20 Aralık 2021 Pazartesi

TÜRKİYE DARÜŞŞİFALARI

  


SELÇUKLU DARÜŞŞİFALARI

S. Çıkmaz, R. Mesut

 

Bunlar çok eskidir ve bunun için çok değerlidir. Malazgirt Savaşından (1071) kısa süre sonra (1113) inşa edilenler vardır ki, o tarihlerde Avrupa'da benzer tesisler yoktu. Zamanına göre "Maristan", "Bimaristan", "Darüşşifa", "Darüssıha" veya "Darülafiye" denmiştir. Bir kısmında "usta-çırak" ("tabib-şakird") yöntemiyle hekim yetiştiriliyor, bir kısmı ise "Medrese-i etıbba" şeklinde daha fazla öğrenciye eğitim veriyordu. Hepsinin vakıfları vardı ve uzun yıllar hizmet ettiler. Osmanlı sultanları da vakfiyeleri tanıdılar, hatta ek katkıda bulundular. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, Orta ve Doğu Anadolu'da maddi kalıntıları halâ mevcut 10 darüşşifa (5'i restore edilmiş) tespit edebildik. Bunların dışında Osmanlı arşivlerinde bir o kadar daha darüşşifadan bahsediliyor, fakat yerlerini bulmak artık mümkün değil.

En eski kayıtlı "Maristan-ı Atik" 1113 tarihli Konya'da Sultan Melikşah yıllarına ait. Vakfiyesi 1938'de bulundu ve yayınlandı. Sadece "Şifahane Mescidi" günümüze yıkık halde ulaşabilmişti ve Konya Belediyesi tarafından 2018 yılında restore edildi. Zamanla tahrip olan bu maristan, 1221'de Sultan Alâeddin Keykubat emriyle Kadı İzzeddin tarafından tekrar inşa edildi ve 1858'e kadar faaliyet gösterdi. 1254 yılında ise vezir Cellâleddin Karatay, kardeşi tabib Kemaleddin adına üçüncü bir darüşşifa yaptırdı (Kemaliye Darüşşifası), fakat o da zamana yenik düştü.

1122 tarihinde, Artuklu şeyhi Eminüddin adına Mardin'de ilk sağlık külliyesini kardeşi Melik Necmeddin İlgazi tamamladı. Sıcak su kaynağının kullanıldığı hidroterapi merkeziydi ve bu su halen hamam ve çeşmede kullanılıyor. Cami restore edildi, fakat medrese ve darüşşifa kısmı harabe halindedir.

1206 yılında, Kayseri'de, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev muhteşem bir "Çifte Medrese" yaptırdı - Gevher Nesibe Darüşşifası ve Tıp Medresesi. Süheyl Ünver Hocaya göre bu Türkiye'nin ilk tıp fakültesidir. Cumhuriyet hükümeti tarafından da ilk restore edilen 800-yıllık Selçuklu eseridir ve Tıp Tarihi Müzesi olarak ziyarete açıktır.

1217 yılında, Sivas'ta Sultan İzzeddin Keykâvus tarafından yaptırılan Darüssıha (Şifaiye Medresesi) ise Türkiye'nin ikinci tıp fakültesi sayılır. Sultanın türbesi de aynı yapı içerisindedir. Selçuklu darüşşifalarının en güzel örneğidir.

1228 yılında, Divriği'nde Mengücek Meliki Ahmetşah ve Melike Turan Hatun adına Ulu Cami + Darüşşifa devreye girdi. Taş işçiliğinin en muhteşem örneği olduğu için daha 1985'te UNESCO Dünya Mirası listesine girdi ve her yıl dağ başındaki bu ücra köşeye binlerce mimar gelmektedir.

13. yüzyılın ikinci yarısında, Konya Sultanlarının hizmetinde olan bazı vezirler (atabek; pervane) de Orta Anadolu'nun kuzey şehirlerine sağlık kuruluşları inşa ettirdiler:

1235'te Atabek Cemaleddin Ferruh Çankırı'ya Darülafiye yaptırdı, fakat günümüze ulaşmadı. Bitişiğindeki iki katlı türbe ve Darülhadis ("Taşmescid") onarıldı ve ziyaret edilebiliyor.

1272'de Kastamonu'ya Pervaneoğlu Ali Bey "Yılanlı" külliye içerisinde darüşşifa yaptırdı. Yangın sonrası ancak bir duvar ve kitabesi görülebiliyor.

1277'de Tokat'ta Pervane Muineddin Süleyman adına başlatılan "Çifte Medrese", kızı tarafından tamamlandı ve bugün "Gök Medrese" adıyla müze olarak hizmet vermektedir.

1308'de, Amasya'da en zarif darüşşifalardan biri devreye girdi. Osmanlı belgelerinde Sultan Alaeddin Keykubat banisi olarak gösterilse de, kitabesinde İlhanlı hükümdarı Olcaytu'nun eşi İlduz Hatun adına azatlı kölesi Anber bin Abdullah'ın adı zikrediliyor. Bugün "Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Müzesi" olarak hizmet veriyor.

Anadolu'yu dolaşırken yolunuz bu şehirlere düşerse tıp tarihimizin bu anlamlı ve güzel eserlerini de ziyaret ediniz. 



 




 



























                             

 











 

 

OSMANLI DARÜŞŞİFALARI


S. Çıkmaz, R. Mesut

 

Bunlar daha geç döneme ait olup, daha büyük ve daima sultan ailesine mensup kişiler tarafından, muazzam külliyelerin (cami, medrese, imaret, türbe, hamam, v.d.) içerisinde yer almaktadırlar. Çok pahalı "hayır eserleri" olup, zengin vakıf gelirlerine ihtiyaç duydukları için, sadece hükümdar veya eşi (hasekisi), veya validesi adına inşa edilmişlerdir Coğrafi konumları itibariyle aşırı merkezileşmiş bir imparatorluğun başkentlerinde yer almaktadırlar: İstanbul'da 5, Bursa'da 1, Edirne'de 1 ve Manisa'da 1 (toplam 8 Osmanlı darüşşifası vardır).

 

Bu darüşşifaların hepsinin vakfiyesi vardır ve her biri "medrese-i etıbba" şeklinde (10-30 tıp öğrencisi) yetiştiriyorlardı. Binaları günümüzde de ayaktadır (depremde yıkılan Fatih ve Sultanahmet Darüşşifaları hariç). 19. yüzyılda (1827 Tıbhane-i Amire ve 1839'da Mektebi Tıbbiye-i Şahane) Batı tipi hekim yetiştirme başlayınca, buradan mezun olanlar için de Batı tipinde (servisler, koğuşlar, pavyonlar) "hastahane" adında modern tesisler inşa edilmiştir [1845, Bezmiâlem Gureba Hastanesi ilktir]. Eski darüşşifalar devre dışı kalmış ve kronik akıl hastaları için "depo-hastane" vazifesi görmeye başlamışlar - bunlara "tımarhane" veya "bimarhane" denmiştir.

 

12 Mayıs 1400 tarihinde, Osmanlının ilk hekim yetiştirme kurumu Bursa'da Sultan Yıldırım Bayezid tarafından açılmıştır - "Dar-üt-Tıbb" [Tıp Bayramının 14 Mart'ta kutlanması, tarihi gerçekler yeterince ortaya konmadan, işgal altındaki İstanbul'da protesto mahiyetinde başlatılmış. O zaman bilinen, Sultan 2. Mahmut 14 Mart 1827'de, bir eski konak binasında, ilk Tıphane'yi açtığıdır]. Bursa'daki Yıldırım Külliyesinde, revaklı açık avlulu, 70 odalı ve 25 kişilik kadrolu Darüşşifa 2001 yılında özel bir vakfa tahsis edilmiş ve "Göz Merkezi" olarak hastalara şifa dağıtmaya devam etmektedir.

 

1470 yılında, İstanbul'da Fatih Sultan Mehmet, kendi adına, imparatorluğa yakışır Külliyesini tamamlamıştır. Bunun içerisinde büyük bir darüşşifa da varmış (70 hücre, 80 kubbe, 200 hademe, kendi hamamı ve mescidi bulunuyormuş). İstanbul depremlerinde (1509, 1557, 1754, 1766) çok zarar gören darüşşifa binası 1824'e kadar sağlık hizmetine devam etmiş. Tehlikeli çatlaklar nedeniyle hastane kısmı yıktırılmış, özel mescidi ise 1877'ye kadar ayaktaymış. Ne yazık ki İstanbul'un en eski darüşşifasını bugün sadece "Eski Şifahane Sokak" hatırlatmaktadır.

 

1488'de Sultan 2. Bayezid Edirne'de Tunca nehri kıyısında tamamladığı Külliyesi'nin en önemli unsuru Darüşşifa ve Medrese-i Etıbba'dır. 18 öğrenci kontenjanlı, 30 yatak kapasiteli hastane 1911 yılına kadar "tımarhane" şekline hizmetini sürdürmüş. Savaşlar ve işgaller sonucu sahipsiz kalmış ve sonunda 1984'te, yeni kurulmuş olan (1982) Trakya Üniversitesi'ne devredilmiş. 1997'de Darüşşifa kısmı, 2008'de Medrese kısmı, 2021'de İmaret kısmı restore edilerek çağdaş müze olarak ziyaretçilere açılmıştır [2004'te Avrupa Konseyi müze ödülü kazanmış, 2016'da UNESCO Dünya Mirası geçici listesine girmiştir].

 


1539, Manisa Hafsa Sultan Darüşşifasını oğlu Kanuni Sultan Süleyman tamamlamıştır. O dönemlerde Manisa "veliaht şehzade" ikametgâhı sayılıyormuş. Evliya Çelebi'ye göre 25 personeli ve şakird-tabipleri varmış. Bu darüşşifa da son yıllarda "tımarhane" görevi üstlenmiş, 1996'da Celal Bayar Üniversitesi'ne devredilmiş, 2013'te Tıp Tarihi Müzesi olarak ziyaretçilere açılmıştır.

 

1551'de İstanbul'da Haseki Hürrem Sultan külliyesi ve Darüşşifa'sı hizmete girmiş (Mimar Sinan'ın ilk çalışmasıdır). 1881'e kadar sağlık hizmeti sunmuş, sonra Kadın Hastanesi ve Tevkifhanesi olmuş. 2011'de restorasyon geçirmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Eğitim Merkezine dönüştürülmüş. Ziyarete kapalıdır.

 

1557'de İstanbul'da Süleymaniye Külliyesini Mimar Sinan inşa etmiştir. Osmanlı'da görülen en büyük emperyal kompleks’tir. Darüşşifası iki avlulu (hastalar için ve hekimler için) iki katlı, hamamı, fırını, ilaç imalathanesi vardır. Ayrıca bitişik avluda Tıp Mektebi imparatorluğun en yüksek sağlık otoritesi imiş. 1946'da Süleymaniye Doğumevi olmuş, bugün Halkalı'ya taşınmıştır. Bütün bu tesisler ziyarete kapalıdır ve Yazma Eserler Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.


1583'te Üsküdar yakasında Toptaşı semtinde Sultan 3. Murad'ın validesi Nurbanu Sultan büyük bir külliye inşa ettirmiştir (Mimar Sinan'ın son eseridir): Atik Valide Sultan Darüşşifası. Dikdörtgen avlulu ve iki katlı bina 1865-1927 arası "Toptaşı Bimarhanesi" adı altında İstanbul'un en büyük akıl hastanesi olmuştur. 2010 yılında "Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi"ne devredilmiş ve şimdi Edebiyat Fakültesini barındırmaktadır.

 

1621, Sultanahmet Darüşşifası Osmanlı'nın son darüşşifasıdır. Genç Sultan 1. Ahmet 1609'da iddialı bir külliye inşaatına girişmiş, 1617'de Sultanahmet Camii'ni ibadete açtıktan sonra aniden vefat etmiştir. Oğlu "Genç" Osman babasının planlarını tamamlayarak İmaret ve Darüşşifa birimlerini 1621'de hizmete almıştır. Darüşşifa'nın bugün sadece hamamı, giriş kapısı ve mermer fıskiyesi, Sultanahmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi içerisinde görülebilmektedir. Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa eseri olan bu darüşşifa Roma dönemindeki Hipodrom'un yamaca yaslanan, tuğla ve harç ile inşa edilmiş taşıyıcı kemerler, galeriler ve dehlizler ("sphendone") üzerine oturtulmuştur. 

 







 


 





 





 




EDİRNE DARÜŞŞİFASI (1488)

Recep Mesut


 

Edirne'nin en eski hekim yetiştiren kurumu olup, Osmanlı Sultanlarının kurduğu üçüncü tıp okuludur (birincisi, Bursa'da 1400 yılında 1.Bayezid tarafından; ikincisi, İstanbul'da 1470 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur). Bugün Türkiye topraklarında görebildiğimiz 19 darüşşifa (9 Selçuklu Dönemi, 1100-1200-lü yıllar; 1 İlhanlı Dönemi, 1300-lü yıllar ve 9 Osmanlı Dönemi, 1400-lü, 1500-lü ve 1600-lü yıllar) arasında müstesna yeri vardır.

Banisi Sultan 2.Bayezid-i Veli, mimarı Hayrettin'dir. Tunca nehri kıyısında, dört yıl gibi (1484-88) kısa sürede tamamlanan muazzam bir Külliye içinde yer almaktadır. Kesme taştan yapılmış, sellere ve işgallere rağmen, 533 yıldır ayaktadır. Bu sürede aslına uygun hizmet etmiş, Osmanlı yıllarının en saygın tıp okulu sayılmıştır. Darüşşifa'nın mimari planı dünya çapında bir hastane modeline öncülük etmiştir: altıgen bir kubbeli mekânı çevreleyen 6 kışlık oda ve 4 yazlık sofada 30-32 yataklı bölüm. Ortada şadırvan ve fıskiye, kubbede aydınlık feneri, dipte musiki heyeti için sahne (haftada 3 gün fasıl). Su sesi, musiki nağmeleri ve bahçedeki çiçek kokuları müşterek iyileştirici etki yaparlarmış. Orijinal vakfiyesi (1489) korunmuştur: kadrosunda 1 sertabib (günde 30 akçe yevmiye), 2 tabib (10 akçe), 2 kehhal= göz hekimi (7 akçe), 2 cerrah (7 akçe), 1 eczacı (6 akçe) ve diğer 13 personel hastalara parasız bakar, parasız ilaç dağıtırmış.

Bitişiğinde ayrı bir Medrese varmış. Burada 18 müstakil odada talebeler parasız yatılı okurmuş ve günde 2 akçe harçlık alırmış. Müderris 60 akçe, yardımcısı 7 akçe, hafız-ı kütüp 2 akçe, kapıcı ve temizlikçisi varmış. Osmanlı ülkesinin en üst dereceli medresesi (60-lık) sayılırmış. Medrese ile Darüşşifa birbirinden bağımsız yürütülürmüş (medrese daha üstün sayılırmış).

 

Edirne Darüşşifa'sında yetişen ve görev yapan tabipler Saray'da hekimbaşı olmuşlar ve önemli eserler yazmışlardır:

 

1)     Hekim Ahî Çelebi (öl. 1524). Babası tabib Kemal Tebrizli olup, 1461'de İstanbul'a yerleşmiş ve Mahmutpaşa'da muayene açan ilk hekim imiş. Babasının yanında yetişen Ahi Çelebi de İstanbul'un şöhretli hekimi olmuş, 2.Bayezid kendisini Edirne Darüşşifasına sertabib yapmış ve Rodop Dağlarının ortasında arpalık bağışlamış [yıllarca Ahi Çelebi kazası Edirne Vilayetine bağlı imiş. Balkan Savaşından sonra Bulgaristan'a geçmiş. Smolyan (Paşmaklı) şimdi il merkezidir ve Pamporovo kayak merkezi ile ünlüdür]. Ahi Çelebi iki kez hekimbaşı olmuş ve 88 yaşında hac dönüşü Kahire'de ölmüştür. En ünlü eseri "Hasat-ül kilye vel mesane" (Böbrek ve mesane taşları) yıllarca tıp medreselerinde okutulmuştur.

 

2)     Hekim Emir Çelebi (öl. 1638) Edirne doğumlu olup ilk eğitimini burada almış, sonra Kahire'ye gitmiş ve ünlü Kalavun Hastanesi sertabipliğine yükselmiş. 1623'te İstanbul'a gelmiş, 1629'da hekimbaşı olmuştur. Yazmış olduğu "Enmuzec-üt-Tıbb" eserinde hekimlerin anatomi öğrenmesini, savaşlarda ölen Hıristiyan askerlerine teşrih (disseksiyon) yapmalarını önermiştir. Maalesef, Sultan 4. Murad'ın gazabına kurban olmuş, zorla afyon yutturularak can vermiştir.

 

 

3)     Hekim İbrahim El-Edirnevî (öl. 1677). Aslen Edirneli olup, Sultan 4.Mehmet (Avcı) döneminde Edirne Darüşşifasında görev yaparken, Kaysunizâde bin Abdurrahman'ın Arapça tıp lûgatı'nı Türkçeye çevirmiş - "Kamus el- Etibba" ilk Türkçe tıp terimleri kitabımız olmuştur.

 




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder