EDİRNE SARAYINDA SOYLU BİR PRENSES:
“DESPİNA MARA SULTAN”
Prof. Dr. Recep MESUT
Daha
ikinci hükümdar Orhan Gazi’den itibaren Osmanlı padişahları, siyasi ve askeri
gerekçelerle, komşu devletlerin yönetici aileleriyle resmi evlilik ilişkilerine
girmişlerdir. Anadolu’daki Müslüman Türk beyliklerine kız vermişler ve kız
almışlardır. Lakin Balkanlardaki Ortodoks Hıristiyan hanedanlardan (Bizans,
Bulgar ve Sırp) sadece kız almışlar, fakat kız vermemişlerdir. 15. yüzyıldan
sonra, savaş ve barış koşullarında karşı karşıya geldikleri Katolik alemi
(Macaristan, Venedik, Napoli, Lehistan, v.b) ve çok geç irtibata geçtikleri
Ortodoks Rusya ile politik evliliklere yanaşmamışlardır [korsanların ve köle
tüccarlarının İstanbul pazarında sattıkları cariyeler tabi ki bu hesaba dahil
değildir]. Herhalde Ortodoks Hıristiyanlarla yan yana yaşamak ve İstanbul fethinden
sonra Patrikliğin statüsünü sürdürmekle de Ortodokslar bir nevi “bizim gayrımüslümler” şeklinde algılanmışlardır. Sonradan bunlara Ermeniler ve
Yahudiler (hatta Gürcüler bile) eklenmiştir. Bugün geriye dönük baktığımızda,
gerçekten Osmanlının himayesi ve askeri gücü sayesinde Doğu Hıristiyanlığı
özgün varlığını koruyabilmiş ve katolikleşmemiştir.
Hareme
alınan Hıristiyan kökenli gelinlere Türkçe öğretilmiş, Müslüman örf ve adetleri
kabul ettirilmiş ve kendilerine birer Türk-İslâm adı verilmiştir – genellikle
“hatun”, daha geç dönemlerde “kadın” unvanlarıyla birlikte. Çoğunlukla bu
yabancı kadınlar “haseki” (resmi eş) statüsünde olmuşlar, esir veya köle pazarından
alınan cariyelerden üstün tutulmuşlardır. Ancak erkek evlâtları olmamışsa,
erkek çocuk doğuran cariyeler daha avantajlı duruma geçmişlerdir. Tahta geçme
bakımından hükümdar babadan olma esas alınmış, doğuran annenin haseki veya
cariye olması ikincil derecede önemli sayılmıştır. Erkek varis yokluğundan
birçok Hıristiyan ülkesinde hükümdar aileleri inkıtaya uğrarken, çokeşlilik ve
çok çocukluluk sayesinde Osmanoğulları sülâlesi 641 yıl kesintisiz
sürdürülebilmiştir. Fakat erkek varis bolluğu çekişmelere ve kardeş
katliamlarına da yol açmıştır.
Bütün bu
Hıristiyan kökenli sultan eşleri arasında çok ilginç ve çok ünlü bir isim
vardır ki, bu olay İstanbul’un fethinden önce, yani Edirne Sarayında
gerçekleşmiştir – 1435 ilâ 1451 yılları arasında Sultan 2. Murad’ın zevcesi olan
Sırbistan prensesi Despina Mara Brankoviç, eşinin ölümüne kadar 16 yıl bu
sarayın harem dairesinde Hıristiyan olarak yaşamış, hiç çocuk doğurmamış ve 2.
Murad’ın ölümünden sonra kendi memleketine dönmüştür. Orada taht kavgaları
nedeniyle hayatı tehlikeye girince, 6 yıl sonra tekrar Osmanlıya sığınmıştır. Kendisini
üvey annesi (analığı) sayan Fatih Sultan Mehmet ve ondan sonraki üvey torunu
Sultan 2. Bayezid tarafından büyük saygı görmüş, kendisine tahsis edilen
mülklerin gelirleriyle 71 yaşına kadar Serez’in güneyindeki Ježevo’da yaşamıştır.
Mara Brankoviç 1416 yılında Güney
Sırbistan’ın Vuçitrın (bugün Kosova topraklarında kalmıştır) şehrinde soylu bir
ailede dünyaya gelmiştir. Babası Ɖurađ (= Curac) Branković [Batılılar Jorj veya
George, Yunanlılar Yorgo demişlerdir] Birinci Kosova Savaşında (1389) öldürülen
Lazar Hrebeljanović’in torunu (Lazar’ın kızı Mara ile damadı Vuk [= Vilk]
Brankoviç’ten, bu nedenle Osmanlı tarihlerinde “Vilkoğlu”) olup, 1427’de
çocuksuz ölen Stefan Lazareviç’ten (Lazar’ın oğlu ve ardılı) sonra eniştesinin
yerine geçmiş ve “Despot” (Bizanslılarda İmparatorun üstünlüğünü kabul eden,
kendi topraklarında ve iç işlerinde bağımsız olan hükümdar, yani “Emir”)
unvanıyla, 1456 yılındaki ölümüne kadar 29 yıl, önce Kruševac (Alacahisar’da),
daha sonra Tuna kenarında kendi inşa ettirdiği Smederevo (Semendire) Kalesinde
hüküm sürmüştür. Gerek Stefan Lazareviç, gerekse Curac Brankoviç Osmanlı
Devletine bağımlı (vasal) kalmışlar, haraç ödemişler ve çağırıldıklarında askerle
seferlere katılmışlar, fakat fırsat kollayarak bu yükümlülüklerden kurtulmak
için gizli ittifaklara da dahil olmuşlardır. Hatırlatalım ki, Birinci Kosova
Savaşında öldürülen Lazar Hrebelyanoviç’in diğer kızı prenses Olivera (yani Mara’nın
babasının teyzesi) savaştan sonra Sultan Yıldırım Bayezid’in eşi olmuş, Ankara
Savaşında (1402) Timur’a esir düşmüş ve inanılmaz aşağılanmalara katlanmıştır.
Mara
Brankoviç’in annesi İrene (Eirene) Kantakouzene (Sırpçada “Jerina”) daha da soylu
bir aileden gelmektedir [fakat Sırp tarihinde “prokleta (lânetlenmiş) Jerina”
olarak ünlenmiştir]. Onun büyük dedesi İoannes Kantakouzenos “VI. İoannes”
adıyla Bizans İmparatoru (1347-1354 arası) olmuş, Paleologos Hanedanından gelen
çocuk yaştaki “V. İoannes”in vasisi, sonra müşterek eş-imparatoru olmuş,
1347’de Türklerin desteğiyle bu çocuğu ve hırslı annesi Anne de Savoie
(Savoyalı Anna)’yı sürgüne göndermiş ve 7 yıl tek başına idare etmiştir.
Türkleri Anadolu’dan Avrupa topraklarına çağıran ve onların Rumeli’de kalıcı
olmasına sebep olan Hıristiyan hükümdar olarak tarihe geçmiştir.
Batılı
kaynaklara göre [1“Masarelli manuscript”, Angelo Masarelli,
1510-1566; 2D.M.Nicol “The Byzantine Lady: Ten Portraits 1250-1500]
Curac Brankoviç ve İrene Kantakuzene çiftinin 6 çocuğu olmuş, fakat Todor
adındaki bir erkek çocuk küçük yaşta ölmüştür. Doğum sırasına göre Grgur
[Gregor] (d.1415), Mara (d.1416), Stefan (d.1417), Katarina (d.1418) ve Lazar
(d.1421) yetişkin çağına ulaşmışlar ve oldukça uzun yaşamışlardır. Görüldüğü
üzere hayatta kalan 3 erkek ve 2 kız kardeşten Edirne Sarayına gelin gidecek
olan Mara ikinci sırada gelmektedir.
Esphigmenou Manastırındaki 1429 tarihli elyazmasından minyatür
(en sağda Despina Mara, babası, annesi ve ağabeyi Grgur ile)
Sultan 2. Murat (d. Haziran 1404,
Amasya- öl. 3 Şubat 1451, Edirne) “fetret devrini” sona erdiren ve devletin
bütünlüğünü yeniden tesis eden Sultan 1. Mehmet (Çelebi)’nin oğlu olup, Dulkadiroğlu
Nasireddin Muhammed Bey’in kızı Emine Hatun’dan doğmadır. Babasının 41 yaşında
iken ani ölümünde (Mayıs 1421) 17 yaşında olup Amasya Sancakbeyi göreviyle Amasya’da bulunuyordu. En büyük erkek evlâd idi ve ölmeden önce 1. Mehmet onun acilen çağrılmasını
istemişti. Vefatı kırk gün gizli tutuldu ve şehzade Murat Bursa’ya ulaşınca babasının
tahnit edilen cesedi de oraya gönderildi ve “Yeşil Türbe”ye gömüldü. 2. Murat
Bursa’da tahta çıktı (25 Haziran 1421), cülûs ve biat törenleri burada yapıldı.
Önce taht müddeisi olan amcası Büyük Mustafa Çelebi’yi yendi (“Düzmece
Mustafa”) ve Edirne’deki Hisar Burcuna astırdı, sonra da Hamidili sancakbeyi
olan ve silahlı isyana sevk edilen 13-yaşındaki kardeşi “Küçük Mustafa Çelebi”yi
İznik’te yakalattı, boğdurdu ve bir incir ağacına astırdı. Tokat Kalesinde
mahpus tuttuğu Mahmud ve Yusuf isimlerindeki daha ufak kardeşlerinin gözlerine
mil çektirdi, fakat anneleriyle birlikte Bursa’da oturmalarına izin verdi ve
kendilerine gelir temin etti [1429 yılında Bursa’da çıkan veba salgınında bu
şehzadelerin ikisi de öldü].
Sultan 2. Murat Han (1404, Amasya – 1451, Edirne)
Tahtını
sağlamlaştırdıktan sonra 20 yaşına gelmiş olan 2. Murat, 1424 yılında Edirne’de
düzenlediği muhteşem bir düğünle, Candaroğlu İsfendiyar Bey’in güzelliği ile
meşhur torunu (oğlu İbrahim Beyin kızı) Tacunnisa Hatice Halime Hatun (sonradan
Hatice Sultan) ile evlendi. Aynı düğünle üç kızkardeşini (Sultan Hatun, Ayşe
Hatun ve Hafsa Hatun) de evlendirdi. Bu ilk nikâhlı eşinden 1425 yılında, çok
sevdiği oğlu Alâatin Ali dünyaya geldi.
Yedi yıl sonra, 30 Mart 1432
tarihinde, Edirne Sarayındaki hareme alınan bir cariye olan Hüma Hatun’dan [babası
bir mühtedi (sonradan İslâm'ı kabul etmiş) olduğu için “binti Abdullah”
denmiştir] hayatta kalabilen ikinci oğlu Şehzade Mehmet dünyaya gelecektir ki,
bu oğlan geleceğin Fatih Sultan Mehmed’i olacaktır.
2.
Murat, Sırbistan üzerinde Macarların nüfuzunu bertaraf etmek için, 1425’ten
beri Osmanlı hakimiyetinde bulunan ve Macar Kralı Sigismund’un bizzat muhasara
ettiği Tuna kıyısındaki Kolombać (Güvercinlik) Kalesini başarıyla savundu. 1427’de
ölen Sırbistan Despotu Stefan Lazareviç’in yerine geçen yeni Despot Curac
Brankoviç’in kuşkulu davranışlarından haberdar edilen Sultanın, Sırbistan
seferine hazırlandığını anlayan Brankoviç haber göndererek Macarlarla
ilişkilerini keseceğini ve kızı Despina Mara’yı Osmanlı Sultanına zevce olarak
vermeyi teklif etti. Saruca Paşa, despota sadakat yemini ettirmek ve kızı
getirmek için Semendire’ye gönderildi. Kız küçük olduğu için sadece söz kesildi
[Haziran 1431, Batılılara göre “nişanlandı”= betrothed] ve düğün ileri bir
tarihe ertelendi. Fakat sözünde durmayan Despot el altından, Macarlarla ve
Karamanoğulları ile yeni ittifaklara girdi. 1434’te hem Macarların, hem de
Karamanoğlu İbrahim Bey’in yenilmesinden sonra telâşa kapılarak 1435’te Edirne’ye
haber göndererek Sultan’ın nişanlısı sayılan Despina Mara’nın (“despina”= despot
kızı; genç kız) 19 yaşına geldiğini ve
çeyizinin tamamlandığını bildirdi. Diğer kızı Katarina’yı (tarihte
“Cantacusina” olarak bilinir) da Macar kraliçesinin kardeşi olan Celje kontu
Ulrich II ile evlendirmişti (20 Nisan 1434). O zamanlar Balkanların en zengin
hükümdarlarından olan Despot [altın ve gümüş madenleri (Srebrenitsa, Novo
Brdo), kıymetli taş ocakları] gerçekten şaşaalı çeyiz hazırlamıştı (200 bin
altın değerinde) ve ülkesinin güneyindeki iki bölgeyi: Dubočica [bugün Niş’in
güneyinde kalan Leskovac (Leskofça)] ve Toplica [bugün Kruševac’ın güneyinde
kalan dağlık alan, Topliçe] bölgelerini de Osmanlı damadına devrediyordu. Saraydan
Reyhan ve Örnek isimli iki hadımağa ile Üsküp sancakbeyi İshak Bey’in hanımı
Semendire’ye gidip gelini Edirne’ye getirdiler (4 Eylül 1435). Geline iki erkek
kardeşi (Gregor ve Stefan) de refakat ettiler. Bu siyaset icabı nikâhlı eş
Edirne Sarayının [Eski Saray = Saray-ı Atik] haremine alındı, fakat düğün
yapılmadı.
Osmanlı
vakanüvislerine göre [Âşıkpaşazâde; Neşrî; Hoca Sadeddin], yeni gelin pek az
süre Edirne’de kaldı ve 2. Murat tarafından Bursa’ya gönderildi. Herhalde
Bursa’da da fazla kalmadı, çünkü sonraki yıllarda Despina Mara’yı tekrar
Edirne’de görüyoruz, hatta kendisine “Meryem Sultan” şeklinde hitap ediliyordu.
Bu soğuk muamelenin açıklaması ancak tahmin edilebilir – Despina Mara İslâm
inancını kabul etmemiş ve Ortodoks Hıristiyan olarak kalmakta ısrar edince,
siyaset icabı da geri gönderilememiş ve Osmanlı Sultanının hareminde kendisine
ayrılan bir odada yıllarını tüketmiştir. Bazı Latin kaynakların iddia ettiği
gibi “bu evlilik aslında fiiliyata geçmedi”, öyle yada böyle haremde dahi
Hıristiyanlığını muhafaza eden Mara hiçbir zaman Sultanın koynuna girmedi. Babasına
güvensizliğinden ve kızına kızgınlığından dolayı Despina Mara ile birlikte
Edirne’ye gelen iki erkek kardeşinden Gregor bilmukabele hediyelerle geri
gönderilmiş, fakat küçük kardeş olan Stefan rehin olarak Edirne’de tutsak
bırakılmıştır. Stefan, kör edilmesinden ve serbest kalmasından sonra, hayatının
sonuna kadar Türk düşmanı olmuştur. Aynı dönemde rehin olarak Arnavutluk’tan
Gergi Kastrioti (sonradan İskender Bey) ve Eflâk’tan Vlad (sonradan “Çepeş”,
namı diğer “Kazıklı Voyvoda”) da sonraları Osmanlıya karşı amansız mücadeleye
girişmişlerdir.
Harem hayatı: Yaklaşık 16 yıl (miladi
takvimle 15 yıl 6 ay) Osmanlı Sarayında kalan Mara Brankoviç burada kendine
“özel” statü sağladı. Sultandan bir beklentisi olmayıp göze girmeye çalışmayan,
çocuk da doğurmadığı için şehzadeler üzerinden rekabete kalkışmayan ve
Hıristiyan inancını alenen muhafaza eden, zengin çeyizle gelen bu “soylu”
kadın, aynı zamanda zeki, bilgili ve görgülü idi. Sırpça, Rumca ve Latince
yanında Türkçeyi de öğrenmişti. Çoğunluğu Hıristiyan kökenli olan hatunların ve
cariyelerin doğal hamisi oldu. Sonradan harem dışına çıkabiliyor (örneğin erkek
kardeşlerini görebiliyordu), hatta av eğlencelerine, yabancı heyetlerin
kabulüne katılabiliyordu. Haremdeki cariyelerden Rum kökenli olduğu tahmin
edilen Hüma Hatun (“binti Abdullah”) ile samimi oldu ve 3 yaşındaki küçük
Mehmed’in yetişmesine ve haremiçi öğrenimine katıldı. Geleceğin Fatih’inin
yabancı dil öğrenmesine, bunları okuyup yazmasına, Roma ve Bizans tarihini,
Truva Savaşını, Büyük İskender’in seferlerini, Avrupa devletlerini ve
hanedanlarını tanımasına yardımcı oldu.
Çocuk Fatih’in
Topkapı Sarayında bulunan ve yayınlanan defterinden
(Grek alfabesine ait harfler)
Unutmayalım ki,
küçük Mehmet 11 yaşına kadar “ulu şehzade” değildi, cariye kökenli olan annesi
de, 7 yaş daha büyük olan Alâaddin’in annesi Hatice Sultan ile rekabet
edemezdi. İkinci plana itilen bu ana-çocuk, Meryem Sultan tarafından sevildi ve
desteklendi. Bütün bunları Fatih unutmadı, kalıcı olarak tahta çıkmasından 2
yıl önce, 1449’da kendi annesi Hüma Hatun vefat edince, Meryem Sultana “anam”
demeye başladı. O kadar ki, Fatih çok erken yaşta (16 yaşında) gene bir
cariyeden (Gülbahar Hatun) baba olunca (1448’de), geleceğin 2. Bayezid’i de
Meryem Sultan’ı “babaanne” olarak bildi. İlginçtir, bu doğum Edirne Sarayında
değil de
Despina
Mara’nın haremde kaldığı süre iki döneme ayrılabilir: ilk 8 yılda önemsenmedi
ve hor görüldü. Bu dönemde ailesinin ve Sırbistan’ın başına 2. Murad’ın öfkesi
çöktü. 1439’da Semendire kuşatıldı. Despot Curac, eşi İrene ve küçük oğlu Lazar
Macaristan’a kaçmışlardı, fakat kaleyi savunan Gregor sonunda teslim oldu ve
esir olarak Edirne’ye götürüldü. Bütün Sırbistan 4 yıl Osmanlı işgalinde kaldı.
1441 yılında ise Mara’nın iki erkek kardeşi (Gregor ve Stefan) casuslukla
suçlandılar ve Tokat Kalesinde gözlerine mil çekilerek kör edildiler. Gizlice
yapılan bu cezalandırmayı Despina Mara geç öğrenmiş ve çok üzülmüş, Despot
Curac’ın ise çok daha geç haberi olmuştu.
Fakat kader 2.
Murad’a hiç beklemediği bir yerden darbe indirdi. Talihsiz 1443 yılının bahar
aylarında büyük bir kayıp yaşadı – çok sevdiği ve “ulu şehzade” dedirttiği 18
yaşındaki Alâaddin, Bursa yakınlarında atını sürerken kaza neticesinde düştü ve
öldü. Babası “Ben ölünce beni Alâddin’in yanına gömün” diye vasiyet etti. Bugün
de Bursa’daki Muradiye Külliyesinde yan yana yatmaktadırlar. Maneviyatı derinden
sarsılan, kolu kanadı kırılan padişah uzun süren depresyona girdi ve bir buçuk
sene kendini toparlayamadı. Artık tüm umutlarını 11 yaşındaki Mehmed’e bağladı.
Oysa devletini
de büyük bir askeri felâket bekliyordu: 1443 yılının sonbaharında Papa IV.
Eugenius’un teşvikiyle, Macaristan, Venedik ve Sırbistan Despotu Curac arasında
ittifak oluşturuldu, birleşik Macaristan-Polonya kralı genç 1.Ulászló [aynı
zamanda Jagiełło
sülâlesinden III.Władisław unvanıyla Polonya Kralı]
başkanlığında ve tecrübeli kumandan Janoş Hunyadi komutasında Haçlı ordusu
Tuna’yı geçerek Osmanlı topraklarına girdi, Sırbistan’ı tamamen ele geçirdi,
eski Bulgaristan topraklarında Sofya’yı yakıp yıktı ve Edirne’yi hedefledi,
fakat Aralık sonu olduğu için Balkan eteklerindeki İzladi (bugün Zlatitsa)
Derbendini ağır kış şartlarında aşamadı ve geri döndü. Osmanlının bu büyük
hezimeti Hıristiyan dünyasında sevinçle karşılandı ve Türklerin “yenilebilir”
olduklarına inanıldı.
Haçlılarla
eşzamanlı saldıran Karamanoğlu ile Anadolu’da da mücadele etmek zorunda olan 2.
Murat, Haçlıların saldırısında dağınık, düşüncesiz ve etkisiz hareket etmiş,
kendisi bizzat bu cepheye gitmemiştir.
Aynı yılın sonunda kaybettiği toprakları geri almak için irade
gösterememiş, 1444 Mart’ında Mara Despina ve babasının aracılığıyla Macar
Kralına barış önerisinde bulunmuştur. Artık Mara Brankoviç’in değeri belli
olmuş, Hıristiyan dünyası ile ilişkileri kendisini arabulucu, danışman ve
diplomat mertebesine çıkarmıştır.
Macar heyeti
Edirne’ye gelmiş, Osmanlı’nın çok aleyhine olan koşullardaki teklifleri
(Sırbistan topraklarını, artı Kruşevaç ve Golubaç kalelerini iade, Despot’un
kör oğullarını serbest bırakma, Macarlara 100,000 forint tazminat ve Macar
Kralına savaş durumlarında 25,000 askerle yardımda bulunma, 10 yıllık barış) 2.
Murat imzalamış ve Kuran üzerine el koyarak yemin etmiştir. Heyet Segedin’de
bulunan Kral’ın yanına giderek 12 Temmuz 1444’te Kral Ulászló da imzalamış ve
İncil üzerine yemin etmiştir (Edirne-Segedin
Antlaşması). Halâ kederli olan Sultan ise, Mihalıç çiftliğinde iken
komutanlarına devletin yönetiminden uzaklaşacağını, hayatta kalan 12-yaşındaki
ikinci oğlu Şehzade Mehmed’i iktidarın başına getirdiğini ilân etmiş ve Manisa’ya
çekilmiştir [Aslında payitahtta herhangi bir devir teslim yapılmamış, ferman
yayınlanmamış, sadece sözlü olarak vekil tayin eder gibi hareket edilmiştir].
Despina Mara da Manisa’ya gidenler arasındaymış.
Edirne Sarayında genç padişahın huzurunda vezirler ve saray erkânı
Murat
Manisa’da tefekkür ve huzur arayışı içinde iken, Segedin’de Papa’nın temsilcisi
kardinal Cesarini 10 gün içinde Kralın “dinsizlere verdiği” yemini geçersiz
ilân etmiş ve sonbaharda Haçlı orduları yeni bir sefer hazırlıklarına
başlamışlar. Düşman ordusu bu kez Niğbolu’da Tuna’yı geçmiş, Balkan Dağlarının
kuzeyinde ilerleyerek Karadeniz sahilindeki Varna limanına ulaşmış, burada Venedik
gemilerini bekleyecekti. Küçük padişahın Edirne’den babasına gönderdiği ünlü “…
eğer halâ padişah isen gel ordularının başına geç, eğer ben padişah isem bunu
sana emrediyorum…” mealindeki çağrıdan sonra 2. Murat, Anadolu askeriyle
birlikte İstanbul Boğazını geçerek Rumeli askeriyle birleşmiş ve 10 Kasım 1444’te, Varna Meydan Savaşı'nı kazanmıştır.
Kızının tavsiyesiyle Despot Curac Brankoviç hem bu sefere, hem de 4 yıl
sonraki, İkinci Kosova Meydan Savaşı
(17-18-19 Ekim 1448) ile sonuçlanacak son Haçlı seferine de, tüm ısrarlara
rağmen katılmamış ve Osmanlı ile barışı bozmamıştır. Arka arkaya Osmanlı
tarihinin en şanlı zaferlerini kazanan 2. Murad’ı çağdaşları “Gazi Hünkâr”, vakanüvisler
ise “Koca Murad” veya “Murad-ı Sâni”(“sâni”= ikinci) diye anmışlardır. 1449’da oğlu Mehmed’i
Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Mükrime Hatun ile resmen evlendirmiştir
(bu evlilikten Fatih çocuk sahibi olmamıştır). 3 Şubat 1451 günü Edirne’de ağır
bir beyin inmesi geçirmiş ve 3 gün sonra hayata gözlerini yummuştur. Acele
Manisa’dan çağrılan Şehzade Mehmet 18 Şubat 1451’de, artık 19 yaşında, ikinci
defa tahta çıkmıştır.
Despina Mara Sırbistan’da: Genelde
vefat eden sultanların eşleri (küçük çocuklarıyla birlikte) haremden çıkartılıp
bazı eski saraylara dağıtılırlardı. Henüz 35 yaşında dul kalan Mara Despina bu
hususta da istisna sayıldı, çünkü çocuksuzdu ve Osmanoğulları ile kan bağı
oluşmamıştı. Bir hükümdar ailesine mensuptu, dolayısıyla gidebilecek yeri
vardı. Tahta çıkan yeni sultan da kendisine karşı hürmetkârdı. Kendi tercihi de
baba evine gitmek idi. Bu nedenle izin verildi ve kişisel eşyalarıyla birlikte
Semendire’ye gönderildi. Hatta yeni sultan, çeyizi sayılan Dubočica ve Toplica
bölgelerini de babasına iade etti (1451).
Sırbistan Despotluğunun son başkenti – Tuna kıyısında Semendire Kalesi
Bu soylu dul
hanıma birçok yerden izdivaç teklifleri geldi, fakat hiçbirini kabul etmedi. En
dikkate şayan teklif, ikinci defa dul kalmış olan Bizans İmparatoru Konstantin
XI’den geldi. Akıbetini sezmiş mi bilinmez ama, Mara imparatoriçe olma
fırsatını da geri çevirdi [Bizans’ın bu son imparatoru 1453’te İstanbul fethi
esnasında sokak çarpışmalarında hayatını kaybetti].
Mara baba
evinde 6 yıl kaldı. Annesi ve babası hayattaydı, fakat Curac Brankoviç artık
çok yaşlanmıştı (doğumu 1377). Kızkardeşi Katarina zengin Celje kontu 2.
Ulrich’le evlendirilmiş ve Celje’ye (bugün Slovenya topraklarında)
gitmişti. 2. Murat tarafından gözleri
kör edilmiş Gregor ve Stefan’ın despot olma şansları kalmamıştı. Tek veliaht
olarak en küçük kardeş Lazar görünüyordu, fakat o da çok haris ve hırslı bir
karaktere sahipti. Karısı Helena Palaiologina ise daha hırslı olup
kayınvalidesini hiç sevmiyordu. Küçülmüş Sırbistan despotluğu gittikçe yükselen
iki güçlü komşusu (Macaristan ve Osmanlı) arasında çaresiz kalmış ve son
yıllarını yaşamaktaydı. Hıristiyan olmalarına rağmen koyu Katolik olan
Macarlar, Ortodoks mezhebinden olan Sırpları aşağılıyorlar ve Katolik olmaları
için inanılmaz baskılar yapıyorlardı [1443 ve 1448 Haçlı Seferleri Sırp
topraklarından geçmiş ve yerli halka Türklerden daha fazla eziyet ve yağma
yapılmıştı]. Brankoviç ailesini de farklı görüşler parçalamıştı: Mara, ağabeyi
Gregor, annesi ve Semendire’de bulunan dayısı Thomas Kantakuzenos Türkleri
ehveni şer görüyorlardı, fakat Stefan, Lazar ve Helena kesinlikle Macar taraftarı
idiler. 24 Aralık 1456’da yaşlı despot vefat etti. Vasiyeti üzerine iktidarı
eşi İrene ile küçük oğlu Lazar üstleneceklerdi. Fakat birkaç ay içinde Lazar ve
karısı Helena sarayda örtülü darbe yaptılar, annelerini izole ettiler. Diğer
aile fertleri hayatlarının tehdit altında olduğunu anladılar. Despina Mara’ya
göre Fatih Sultan Mehmet (artık İstanbul’u fethetmişti) onlar için daha
güvenliydi. Mara, ağabeyi Gregor ve dayısı Thomas kaçabildiler ve en yakın Osmanlı
garnizonuna sığındılar. Fakat anne İrene yakalandı ve Rudnik Kalesine sürüldü,
3 Mayıs 1457’de burada öldü (kocasından 5 ay sonra, halbuki 23 yaş daha
küçüktü). O yıllara ait bazı kaynaklar öz oğlu tarafından zehirlenmiş olduğunu
yazıyorlar. Genç Despot Lazar da çok yaşamadı – iki yıl sonra (20 Ocak 1458) o
da öldü, 37 yaşında idi. Üç kızı vardı, fakat erkek evlâdı yoktu. Halkın
baskısıyla tahta ağabeyi kör Stefan Brankoviç çıkarıldı, fakat 1 yıl 3 ay hüküm
sürebildi. Lazar’ın aşırı hırslı dul karısı büyük kızı Maria’yı Bosna Kralı’nın
oğlu olan Stephen Tomašević’le evlendirdi ve damadını Semendire’ye davet etti.
Bosna ve Macaristan orduları Semendire kapılarına dayandılar, çarpışma olmadan
kaleye girdiler, kör Stefan’ı tahttan indirip damat Tomašević’i oturttular (8
Nisan 1459). Bir zamanlar Balkanların güçlü devleti olan Sırbistan’ın bu son
hükümdarı da sadece 2 ay iktidarda kalabildi, çünkü Fatih Sultan Mehmet yetişti
ve 20 Haziran 1459 günü Semendire’yi alarak bu despotluğa son verdi. Bosna’ya
kaçabilen Stephen Tomašević kendi babasının ölümünden sonra Bosna kralı ilân
edildi (10 Haziran 1461), lâkin Osmanlı onu burada da buldu ve Jajce’de (Yayçe)
yakalayarak kellesini uçurdu (25 Mayıs 1463). Stephen Tomašević Bosna’nın da
son kralı oldu ve bu devlet de Osmanlı İmparatorluğu tarafından ilhak edildi.
Despina Mara tekrar Osmanlı topraklarında: Mara,
ağabeyi ve dayısı ile 1457 yılında Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna çıktı,
koruma ve maddi destek istedi. Olayların tanığı olan Kritovulos bu karşılaşmanın
yeni başkent İstanbul’da olduğunu yazmaktadır. Kendisine Serez’in ve Struma nehrinin
güneyinde, verimli arazisi olan bir çiftlik arpalık olarak tahsis edildi. Sırplar
ve diğer Balkan Slavları bu köye “Ježevo”(= Yejevo) diyorlardı ve Aton
Dağındaki (Aynaroz) manastırlara giden hacıların son uğrak yeri sayılıyordu
[günümüzde Hırvatistan’da, Zagreb’in doğusunda da “Ježevo” adında bir köy
bulunmaktadır, ikisini karıştırmamak gerekir].
Bugün
Yunanistan’da kalmış bulunan Serres (Serez)’in
Mara Despina’nın 30 yıl (1457-1487 arası)
yaşadığı “Ježevo” (bugün Daphni) köyünün coğrafi konumu
Bugünkü Dafni köyünde “Pirgos tis Maras” (Mara’nın kalesi)
Osmanlı, Serez havalisini daha 1. Murat
devrinde, önce 1374’te, ikinci defa 1383 yılında fethetmiş ve Anadolu’dan
getirilen Türk aşiretleri yerleştirmişti. Ancak buralarını Bizans’tan değil de,
1371 Sırpsındığı Savaşında öldürülen Serez Sırp Despotu Jovan Uglješa Mrnjavčević’in
ardıllarından almıştı.
Fatih bununla
da yetinmedi, “analığına” kendi parasıyla satın alarak Selânik’teki Küçük
Ayasofya Manastırını tapulu mülk olarak devretti [bu ferman Topkapı Sarayı
arşivinde bulunmuştur]. Mara Despina’nın ölümünden 40 yıl sonra, Kanuni Sultan
Süleyman’ın sadrazamı İbrahim Paşa buradaki kiliseyi Ayasofya (İbrahim Paşa)
Camisine dönüştürmüştür. Bugün tekrar kilise olarak restore edilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet
Gentile Bellini’nin yağlı boya portresi
(1480)
National Gallery, London
Despina Mara
bu malikâneye yerleşti, tedirgin edilmeden, maddi sıkıntı çekmeden, güven ve
huzur içinde 30 yıl daha yaşadı. Kör edilmiş ağabeyi Grgur (Gregor)
Aynaroz’daki Hilendar manastırına çekildi, keşiş “German” adıyla iki yıl daha
yaşadı ve 16/17 Ekim 1459’da burada öldü. Dayısı Thomas Kantakouzenos da Ježevo’da
kalmadı, batıya doğru çekti gitti. Ne yaptığı bilinmiyor ama, Vatikan arşiv
kayıtlarında 25 Temmuz 1463’te öldüğü not edilmiştir. Diğer erkek kardeşi, kör
Stefan Brankoviç (Stefan Slepi, Stefan the Blind) 1459’da Semendire’de tahttan
indirildikten sonra Arnavutluk topraklarına geçti, 1461’de yerli beylerden
Gjergj Arianiti’nin kızı Angjelina Arianiti Komneni ile evlendi. Bu evlilikten
5 çocuğu oldu, fakat Osmanlıların Arnavutluk topraklarına da ulaşmasıyla,
İtalya’ya geçti, Udine yakınlarındaki “Belgrade” Kalesinde 9 Ekim 1476
tarihinde 59 yaşında iken öldü. Sonradan
bağımsız Ortodoks Sırp Kilisesi tarafından aziz ilân edilmiştir.
Kızkardeşi
Katarina Kantakuzene ise eşi Celje kontu II. Ulrich’in Belgrad kuşatmasında
öldürülmesiyle (1456’da) dul kalmıştı. Üç çocuğu olmuştu, ama üçü de erken
yaşlarda öldüler. Dul ve çocuksuz kalan Katarina için Osmanlı sultanından izin
istendi ve 1469’da Ježevo’ya gelerek ablasının yanına yerleşti. O da zengin
mülklere ve gelirlere sahip, fakat yalnız kalmış dul kontes idi. Ablasından
daha uzun yaşadı ve 1490 sonrası burada öldü.
Ježevo’da
kaldığı yıllarda Despina Mara çok aktif
sosyal faaliyetlerde bulundu. Onun malikânesi bu yıllarda Sırpların ve diğer
Hıristiyanların uğrak yeri oldu. Özellikle kutsal Aton Dağına (Aynaroz) giden
veya dönen hacıların Ježevo’yu ziyaret etmesi gelenek haline geldi. Serez
mitropoliti kendisini ziyaret ederdi. Hiçbir zaman manastıra rahibe olarak
kapanmadı, fakat Hıristiyan dini kurumlarına (kilise ve manastırlara) maddi
yardımlarını esirgemedi. Kendisine en yakın ve en ünlü manastır olan Kosinitza
Meryemana Manastırına (antik çağların “Pangea”, Türklerin Pırnar Dağı’nın kuzey
eteklerinde, bugün “Moni İkosifinisses”) çok yardım etti. Bu manastırın
başrahibi Dionyssios’un, 1466 yılında Patrik tayin edilmesi için İstanbul’a
bizzat giderek Fatih’in müdahalesini sağladı. Fatih’in sağlığında Venedik’le
sürdürülen savaşa [1463-1479 arasını kapsayan 16 yıllık “second
Ottoman-Venetian War”] son verilmesini isteyen Venedikli elçi önce Ježevo’ya
geldi (1471) ve Mara İstanbul’a kadar ona refakat etti (ancak o görüşmede
anlaşma sağlanamadı ve savaş durumu 1479’a kadar devam etti).
1469’da en
büyük Bulgar Manastırı olan Rila Manastırından keşişler Mara’ya başvurarak
kendi azizleri “Sveti İvan Rilski”nin kemiklerinin Tırnova’dan manastıra
nakledilmesi için yardımını rica ettiler. Mara gerekli olan izni Fatih’ten
sağladı ve keşişlerin teşekkür yazısı hala manastırda saklanmaktadır.
Mara çok iyi Türkçe de biliyordu. Serez çevresindeki Türkler de kendisine saygıyla “Mara Hatun” diyorlardı. Hıristiyanlar ise kendisinden “Sultaniya Mara” (Sultanın analığı) veya “Amerissa” (yani Amir’in / Emir’in dul kalmış eşi) olarak bahsediyorlardı. Mara’nın konumu ve statüsü, Osmanlıların Balkanlara yerleşme dönemlerindeki dinsel hoşgörünün en anlamlı örneğidir.
Pırnar (Pangea) Dağındaki Kosinitza Manastırı (Moni İkosifinissis)
Fatih 1481
yılında 49 yaşında iken aniden vefat etti. Despina Mara, onun oğlu ve ardılı 2.
Bayezid’in saltanat yıllarında da saygın konumunu sürdürdü, hatta İstanbul’da
Patrik seçimlerine giren adaylar için tavassutta bulundu. Mara Despina 14 Eylül
1487 tarihinde, 71 yaşında Ježevo’da öldü ve çok yardımlarda bulunduğu
Kosinitza Manastırına gömüldü. Kızkardeşi Katarina yalnız kaldı ve 1490 veya
1992’de o da Ježevo’da öldü. Yaşadıkları malikanenin son kalıntıları bugün
Daphni köyü girişinde “Pirgos tis Maras” adıyla hala ziyaretçi çekmektedir.
Not: 2016 yılı
Despina Mara’nın doğumunun 600. yıldönümüne isabet etmektedir.
Bu yazı “Edirne Hudut Gazetesi”nde
2 Mart 2016 tarihinden itibaren tefrika edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder