Prof. Dr. Recep MESUT
ROM, ROMA, ROMAN, ROMANİA
"Romania'lı bir Rom, Roma'da
oturmuş rom içiyor ve roman okuyor"
ROM 1: Şeker kamışından elde edilen sert içki. "Tek
gözlü, tahta bacaklı" Karayip korsanlarının tercihi, meyve aromalı
çeşitleri içki kokteylerinde kullanılır. Türkiye'de popüler değildir.
ROM 2: Avrupa ülkelerinin çoğunda Çingene taifesinden erkek
birey (kendi dillerinde). XI. yüzyılda Hindistan, İran, Anadolu yoluyla tüm
Avrupa'ya yayılmışlardır. Silahsız göçebe olup, mal ve mülk peşinde olmadıkları
ve yerleşiklerin kabul etmedikleri işleri üstlendikleri için şehirlerin kenarına
konmalarına hoşgörüsüz izin verilmiştir. Türkiye'nin Güneydoğu'sunda
"Dom", Kuzeydoğu'sunda "Lom", Çukurova'da "Cono",
Trakya'da "Şopar" ismi kullanılmaktadır (Osm: Kıptiyan; İng:
Gypsies).
ROMA: Dünya tarihinin en ünlü şehri, M.Ö. 753 yılında
kurulmuş ve 1500-yıllık İmparatorluğa adını vermiştir. Bugünkü İtalya’nın
başkentidir. Tarihi eserlerle dolu şatafatlı turistik destinasyondur. Kendi dillerinin
fonetik kurallarına göre Araplar ve Türkler “Rum” şeklinde telâffuz etmişlerdir
(Diyar-ı Rum).
ROMAN 1: Edebiyatta en hacimli ve kapsamlı nesir türüdür
("uzun hikâye"). XIII. yüzyılda Fransa'da, eski Roma edebiyatı
kaynaklarından halk diliyle yazılmış eserlere "roman" denmiş.
Genellikle aşklarına ihanet etmeyen sevgililerin mutlu kavuşmaları konu
edildiği için, şiir ve şarkılarda "romans", mutluluk arayanlara
"romantik", mimari taklitlere "romanesk" denmiştir. Tanzimat
Edebiyatımızda ilk roman "İntibah"'tır (1876, Namık Kemal). En ünlü
roman yazarımız Orhan Pamuk Türkiye'ye 2006'da Nobel Ödülü kazandırmıştır.
ROMAN 2 (sıfat): Roma şehri veya Roma devleti ile ilgili olan
- Roman Dilleri; Roman mimarisi, vb. Fakat Romalıların konuştuğu dile Latince denir.
ROMAN 3: “Çingeneler” anlamında günümüzde tercih edilir. Rom
kelimesinin kendi dillerinde çoğul şeklidir - Rom+an. Fakat
"Romalılar" ile "Romanlar’ı karıştırmamak gerekir.
ROMANİA 1: Romalıların yani Rumların yaşadığı tarihi toprakları
kasteder = Rumeli.
ROMANİA 2: Tuna nehrinin kuzeyinde nispeten yeni bir devletin adıdır. Osmanlı İmparatorluğuna
tabi Eflak (Wallachia) ve Boğdan (Moldavia) Prensliklerinin 1859'da
birleşmesinden sonra 1866'da bu ismi almışlardır. Kendilerini Roma
İmparatorluğunun mirasçısı sayarlar. Okunuşu "Rumınya" şeklinde
olduğu için komşuları Rumenler ve dillerine de Rumence derler.
KOSOVA = KOSOVO
Avrupa'nın ve Balkanların en genç devleti (2008),
sınırlı tanınırlığa sahip, denize kıyısı olmayan ve dağılan eski Yugoslavya'nın
bir parçası sayılan, yüzölçümü sadece 10,877 km kare, nüfusu 1,845,000 olup,
adını Osmanlı dönemine borçludur.
Roma öncesi yıllarda İllirya kökenli Dardania Krallığı
bu topraklarda hüküm sürmüştür (bunların bir kolu Çanakkale Boğazı'nın Anadolu
yakasına göç edip, Dardanos kentini kurmuşlardır).
Bizans hâkimiyeti yıllarında Slav kabileleri buralara
yerleşmiş ve ilk Sırbistan devleti bu topraklarda kurulmuştur. Hala
manastırları ve tarihi Peç (İpek) Patrikhanesi buradadır (İpek şehri Mehmet
Akif Ersoy'un baba memleketidir).
Osmanlının iki
büyük meydan zaferi (Birinci Kosova Savaşı, 15 Haziran 1389 ve İkinci Kosova Savaşı, 17-19 Ekim 1448) bu ovada elde edilmiştir. Bizim
için simgesel ve kutsal değeri vardır (muharebe alanında şehit edilen tek
padişahımız I. Murad'ın türbesi "Meşhedi Hüdavendigâr" buradadır).
Söz konusu muharebe alanına Türkler
"Kos-ova" adını vermişler, sonra çevre bölgeye teşmil etmişler, idari
birim yapmışlar ve Avrupa coğrafyasına mal etmişlerdir. Fakat "kos"
kelimesini Slavca konuşan yerlilerden almışlardır (Kosovo Polje). Bu ovada
sürüler halinde konaklayan, Ardıçgillerden "karatavuk" kuşlarına
bütün Slav milletleri "kos" derler. Latince adı "Turdus merula"'dır. Avrupa'da ve
Türkiye'de yaygın ötücü ve çok avlanan bu kuş için ülkemizde farklı yöresel
adlar kullanılır.
Bu topraklardan Sırpları uzaklaştıran ve Müslüman Arnavutları iskân eden
gene Osmanlı'dır. Bugünkü % 95 Müslüman ve % 90 Arnavut çoğunluğu meydana
gelmiştir. Kosova 1912 Balkan Savaşında Sırbistan'ın eline geçmiştir.
HİNDİ = TURKEY = MELEAGROS
Yunan mitolojisine göre, Argonotlar Seferi’ne katılan
kahraman MELEAGROS, dünyaya
geldiğinde kâhin Atropos, ocaktaki odunun biteceğine kadar yaşayacağını
bildirmiş. Annesi Althaia hemen ateşi söndürmüş ve odunları saklamış. Fakat
sefer dönüşü Meleagros dayıları ile kavga etmiş ve onları öldürmüş.
Kardeşlerinin ölümüne kızan annesi odunları ateşe atmış ve Meleagros can
vermiş. Ölümüne çok üzülen kız kardeşleri uzun süre ağlamışlar ve ağıtlar
yakmışlar. Tanrıça Artemis de onları “beçtavuğu” haline sokmuş ve Leros
(Ileryoz) Adasına bırakmış. Afrika kökenli beçtavuğuna Grekçede
"meleagris" denmiş.
Romalılar Numidia (bugün Cezayir) topraklarını ilhak
edince, yerli bedevilerin evcilleştirdikleri bu iri kuşlara "Numida
meleagris" (guinea fowl) adını vermişler ve Avrupa'daki çiftliklere
taşımışlar. Eti lezzetli olan bu kuşlar tavuk değil, sülün ve keklik
familyasındandır.
Yıllar sonra Osmanlılar Orta Avrupa'ya akınlar
yaparken bu kuşları görmüşler ve Macarlardan duydukları "beç" tavuğu
deyimini benimsemişler. Çünkü Macarlar Viyana'ya "Becz" (Beç) derler.
16. yüzyılda Osmanlı bayrağı altında Müslüman Akdeniz
tüccarları beçtavuklarını İngilizlere "turkey cock" (yani Türk
topraklarından gelen) olarak pazarlamışlar. Zamanla sadece "turkey"
deyimi kalmış.
1492 yılında Kristof Kolomb Amerika kıtasını
keşfetmiş, fakat batıdan Hindistan'a ulaştığını zannetmiş. Bugün Orta Amerika
Adalarına (Haiti, Küba) halâ "Batı Hint Adaları" (West Indies) denmektedir.
1600'den sonra İngiliz göçmenler bu Yeni Dünya'ya akın
etmişler ve burada çok iri kuşlar (yabani ve evcil) görmüşler. Otomatik bunlara
"turkey" adını vermişler. Bilim adamları da "Meleagris gallopavo" ("gallo"= tavuk +
"pavo"= tavus kuşu) nomenklatür adını yakıştırmışlar. Bunlar
tavukgiller ailesinden sayılırlar ve 10 kg ağırlığa ulaşabilirler.
16. yüzyılda İngiltere, Almanya ve Fransa'ya getirilerek çiftliklerde
yetiştirmeye başlanmış. Doğu Avrupa ülkeleri (Osmanlı, Polonya, Ukrayna, Rusya)
bu iri kuş cinsini hala Hindistan'dan getirildiklerini varsayarak
"hindi", "indyk", "induşka" olarak
adlandırmışlar.
Sonunda garabet ortaya çıkmış: Amerikan kuşlarına Türkler "hindi"
diyorlar, Amerikalılar ise "turkey”den vazgeçmiyorlar (Şükran Günü, Noel).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder