumnu – 1945, Edirne) uzun yıllar Varna Rüştiyesi’nde öğretmenlik ve müdürlük yapmıştı. 1942 yılında basılan “Tuna Boyu Tarihi” kitabında şöyle yazmıştır: 1444 yılında Haçlılar Bulgarlara o kadar kötülükler ve hakaretler etmişlerdi ki, 1935 senesinde Varna’da yapılan anma merasimine Varna Metropoliti Simeon, Bulgar papazların bu ayine iştirak etmelerini resmen men etmiştir [Bulgarlar Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden olup, Polonyalılar ve Macarlar Katolik mezhebinden sayılırlar].

Vladislav Varnençik efsanesi: Bu savaşın galibi Osmanlı Sultanı 2. Murat olmasına rağmen, savaşta hayatını kaybeden bahtsız ve tecrübesiz genç Kral Władisław III = Ulászló I kendi ülkesinde (Polonya’da) ve Hıristiyan âleminde çok popüler olmuş, kendisine “Varnençik” (Varnense; Warneńczyk) lâkabı takılmış, din uğruna şehit sayılmış ve Kraków’daki Wawel Kraliyet Katedralinde özel lâhit yaptırılmıştır. İçi boş bir anıt-mezar (“cenotaphe”) şeklindedir.

Genç yaşta, henüz evli olmayan (Jan Długosz’a göre homoseksüel eğilimleri olan) Kral Vladislav’ın ölümüyle Polonya tahtı için üç yıl sürecek “interregnum” (fetret) dönemi başlamış ve sonunda küçük kardeşi 4. Kazimir’in (IV Kazimierz Jagiellończyk, hd. 1447-1492) 45 yıl süren parlak ve güçlü iktidarı ile devam etmiştir.  Varna Haçlı Seferi hem Polonya, hem de Jagiellon Hanedanı açısından isabetsiz bir girişim kabul edilmiş, genç kralın Papa temsilcileri tarafından dolduruluşa getirildiği hakim bir görüştür. Ancak uzun vadede, bu haçlı seferi Polonya’ya Katolik  dünyasında büyük saygınlık kazandırmış, Kraków Başpiskoposu Zbigniew Oleśnicki (küçük Kralın vasisi ve başdanışmanı) 1449’da Papa tarafından “kardinal” mertebesine yükseltilmiştir ki, 20. yüzyılda Polonya kökenli bir Papa (II İoannes Paulus, 1978-2005) ile taçlanmıştır.

Macaristan’da Ulászló I dönemi (1440-1444) başarısız bir serüven sayılmış, yabancı kökenli tecrübesiz bir hükümdarın akıbeti üzerinde pek durulmamıştır. Zaten bu kralın Varna Savaşında ölümüyle Macaristan-Polonya Birliği hemen son bulmuş ve Macar tahtına bir önceki hükümdarın 4-yaşına gelmiş bulunan oğlu Ladislaus V Posthumus çıkarılmış, kral naibi de Janoş Hunyadi olmuştur [Nitekim 4 yıl sonra Hunyadi tekrar Osmanlı Devletine saldırmış ve İkinci Kosova Meydan Muharebesinde tekrar yenilmiştir].

 

           Kraków’da Wawel Katedralinde Władisław III Warneńczyk’in bronz lâhit kapağı

 

            Daha 1450 yılında Polonya’da iki Fransisken keşiş tarafından sıradışı bir hikâye fısıldanmaya başlamış ve tanrısal mucize olarak Katolik dünyasında yayılmış. Buna göre Varna Savaşında genç Kral ölmemiş (Türkler tarafından öldürülen kendisine benzeyen başka bir savaşçı imiş), Tanrı’nın inayetiyle savaş alanından kaçabilmiş ve Akdeniz yoluyla Malta’ya, sonra da Portekiz’e ait Madeira Adasına yerleşmiş (bir ayağında altı parmağı olduğu için tanınabilmiş). Hatasından dolayı cezalandırıldığını, krallık yapmak istemediğini ve Henrique Alemao adıyla inançlı bir Katolik olarak yaşamak istemiş. Portekiz kralları onun soylu geçmişini kabullenmişler ve asil bir aile kızıyla evlendirmişler. Ve bu evlilikten dünyaya gelen Cristóvăo Colombo (İsp: Cristóbal Colón; İt: Cristoforo Colombo; Lat: Christopher Columbus) yani Kristof Kolomb (1451-1506) Amerika kıtasını keşfeden ünlü denizci olmuş.

 
Vladislav Varnençik

 
Kristof Kolomb 

İtalyanların Cenova doğumlu dedikleri bu kâşif, İspanya’ya hizmet etmiş ve bugün mezarının Sevilla Katedralinde olduğu iddia edilmektedir  (gerçi sponsor ararken Sultan 2. Bayezid’e bile başvurmuş, fakat karşılık bulmamış). Meğer bizim Varna sahrasında kellesini uçurduğumuzu sandığımız Polonya Kralı’nın oğlu dünyanın en ünlü denizcisi ve kâşifi olmuş?

            Olay hikâye ve efsane çerçevesinde kalmamış. 21. yüzyılda ABD’de tarih profesörlüğü yapan Portekiz asıllı Manuel da Silva Rosa (d. 1967, Pico adası, Azores) 20-yıllık araştırmalarını bu konuya hasretmiş. Aramış taramış ve Kristof Kolomb’un Vladislav Varnençik’in oğlu olduğunu bilimsel olarak kanıtladığını iddia etmektedir. Sayısız baskı yapan ve çok satan kitapları vardır (Columbus. The Untold Story, 2010).

 

            Park-müze Vladislav Varnençik:  Osmanlı genellikle kazandığı meydan muharebelerinin sahasına herhangi bir anıt veya zafer takı dikmezdi (Birinci Kosova Savaşında şehit düşen Sultan 1. Murat için yaptırılan türbe hariç). Varna sahrasında Osmanlı çok büyük zayiat vermiş (10,000 civarında), fakat bunların aziz hatırasına bir türbe veya namazgâh yapılmamış [Savaşın yiğit şehidi Anadolu Beylerbeyi Damat Karaca Paşa’nın türbesi bugün Ankara’dadır; şehit düşen Gazi Timurtaş’ın torunu Osman Bey’in ise Bursa’da]. Varna Meydan Muharebesi’nden sonra 434 yıl daha (1444-1878) bu topraklara hakim olan Osmanlı Devleti söz konusu savaş alanına bir nirengi taşı bile koymamıştır. Az sayıda okur-yazar tarih kitaplarından bu büyük zafer hakkında bilgi edinebiliyordu, ama o bölgenin halkı şanlı geçmişinden bihaber idi. Benim dedem Varna Ovasının ardında yer alan Acemler köyünde (bugün Aksakovo, Varna’ya 10 km) doğup büyümüş, Varna’da çıraklık yaparken her hafta yürüyerek gidip gelmiş, mecburen tarihi  savaş alanından geçmiş, fakat burasının önemli bir yer olduğunu hiç anlamamıştı.

 

                                           Varna’da Vladislav Varnençik Mozolesi

 

Ancak 1935 yılında Bulgaristan Çarlığı, 1918 yılında yeniden tarih sahnesine bağımsız devlet olarak çıkan Polonya’ya iyi niyet nişanesi olarak, o zamanki Varna sınırlarının dışında (fakat şehir o kadar büyüdü ki, şimdi şehrin içinde kalmıştır), denizden 7 km uzak ve gölden 3 km kuzeydeki bir alanı, 1444 Savaşında Sultan 2. Murad’ın karargâhı, dolayısıyla Kral Vladislav’ın da öldüğü yer olarak belirlemiş. Yüzey araştırmalarında burada çok sayıda silâh kalıntısı, ok ve mızrak uçları, kalkan, miğfer, kılıç v.b. materyel bulunmuş. Kemikler bulunmamış, çünkü tahminlere göre ölen Hıristiyan askerlerin cesetleri, muhtemelen Kralın gövdesi de, Varna gölüne atılmış. On bin Müslüman şehidin İslâmi kurallara göre nereye defnedildiklerini tarihçiler belirtmemişler. Ayrıca bu mevkide iki yığılmış toprak yükseltisi (höyük) dümdüz ovaya hakim olduğu için Sultan Murad’ın gözlem tepesi kanaatine varılmış. Zaten daha alçak olan höyüğün altında Traklar döneminden kalma (M.Ö. 4. yy), fakat hırsızlar tarafından boşaltılmış bir mezar odası da varmış. Bu mezar odasını Kral Vladislav için sembolik mozole haline getirmişler, Wawel Katedralindeki bronz lâhit heykelinin taş replikasını koymuşlar ve adını yazmışlar. Ve çevresindeki 30 dekarlık alanı ağaçlandırıp park yapmışlar. Daha büyük olan ikinci höyüğe “Sultan Murat Tepesi” denmiş ve şehir merkezindeki büyük çeşmenin kitabesi (Sultan 2. Mahmut’un 1837 yılı ziyareti şerefine) buraya taşınmış.

                     
 

Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Varşova Askeri Paktı üyesi iken, 1964’te Macarlara hitaben askeri komutan Janós Hunyadi’nin de heykeli dikildi, Haçlı Seferine katılan diğer ulusların armalı lahitleri ve bayraklarından tören alanı oluşturuldu (Park-Museum of Military Friendship). Ayrıca bir müze binası inşa edildi, kalıcı ve geçici sergiler halka açıldı. 2004 yılında (artık Bulgaristan demokrasiye geçmişti) müze bir daha köklü onarımdan geçti.

            Parkın kuzeyindeki eski Paşalar köyünün adı “Vladislavovo” oldu (şimdi Varna kentinin bir mahallesidir). Hava alanından şehir merkezine kadar uzanan ve Park-müzenin yanından geçen en geniş caddeye “Vladislav Varnençik Caddesi” dendi. Varna şehri dünya çapında bir turistik destinasyon olduğu için önemli ziyaretgâh olarak prospektüslerde gösterilmektedir. Macarlar, Polonyalılar, Hırvatlar ve Romenler dışında ara sıra Türkler de uğramaktadırlar. Oysa ki en fazla Türklerin iftihar edecekleri tarihi mekândır. Varna’yı ziyaret eden resmi heyetlerimizin ve devlet adamlarımızın “Sultan Murat Tepesini” görmek istediklerini ne duydum, ne okudum.

 

Not: Bu yazı dizisi 10 Kasım 2017 tarihinden itibaren “Edirne Hudut Gazetesi”nde tefrika edilmiştir.  









 








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder