SELÇUKLU DARÜŞŞİFALARI
Bunlar çok eskidir ve bunun için çok değerlidir. Malazgirt Savaşından
(1071) kısa süre sonra (1113) inşa edilenler vardır ki, o tarihlerde Avrupa'da
benzer tesisler yoktu. Zamanına göre "Maristan",
"Bimaristan", "Darüşşifa", "Darüssıha" veya
"Darülafiye" denmiştir. Bir kısmında "usta-çırak"
("tabib-şakird") yöntemiyle hekim yetiştiriliyor, bir kısmı ise
"Medrese-i etıbba" şeklinde daha fazla öğrenciye eğitim veriyordu.
Hepsinin vakıfları vardı ve uzun yıllar hizmet ettiler. Osmanlı sultanları da
vakfiyeleri tanıdılar, hatta ek katkıda bulundular. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içerisinde, Orta ve Doğu Anadolu'da maddi kalıntıları halâ mevcut 10
darüşşifa (5'i restore edilmiş) tespit edebildik. Bunların dışında Osmanlı arşivlerinde
bir o kadar daha darüşşifadan bahsediliyor, fakat yerlerini bulmak artık mümkün
değil.
En eski kayıtlı "Maristan-ı Atik" 1113 tarihli Konya'da Sultan
Melikşah yıllarına ait. Vakfiyesi 1938'de bulundu ve yayınlandı. Sadece
"Şifahane Mescidi" günümüze yıkık halde ulaşabilmişti ve Konya
Belediyesi tarafından 2018 yılında restore edildi. Zamanla tahrip olan bu
maristan, 1221'de Sultan Alâeddin Keykubat emriyle Kadı İzzeddin tarafından
tekrar inşa edildi ve 1858'e kadar faaliyet gösterdi. 1254 yılında ise vezir
Cellâleddin Karatay, kardeşi tabib Kemaleddin adına üçüncü bir darüşşifa
yaptırdı (Kemaliye Darüşşifası), fakat o da zamana yenik düştü.
1122 tarihinde, Artuklu şeyhi Eminüddin adına Mardin'de ilk sağlık
külliyesini kardeşi Melik Necmeddin İlgazi tamamladı. Sıcak su kaynağının
kullanıldığı hidroterapi merkeziydi ve bu su halen hamam ve çeşmede
kullanılıyor. Cami restore edildi, fakat medrese ve darüşşifa kısmı harabe
halindedir.
1206 yılında, Kayseri'de, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev muhteşem bir "Çifte
Medrese" yaptırdı - Gevher Nesibe Darüşşifası ve Tıp Medresesi. Süheyl
Ünver Hocaya göre bu Türkiye'nin ilk tıp fakültesidir. Cumhuriyet hükümeti
tarafından da ilk restore edilen 800-yıllık Selçuklu eseridir ve Tıp Tarihi
Müzesi olarak ziyarete açıktır.
1217 yılında, Sivas'ta Sultan İzzeddin Keykâvus tarafından yaptırılan
Darüssıha (Şifaiye Medresesi) ise Türkiye'nin ikinci tıp fakültesi sayılır.
Sultanın türbesi de aynı yapı içerisindedir. Selçuklu darüşşifalarının en güzel
örneğidir.
1228 yılında, Divriği'nde Mengücek Meliki Ahmetşah ve Melike Turan Hatun
adına Ulu Cami + Darüşşifa devreye girdi. Taş işçiliğinin en muhteşem örneği
olduğu için daha 1985'te UNESCO Dünya Mirası listesine girdi ve her yıl dağ
başındaki bu ücra köşeye binlerce mimar gelmektedir.
13. yüzyılın ikinci yarısında, Konya Sultanlarının hizmetinde olan bazı
vezirler (atabek; pervane) de Orta Anadolu'nun kuzey şehirlerine sağlık
kuruluşları inşa ettirdiler:
1235'te Atabek Cemaleddin Ferruh Çankırı'ya Darülafiye yaptırdı, fakat
günümüze ulaşmadı. Bitişiğindeki iki katlı türbe ve Darülhadis
("Taşmescid") onarıldı ve ziyaret edilebiliyor.
1272'de Kastamonu'ya Pervaneoğlu Ali Bey "Yılanlı" külliye
içerisinde darüşşifa yaptırdı. Yangın sonrası ancak bir duvar ve kitabesi
görülebiliyor.
1277'de Tokat'ta Pervane Muineddin Süleyman adına başlatılan "Çifte
Medrese", kızı tarafından tamamlandı ve bugün "Gök Medrese"
adıyla müze olarak hizmet vermektedir.
1308'de, Amasya'da en zarif darüşşifalardan biri devreye girdi. Osmanlı
belgelerinde Sultan Alaeddin Keykubat banisi olarak gösterilse de, kitabesinde
İlhanlı hükümdarı Olcaytu'nun eşi İlduz Hatun adına azatlı kölesi Anber bin
Abdullah'ın adı zikrediliyor. Bugün "Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi
Müzesi" olarak hizmet veriyor.
Anadolu'yu dolaşırken yolunuz bu şehirlere düşerse tıp tarihimizin bu
anlamlı ve güzel eserlerini de ziyaret ediniz.
OSMANLI DARÜŞŞİFALARI
Bunlar daha geç döneme ait olup, daha
büyük ve daima sultan ailesine mensup kişiler tarafından, muazzam külliyelerin
(cami, medrese, imaret, türbe, hamam, v.d.) içerisinde yer almaktadırlar. Çok
pahalı "hayır eserleri" olup, zengin vakıf gelirlerine ihtiyaç
duydukları için, sadece hükümdar veya eşi (hasekisi), veya validesi adına inşa
edilmişlerdir Coğrafi konumları itibariyle aşırı merkezileşmiş bir
imparatorluğun başkentlerinde yer almaktadırlar: İstanbul'da 5, Bursa'da 1,
Edirne'de 1 ve Manisa'da 1 (toplam 8 Osmanlı darüşşifası vardır).
Bu darüşşifaların hepsinin vakfiyesi
vardır ve her biri "medrese-i etıbba" şeklinde (10-30 tıp öğrencisi)
yetiştiriyorlardı. Binaları günümüzde de ayaktadır (depremde yıkılan Fatih ve
Sultanahmet Darüşşifaları hariç). 19. yüzyılda (1827 Tıbhane-i Amire ve 1839'da
Mektebi Tıbbiye-i Şahane) Batı tipi hekim yetiştirme başlayınca, buradan mezun
olanlar için de Batı tipinde (servisler, koğuşlar, pavyonlar)
"hastahane" adında modern tesisler inşa edilmiştir [1845, Bezmiâlem
Gureba Hastanesi ilktir]. Eski darüşşifalar devre dışı kalmış ve kronik akıl
hastaları için "depo-hastane" vazifesi görmeye başlamışlar - bunlara
"tımarhane" veya "bimarhane" denmiştir.
12 Mayıs 1400 tarihinde, Osmanlının ilk
hekim yetiştirme kurumu Bursa'da Sultan Yıldırım Bayezid tarafından açılmıştır
- "Dar-üt-Tıbb" [Tıp Bayramının 14 Mart'ta kutlanması, tarihi
gerçekler yeterince ortaya konmadan, işgal altındaki İstanbul'da protesto
mahiyetinde başlatılmış. O zaman bilinen, Sultan 2. Mahmut 14 Mart 1827'de, bir
eski konak binasında, ilk Tıphane'yi açtığıdır]. Bursa'daki Yıldırım
Külliyesinde, revaklı açık avlulu, 70 odalı ve 25 kişilik kadrolu Darüşşifa
2001 yılında özel bir vakfa tahsis edilmiş ve "Göz Merkezi" olarak hastalara
şifa dağıtmaya devam etmektedir.
1470 yılında, İstanbul'da Fatih Sultan
Mehmet, kendi adına, imparatorluğa yakışır Külliyesini tamamlamıştır. Bunun
içerisinde büyük bir darüşşifa da varmış (70 hücre, 80 kubbe, 200 hademe, kendi
hamamı ve mescidi bulunuyormuş). İstanbul depremlerinde (1509, 1557, 1754,
1766) çok zarar gören darüşşifa binası 1824'e kadar sağlık hizmetine devam
etmiş. Tehlikeli çatlaklar nedeniyle hastane kısmı yıktırılmış, özel mescidi
ise 1877'ye kadar ayaktaymış. Ne yazık ki İstanbul'un en eski darüşşifasını
bugün sadece "Eski Şifahane Sokak" hatırlatmaktadır.
1539, Manisa Hafsa Sultan Darüşşifasını
oğlu Kanuni Sultan Süleyman tamamlamıştır. O dönemlerde Manisa "veliaht
şehzade" ikametgâhı sayılıyormuş. Evliya Çelebi'ye göre 25 personeli ve
şakird-tabipleri varmış. Bu darüşşifa da son yıllarda "tımarhane"
görevi üstlenmiş, 1996'da Celal Bayar Üniversitesi'ne devredilmiş, 2013'te Tıp
Tarihi Müzesi olarak ziyaretçilere açılmıştır.
1551'de İstanbul'da Haseki Hürrem Sultan
külliyesi ve Darüşşifa'sı hizmete girmiş (Mimar Sinan'ın ilk çalışmasıdır).
1881'e kadar sağlık hizmeti sunmuş, sonra Kadın Hastanesi ve Tevkifhanesi
olmuş. 2011'de restorasyon geçirmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Eğitim
Merkezine dönüştürülmüş. Ziyarete kapalıdır.
1557'de İstanbul'da Süleymaniye
Külliyesini Mimar Sinan inşa etmiştir. Osmanlı'da görülen en büyük emperyal
kompleks’tir. Darüşşifası iki avlulu (hastalar için ve hekimler için) iki
katlı, hamamı, fırını, ilaç imalathanesi vardır. Ayrıca bitişik avluda Tıp
Mektebi imparatorluğun en yüksek sağlık otoritesi imiş. 1946'da Süleymaniye
Doğumevi olmuş, bugün Halkalı'ya taşınmıştır. Bütün bu tesisler ziyarete
kapalıdır ve Yazma Eserler Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
1583'te Üsküdar yakasında Toptaşı
semtinde Sultan 3. Murad'ın validesi Nurbanu Sultan büyük bir külliye inşa
ettirmiştir (Mimar Sinan'ın son eseridir): Atik Valide Sultan Darüşşifası.
Dikdörtgen avlulu ve iki katlı bina 1865-1927 arası "Toptaşı
Bimarhanesi" adı altında İstanbul'un en büyük akıl hastanesi olmuştur.
2010 yılında "Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi"ne devredilmiş
ve şimdi Edebiyat Fakültesini barındırmaktadır.
1621, Sultanahmet Darüşşifası Osmanlı'nın son darüşşifasıdır. Genç Sultan 1. Ahmet 1609'da iddialı bir külliye inşaatına girişmiş, 1617'de Sultanahmet Camii'ni ibadete açtıktan sonra aniden vefat etmiştir. Oğlu "Genç" Osman babasının planlarını tamamlayarak İmaret ve Darüşşifa birimlerini 1621'de hizmete almıştır. Darüşşifa'nın bugün sadece hamamı, giriş kapısı ve mermer fıskiyesi, Sultanahmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi içerisinde görülebilmektedir. Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa eseri olan bu darüşşifa Roma dönemindeki Hipodrom'un yamaca yaslanan, tuğla ve harç ile inşa edilmiş taşıyıcı kemerler, galeriler ve dehlizler ("sphendone") üzerine oturtulmuştur.
EDİRNE DARÜŞŞİFASI
(1488)
Recep Mesut
Edirne'nin en eski hekim yetiştiren kurumu olup, Osmanlı Sultanlarının
kurduğu üçüncü tıp okuludur (birincisi, Bursa'da 1400 yılında 1.Bayezid tarafından;
ikincisi, İstanbul'da 1470 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur).
Bugün Türkiye topraklarında görebildiğimiz 19 darüşşifa (9 Selçuklu Dönemi,
1100-1200-lü yıllar; 1 İlhanlı Dönemi, 1300-lü yıllar ve 9 Osmanlı Dönemi,
1400-lü, 1500-lü ve 1600-lü yıllar) arasında müstesna yeri vardır.
Banisi Sultan 2.Bayezid-i Veli, mimarı Hayrettin'dir. Tunca nehri
kıyısında, dört yıl gibi (1484-88) kısa sürede tamamlanan muazzam bir Külliye
içinde yer almaktadır. Kesme taştan yapılmış, sellere ve işgallere rağmen, 533
yıldır ayaktadır. Bu sürede aslına uygun hizmet etmiş, Osmanlı yıllarının en
saygın tıp okulu sayılmıştır. Darüşşifa'nın mimari planı dünya çapında bir
hastane modeline öncülük etmiştir: altıgen bir kubbeli mekânı çevreleyen 6
kışlık oda ve 4 yazlık sofada 30-32 yataklı bölüm. Ortada şadırvan ve fıskiye,
kubbede aydınlık feneri, dipte musiki heyeti için sahne (haftada 3 gün fasıl).
Su sesi, musiki nağmeleri ve bahçedeki çiçek kokuları müşterek iyileştirici
etki yaparlarmış. Orijinal vakfiyesi (1489) korunmuştur: kadrosunda 1 sertabib
(günde 30 akçe yevmiye), 2 tabib (10 akçe), 2 kehhal= göz hekimi (7 akçe), 2
cerrah (7 akçe), 1 eczacı (6 akçe) ve diğer 13 personel hastalara parasız
bakar, parasız ilaç dağıtırmış.
Bitişiğinde ayrı bir Medrese varmış. Burada 18 müstakil odada talebeler
parasız yatılı okurmuş ve günde 2 akçe harçlık alırmış. Müderris 60 akçe,
yardımcısı 7 akçe, hafız-ı kütüp 2 akçe, kapıcı ve temizlikçisi varmış. Osmanlı
ülkesinin en üst dereceli medresesi (60-lık) sayılırmış. Medrese ile Darüşşifa
birbirinden bağımsız yürütülürmüş (medrese daha üstün sayılırmış).
Edirne Darüşşifa'sında yetişen ve görev yapan tabipler Saray'da hekimbaşı
olmuşlar ve önemli eserler yazmışlardır:
1) Hekim Ahî Çelebi (öl.
1524). Babası tabib Kemal Tebrizli olup, 1461'de İstanbul'a yerleşmiş ve
Mahmutpaşa'da muayene açan ilk hekim imiş. Babasının yanında yetişen Ahi Çelebi
de İstanbul'un şöhretli hekimi olmuş, 2.Bayezid kendisini Edirne Darüşşifasına
sertabib yapmış ve Rodop Dağlarının ortasında arpalık bağışlamış [yıllarca Ahi
Çelebi kazası Edirne Vilayetine bağlı imiş. Balkan Savaşından sonra
Bulgaristan'a geçmiş. Smolyan (Paşmaklı) şimdi il merkezidir ve Pamporovo kayak
merkezi ile ünlüdür]. Ahi Çelebi iki kez hekimbaşı olmuş ve 88 yaşında hac
dönüşü Kahire'de ölmüştür. En ünlü eseri "Hasat-ül kilye vel mesane"
(Böbrek ve mesane taşları) yıllarca tıp medreselerinde okutulmuştur.
2) Hekim Emir Çelebi (öl.
1638) Edirne doğumlu olup ilk eğitimini burada almış, sonra Kahire'ye gitmiş ve
ünlü Kalavun Hastanesi sertabipliğine yükselmiş. 1623'te İstanbul'a gelmiş,
1629'da hekimbaşı olmuştur. Yazmış olduğu "Enmuzec-üt-Tıbb" eserinde
hekimlerin anatomi öğrenmesini, savaşlarda ölen Hıristiyan askerlerine teşrih
(disseksiyon) yapmalarını önermiştir. Maalesef, Sultan 4. Murad'ın gazabına
kurban olmuş, zorla afyon yutturularak can vermiştir.
3) Hekim İbrahim
El-Edirnevî (öl. 1677). Aslen Edirneli olup, Sultan 4.Mehmet (Avcı) döneminde
Edirne Darüşşifasında görev yaparken, Kaysunizâde bin Abdurrahman'ın Arapça tıp
lûgatı'nı Türkçeye çevirmiş - "Kamus el- Etibba" ilk Türkçe tıp
terimleri kitabımız olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder