19 Kasım 2021 Cuma

OSMANLI SULTANLARININ HASTALIKLARI VE ÖLÜM NEDENLERİ

 

OSMANLI SULTANLARININ HASTALIKLARI VE ÖLÜM NEDENLERİ

                                          Prof. Dr. Recep MESUT  


OSMANOĞULLARI HANEDANI


Dünya tarihinde iz bırakmış bir hükümdar sülalesi olan Osmanoğulları 641 yıl (Osman'ın aşiret reisi olduğu 1281'den 1922'ye kadar) kesintisiz hüküm süren erkek soylu hanedandır. Bağımsız beylik ilan etmesini 1299 olarak kabul edersek süre biraz daha kısa olur: 623 yıl. İlk hükümdarın doğum tarihinden (1258) son hükümdarın ölüm tarihine (1926) göre hesaplarsak 668 yıla çıkacaktır (sağlık sorunları incelenirken).

Bu hanedanda kaç hükümdar ve kaç kuşak vardır? Osmanlı tarihçilerimize göre 36 "kanonik" hükümdar sayılır ve numaralanır. Fakat "fetret devri" (1402-1413) boş kalır. Edirne'de tahta çıkmış ve saltanat sürmüş Süleyman Çelebi ile Musa Çelebi'yi de katarsak hükümdar sayısı 38 olur! Batılı tarihçiler gerçekten 38 kabul ederler. Mehmet Çelebi soyundan devam etmiş olan hanedanın saray tarihçileri kasten bunları listeden çıkarmışlardır!
Kuşak sayısı (aynı kuşaktan kardeşler ve amcazadeler ardı ardına tahta çıkmışlardır) ise 21'dir. Ortalama kuşak başı 30,5 yıl eder, fakat hükümdar başına bölündüğü zaman ortalama 16,6 yıla düşer. Ancak burada 46 yıl tahtta kalan (Kanuni Sultan Süleyman) ile sadece 3 ay tahtta kalan (Sultan V. Murat) arasında azami ve asgari süreler söz konusudur.
Osmanoğulları Hanedanında veraset sadece erkek soyuna aittir ve babadan oğula geçer: Evlâdiyet. Kadınların ve kız çocukların saltanat hakları söz konusu değildir. Avrupa'daki Hıristiyan hanedanlardan diğer bir farkı ise "çok eşlilik" ve çok çocukluluktur. Dört resmi eş (haseki) yanında, sayısı sınırlanmayan cariyeler de hükümdarla yatabilirler ve ona çocuk doğurabilirler. Baba esas sayıldığı için, cariyelerden doğma erkek çocukların da tahtta varis olma hakları vardır. Buna rağmen listeye giren 5 hükümdarın (l. Mustafa, 3. Süleyman, l. Mahmut, 3. Osman ve 3. Selim) hiç çocuğu olmamıştır.
"Evlâdiyet" veraseti ilk 336 yıla aittir - iktidar babadan oğula geçer, fakat hangi oğul belirtilmez (Orta Asya geleneği). Oğullar arasında kanlı mücadeleye sebep olur ve en cevval olup, diğerlerini bertaraf eden hak etmiş sayılır. Bu sistemde yaşça küçük olan kardeşlerin de tahta oturma şansları vardır. Savaşçı ve becerikli olan kazanır ve kardeş katliamları kaçınılmazdır. Bu sistem 1617 yılına (Sultan l. Ahmed'in ölümü) kadar sürmüş, 16 hükümdar tahta çıkmış ve ortalama iktidar süreleri 20 yıldır. Nispî istikrar sağlanmış, devlet güçlenmiş ve genişlemiştir.
1617 yılından itibaren "ekberiyet" verasetine geçilmiş, Osmanlı soyundan hayatta olan en yaşlı (ekber) şehzadenin tahta geçmesi kural haline getirilmiştir. Daha sonra buna "erşed" (reşit, yani aklı başında) şartı da eklenmiştir. Bu dönem 305 yıl sürmüş, 22 hükümdar tahta çıkmış, ortalama iktidar süreleri 14 yıla düşmüş, kardeş katliamları durmuş, istikrar bozulmuş, devlet zayıflamış ve sonunda yıkılmıştır. Öldürülmeyen şehzade özel bir daireye ("Altın kafes" veya "Şimşirlik") kapatılmış ve hayatları mahpus olarak sürmüştür. Sırası geleni tahta oturtmuşlar, fakat bunlar siyasetten, askeriyeden ve insan ilişkilerinden bihaber, doğadan uzak yetiştikleri için bilgisiz ve deneyimsiz sultanlar olmuşlardır.

                                                           Osmanoğulları arması


                 

                Necdet Sakaoğlu                             Reşad Ekrem Koçu


                                                                        Osmanoğulları Soyağacı
 



OSMANOĞULLARI HANEDANININ SAĞLIK SORUNLARI

 
Vakanüvislere bakılırsa her bir Osmanoğlu yakışıklı, akıllı ve cesur hükümdar idi. Fakat tıp açısından onlar da etten kemikten yapılmış ölümlü bireylerdi. Onlar da diğer insanlar gibi hastalanabiliyor, ağrılardan ve sancılardan kıvranabiliyor, duygusal coşkular ve hezeyanlar hissedebiliyordu.
Yaklaşık altı buçuk asırda 38 hükümdar geldi geçti bu dünyadan. Tahta çıkmış ve kendisine biat edilmiş olmasına rağmen, sonradan indirilerek genç yaşta öldürülen 6 sultan [ 2. Osman - 18 yaşında; Musa - 25 yaşında; 4. Mustafa - 29 yaşında; İbrahim - 33 yaşında; 1. Süleyman - 34 yaşında; 3. Selim - 47 yaşında] ile savaş meydanında şehit edilen bir kişi [1. Murat - 63 yaşında] bulunmaktadır. Geri kalan 31 hükümdar eceliyle ölmüştür. Fakat bunlar da uzun yaşamamışlardır. 70 yaşını geçebilen sadece 4 sultan vardır [Orhan Gazi - 81 yaş; Kanuni Süleyman - 72 yaş; 2. Abdülhamit - 76 yaş; 5. Mehmet Reşat - 74 yaş]. Zaten bu sultanlar da çok sağlıklı yaşamışlar, yediklerine içtiklerine dikkat etmişler, içki, sigara ve uyuşturucu kullanmamışlardır. 60-lı yaşlarda ölen 6 kişi, 50-li yaşlarda ise 8 kişidir. Geri kalan 20 kişi elli yaşını göremeden vefat etmiştir. Bunlardan eceliyle en genç yaşta ölenler 1. Ahmet (27 yaşında) ve oğlu 4. Murat (28 yaşında) sayılır. Görülüyor ki Osmanoğulları'na mensup olmak sağlıklı ve uzun yaşamayı garanti etmiyor. Kaldı ki bu 38 kişi tahta çıkabilmiş olanlar. Tahta oturamayan, katledilen veya kapalı bir mekânda ömür tüketenlerin sayısı çok daha fazladır.
600 yıllık zaman diliminde Osmanlı sultanlarının yaşam koşulları çok değişmiştir. Başlangıçta halk arasında dolaşan, savaşlara önde giden Türkmen beyleri gittikçe halktan uzaklaşan, Cuma selâmlığı dışında halka görünmeyen, sarayda ve haremde zaman geçiren, savaşlara gitmeyen "yüce" sultanlar olmuşlardır. Yedikleri içtikleri, giyim kuşamları da değişmiştir.
Her biri kendi özel yaşamında farklı hastalıklara yakalanmış ve farklı sebeplerden ölmüştür. Fakat çoğunluğunda babadan oğula geçen irsi (kalıtımsal, genetik) hastalıklar dikkat çeker. Hanedanın alâmetifarikası olan "nikris illeti" (gut, podagra) herkesin malûmudur. Bu hususta zamanın tıbbi bilgilerine göre tedavi görmemişler ve perhize girmemişlerdir. Osmanlı tıp bilimi Selçuklu döneminden bile geri kalmış, statik ve skolastik seviyelerde sürünmüş ve hükümdarlar bile yeterli sağlık yardımı alamamışlardır.
Bu bedensel, çok ağrılı ve yaşam boyu süreli hastalık yanında bir de ruhsal duygudurum bozukluğu (Bipolar Bozukluk) Osmanoğulları’nda çok belirgindir. Tutum ve davranışlarda sezilen bu bozukluğu çağdaşları anlayamamışlar ve nesilden nesle takip edememişlerdir. Bugünkü tıp anlayışına göre sağlık hem bedensel, hem ruhsal dengede bulunmak demektir. Osmanoğulları’nın ikinci bir irsi (kalıtımsal) rahatsızlığı da Bipolar Bozukluk oluyor. O da babadan oğula genlerle aktarılabilen bir sağlık sorunudur.











 


 






 








 

OSMANOĞULLARI'NIN NİKRİS ISTIRABI


En eski tarih kayıtlarımızda bile, Osman Gazi'den itibaren onun ahfadından gelen çok sayıda hükümdarın "nikris illeti"nden mustarip olduğu bildirilmektedir. Ve bu ıstıraplı hastalığın "babadan oğula" miras olarak geçtiği vurgulanmakta, ailevî ve irsî olduğu kabul edilmektedir. Neşrî ve Oruç Bey tarihlerinde Osman Gazi'nin niçin Bursa fethine katılmadığı şöyle açıklanmıştır: "...ama ayağı ağrırdı; nikris zahmeti vardı; anınçun Bursa gazasına gelemedi..."
İslam tababetinde "nikris" olarak adlandırılan hastalığı, insanoğlu çok eskiden beri tanımıştı. Kadim Mısır medeniyetine ait mumyalarda bu hastalığın kemik ve eklemlerde meydana getirdiği tahribat tespit edilmiştir. Antik Yunan ve Roma dönemlerine ait tıbbi yazmalarda "podagra" adı ile tarif edilmiştir: "pod-os" (ayak) + "agra" (sızı). Fakat İslam tıbbında Arapça "nikz" (yıkım, çoğ. enkaz) kökünden türetilen "nikris" (hastayı enkaza çeviren illet) terimi kullanılmıştır. Her zaman "zengin hastalığı", "kral hastalığı" denilmiş, bol yiyecek (av eti) ve içeceklere (şarap, alkol) atıfta bulunulmuştur. Avrupa'nın her tarafında, kraliyet ailelerinde, asilzâdelerde, zengin tüccarlarda çok yaygın görülmüştür. 18. yüzyılda Fransızlar "damla" anlamındaki "goutte" (okunuşu "gut") kelimesini tercih etmişler ve aniden ayak parmağına "yakıcı damla" gibi düşerek başlamasına bağlamışlar. İngilizler "gout", Almanlar "Gicht" demişlerdir. 1827'de eğitime başlayan Tıbhane-i Âmire'de "gut" olarak okutulmuş ve halen Tıp fakültelerinde "podagra / nikris" yerine "gut" terimi kabul görmektedir.
Günümüzde de Gut hastalığına rastlanmaktadır (ülkemizde % 1 sıklık). Vakaların % 90'ı erkekler olup, 40 yaşından sonra ilk atak (bol etli ziyafet ve içki sonrası) sabaha karşı ayak başparmağının kökünde şiddetli "kemirici" ağrı ile başlar. Hasta örtüyü atar, dokundurtmaz, kalkamaz, basamaz, çorap ve ayakkabı giyemez, ağrıkesici için yalvarır. Tedavi edilmese dahi bir hafta içinde kızarıklık, şişlik ve ağrılar azalır, sekerek yürümeye başlar. Fakat hastalık nöbet nöbet tekrar eder, diğer ayak eklemlerine ve el-bilek-dirsek eklemlerine de yayılır. Senelerce devam eden nöbetler eklemlerde kalıcı çarpıklıklara, şiddetli ağrılara, uykusuz gecelere sebep olur. Bazı şişliklerde (tofüs) ince sert ürat kristalleri deriyi delerek açık yaralara dönüştürürler. Bu hastalık kadınlarda nadiren, 50 yaş sonrası görülebilir. Genç yaşta içki içmeye başlayan erkeklerde ise 30-lu, hatta 20-li yaşlarda ilk ataklar başlayabilir.




NİKRİS: SEBEPLERİ VE SONUÇLARI

Eklemsel şekliyle seyreden hastalık yıllarca sürüp gider, hastanın hareketlerini kısıtlar, yaş ilerledikçe ağrılar küntleşir, hasta yatalak duruma düşer, fakat dolaşım-solunum etkilenmedikçe bakıma muhtaç şekilde yaşamaya devam eder, ailesine ve çevresine yük oluşturur.

Ortaçağ inançlarına göre cinsellik (tanrıça Venüs) ve alkollü içki (tanrı Bacchus) arasında kalan Podagra hastaları gazap tanrıçası İra'nın (yılan olarak tasvir edilir) hiddetine katlanma mecburiyetinde kalırlar.

Klinik tıbbın kurucusu İngiliz hekim Thomas Sydenham (1624-1689) ünlü monografisinde ("Tractatus de Podagra et Hydrope", 1683) bu hastalığın "Hydropie" (suluca, küpleme, Osm. istiskâ) ile bağlantılı olduğunu ispat etmiş ve su tulumu gibi şişen hastaların hayatlarını kaybettiklerini bildirmiştir. Yani böbrek yetmezliğine işaret etmiştir.

Bugün biliyoruz ki, Gut hastalığı sadece bir eklem yangısı olmayıp kalıtsal metabolizma bozukluğudur. Aynen Diyabet (Şeker hastalığı) gibi, beslenme ve yaşam tarzı ile doğrudan ilintilidir. Fakat Diyabet'te karbonhidrat metabolizması söz konusu iken, Gut hastalığında protein metabolizması etkilenmektedir. Bu nedenle beslenme ve yaşam tarzı çok önemlidir. Özellikle besinlerde bulunan "adenin" ve "guanin" aminoasitlerini içeren nükleoprotein'lerin itrah edilmesi esnasında kanda "ürik asit" seviyesi yükselerek eklem çevresinde, idrarda ve böbreklerde, damar cidarlarında ürik asit tuzlarının (urat'ların) depolanmasına sebep olmaktadır. Kandaki alkol seviyesi ise uratların kristalleşmesini hızlandırarak hastalığın daha erken yaşlarda görülmesine ve daha ağır seyretmesine yol açmaktadır.

"Ekberiyet" devrinde (1617'den sonra) Osmanlı şehzadeleri genç yaştan itibaren dört duvar arasında hareketsiz, alkolsüz, cinsellikten mahrum ve az proteinli beslenmeye mahkûm "kafes" hayatı yaşayınca eklem ağrılarından şikayet etmemişler, fakat böbrek ve mesane taşları (hasât-ül kilye vel mesâne), böbrek yetmezliği (istiskâ, nefrotik ödem), kalp durması (sekte-i kalb) ve beyin inmesi (sekte-i dimâgıyye) gibi bedensel hastalıklara kapılmışlardır.

Metabolizma olunca perhiz ön plana çıkmaktadır: kırmızı et (özellikle av etleri), sakatat, havyar, kabuklu deniz ürünleri ve alkol kesinlikle yasaktır! Bunu bilmeyen Osmanlı sultanları avcılık sporunu sevmişler, av etlerini ve sakatatı eksik etmemişler, bazıları da alkolden uzak durmamışlar! Beyaz et (tavuk, balık), mantar ve kuru baklagillere de sınırlı izin verilir.

Günümüzde bu hastalığın spesifik tedavisi vardır. Artık bütün dünyada her kan tahlili yapılırken daima "ürik asit" ölçülür ve yüksek bulunanlar hemen tedaviye alınır. Bu total tarama ve önleyici tedavi çok iyi sonuçlar vermiş, eklem sancıları baskılanmış, tofüs şişlikleri görülmemekte, böbrek işlevleri korunmakta, uzun vadede damar sertliği ve tansiyon önlenmektedir. Olan bizim Osmanlı sultanlarına olmuştur - genetik mirasları nedeniyle çok çekmişler ve genç yaşlarda ölmüşlerdir. 



   





 BİPOLAR BOZUKLUK
 

Çağdaş Psikiyatri literatüründe “Bipolar Bozukluk” (kıs. BPB, İng: Bipolar Disorder, yani “İki Uçlu Bozukluk”), en sık konulan teşhislerden biridir. Eskiden Manik-Depresif Ruh Hastalığı (Manic-Depressive Psychosis) deniyordu ve birbirine zıt kutuplu gibi görünen coşkulu taşkınlık hali (mania) ile onu takip eden durgunluk ve çökkünlük (depression) safhası kastediliyordu. Orta Çağlarda ise tıbbi terimler Grekçe-Latince ifade ediliyor ve bu hastalığa “Cyclophrenia” (= Siklofreni) denirdi. Grekçe “cyclos” (döngü, çember) ve “phrene” (zekâ, anlak) sözcükleri birleştirilmiş, “döngüsel zekâ” anlamında idi. Yani bu hastalar akıllı ve zeki olup, duygudurum döngüsüne kapılıyorlardı.
 
Çok eskilerden beri tarifi yapılan bu hastalığın tanımı, sınıflandırılması ve nomenklatür adlandırılması psikiyatrinin ayrı bir uzmanlık alanı olarak teşekkül etmesiyle gerçekleşmiştir. İslâm tababetinde ise  (cerrahlar ve göz hekimleri dışında) dar ihtisaslaşmaya gidilmemiş, fakat ruhsal hastalıklar daima “tabib” yetkisi kazanan kişilerin ilgi alanında bulunmuştur. Bu hususta “Edirne Dar-üş-şifa”sı ayrıca bir ün kazanmıştır. Hastalık erkeklerde, kadınlara göre, iki misli daha sık görülür (bizim sultanlar da sadece erkektir). Genelikle 20-li yaşlardan sonra ilk bunalımlar başlar, fakat günümüzde ergenlik (17-19 yaşları), hatta çocukluk (7-8 yaşlar) çağında da tespit edilmiştir. Bugün sosyal durum, fakir-zengin, okumuş-cahil farkı görülmemekte, meslek ve etnik aidiyet de bildirilmemektedir. Kırsal alanda yaşayanlara göre şehirlilerde daha sıktır. Hastalığın tipik seyri tarif edilir, fakat çok sayıda atipik formları da artık bilinmektedir.

Genellikle ilkbaharda manik atak ile başlar: hasta heyecanlıdır, coşkulu planlar ve konuşmalar yapar, kendini güçlü ve becerikli hisseder, çok hareketlidir, yerinde duramaz, uykusuz geceler takip eder. Yeme içmeden kesilir, günlük çalışmalarını aksatır, ailesini unutur. Gerçekçi olmayan büyük hayaller kurar, büyük işlere atılır, kendisini anlamayanlara karşı öfke patlamaları ve fevrî davranışlar sergiler. İşte böyle durumlarda cinayet işleyebilir [en yakındakiler bile (ana, baba, kardeş) tehlikede olur, şayet hasta kişi bir komutan, bey, hükümdar ise suçsuz veya tamamen ilgisiz kişilere karşı katliam emirleri verebilir] veya anlaşılmamanın umutsuzluğu ile kendi hayatına kastedebilir (intihar). Haftalarca devam eden bu süreçten sonra hasta sakinleşir ve günlük işlerine dönebilir. Sonbaharda (veya çok değişik bir süre sonra) hasta durgun, düşünceli, az hareketli ve az konuşan, hayattan zevk almayan, kapanık ve umutsuz bir ruh haline dönüşür. Rutin günlük çalışmalarını sürdüremez hale gelir. Bu safha durgunluk ve çökkünlük (depresyon) olarak tanımlanır. Daha uzun süren bu safhada, hayattan zevk almayan hasta intihara sürüklenir [Ayrıca psikiyatride tek başına, sadece ve sürekli “major depresyon” ile seyreden ruh hastalığı da vardır]. Bu safhada çevresindekilere zararı olmayan hastanın kendisinedir muhtemel zararı. Tedavi görmese bile bu ruhsal durum da kendiliğinden atlatılabilir, fakat belirsiz bir süre sonra her şey yeniden tekerrür eder (“cyclic”, döngüsel). Yıllar geçtikçe bu nöbetler seyrekleşir, şiddeti azalır ve hasta nispî şifa bulabilir.

Bu tipik tablonun dışında son derece farklı (manik ağırlıklı, depresyon ağırlıklı veya karma) vakalar sık görülür. Bipolar Bozukluk bir akıl hastalığı değildir, hastanın zekâsı, konuşma ve düşünme melekeleri yerindedir. İyileştikten sonra mesleğine ve günlük çalışmalarına dönebilir. Günümüzde ise etkili ilâçlar sayesinde tedavi edilebilir, nöbetleri baskılanabilir, cinayet ve intihar eğilimler önlenebilir.

Eski hekimler “cyclophrenia” dışında, daha hafif seyreden “
cyclothymia”dan bahsederler, yani “döngüsel haletiruhiye”. Aslında belirgin bir hastalık sayılmayan, fakat coşkunluk ile durgunluk değişimleri gösteren mizaç (karakter) meselesidir.
 
Dünya sanat tarihinin en ünlü ressamlarından Vincent van Gogh’un ruhsal hastalığının Bipolar Bozukluk olduğu kabul edilmekte ve intiharı da ağır depresif safhada vuku bulduğuna inanılmaktadır. Bu dâhi, fakat bahtsız sanatçının ismi ve tabloları, bu hastalıkla savaşan dernek ve kuruluşların simgesi haline gelmiştir.

Diğer ruh hastalıkları gibi, Bipolar Bozukluk hastalığında da irsiyet (kalıtım) var olduğuna inanılmaktadır. Hem anadan, hem babadan evlâtlara (öncelikle erkek çocuklara) sirayet eder, fakat mutlak bir geçiş söz konusu değildir. Bazen bir veya birkaç nesil atlayarak daha sonraki kuşaklarda görülür. Hastalık yeni doğanlarda belli değildir ve ergenlik sonrası yaşlarda ilk belirtiler ortaya çıkar. Bu durum da genç bireylerin somut yaşam koşulları, okul, çalışma ve çevre ile ilgili sonsuz farklılıklar gösterebilir.

                                            Bipolar Bozukluk hastalığının farklı hallerini gösteren 

                                                                  fotoğraf çalışması



 

                                                 Bipolar Bozukluğun soyut sanatsal tasviri



                                                Bipolar Bozukluk ile simgeleşen ünlü ressam

                                                             Vincent van Gogh (1853-1890)




                                                         HANEDANIN İSİM BABASI 

I. OSMAN; OSMAN GAZİ

(1258, Söğüt - 1326, Yenişehir) = 68 yaş

hd. 1281 - 1326 = 45 yıl


 Sülâlenin ilk üyesi ve isim babası I. Osman Bey, diğer adıyla "Osman Gazi", aile ahfadının 641 yıl kesintisiz sürecek şanlı bir hükümdar hanedanına dönüşmesine vesile olmuştur. Fakat kişiliği hakkında bilgiler son derece eksik ve tamamen söylencelere dayanmaktadır. Okur-yazar olmadığı kesindir, adına inşa edilmiş bir cami bile yoktur. İkamet ettiği sarayı, kalesi, evi, hatta gerçek isminin Osman (yani üçüncü İslâm halifesinden esinlenmiş) olup olmadığı da bilinmemektedir (çünkü babası, amcası, kardeşleri ve oğulları has Türkçe isimler taşımaktadırlar). Sadece oğlu Orhan tarafından Bursa'da inşa edilen mezarı (Abdülaziz döneminde yenilenmiş haliyle) mevcuttur.

 Oğuzların Kayı aşiretine mensup küçük bir oymak başına, babası Ertuğrul'un ölümünden sonra geçmiştir. 90-lı yaşlarda, 1281 yılında vefat eden Ertuğrul Gazi'nin en küçük oğlu imiş ve 23 yaşında atılgan gözü pek savaşçı olarak aşiret reisliği seçimini kazanmış. Babası ile yaş farkı çok büyüktür, lider için de çok gençtir. Anadolu'daki 20 kadar Müslüman beylik arasında bu uç beylik kuzey-batı köşede kalmış ve doğrudan Hıristiyan Bizans toprakları ile çevriliymiş. Bu durum Beyliğin avantajı olmuş. İslâm inancına göre gayrimüslimlerle savaşmak ve ganimet toplamak mübah sayıldığı için, gazâ anlayışı ve ganimet beklentisiyle Anadolu'nun genç savaşçıları (gaziyân) Sakarya kıyılarına akın etmişler ve Osman'ın emrine girmişler.

 

Bizim için önemli olan 45 yıl iktidarda kalan ve 1299'da adına hutbe okutan (bağımsız beylik ilan eden) Osman Gazi'nin ruh ve beden sağlığıdır. Bu hususta menkıbeler bazı ipuçları veriyorlar ve nesiller boyu aktarılacak kalıtsal ruhsal ve bedensel sorunlara işaret ediyorlar.

 

Aşiret reisi seçilmesinden epeyi sonra, anlaşmazlık içinde bulunduğu öz amcası 90-lık ihtiyar Dündar Bey'i bizzat kendisi ok ile vurarak öldürmüştür. Alenen, herkesin gözü önünde gerçekleşen olay, sıra dışı çarpıcı bir yargısız infaz olup, Osman Bey'in mutlak itaat isteyen, itirazlara dayanamayan "tek adam" tutkusunun ani dışa vurumu dur. Hanedanın ilk kurucu kişisinde aile fertlerini katledebilen ruh halini görebiliyoruz. Bu nedenle, sonraki Osmanlı sultanlarında erkek soyundan gelen amca, kardeş, oğul ve torun katliamlarının başlangıcını bu ilk "amca katledilmesinde" görmeliyiz.

 

Bu öfke patlamasının ardından, 50-li yaşlara gelince, Osman Bey ilahi cezasını çekmeye başlar - ayak parmak eklemlerinde başlayan kızarıklık ve şişlikler, dayanılmaz şiddetli ağrılar ve uykusuz geceler "nikris" illetini musallat edecektir. Nöbetleşe gelen ve yıllarca süregiden, başka eklemlere de yayılan, öldürmeyen, fakat çok çektiren bu hastalıktan artık kurtulamayacaktır. O cengâver "Osmancık" artık ata binemeyecek, yürüyemeyecek, iki ayak üzerine duramayacak ve kötürüm hale gelecektir. Hareketli yaşama alışmış bir "Bey" için yıllarca âciz ve yatalak olmak büyük bir azap kaynağı olsa gerek. Fakat 68 yaşındaki ölümüne kadar bu ıstırabı çekecektir. 60-lı yaşlarda oğlu Orhan'ı kendisine vekil tayin ederek seferlerden gelen haberleri bekleyecektir. Bursa'nın fethedildiği yılda, yatalak hastalarda gelişen solunum ve dolaşım yetmezliğinden vefat edecektir (21 Ağustos 1326).

 

Hanedanın kurucusu Osman Gazi'de, kuşaklar boyu sürecek iki ailevi rahatsızlığın tohumlarını tespit etmek mümkündür: biri ruhsal hastalık (Bipolar Bozukluk), diğeri de müzmin bedensel hastalık (Nikris, Gut).

 

 

           



 




TÜRKMEN GELENEĞİNDEN İLK HÜKÜMDARLAR:


 ORHAN GAZİ

(1281, Söğüt-1362, Bursa) = 81 yaş

hd. 1326-1362 = 36 yıl

 

Osmanoğulları Hanedanının ikinci üyesi Orhan Gazi de babasının en büyük oğlu değildir. Fakat kardeşleri arasında en cevval ve aklıselim olup, 17 yaşından itibaren bütün gazâlara katılmış, cesaretle savaştığı için coşkunluk enerjisini bu yönde tatbik etmiştir. 1320'den itibaren babasına vekâlet etmiş ve Bursa'yı teslim almıştır (9 Nisan 1326). Ağabeyi Alâeddin Ali ve kendisinden küçük dört erkek kardeşinin ittifakıyla Âhi önderleri tarafından 44 yaşında iken "Bey" seçilmiş ve 37 yıl Beyliğini kavgasız idare etmiş, kardeş kanı dökmemiştir. Aile fertlerine görevler yüklemiş, halkın arasında bizzat dolaşarak "en babacan" hükümdar sayılmıştır. İlk para bastıran, tuğra çizdiren, camiler (Bursa, Bilecik) ve medreseler (Bursa, İznik) inşa ettiren, İslami kuralları tatbik eden Osmanlı hükümdarıdır. Fakat akıllıca ve diplomatik hareket etmiş, komşu Karesi Beyliğini, Gerede Beyliğini ve Ankara şehrini topraklarına katarak, babası gibi sadece gayrimüslimlerle savaşmamış, Anadolu'daki Türkmen beyliklerini birleştirme azmini göstermiştir. Bizans İmparatorluğu'nun taht mücadelelerinden yararlanmış ve Avrupa yakasına asker göndererek Rumeli fütuhatını başlatmıştır (ancak kendisi Rumeli'ne ayak basmamıştır). Fakat yabancı soydan ilk eş alan Osmanoğlu olmuştur: bilinen üç eşi de Rum asıllıdır: 17 yaşında aşk ile evlendiği Yarhisar tekfurunun kızı Holofira (Nilüfer Hatun)'dan oğulları Süleyman ve Murat dünyaya gelmişler ve hanedanı Murat sürdürmüştür. İleri yaşlarında, Hıristiyan hanedanlar ile ilk siyasi evlilikler de yapmıştır: Asporça Hatun (Bizans İmparatoru III. Andrikos'un kızı) ve Teodora Hatun (Bizans kontra-imparatoru Kantakuzenos'un kızı).

Kendisinde herhangi bir ruhsal dengesizlik bildirilmemiş, belki de bunun için en uzun yaşamıştır (81 yaş Osmanoğulları için bir rekordur). Fakat "baba mirası" nikris illetinden muaf olmamış, tam tersine uzun ömürlü olduğu için 65 yaşından sonra savaş meydanlarında görülmemiştir. Önce büyük oğlu Gazi Süleyman Paşa'yı vekil tayin etmiş, onun 1359'da av esnasında atından düşerek ölmesi üzerine ikinci oğlu Murad'a vekâlet vermiş ve Bursa'daki ilk Osmanlı Sarayında 1362 yılında sessizce dolaşım ve solunum yetmezliğinden ölmüştür. Babasının yanında Gümüşlü Kümbete (eski Saint Elie Manastırı) gömülmüştür. Depremlerde yıkılan bu ilk Osmanlı türbesini, 1863 yılında Sultan Abdülaziz, yan yana iki ayrı türbe halinde yenilemiştir.

Göçebe Türkmen geleneklerinden (et ağırlıklı beslenme!) gelen Osman ve Orhan tartışmasız uzun yıllar nikris (gut, podagra) zahmetine katlanmışlar, oğullarına vekâlet vererek fetihlere göndermişler, fakat nispeten uzun yaşamışlar, muhtemelen alkol kullanmamışlar! Osman 68 yaşında, Orhan 81 yaşında eceliyle (dolaşım ve solunum yetmezliği) hayata göz yummuşlardır.





 

 




I. MURAT HÜDAVENDİGÂR

(1326, Bursa - 1389, Kosova) = 63 yaş

hk. 1362-1389 = 27 yıl

 

Hanedanın üçüncü üyesi I. Murat da en büyük şehzade değildir. Kendisinden 10 yaş büyük (ana bir, baba bir) öz ağabeyi Süleyman'ın (Rumeli fetihlerini başlatan, Gazi ve ilk Paşa unvanlı) av esnasında kazaen attan düşerek hayatını kaybedince (1359) onun yerini almış ve ağır hasta olan babası Orhan Gazi tarafından vekil tayin edilmiştir. Babasının 1362'deki ölümüne kadar 3 yıl fiilen devleti yönetmiş ve fetihleri sürdürmüştür. Bu esnada Edirne de fethedilmiştir (1361). Babası öldüğünde Rumeli'de savaşıyormuş. Gıyabında, Bursa Ahileri  tarafından  "Bey" seçilmiş, 36 yaşında evli ve çocuklu imiş.1381'den sonra gerçek bağımsız "sultan" unvanı almış. Daha resmen seçilir seçilmez, 1362 yılında, hayatta olan iki erkek kardeşini (farklı annelerden) - Eskişehir'de 16 yaşındaki Halil ve İznik'te 6 yaşındaki İbrahim'i ortadan kaldırmıştır. Kan akıtmamıştır - Osmanlı'nın ünlü kansız katletme silahı "kement" ile boğdurulmuşlardır. Resmi tarihçiler çok ketumdur, ayrıntıya girmezler. Bu çocukların "iktidara isyan hazırlamakta" oldukları için ortadan kaldırdıklarını yazarlar. Fakat uzun hanedan tarihinde "kardeş katliamı" başlamıştır.

1373 yılında ise kendi oğlu, 14 yaşındaki Savcı Bey'i katletmiştir. Bizans prensi Andronik ile birlikte babalarına karşı isyan etmişler, yakalanmışlar ve kör edilme cezasına çarptırılmışlar. Andronik ölmemiş (keskin sirke gözlerine dökmüşler), sonradan imparator da olmuş. Fakat kızgın demirle mil çekilen Savcı'nın yaraları açılmış (Bizans usulü bu cezayı Osmanlı cellâtları becerememişler) ve bilâhare zavallı çocuk da boğdurulmuş. Böylelikle I. Murat hem kardeş, hem de oğul katliamlarını ilk uygulayan hükümdar olarak tarihe geçmiştir. Taht uğruna yakın aile fertlerini acımasızca katletme silsilesi başlamıştır. Çok eşlilik ve çok çocukluluk Osmanlı sultanlarının doğal babalık duygularını köreltmiş, muhtemel iktidar müddeileri olarak gördükleri erkek kardeşlerine ve oğullarına karşı içgüdüsel bir kuşku beslemişler, bir rakip gibi görmüşlerdir.

Halil İnalcık'a göre 1. Murat "...kendini Tanrı ilhamına mazhar bir veli şeklinde hissetmiş, gazâyı dinî bir ödev gibi benimsemiştir..."Bu nedenle özel bir unvan "Hüdavendigâr" (Farsça "Hudâ" = Tanrı + “vendi+gâr” = tanrı görevlisi) kullanmıştır. Sonradan bu Farsça kelime külliyesinin bulunduğu semte, şehre ve eyalete de geçmiştir.

Rumeli'yi ikinci vatan haline getirmiş, Yeniçeri Ocağını kurmuş, sarayda "iç oğlanlar" teşkilatı başlatmıştır. Bulgar prensesi Kera Tamara ile siyasi evlilik yapmış (çocuğu bilinmemektedir, fakat Bulgar devletini himaye etmiştir), kızını Karamanoğlu'na vermiş, Germiyanoğlu'nun kızını oğlu Bayezid'e almış, Hamidoğullarından para karşılığı Göller Bölgesini satın almıştır. Askeri ve diplomatik başarılar sonucu, devleti iki kıtada büyütmüş ve Sultanlık haline getirmiştir.

Nikris zahmeti çektiğine dair kayıt olmamasına rağmen, 63 yaşında şehit edildiği Birinci Kosova Savaşını (1389) çadırından izlediği kayıtlara geçmiştir. Bu şehadet I. Murad'ın hatırasını yüceltmiş ve katliamları unutulmuştur. Kosova Savaşında suikast ile öldürülmesi hem içeride, hem Hıristiyan dünyasında ("Amourad" olarak bilinmiştir) popüler yapmıştır. İki türbesi bulunan tek "şehit padişah" olarak ziyaretçi toplamaktadır. Yerli ve yabancı ressamlara konu olmuştur - suikastın farklı versiyonları (hançerle, kılıçla, mızrakla) çizilmiştir.

Birinci Murat'tan sonra devlet Osmanoğulları sülâlesinin mülkü olmaktan çıkmış, sadece hükümdar tahtına oturanın malı sayılmıştır.
































YILDIRIM BAYEZİD

(1360, Bursa-1403, Akşehir) = 43 yaş

hk. 1389- 1402 = 13 yıl

 

Osmanoğulları sülalesinde Bipolar Bozukluk için en çarpıcı örnek Yıldırım Bayezid'in hayat hikâyesidir. Bilindiği gibi bunlar daha akıllı ve zeki olurlar, fakat zaman zaman duygusal taşkınlıklara kapılırlar.

Çocukluğu hakkında bilgi yoktur. O da babası 1. Murad'ın en büyük oğlu değildir, annesi Rum asıllı Gülçiçek Hatun'dur. Babasının Farsça tercihleri nedeniyle "Bâ-"= ile (önek olarak kullanılır) + "Îzid"= Tanrı; Bâizid, yani "Allah ile" Farsça özel isim taşımaktadır (o yıllarda Anadolu'da yaygındır). Avrupalılar da "Baizetes" olarak yazarlar. Türkçede sonradan galat olarak "Beyazıt" şeklini almıştır.

Osmanlı kaynaklarında ilk defa 21 yaşında iken, Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı Devlet Hatun ile evlendirilmesi vesilesiyle adı geçer. Gelin çeyizi olarak verilen topraklara (Kütahya, Eskişehir) sancakbeyi atanmış ve babasının Anadolu seferlerinde gözü pek savaşçı olarak "Yıldırım" lakabıyla ünlenmiştir. 1389 Kosova Meydan Savaşında (29 yaşında) Osmanlı ordusunun sağ kanadına kumanda ederken üstün savaşçı yeteneklerini kanıtlamıştır. Çarpışmaların bitimine doğru babası Sultan 1. Murat düşman tarafından şehit edilince, vezir-i azam Çandarlı Ali Paşa önce Bayezid'e haber göndermiş ve hemen orada onu sultan ilân ederek biat etmişlerdir. Bayezid'in hüküm sürdüğü 13 yıl hep vezir-i azam kalmıştır. Sol kanada kumanda eden ağabeyi Yakub'a ise sonradan "baban seni çağırıyor" diye haber gönderilmiş ve hükümdar çadırında, 1. Murad'ın cesedi başında yay kirişleri ile boğdurulmuştur. Daha önceden İznik'te yaptırdığı camisinin avlusuna gömülmüştür. Taht uğruna, 30 yaşına gelmiş, yetişkin bir şehzadenin katledilmesi orduda infial yarattığı için ilk defa askere cülus bahşişi dağıtılmıştır. Sonradan bu gelenek haline gelmiş ve Osmanlı hazinesine yük oluşturmuştur.

Kosova Savaşından sonra Sırbistan başkenti Kruşevac (Alacahisar)'a gitmiş ve savaş alanında öldürülen despot Lazar'ın yerine genç oğlu Stefan Lazareviç'i atamış ve kızı Olivera'yı eş olarak almıştır. Bulgaristan Çarlığını ortadan kaldıran, Tuna'yı geçerek Eflak Voyvodalığını haraca bağlayan "Sultan Bayezid Han" Sırbistan'ı müttefik olarak korumuş ve onlar da ihanet etmemişlerdir.

1. Bayezid içkiye ve sefahate düşkün olan ilk Osmanlı hükümdarıdır. Niğbolu zaferinden (1396) Ankara bozgununa (1402) sürüklenen çıkışları ve inişleri, onun coşku ve özgüven hezeyanlarına işaret etmektedir. On üç yıl iktidarda kalan Yıldırım Bayezid "...çok kibirli, alıngan, aceleci, aşırı derecede cesur, hem âdil hem acımasız..." tanımlanmıştır (N. Sakaoğlu). Böyle mağrur bir hükümdarın Ankara Savaşında esir edilmesi ve yedi ay on gün Anadolu'da dolaştırılması korkunç bir çökkünlük (depresyon) sebebidir.

Bazı kaynaklara göre Akşehir'de iken, kapatıldığı tutsak odasında başını taşlara vurarak intihar etmiştir. Tıbben inandırıcı değildir. Timur'un yanında bulunan tarihçilere (İbn-i Arabşah) göre ise zaten ayakları ağrıyormuş (biz "nikris" olduğunu biliyoruz) ve öksürüyormuş (bronşit). Anadolu ayazında üşütüp "humma-i muhrika"dan ölmüş ["muhrika" = yıkıcı, yakıcı; "humma" = ateşlenme; yani "zatürree, pnömoni"].

Ne yazık ki, öldüğünde 43 yaşında imiş ve 9 oğlundan yetişkin 5'i birbirlerini (Fetret Devrinde) yok ettiler, sadece en akıllı ve temkinli olan Mehmet Çelebi (1. Mehmet) hayatta kalıp hanedanı devam ettirebilmiştir.

Osmanlı sultanları arasında düşmana esir düşen tek hükümdardır. Kendisinden sonraki Osmanoğulları bu olayı gururlarına yedirememişler ve mezarını hiç ziyaret etmemişler. Tarihçiler ise hayatına son verdirerek "onurlu" bir çıkış uydurmuşlardır.

Türkmen geleneğinden gelen ilk dört Osmanlı hükümdarı toplam 120 yıl hüküm sürmüşler, hepsi irsi nikris hastalığından çekmişler, fakat nispeten uzun yaşamışlardır. Sadece Yıldırım Bayezid içkiye alışmış (kimi Olivera alıştırdı, kimi Sadrazam Ali Paşa alıştırdı derler), şikâyetleri erken başlamış ve erken de ölmüştür. İrsi babadan oğula geçen Bipolar Bozukluk ruh hali Osman Gazi'de, Murat Hüdavendigâr'da ve özellikle Yıldırım Bayezid'de belirgindir ve aşırı katliamlarla sebep olmuştur. Orhan Gazi Bizans (Rum) prensesleri, 1. Murat Bulgar prensesi, 1. Bayezid ise Sırp prensesi eş olarak almışlar, siyaset uğruna farklı ırklarla hanedanı karıştırmışlardır.













FETRET DEVRİ HÜKÜMDARLARI

(1402 – 1413)


Türkmen geleneğinden gelen ilk dört kuşak Osmanlı hükümdarı, devleti kurmuşlar ve büyütmüşler. Fakat en cesur ve atılgan olan dördüncü nesil temsilcisi (Yıldırım Bayezid) riskli bir savaşa girişmiş, mağlup olmuş, esir edilmiş ve sultanlık uçurumun kenarına gelmiş. Şans eseri, daha Orhan Gazi zamanında, Avrupa kıtasına atlanmış ve fetihlerle geniş egemenlik alanı kazanılmış. İşte bu Rumeli toprakları ve onların doğal merkezi Edirne, Timur faciasından hiç etkilenmemiş ve Osmanlı'nın geleceğini kurtarmıştır. Amasya Sancakbeyi Mehmet Çelebi de zarar görmemiş, çünkü Timur o taraflara uğramamış.

 


SULTAN 1. SÜLEYMAN

         (Emir Süleyman Çelebi)

(1377-1411) = 34 yaş

hd. 1402-1411 = 9 yıl

 

1402 Ankara Savaşından sağ kurtulan en büyük şehzade Süleyman Çelebi, sadrazam Çandarlı Ali Paşa ile kaçarak Edirne'ye ulaşmış ve babasının tahtına oturmuş. 1405'te Anadolu'ya geçmiş, Bursa ve Ankara'yı ele geçirmiş, Saruhanoğulları’nı ve Aydınoğulları’nı kendine bağlamış ve Amasya'daki kardeşi Mehmet Çelebi de üstünlüğünü tanımış, kendisiyle savaşmamıştır. 9 yıl hüküm süren Süleyman Çelebi'yi Avrupalı Hıristiyan devletler de tanımışlar, "Sultan Çelebi" (Chalepin, Calepinus) adıyla 5. Osmanlı hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. Gençliğinde atak ve cevval olan Süleyman, zaman içinde barışsever, eğlence ve içki düşkünü olmuş (Çandarlı Ali Paşa'nın etkisi), oğlanlı hamam âlemlerine alışarak lâkayt ve küstah davranmaya başlamış. Anadolu'daki kardeşi Mehmet ve diğer Türk Beyleri, kardeşi Musa'yı Eflak Voyvodası Mirça'ya göndererek Süleyman'a karşı kışkırtmışlar. Tuna boylarından inerek Edirne'yi basan Musa ağabeyini gece yarısı kaçırtmış. Döğenciler (bugün Alpullu'nun 2 km doğusunda) köylüleri kendisini tanımışlar ve kanlı şekilde öldürmüşler. Hanedan kanını akıttıkları için, Musa'nın emriyle idam edilmişler ve köyleri de yok edilmiş.


 

SULTAN MUSA (ÇELEBİ)

 (Soltan Moses)

        (1388-1413) = 25 yaş

 hd. 1411-1413 = 2 yıl 5 ay


 

Kardeşler arasında babaları I. Bayezid'i mizaç ve davranış bakımından en fazla andıran Musa Çelebi'dir. On dört yaşında iken Ankara Savaşında esir düşmüş ve yedi ay sonra babasının cenazesini Akşehir'den Bursa'ya getirmiştir. Yirmi yaşına gelince, Anadolu Beyleri bu hareketli ve coşkulu genci Sinop'tan Karadeniz yoluyla Eflak'a göndermişler. Mirça'nın damadı olmuş ve onun askeri ve maddi desteği ile Dobruca’dan ve Deliorman'dan asker toplamış ve Edirne'ye yürümüştür. Süleyman Anadolu'da imiş, onun askerlerini Yanbolu Savaşında (Şubat 1410) yenmiş ve 4 ay tahtta oturmuş. Haziran 1410'da Rumeli'ye geçen 11 yaş büyük ağabeyine art arda iki çarpışmada yenilmiş, fakat pes etmeyerek Balkan dağlarında gerilla savaşı yürütmüş. Şubat 1411'de ani gece baskınıyla Edirne'ye girmiş ve sultanlığını ilan etmiş. 2 yıl 5 ay tahtta kalmış, sikke bastırmıştır. Avrupalılar da kendisini altıncı Osmanlı sultanı olarak tanımışlar (Soltan Moses). Mizaç olarak sert ve küstah tavırlarıyla vezirleri, saray ağalarını ve akıncı beylerini gücendiren Musa onların desteğini yitirmiş. Bizans'a karşı savaşmış, İstanbul'u muhasara etmiş. Bizans İmparatoru Mehmet Çelebi’yi çağırmış, destek vermiş ve İstanbul yakınlarında ikinci bir savaşı kaybedince Trakya içerlerine kaçmış. Takip edilmiş, Sofya ile Samokov arasında kıstırılmış, ağır yaralı ele geçirilmiş ve boğulmuştur (5 Temmuz 1413). Musa Çelebi'nin serüveni, babası Yıldırım Bayezid gibi aşırı özgüven, sert ve fevri davranışlar, öfke patlamaları ile cereyan etmiş ve hüsranla sonuçlanmıştır. 25 yaşındaki bu gencecik Osmanoğlu'nun cenazesi de Bursa'ya gönderilmiştir.


Fetret Devri'nde (1402-1413) Yıldırım-zadeler, birbirinden hırslı ve savaşçı ruhlu olarak, acımasız kanlı mücadeleye girişmişler ve birbirlerini bertaraf etmişlerdir. Süleyman 34 yaşında, Musa 25 yaşında cebren öldürüldükleri için irsi nikris illeti henüz gelişmemiş (40'tan sonra başlar), fakat Bipolar Bozukluk Musa'da belirgindir. Süleyman'ın aşırı içki alışkanlığı ise ruhsal durumunu maskelemiş, fakat bedenen ve sima olarak erken çökmüş görüntüsü vardır.



 




 







AMASYA ŞEHZADELERİ

 

Fetret Devri'nden sonraki bir asır (1413-1512) içerisinde, baba-oğul veraset çizgisinde 4 hükümdar Osmanlı Devletini birleştirmiş ve yükselişe geçirmiştir. Bunların zamanında İstanbul fethedilmiş, binyıllık Bizans İmparatorluğuna son verilmiş ve dünya sahnesine Osmanlı İmparatorluğu çıkmıştır. Birbirinden şanlı bu sultanlar şunlardır:

1) 1. Mehmet - 41 yaşında vefat

hd. 1413-1421 (8 yıl)

2) 2. Murat - 47 yaşında vefat

hd. 1421-1451 (30 yıl)

3) 2. Mehmet - 49 yaşında vefat

hd. 1451-1481 (30 yıl)

4) 2. Bayezid - 64 yaşında vefat

hd. 1481-1512 (31 yıl)

Eceliyle ölmüş olmalarına rağmen 50 yaşını geçememişlerdir (2. Bayezid hariç).

Bu hükümdarların ortak noktası Amasya'da Sancakbeyliği görevinde yetişmiş ve oradan gelerek tahta çıkmış olmalarıdır. [Not: bunlardan 2. Mehmet (Fatih) Amasya'da görev yapmamıştır, fakat ağabeyi "ulu şehzade" Alâaddin Ali, Amasya Sancakbeyi iken, 18 yaşında kazaen attan düşerek ölmüş ve 11 yaşındaki geleceğin Fatih'ine taht yolu açılmıştır].

Anadolu'nun en köklü tarihi geleneklerine sahip Amasya'da yetişen şehzadeler Anadolu-Selçuklu ve Türk-İslam çizgisinde eğitim almışlardır. Amasya'nın havasından mı, suyundan mı bilinmez, orada çocukluk ve ergenlik yıllarını geçiren Osmanoğulları inançlı, eğitimli, sanatçı ruhlu olmuşlar, fakat içkili ziyafet meclislerine (bazıları da keyif verici uyuşturuculara) alışmışlardır. Fakat çok tecrübeli, becerikli lalaları ve hocaları varmış ki, tahta çıktıklarında devlet yönetiminde başarılı olmuşlardır.

 

SULTAN 1. MEHMET (ÇELEBİ)

 (1380, Bursa-1421, Edirne)


Yıldırım Bayezid'in 1413'te Edirne tahtına oturan son oğlu olup, Anadolu ve Rumeli Eyaletlerini birleştirip bütünlüğü sağlayan, Hanedanın kurtarıcısı ve ikinci kurucu atası sayılır. Tahta çıktığında 33 yaşındadır, fakat Amasya'da 11 yıl Osmanlı Sancakbeyi, bilahare Amasya ve Bursa'da 11 yıl daha Timur'a bağlı Emir olarak idari ve askeri tecrübe kazanmıştır. Sultanlığı sadece 8 yıl sürmüşse de ağır gailelerle geçmiştir: Aydın ve Manisa'da patlak veren dini kisveli köylü isyanları (Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal), Deliorman'da yakalanan ve Serez'de yargılanıp asılan Şeyh Bedreddin Simavî olayı, Semerkant'tan çıkagelen küçük kardeş Mustafa Çelebi ("Düzmece" Mustafa) serüveni. Rumeli'de Eflak Voyvodası Mirça'ya karşı sefer düzenlemiş ve yeniden haraçgüzar yapmıştır. Anadolu'da kuzeni Karamanoğlu 2. Mehmed'i yenmiş, fakat hayatını bağışlamıştır. En belirgin özelliği Bizans ile iyi geçinmiş olmasıdır, Constantinopolis'i birkaç kez ziyaret edip ağırlanmıştır. İmparator Manuel'e "baba" diye hitap etmiş, küçük oğullarının canını güvenceye almak için ona vasiyet etmiştir (tabi, yerine geçen büyük oğlu buna uymamıştır).

Osmanlı minyatürlerinde ve Batılı gravürlerde mülayim ve hüzünlü gösterilmektedir. Vakanüvislerin anlatımı da iyi kalpli, fakat çöküntülü ruh halini teyit eder. Fakat hepsi, Karaman dönüşü Ankara'da ciddi bir sinir hastalığı geçirdiğini anlatırlar. Öyle ki, aylarca yatmış, Kütahya'dan ünlü tabip Şeyhî getirilmiș ve şifa bulmuş. Bu kadar ağır "sinir hastalığı" üzüntüden olmuşmuş. Yıllardır bu hastalığın ne olabileceğini araştırdım ve www.turktarihim.com (2017) sitesinde buldum. Eski Bizans kaynaklarında "epilepsia", yani "sar'a, tutarık" olarak belirtilmiş. Aniden şuur kaybı, çırpınma, ağız köpürmesi ve nöbetler halinde tekrarlanması. Eski çağlardan beri bilinen bu hastalığa Romalılar "morbus sacer" = kutsal hastalık, derlermiş ve Julius Caesar'da bile varmış. Bizim şair ve tabip Şeyhî (Hekim Sinan, Yusuf Sinanüddin) tabi ki bu hastalığı bilirmiş ve tedavi edebilmiş. Sonra Canik seferinde de rahatsızlık tekrar etmiş, fakat esas Mayıs 1421'de Edirne'de av esnasında nöbet geçirmiş, attan düşmüş ve belkemiği zedelenmiş. Felç olmuş, fakat kendine gelmiş ve "...ben bu döşekten kalkamam, tiz Murad'ı Amasya'dan çağırın ve ölümümü gizli tutun..." diyerek can vermiş. Ölümü 41 gün gizli tutulmuş, tahnit edilen cesedi pencere önüne oturtularak arkasındaki hizmetliler kolunu oynatmışlar. Henüz 17 yaşındaki oğlu 2. Murat da Edirne'ye ulaşmadan, Bursa'da tahta çıkartılmış ve biat töreni yapılmış.

Öleceğini hisseden Sultan 1. Mehmet, Bursa'da Yeşil Külliyesinde Türbesini yaptırmış ve 40 gün sonra ölmüştür. Edirne'de ise Eski Cami'yi 1414'te tamamlamış ve 1417-1418 arası Bedesteni de yaptırmıştır.








  






SULTAN 2. MURAT

 KOCA MURAT; GAZİ HÜNKÂR

                                                      (1404, Amasya-1451, Edirne)

                                                           hd. 1421-1451 = 30 yıl

 

2. Murat hem Amasya'da doğmuş (babası 1. Mehmed'in şehzadeliği sırasında), hem de Amasya Sancakbeyliği yapmıştır. Annesi Dulkadiroğlu Beyi'nin kızı Emine Hatun'dur (ana-baba Türk kökenli). Kendisinden önceki iki erkek kardeşi çocukluk çağında ölünce "ulu şehzade" olmuş ve babasının vasiyeti gereği 25 Haziran 1421'de 17 yaşında Bursa'da tahta oturmuş, cülus ve biat töreni yapılmıştır. Yaşı itibariyle kendisinden önceki hükümdarlara göre en genç sultan sayılır. İlk yılları rakipleriyle taht mücadelesiyle geçmiştir: amcası "Düzmece" Mustafa Çelebi'yi yakalayıp Edirne kalesi burcuna (1422), kardeşi 13 yaşındaki "Küçük" Mustafa'yı da İznik gölü kıyısında incir ağacına astırmıştır (1423). Diğer iki küçük kardeşinin gözlerine mil çektirmiş ve bunlar 1429 veba salgınında Bursa'da ölmüşlerdir.

1424 yılında kendisi Candaroğlu Beyi'nin torunu Halime Hatun ile evlenirken, müşterek bir düğünle üç kız kardeşini de (Sultan, Ayşe ve Hafsa) vezir ve komutanlara eş olarak vermiştir. Bu tutum ve davranışlarıyla Osmanlı Hanedanında Türkçülük akımının ilk temsilcisi kabul edilmiştir. Fakat siyasi evlilik de yaparak Sırbistan prensesi Despina Mara Brankoviç'i haremine almıştır.

Coşku ve enerjiyle Rumeli’de yeni fütuhata girişmiş: Selanik ve Yanya fethedilmiş, Bizans ve Arnavutluk Mora'ya kadar ele geçirilmiş, Erdel'e sefer düzenlemiş, Sırbistan'ı zapt etmiş, fakat Belgrad kuşatması (1439) başarısız olmuştur. Bu başarısızlık dönüm noktası olmuş, Macarlardan mağlubiyetler başlamış. Hunyadi Yanoş 1443'te uzun bir seferle Edirne'ye yaklaşmış, fakat ağır kış koşulları nedeniyle geri dönmüş. 2. Murat derin bir depresyona girmiş, bizzat savaşlara gitmemiş, toprak kayıplarına ve para tazminatlarına razı olarak "Edirne-Segedin Antlaşması’na imza atmış. Aynı yılının ilkbaharında çok sevdiği, 18 yaşındaki büyük şehzadesi ve Amasya Sancakbeyi Alâattin Ali'yi atlı kazada kaybetmiş. Bunun üzerine 2. Murat, Osmanlı tarihinde başka bir örneği olmayan, akıl almaz şekilde tahttan çekilmiş ve 12 yaşındaki ikinci oğlu Mehmed'i yerine (kaim-i makam) bırakarak Manisa'da inzivaya çekilmiş. Aslında kendini psikoterapiye almış, Mevlâna'ya sığınmıştır. Vakanüvislerin ifadesiyle "malihulyâ, karasevda", yani "melancholia", melankoli. Aslında Bipolar Bozukluğun çökkünlük evresi olarak görmek lâzım.

Bunu haber alan Papa, fırsattan istifade etmek istemiş ve Hunyadi'nin askeri idaresinde büyük bir Haçlı Seferi düzenlemiş. Balkan dağ geçitlerinden korkmuş olan Haçlılar, Tuna nehrini takip ederek Varna limanına yönelmişler. Acilen çağrılan Murat ordunun başına geçmiş ve Varna Meydan Muharebesini kazanmıştır (10 Kasım 1444). Tekrar Manisa'ya dönen 2. Murat, 1446'da yeniçerilerin "buçuk akçe" zam isteği ile Edirne'nin en yüksek tepesine çıkmaları üzerine Edirne'ye gelerek tekrar tahta oturmuş, 5 yıl daha hüküm sürmüş ve tekrar saldıran Hunyadi ordusunu İkinci Kosova Savaşında (17-20 Kasım 1448) mağlup etmiştir. Bu savaşa, 16 yaşına gelmiş olan oğlu Mehmed'i de götürmüştür. Dönüşünde Mehmed'i Dulkadiroğlu Beyi'nin kızı Sitti Şah Hatun ile evlendirmiştir.

1450 yılında Tunca kenarında yeni sarayının inşaatına başlamış, fakat 3 Şubat 1451 günü şiddetli baş ağrısı ile yatağa düşmüş, felç olmuş (nüzûl, sekte-i dimâgiyye) ve üç gün içinde vefat etmiştir. Onun ölümü de 14 gün saklı tutulmuş ve Manisa'dan gelen 2. Mehmet (19 yaşında) 17 Şubat'ta kalıcı olarak tahta çıktıktan sonra cenazesi, daha önce Bursa'da yaptırdığı Muradiye Külliyesi'nin avlusuna gömülmüştür. Vasiyeti gereği ilk oğlu Alâaddin'in bitişiğine üstü açık türbe yapılmıştır.

Edirne'yi imar eden 2. Murat burada Üç Şerefeli Cami, Darülhâdis, önce Mevlevihane olan Muradiye Camii’ni ve Cisr-i Ergene köprüsünü (Uzunköprü) inşa ettirmiştir.

2. Murat eğitimli ve inançlı yetişmiş, şair ve âlimlerin sohbetini severmiş, kendisi de şiirler yazan ilk Osmanlı sultanıdır. Bu sohbetlerinde içki de eksik olmazmış:

   Sâki, getür, getür yine dünkü şarabımı

   Şöyle, dile getür yine çenkü rebâbımı

   Ben var iken gerek bana bu zevkü sefa

   Bir gün geleki görmiye kimse türâbımı (R.E.Koçu'dan)


 













 






FATİH SULTAN MEHMET

 

MUHAMMED-İ SANİ; EBÛL-FETH

 

(1432, Edirne - 1481, Çayırova, Gebze) = 49 yaş

hd. 1451-1481 = 30 yıl

 

Babası gibi o da genç yaşta tahta çıkmış (19 yaşında), aynen onun gibi 30 yıl iktidarda kalmış ve genç yaşta (49 yaşında) beklenmedik bir şekilde hayata veda etmiştir. Hicri 27 Receb 835 = Miladi 30 Mart 1432'de Edirne Eski Sarayında (Saray-ı Atik) Rum asıllı cariye Hüma Hatun binti Abdullah tarafından dünyaya getirilmiştir. Sultan 2. Murad'ın üçüncü sıradan oğludur, fakat ilk oğul "Büyük Ahmet" 14 yaşında, ikinci ağabeyi Alâaddin ise 18 yaşında attan düşerek ölünce, 11 yaşında kıdemli oğul (ulu şehzade) durumuna gelmiş ve 1443'te Saruhan Sancakbeyi olarak Manisa'ya gönderilmiştir.

Daha Edirne'de 7-8 yaşlarında iken, özel hocasına göre dik kafalı, kendini beğenmiş ve "hiperaktif çocuk" imiş. Sonraları, 12 ilâ 14 yaşlarında, babasının arzusu ile Edirne tahtına "kaim-i makam" olarak oturtulmuş ve ilerisi için fevkalâde deneyim kazanmıştır. Babasının ölümünden sonra 19 yaşında iken kalıcı olarak iktidara gelince, Bipolar Bozukluğun coşkun-taşkın (manik) safhasının en üst “fikrisabit” (idefiks, saplantı) derecesinde bir enerji ile iki yıl fetih planları yapmış, uykusuz gecelerde bütün ayrıntıları hesaplamış, şahi topları döktürmüş ve 1453'te İstanbul surlarını döverek bu imparatorluk şehrini fethetmiştir.

Daha sonraki hayatında daima hırslı, cesur, tutkulu atılımlara imza atmış, savaşlarda askeri ateşlemek için atını sürerek öne atılmış, Belgrad kuşatmasında (1456) ve son Boğdan Seferinde (1476) ciddi biçimde yaralanmıştır. Bizans İmparatorluğu'ndan başka, Rumeli'de ve Anadolu'da fethettiği devletlerin hanedanlarını sistemli biçimde ortadan kaldırmış, ulemayı ve akıncı beylerini sindirmiş, sadece hükümdara bağlı olan devşirmelere yetki vermiş, saray protokolünde sultanlık makamını "ulaşılmaz, tartışılmaz, mutlak ve kutsal" mertebeye yüceltmiştir. Tahta çıktığı günün gecesinde, 1,5 yaşında olan tek erkek kardeşi "küçük Ahmet" sessiz sedasız boğdurulmuştur. Osmanlı tarihinde vezir-i azam katledilmesini başlatan da kendisidir: 1453 - Çandarlı Halil Paşa; 1470 - Rum Mehmet Paşa; 1474 - Mahmut Paşa. Sonraki padişahlarla birlikte Osmanoğulları’nda vezir-i azam (yani başbakan) kıyımı 44'e çıkmıştır. Fatih'in yaptığı gibi, önce azletmişler ve sonradan öldürmüşlerdir. [Katledilen sultanlar da önce hal'edilmişler (tahttan indirilmişler) ve sonradan öldürülmüşlerdir. Böylelikle kutsal ve yüce sultanlık makamının dokunulmazlığına halel gelmemiştir].

Ardılları üzerinde büyük otoriteye sahip Fatih Sultan Mehmet, kendi Kanunnâmesi’nde, Osmanlı tahtına oturanın "karındașlarını nizam-ı âlem için katl etmek münasibdir, ekser ulema dahi tecvîz etmiştir" formülünü yerleştirmiştir. Bu tarihe kadar anane olarak süregiden kardeş katliamları, bundan sonra tahta oturan her bir Osmanlı sultanı için ilk gaile ve kanuni mecburiyet gibi telâkki edilmiştir.

Babasından farklı olarak 2. Mehmet, Edirne ve Manisa Sarayında çok yönlü eğitim almış, Arapça-Farsça dışında Rumca, Latince, İtalyanca gibi Batı dillerini öğrenmiş, Rönesans Avrupası'nın ruhunu incelemiş, Truva Savaşı, Büyük İskender, Roma ve Bizans tarihini, matematik, astronomi ve coğrafya bilgileri edinmiştir. Babası gibi şiirler yazmış ve Avni mahlasıyla ilk divanı olan sultandır. Tarihten ders almayı öğrenmiş, düşmanlarını affetmeyip katı ve acımasız davranmıştır. İstanbul'u fethettikten sonra kendini "iki diyarın ve iki denizin efendisi", "Ebû'l Feth" ve "Kayser-i Rum" (yani Roma İmparatoru) ilan etmiştir.

Fatih de atalarının ruhsal ve bedensel mirasından kurtulamamıştır. Üstelik içkili eğlencelere hayır diyememiş, Latinlerin oturduğu Galata semtine sık sık gitmiş ve ağırlanmıştır. Bu nedenle nikris ağrıları erken başlamış ve böbrek fonksiyonları zarar görmüştür (son yıllarına ait minyatürlerde ödemli görünmektedir). 1481 baharında sefere hazırlık emri veren 2. Mehmet, Anadolu yakasına geçmiş, Üsküdar'da nikris (gut) nöbeti başlamış, 3 gün dayanmış, buna rağmen doğuya hareket emri vermiş ve ilk menzil yerinde (Gebze yakınlarında Çayırova’da) durumu ağırlaşmış, akut böbrek yetmezliği (nefrotik sendrom, istiskâ) gelişmiş, vücudu su tulumu gibi şişmiş, komaya girmiş. Yedi kişilik tabipler heyeti aciz kalmış (diyaliz imkânlarının olmadığı çağda). Âşıkpaşazade yazıyor "...Tabibler ilâcından âciz oldular. Âhir tabibler cem'oldular. İttifak ettiler. Ayağından kan aldılar. Zahmeti ziyade oldu. Şarab-ı fârig verdiler. Allah’ın rahmetine vardı...("fârig" Arapça sıfat olup, "ferâgat" anlamında, vazgeçme demektir. Umutsuz hastaların ağrılarını dindirmek için son çare olarak verilen yüksek doz uyuşturucu). Hastalığın mahiyetini bilmeyenler hemen tabipleri suçlamışlar ve halâ mesnetsiz komplo teorileri tekrarlanmakta. Yedi tabip toplanmış, konsultasyon yapmışlar, kasten zehirlenme olamaz.

Aslında bu duruma gelmeden önce, Fatih'e perhiz ve yaşam tarzını değiştirmeyi becerebilselerdi, amma büyük adamlar ölümlü olduklarını unuturlar ve hekimleri dinlemezler.


 





























SULTAN 2. BAYEZİD-İ VELİ

 Sofu Bayezid; Bajazet / Baiezid

 (1448, Dimetoka-1512, Sazlıdere) = 64 yaş

hd. 1481-1512 = 31 yıl

 

Babasından (19) ve dedesinden (17) çok daha geç yaşta (33), İstanbul'da tahta çıkan ilk Osmanlı hükümdarı olup, Amasya şehzadelerinin de sonuncusudur. Kendisinden önce gelenlere göre de daha uzun yaşamış (64) ve bir yıl daha fazla (31 yıl) hüküm sürmüştür. Babasıyla arası sadece 15 yıl 9 aydır! Neredeyse beraber büyümüşlerdir. Annesi Gülbahar Hatun adı verilmiş bir cariyedir. Beklenmeyen, pek de istenmeyen bir bebek olduğu için, doğum Edirne Sarayında değil, 40 km güneydeki tali Dimetoka Sarayı’nda vuku bulmuş ve ilk yıllarını Bayezid burada geçirmiştir. Hanedanın kıdemli erkek mirasçısı olunca Edirne Sarayına alınmış, fakat henüz 7 yaşında iken uzak bir yere, Amasya'ya Sancakbeyi sıfatıyla gönderilmiş ve tam 26 yıl burada kaldıktan sonra tahta çağrılmıştır (1481). Amasya'da hocaları ve lalaları tarafından iyi eğitim görmüş, Arapça, Farsça dışında bazı Doğu dillerini (Çağatay lehçesi, Uygurca) öğrenmiş, mistik ve sakin bir yaşam sürmüş, bestekâr, şair ve hattat olmuştur. Bu geleneksel ortamda içki ve afyona alışmış. Babası haberdar edilmiş ve Fatih çok sert uyarıda bulunmuş. Bayezid tövbe etmiş, içkiyi bırakmış (daha uzun yaşamasının sırrı), fakat afyonu gizlice sürdürmüş (günah sayılmazmış ve Anadolu'da asırlardan beri en kaliteli afyon üretiliyormuş).

2. Bayezid'in saltanatının ilk yarısı (14 yıl), 11 yaş küçük kardeşi Cem Sultan ile mücadelede geçmiş. Aslında silahlı kavgayı başlatan Cem, iki yıl içinde yenilmiş ve denizden Rodos şövalyelerine sığınmış. Buradan Avrupa'da tutsak dolaştırılma serüveni başlamış (Papa, Fransa ve Napoli Kralları) ve ağabeyi, bakımı için her yıl büyük paralar ödemiş. 1495'te Napoli yakınlarında ateşli salgından vefat edince, yine büyük para karşılığı cenazesini getirtmiş ve Bursa Muradiye Külliyesine defnetmiştir.

İstanbul Sultanının zenginliği Avrupa'ya yayılmış, destek arayan denizci Kristof Kolomb, Rönesans sanatçıları Leonardo da Vinci ve Michelangelo'nun müracaatlarını yanıtsız bırakmış, fakat 1492'de İspanya'dan tehcir edilen Yahudileri ülkesine almıştır.

Sakin mizaçlı ve dindar olan 2. Bayezid, ulema sınıfını korumuş ("Sofu" ve "Veli" lâkapları almıştır), Edirne'de, Amasya'da ve İstanbul'da kendi adını taşıyan külliyeleri, Edirne Darüşşifası, Galatasaray Mektebi, Bursa'da Koza Han, Sakarya, Kızılırmak, Gediz ve Tunca üzerinde köprüleri hala ayaktadır.

Fakat yaşlandıkça ataların mirası “nikris” hastalığı ilerlemiş ve saraydan çıkamaz olmuş. Afyon kullanımı da kalbini ve tüm bedenini zayıflatmış. Hayatta kalan üç oğlu açıkça miras kavgasına başlamışlar.  Yeniçerilerin desteğini arkasına alan Selim İstanbul'a girince, yaşlı ve çökmüş olan 2. Bayezid mecburen tahttan feragat etmiş (25 Nisan 1512), kendi isteği ile doğum yeri Dimetoka Sarayına gitmek için yola çıkmış, fakat Edirne'ye gelemeden, Abalı köyü ile Sazlıdere köyü arasındaki menzil sahrasında vefat etmiştir (26 Mayıs 1512). Cesedi İstanbul'a doğru yola çıkmadan önce burada tahnit edilmiş, iç organlarının gömülü olduğu yere açık bir türbe yapılmış ve yakın zamana kadar "Türbe Ovası" olarak anılmaktaymış. Mutat komplo alışkanlığımıza göre, oğlu tarafından zehirlenmiş olduğu şayiası üretilmiş ve bazı tarih kitaplarına yazılmış. Hâlbuki buna hiç gerek yokmuş. Sultan 2. Bayezid'in ölüm sebebi afyon müptelası ve nikris’ten mütevellit kalp yetmezliğinden vefat etmiştir.



    
 




 

 







TRABZON ŞEHZADELERİ

 

YAVUZ SULTAN SELİM

1. Selim; Selim Şah

(1470, Amasya-1520, Sırt köyü) = 50 yaş

hd. 1512-1520 = 8 yıl

 

Babası 2. Bayezid'in Sancakbeyliği döneminde Amasya'da dünyaya gelmiş üçüncü sıradan oğludur. Annesi 2. Gülbahar Hatun cariye kökenlidir. Dedesi Fatih, 1480 yılının sonbaharında (ölümünden 6 ay önce) bütün torunlarını İstanbul'da toplamış, kimini evlendirmiş, kimini sünnet ettirmiş. 10 yaşında olan Selim, sünnet olduktan sonra babasıyla Amasya'ya dönmüş. Babasının tahta çıkmasından sonra ağabeyi Ahmet, Amasya sancakbeyi olmuş, Selim de daha uzak bir yere Trabzon'a sancakbeyi olarak gönderilmiş. Tam 29 yıl Trabzon'da kalmış ve Doğu'da yükselen Şii tehdidini (Şah İsmail) hissetmiş, Kırım Hanı'nın desteğiyle Rumeli'ye geçerek İstanbul'a yürümüş ve babasını tahttan feragate zorlamış. 24 Nisan 1512'de (oldukça geç yaşta - 42 yaşında) cülus ettikten sonra hayatta olan iki kardeşini, onların oğullarını ve hayatta olmayan kardeşlerinin oğullarını da ortadan kaldırmıştır. Babasının sakin ve yumuşak iktidarından sonra, kararlı ve sert tutumu sayesinde "Yavuz" (korkunç) lâkabı ile ünlenmiştir. Şah İsmail'e karşı sefere çıkmadan önce Anadolu'daki binlerce fanatik taraftarlarını (kızılbaşları) acımasızca öldürtmüştür. Çaldıran'da (1514) Şah İsmail'i, Mercidabık'ta (1516) ve Ridaniye'de (1517) Memlükler’i yenmiş, Mekke ve Medine Hizmetkârı (Hâdim-ül-Harameyn-uş-Şerifeyn) olmuştur. Ortadoğu fetihlerinden sonra Batı'ya sefer hazırlamış, orduyu önceden Edirne'ye göndermiş. Tam yola çıkmadan önce, sırtında, iki kürek arasında bir çıban baş göstermiş. Tabipler merhem sürerek yumuşatılmasını, kendiliğinden uç vererek irinin boşalmasını tavsiye etmişler. Ertesi gün ağrılara dayanamayan mutlak hükümdar, emir vererek azmış olan çıbanı sıktırmış. Rahatlamış ve Edirne'ye hareket edilmiş. Fakat Çorlu sonrası yüksek ateş, halsizlik ve titreme (sepsis, kanbulaş) başlamış. Mecburen Sırt köyünde durup çadırında tedaviye başlanmış, fakat antibiyotiklerin olmadığı o devirlerde sepsis'ten kurtulan olmuyordu. Nedimi Hasan Can'a "sözüne amel etmedik, kendimizi ihlâk ettik" itirafında bulunmuş ve "Yâsini şerif oku" demesi son emri olmuş.

Zamanın tabipleri "şirpençe" (aslan pençesi) teşhisi koymuşlar ki, "karaçıban, karbunkül, carbunculus" anlamında kullanıyorlarmış. Yani sıkça görülen sıradan bir irinli deri infeksiyonu (muhtemelen stafilokok mikrobu). Kalın sırt derisini delemeyince büyümüş ve birleşik “karaçıban” halini almış. Fakat çağdaş tarihçiler şirpençeyi, "antraks, şarbon" olarak tercüme etmişler ve böylece yayılmış gitmiş. Hayvanlardan bulaşan "antrax" mikrobu, hayvanları tımar eden, kasapların ve dericilerin ellerinde, örtülü olmayan yüz, boyun gibi yerlerinde gelişir. Ağrısızdır, ortası mor, çökük, kabuk tutan yaranın çevresi sulu veziküller ile çevrilir ("pustula maligna"). Sarayda yaşayan bir padişaha şarbon bulaşması imkânsız gibidir. [Beni de şaşırtan bu vaka olmuştur ve bütün Osmanlı sultanlarının teşhislerini incelemeye sevk etmiştir].

Sultan Yavuz Selim "Filozof Sultan" denebilecek derecede tasavvufa ve İslam felsefesine ilgi göstermiş, saygı duyduğu Muhiddin Arabî için Şam'da cami, türbe ve imaret yaptırmış, fakat İstanbul'da kendi adına başlattığı camiyi (Yavuz Selim Camii) tamamlayamamış, oğlu Süleyman tamamlamış ve türbesini de yaptırmıştır. Farsçayı mükemmel derecede bilen Yavuz Selim'in bu dilde Divan'ı vardır. Osmanlı sultanları arasında sakalsız, fakat pala bıyıklı tek şahsiyettir. Osmanlı tarihinde en kısa sürede en geniş topraklar fetheden büyük cengâverdir, fakat her an herkesi idam ettirebilen acımasız müstebit hükümdardır. Ailevi Bipolar Bozukluk aşikârdır, 50 yaşında vefat ettiği için Nikris henüz gelişmemişti.

 



 







 





KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN; MUHTEŞEM SÜLEYMAN

(1494, Trabzon-1566, Zigetvar) = 72 yaş

hd. 1520-1566 = 46 yıl !

 

Osmanlı İmparatorluğunu askeri, siyasi ve iktisadi bakımdan doruk noktasına ulaştıran Sultan Süleyman genç yaşta tahta oturmuş (26), uzun yaşamış (Miladi 72, Hicri takvime göre 72 yaş), yaklaşık yarım asır (46 yıl) hüküm sürmüştür. Nişancı Seydi Bey'e atalarının kanunlarını derlettiği için tarihçiler sonradan "Kanunî" demişlerdir. İhtişamlı kıyafetleri sevdiği için askerlerini ve kendisini gören Avrupalılar "Muhteşem" (Magnifique; Magnificient) sıfatını yakıştırmışlardır. Macarlar ise "Süleyman Sultan" tabirini kullanmışlar (Sigetvar Camii).

Babasından devraldığı dolu hazine, disiplinli ordu ve faal tersaneler sayesinde hemen denizde ve karada yeni fetihlere girişmiş, 13 büyük sefere katılmıştır.

Bizi ilgilendiren bedensel ve ruh sağlığıdır. Uzun boylu, uzun boyunlu, kemikli vücudu ve sağlıklı bünyesi yanında içki kullanmamıştır (meyhaneleri ve kahvehaneleri Müslümanlara yasaklamış). Atalarının mirası nikris (gut) geç, 50 yaştan sonra belirmiş ve 60 yaşından sonra (1555-1566) pek sefere çıkmamış. Ayak ıstırabına kapanmayan bir yara ("tofüs" yarası) eşlik etmiş ve gittikçe artan kronik kalp yetmezliği gelişmiş, nefes zorluğu (kardiyak dispne, asthma cardiale) çekmiş. "Muhibbî" mahlasıyla yazdığı şiirinde bu sıkıntısını dile getirmiştir:

 

     "...olmaya devlet cihanda,

     bir nefes sıhhat gibi..."

 

Nitekim yaşlı ve hasta haliyle, 1566'da 6. Macaristan Seferine çıkmış ve uzak bir diyarda, Zigetvar (Sigetvar) Kalesi önünde, çadırında kalp yetmezliğinden son "nefesini" vermiştir (6/7 Eylül 1566). Ölümü gizli tutulmuş, cesedi tahnit edilerek 48 günde İstanbul'a ulaştırılmıştır. İç organlarının gömüldüğü yere oğlu türbe yaptırmış. Macarlar "türbek" diye anmışlar, 1994'te Macar-Türk Dostluk Parkı inşa edilmiştir.

Ruhsal durumu ise baba korkusu ve anne şefkati arasında rakipsiz tek varis olarak şekillenmiştir (annesi Ayşe Hafsa Hatun için Kırım Hanı Mengli Giray'ın kızı derler). Fakat 15 yaşında sancağa çıkartılırken, babası bu kadını oğluna havale etmiş ve bir daha ilgilenmemiştir. Annesiyle her görev yerine gitmiş ve padişah olunca, isminden sonra "sultan" unvanı vermiştir. Osmanlı tarihinde ilk "Valide Sultan" olmuş, Manisa'da yaptırdığı külliyeye "Sultaniye" denmiştir. Akabinde, erkek evlat doğuran cariyelere "Haseki Sultan" ve padişah kızlarına da isminden sonra "sultan" ilavesi yapılmıştır.

Bir kadına gerçekten âşık olabilen ve aşk mektupları yazabilen ilk Osmanlı hükümdarıdır. Batı Ukrayna topraklarından kaçırılan ve İstanbul "Avrat Pazarı"nda Saraya satılan "Roxalane", namı diğer Hürrem Sultan, bu durumu tepe tepe kullanmış, kızları Mihrimah ve damadı Rüstem Paşa ile birlikte dolduruşa getirerek istediklerini yaptırmışlardır.

Sultan Süleyman'ın ilk cinayeti, çocukluk arkadaşı ve 13-yıllık sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa'yı ansızın bir gece uykusunda boğdurtmasıdır (1536). "Makbul" İbrahim Paşa "Maktul" İbrahim Paşa olmuştur.

Kaderin ilk darbesi 1543 yılında "şehzadeler güzidesi" dediği 22 yaşındaki Şehzade Mehmed'in ani ölümü ile gelmiştir. Vakanüvisler "eceli ile" deseler de, Bipolar Bozukluk mirası olan bu genç, derin depresyona girerek intihar etmiştir. Ve bu bozukluk en küçük kardeşinde de görülecektir.

Bu trajik ölümden 10 yıl sonra, 1553'te Sultan Süleyman gene beklenmedik bir şekilde, elini öpmeye gelen en büyük oğlu 38-yaşındaki Mustafa'yı kendi çadırında cellatlara boğdurtmuştur. Osmanlı tarihinin en hazin sahnesidir. Mustafa'nın bebek yaştaki oğlu da katledilmiştir.

Olayı öğrenen ve sefere katılan en küçük kardeş Cihangir (sakat ve kambur) depresyona girmiş ve Halep'te intihar etmiştir. O da 22 yaşında imiş. Orduda herkes bildiği için bu intihar gizlenememiş.

Fakat 5 sene sonra Hürrem Sultan vefat etmiş ve Süleymaniye haziresine türbe yapılmış. Onun ölümü Amasya'da bulunan ve kendisine güvenen Şehzade Bayezid'i çaresiz bırakmış, Manisa'daki bir yaş büyük ağabeyi Selim ile silahlı savaşa girişmiş. Bayezid'in isyanı coşkun manik tepkiyi andırıyor. Babası Selim'e destek verince Bayezid yenilmiş ve İran'a kaçmış. Fakat Şah Tahmasb tehditlere dayanamamış ve "ağır" hediyeler karşılığında Bayezid'i ve oğullarını İstanbul'dan gelen cellatlara teslim etmiş. Kazvin'den yola çıkarılan dört tabut, gelen bir emir üzerine, Sivas dışındaki "Melik-i Acem Türbesi’ne defnedilmiş. Amasya'da bıraktığı 3 yaşındaki en küçük oğlu da katledilmiş. “Muhteşem” Süleyman bu iki oğlunun soylarını da kurutmuş, sadece Selim'i bırakmıştır.

Sultan Süleyman'ın ruhsal durumu hafif bir duygu durum bozukluğunu aşmış, evlatlarını feda edebilen ben merkezli müstebit paranoya'ya dönüşmüştür. Bu durumun devamını torununda (3. Murat) ve torun çocuğunda (3. Mehmet) de görülecektir.


  

 




 




    





















MANİSA ŞEHZADELERİ

 

 

SULTAN 2. SELİM

 

SARI SELİM; SARHOŞ SELİM

 

(1524, İstanbul- 1574, İstanbul) = 50 yaş

hd. 1566-1574 = 8 yıl

 

İktidarda en uzun süre kalan Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra, hayatta bıraktığı tek oğlu ve tek varisi Selim artık 42 yaşına gelmişti. Aynı ismi taşıdığı dedesi 1. Selim (Yavuz) gibi, o da 8 yıl hüküm sürebildi ve 50 yaşında aniden kaza sonucu öldü. Fakat mizaç olarak dedesi gibi hırslı ve savaşçı değildi. Sakin ve barışçıl ruhlu olup rahatına alışmış, ava ve eğlenceye çok düşkündü. Bir o kadar da içkiye düşkündü. Gençliğinden beri Konya, Manisa ve son olarak Kütahya'da sancakbeyliği yapmış, ya avda, ya da içki sefasında bulunurdu. Daha padişah olmadan önce "Sarhoş Selim" veya "Ayyaş Selim" lakabını almıştı. Annesi Hürrem Sultan, Slav kökenli olduğu için beyaz tenli, yuvarlak yüzlü ve kumral saçlı, farklı bir çehresi vardı. Bu nedenle de "Sarı Selim" denmiştir.

Devletin idaresini Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa'ya bıraktı ve hiç sadrazam değiştirmedi, savaşlara da hiç gitmedi. Sarayın idaresini de sevgili eşi Nurbanu Sultana (İspanya'dan kaçmış Yahudi bir ailenin kızı idi), ablası Mihrimah Sultana ve kızı Esmehan Sultana (Sokollu'nun eşi) havale etmişti. Fakat bu kadınlar çok müsrif yaşadılar, haremin giderleri aşırı arttı. Zaten babası muhtemel iktidar rakiplerini temizlemişti, 2. Selim kan dökmedi, kimseyi öldürtmedi. Babası gibi o da şairdi, aşk şiirleri yazdı. Cömertti, birçok hayır eserleri bıraktı - Karapınar'da, Konya'da ve Edirne'de Selimiye Camileri inşa ettirdi. Mimar Sinan'ın "ustalık eseri", tüm Osmanlı tarihinin zirvesini eski payitaht Edirne'ye yaptırdı, çünkü çevresindeki ormanlarda avlanmak için Edirne'ye gidiyor ve aylarca kalıyordu. Kıbrıs'ın fethinden sonra adadaki en büyük katolik katedral onun adına camiye devşirildi. Ayasofya Camii'nin en esaslı onarımını Mimar Sinan'a yaptırırken kendi türbesinin de Ayasofya avlusuna inşaatını başlattı.

Sürekli av peşinde koştuğu için fiziksel sağlığını korudu, genetik hastalıkları pek görülmedi. Fakat alkol vücudunu çökertti, karaciğer yetmezliğine bağlı şikâyetler başlayınca tövbe etti ve birdenbire alkolden vazgeçti. Fakat bünye alıştığı için "ictinâb" (abstinentia) krizine girdi. Hekimbaşı Mustafa Çelebi, diğer hekimlerle konsultasyon yapıp, "dimağın ve vücudun çok ağır bir içki bunalımında olduğu" için kademeli bırakılmasını tavsiye ettiler. "Tövbe ettim, ağzıma koymam" dedi ve reddetti. Buhranı atlatabilmesi için "maraz-ı sersâm" (?) ilacı verdiler. Bu sersemlikle saray hamamında ayağı kayıp mermer basamaklara göğüs kafesini çarptı. Kaburga kırıkları göğüs içi kanamaya neden oldu, yatağa düştü ve komaya girerek 15 Aralık 1574'te öldü. İstanbul'da doğmuştu ve İstanbul'da sarayında ölen ilk padişahtır. Ayasofya avlusundaki türbesini oğlu tamamladı.

Edirne'nin son selâtin camii olan ve kendisinden ünlü Selimiye Camii tamamlanmak üzere idi. Nasip olmadı, açılışı cenazesi nedeniyle ertelendi ve 1575 Mart ayında ibadete alındı.










 


       


 








SULTAN 3. MURAT

(1546, Manisa-1595, İstanbul) = 49 yaş

Baba: 2. Selim; Anne: Nurbanu

hk. 1574-1595 = 21 yıl

 

 

 

Baba-oğul ve 3. No.lu Murat ile Mehmet [Osmanlı tarihinde aynı sıra numaralı Murat'lar daima Mehmet'ler den önce gelir], Kanuni sonrasında "zayıf" hükümdarlar kabul edilirler. İkisi de en büyük erkek evlat olarak Manisa'da dünyaya gelmiş ve burada Sancakbeyliğinden sonra İstanbul tahtına oturmuştur (artık Manisa Sancakbeyliği "veliahtlık" görev yeri sayılırmış). Fakat önemli bir hususu unutmamak gerekir: geri kalan erkek kardeşleri hiçbir yere gönderilmemişler, topluca Saray'da şehzadeler dairesinde tutulmuşlardır! Yani "kurbanlık koyunlar" gibi babalarının ölümünü beklemişler ve topluca boğazlanmışlardır (beşikteki bebeler bile kementle boğulmuştur). Bu "kurbanlıkların" gönderilmemesini fettan anneleri tezgâhlamıştır.

1574'te tahta oturan 28 yaşındaki 3. Murat 5 yetişkin erkek kardeşini hemen öldürtmüş ve babasıyla birlikte cenaze namazları kılınmış. Onun vefatı üzerine ise Manisa'dan gelen 29 yaşındaki 3. Mehmet ise tam 19 erkek kardeşini (beşikten 20-lik delikanlılara kadar) bir gecede katletmiş ve bir "kara" rekora imza atmıştır: "...Osmanlı Hanedanında taht uğruna işlenmiş en büyük cinayettir..." (R.E. Koçu). Üstelik ölümünden önce de 14 yaşına gelmiş büyük oğlu Şehzade Mahmud'u da öldürtmüştür. Öz oğluna kıyan son sultandır.

 

3. Murat 21 yıl iktidarda kalmış, hiçbir askeri sefere katılmamış, şatafatlı ve savurgan yaşam sürmüş, haremden çıkmamış, padişahlığın gerçek sefasını sürmüştür (İstanbul'u terk etmemiş, Edirne'ye bile gitmemiştir). Azgın cinsel hayatı haremde 200 cariyenin birikmesine yol açmış, ölümünde 19 şehzade ve 27 hanım sultan hayatta imiş. Muradî mahlasıyla şiirler yazmış, Manisa'da yaptırdığı "Muradiye Külliyesi" Mimar Sinan'ın son eseridir. Fakat atalarının "nikris" mirasından kurtulamamış ve 40 yaşından sonra böbrek sancıları çekmeye başlamış ("kan işermiş"). Muhtemelen urat taşları idrar yollarını tıkamış (hidronefroz), üremi'ye girerek 49 yaşında hayatı son bulmuş. Günümüzde "prostat kanseri" diye geriye dönük teşhis koymaya çalışanlar varsa da Osmanlı kaynakları açıkça böbrek ve mesane taşı ("hasât-ül kilye vel mesâne") demişlerdir. Ameliyat edilmezse bunlar da öldürücü olabilir.

 

   







 

 

SULTAN 3. MEHMET

(1566, Manisa-1603, İstanbul) = 38 yaş

Baba: 3. Murat; Anne: Safiye

hk. 1595-1603 = 8 yıl

 

 

 

3. Mehmet sadece 8 yıl hüküm sürebilmiştir. Tahta çıkışında emrettiği büyük cinayet İstanbul halkında infial yaratmış ve bu olayı unutturmak için Nemçe Seferine (1596) çıkmış, Eğri Kalesi fethedilmiş, Haçova (Mezökerestets) meydan savaşı kazanılmıştır. Babasının cariyelerini dağıtmış, mazbut ve dindar yaşamış, Avni mahlasıyla şiirler yazmış, fakat daima şüpheci, kararsız ve saplantılı (obsession) hareket etmiştir. 1603 yılı sonunda, 37 yaşında iken aniden hastalanmış ve dört gün sonra ölmüş. Osmanlı kaynakları hastalığını ve ölüm sebebini belirtmez, fakat İngiliz elçisinin hükümetine gönderdiği raporda "çok korktuğu veba'dan öldü" dediği sonradan ortaya çıkmıştır. Evet, 37 yaşında genç bir erkek dört günde ancak vebadan ölebilir. Zaten o yıllarda veba salgınları İstanbul'u kasıp kavuruyordu.

Sonuç olarak, 2. Selim dâhil, Kanuni sonrası üç padişah debdebeli ve müsrif hayat sürmüşler, iktidar erkini kadınlara (Valide Sultanlara) ve harem ağalarına teslim etmişler, rüşvetlere göz yummuşlar ve Osmanlı nizamını çökertmişlerdir. Bunlardan 2. Selim hanedanın en ayyaş, 3. Murat en sefih, 3. Mehmet en haris temsilcileri olmuşlardır.





 










SULTAN (1.) AHMET

 

(1590, Manisa- 1617, İstanbul) = 27 yaş

Baba: 3. Mehmet, Anne: Handan

hd. 1603 - 1617 = 14 yıl

 

Çağdaşları sadece "Sultan Ahmet" dediler ve anıtsal eseri "Sultan Ahmet Camii" (önceleri "Ahmediye") şeklinde popüler oldu, hatta zamanla bitişik yazıldı: "Sultanahmet". Fakat 88 yıl sonra ikinci bir Ahmet (1691) ve tam 100 yıl sonra üçüncü bir Ahmet (1703) Osmanlı tahtına oturunca, tarihçiler geriye dönük "Sultan 1. Ahmet" demeye başladılar.

Osmanlı sultanları listesinde tam ortada yer alan nirengi isimdir: kendisi "evladiyelik" verasetine göre babasının yerine tahta çıkmış (1603) "karındaşını öldürtmeyen ilk sultan" olmuş ve 14 yıl hüküm sürüp 1617'de ölümünden sonra (erkek çocukları olmasına rağmen), kardeşi Mustafa, artık "ekberiyet" verasetine göre tahta oturtulmuştur. Osmanoğulları Hanedanında devrim niteliğinde bir karardır ve infial yaratan "kardeş katliamlarını" durdurmayı hedeflemişti. Bu köklü değişiklik yazılı bir kanunnâmeye dayandırılmamış, oldubittiyle kabul görmüştür.

Sancakbeyliği yapmadan ve henüz sünnet olmadan, 13 yaş 8 aylık iken tahta çıkmıştır. İlk işi kendisini ve 1 yaş küçük kardeşi Mustafa'yı sünnet ettirmek olmuş. Hemen akabinde cederi (çiçek, variola) hastalığına yakalanmış ve atlatmış. Pek eğitimli değilmiş, fakat saray protokolünü görerek büyümüş. Babasının evhamlı kişiliğine sahip değilmiş, fakat onun gibi aşırı dindar olduğu için, kendisi içmediği gibi, bütün meyhaneleri kapatmış ve kesin içki yasağı koymuş (lâkin onun döneminde Avrupa'dan tütün ithalatı ve tüketimi başlamış).

Askerliği sevmemiş, savaşlara gitmemiş, İran ve Avusturya ile süren savaşları, kazançlı olmayan barış ile sonlandırmış. Fakat Anadolu'daki Alevi isyanları doruk noktasına ulaşmış ve Sadrazam "Kuyucu" Murat Paşa büyük kul katliamları yaparak bunları bastırmış.

Fakat harem hayatını sevmiş ve 14,5 yaşında baba olmuş (bu da bir rekordur, çünkü daha önce Fatih 15,5 yaşında baba olmuştu). Fakat bilinen sadece iki hasekisi (Mahfiruz ve Mahpeyker) olmasına rağmen 14 yılda 14 çocuğu olmuştur (9 erkek ve 5 kız). Mahpeyker Kösem Sultana tutkulu bağlanmış, "Bahtî" mahlasıyla şiirler yazmıştır.

Bu çocuk padişah hiç de masum değilmiş: "...Veziriazam Derviş Paşa'yı huzurunda boğdurttu. Bir zaman sonra merhum ayağını oynatmakla padişah hançer ile boğazını kesti..."(Naimâ). Celâli ayaklanmalarında da binlerce insan öldürülmüş, cesetleri kuyulara doldurulmuş ve kesilen kellelerden tepeler yığılmıştı.

Bipolar Bozukluğun coşkunluk safhasını, "idefiks" (fikri sabit) derecesinde, Allah'a hizmete adamış, Mekke ve Medine'deki kutsal yerlere onarım ve bakım bağışlarında bulunmuş, Halveti Şeyhi Aziz Mahmut Hüdai'ye hürmet etmiş ve İstanbul'a büyük ve gösterişli İslami külliye (cami, medrese, imaret, darüşşifa, tabhâne, mektep ve türbe) inşa ettirmiştir. Bunu Ayasofya'nın karşısına, nispet edercesine, Hıristiyan Konstantinopolis'in hipodromun (Atmeydanı) ve imparator sarayının yerine kondurmuş, temel kazısında (1609) terleyecek kadar bizzat çalışmış, kendi cebinden çok para harcamış, her gün gidip takip etmiş ve 6 minareli 16 şerefeli muhteşem caminin açılışını Haziran 1617'de yapmış. Külliyeyi oğlu 2. Osman tamamlamış, çünkü aynı yılın Ekim sonlarında, 27 yaşında iken, ateşli bir hastalığa yakalanmış. Hekimler önce sıtma demişler, sonra mide iltihabında (gastrit) karar kılmışlar, fakat çare bulamamışlar, 22 Kasım 1617'de beklenmedik şekilde ölmüştür. Bu yaşta mide iltihabından bu kadar kısa sürede ölmek mümkün görülmediği için "mide kanserinden öldü" diyenler vardır, fakat mide kanseri de bu yaşlarda görülmez ve 20 günde ölüme götürmez. İngiltere elçisi raporunda "tifüs"ten öldüğünü yazmıştır. Bu bulaşıcı hastalığı da padişaha yakıştıramayan hekimler ve vakanüvisler, bilerek veya bilmeyerek, gerçek ölüm nedenini çarpıtmışlardır. Sıtma ile başladığı (ateş, titreme) ve karın ağrıları ile devam ettiği için bu bir "tifo" (dumanlı göyük) olmalıdır. 0 yıllarda İngilizler "abdominal typhus" (karınsal tifüs) terimini tercih ediyorlardı.

Babaannesi Safiye Sultanı Eski Saraya kapatmış, kendi validesi Handan Sultan 1605'te, 29 yaşında, şüpheli koşullarda vefat etmiştir. Sultan 1. Ahmet Bursa'ya gidip atalarının mezarlarını ziyaret etmiş, Edirne, Tekirdağ, Gelibolu ve Çanakkale'yi gezmiş, oğullarına anlamlı isimler seçmiştir: Osman, Mehmet, Murat, Bayezid, Süleyman, Kasım, İbrahim. Avı severmiş ve Edirne Sarayına giderek aylarca kalırmış. Selimiye Camii'ne gelir getirmek için Yemişkapanı'nı (1609) kendisi, aslen Edirneli olan baş defterdarı Ekmekçizâde Ahmet Paşa da bir Kervansaray ile Tunca Köprüsünü Edirne'ye kazandırmıştır. İstanbul'a ise muhteşem Sultanahmet Camii'ni ("Blue mosque") hediye etmiş, aynı isimli meydandaki büyük türbesinde yatmaktadır (padişah olan iki oğlu 2. Osman, 4. Murat ve 34 yakınıyla).

Eski bir tekerlemeye göre "...14. padişah, 14 yaşında tahta çıkmış, 14 yıl saltanat sürmüş ve 28 yaşında vefat etmiştir...". Fakat bunlar Hicri tarih hesaplarıdır. Miladi tarihe göre 13 yaşında tahta çıkmış ve 27 yaşında ölmüştür. Ayrıca Fetret Devri hükümdarlarını kendisi de kabul etmiş ve 16. Osmanlı padişahı olduğunu Sultanahmet Camii'nin şerefe sayısında sabitlemiştir.


 





  









   







      FELÂKET VE VAHŞET YILLARI

                                                    DELİ MUSTAFA VE GENÇ OSMAN 

1. MUSTAFA VE 2. OSMAN

1617 - 1623 = 6 yıl

 

Sultan 1. Ahmet 22 Kasım 1617'de vefat edince tam 7 şehzadesi hayatta idi, fakat en büyüğü Osman 13 yaşında, en küçüğü İbrahim 2 yaşında idi. Topkapı Sarayı'nın "Kafes" veya "Şimşirlik" tabir edilen mahbeste ise 26 yaşına gelmiş amcaları Mustafa bulunuyordu. Şeyhülislam ve Sadaret Kaymakamı (Sadrazam İran cephesinde idi) devrim niteliğinde bir kararla hayatta olan en yaşlı ("ekber") Osmanoğlunu tercih ettiler ve tahta oturttular.

 

SULTAN (1.) MUSTAFA

 

(1591, Manisa-1639, İstanbul) = 26 / 48 yaş

Baba: 3. Mehmet; Anne: Halime

İlk hd: 22.11.1617-26.02.1618= 3 ay

 

Ne yazık ki, mucize eseri sağ kalabilmiş bu kardeş bir kıt-zekâlı akıl hastası (oligofren) olup, 12 yaşında dört duvar arasına hapsedilmiş, yemek getirip götüren bir hizmetlinin insafına bırakılmıştı. Okuma yazması yoktu, zaman ve mekân mevhumu karışıktı, fakat yürüyebiliyor, yemek yiyebiliyor, hacetini görebiliyor ve tek kelimelerle konuşabiliyordu. Eski Saray'dan validesini getirttiler ve yanına oturttular. Hiç bir vakanüvis bu kadının adını belirtmemişti, kendi halinde saf bir kişilik olarak sadece "valide sultan" demişlerdi [Abdülmecid 1856'da Topkapı Sarayını boşalttı ve Haremini de Dolmabahçe'ye taşıtınca, eski bir vesikada adının Halime olduğu bulundu, fakat teyit edilmedi]. Mustafa'nın geri zekâlı olduğu tutum ve davranışlarından anlaşılınca, 3 ay sonra indirildi ve Kafes'e tıkıldı. Onun yerine 14 yaşını yeni doldurmuş olan 2. Osman çıkartıldı.

 

SULTAN 2. OSMAN

 

(15.11.1604, İstanbul-20.5.1622) = 18 yaş

Baba: 1. Ahmet; Anne: Mahfiruz

hd.26.02.1618-19.05.1622= 4 yıl 3 ay

 

Babasının zamanında iyi eğitim almış, Avrupa hanedanları hakkında bilgi edinmişti. "Genç Osman" çok büyük işlere kalkıştı, gücünün ve tecrübesinin yetmeyeceği, yozlaşmış düzeni ıslah etmeye cüret etti (Bipolar Bozukluğun "manik" aşaması), Saray erkânını (bürokrasiyi), ulemayı (din adamlarını) ve yeniçerileri (askerleri) karşısına aldı. Başına buyruk hareketleri nedeniyle İstanbul halkı tarafından da sevilmedi.

1621'de afra tafra ile Lehistan seferine çıktı. Sefere çıkmadan önce de kendisinden sonra gelen kardeşi Mehmed'i boğdurttu. "...Tuna kenarında İsakçı menzilinde Kaptan Paşa 300 kazak esir getirdi, bunların cezalarını da Sultan Osman tayin etti. Bir kısmını fillere çiğnetti, bir kısmını kazığa, bir kısmını çengele vurdurdu, bazılarını belinden ikiye böldürdü, bir kaçını da direklere bağlatıp ok talimi yaparak kendi eliyle öldürdü. Kumandanlardan nefere kadar herkes kesin olarak anladı ki bu dilber yüzlü delikanlının içinde bir canavar yatıyordu. "Allah buna fırsat vermeye" denildi… (R.E. Koçu).

Hotin Kalesi alınamadı, çok zayiat verildi, Lehistan'ın sulh ve kaleyi boşaltma teklifi kabul edildi ve geri dönüldü. Mart 1622'de nikâhlı aile düzeni kurmak için Şeyhülislam'ın kızı Akile Hanım ile evlendi, Pertev Paşa'nın kızını da nikâhladı. Ordunun disiplinsiz ve isteksiz savaştığına şahit olan 2. Osman, hacca gitme bahanesiyle uzaklaşıp Anadolu'dan "Etrak'tan sekban" asker toplamak istedi. Bunu haber alan yeniçeriler ayaklandılar ve İstanbul tarihinin en korkunç hailesi (trajedi) yaşandı. Topkapı Sarayını bastılar, çatıdan Deli Mustafa'yı iple çekip çıkardılar, tahta oturtup kılıç ellerinde Saray erkânına biat ettirdiler, Validesiyle birlikte Orta Camii'ne gittiler (bugün Fatih semtinde İskenderpaşa Camii'nin yerinde). Yalnız kalan 2. Osman da Ağakapısı'na sığındı. Yeniçeri Ağasını dinlemeyen isyancılar Osman'ı yaka paça Yedikule Zindanına hapsettiler. 20 Mayıs 1623 akşamı, yeni atanan Sadrazam Kara Davut Paşa (Halime Sultan'ın kızı Dilruba'nın eşi), katil ruhlu kişilerle zindanı bastı ve 17,5 yaşındaki Osman gaddarca katledildi (sadrazam bir kulağını kesip Halime Sultan'a getirdi). Ertesi gün Osman babasının yanına, Sultan Ahmet Türbesine defnedildi.

 

SULTAN (1.) MUSTAFA (2. kez) 

İkinci hd: 19.5.1622-10.9.1623=1 yıl 4 ay

 

İki kez tahta çıkmak sadece bu kıt-zekâlı Osmanoğlu’na nasip olmuştur [Fatih'in çocuk yaştaki kaimi makamlığı sayılmazsa]. Fakat bu boyu posu yerinde, yüzü düzgün genç adam iktidarsızdı, yatağına gönderilen cariyeleri hep kovdu, çocuk sahibi olamazdı. 2. Osman'ın katledilmesi onun suçu değildi, fakat validesi kışkırtmış ve eniştesi faildi. Halk olayı lânetledi, yeniçeriler ve kapıkulu sipahileri töhmet altında kaldılar, Diyarbekir Beylerbeyi Abaza Mehmet Paşa (Osman'ın annesi Mahfiruz Sultan'ın kız kardeşi Şahincan ile evliydi) kan davası açtı, diğer Anadolu valileriyle birleşti ve İstanbul'a yürüdü. Başta Kara Davut Paşa ve cinayeti işleyen ekip yakalandı ve idam edildi. Yeni sadrazam Kemankeş Ali Paşa vezirler, ulema ve Ocak Ağaları ile konuştu ve 10 Eylül 1623'te 1. Mustafa tekrar mahbese konuldu, validesi Eski Saraya gönderildi. Ve Osmanlı tahtına 11 yaşına gelmiş Şehzade Murat (4. Murat), annesi Mahpeyker Kösem Sultan'ın vesayetinde geçirildi. Olayları pek algılamayan Mustafa, odasında koşturup "Osman! Osman!" diye bağırıyordu. Osman çoktan ölmüştü, acaba yardım için mi yakarıyordu, yoksa lânet mi okuyordu. Hangisi daha bedbaht idi, siz karar verin.

4. Murat döneminde daha 16 yıl yaşadı ve 48 yaşında, soğuk bir kış gecesinde, muhtemelen zatürree'den öldü (20 Ocak 1639). 4. Murat Bağdat Seferinden dönmemişti, birkaç kişi karlar altında cenazesini taşıdılar ve Ayasofya avlusunda, Bizans döneminden kalma Vaftizhane binasına defnettiler. Halk arasında "deli, ama veli", günahsız ve suçsuz sayıldı. Bu inanç da hayatını korudu, ağabeyi Ahmet zamanında 14 yıl, yeğeni Osman zamanında 4 yıl, diğer yeğeni Murat zamanında 16 yıl kapalı ve konforsuz yaşadı. Babasının ve ağabeyinin muhteşem türbelerine bile lâyık görülmedi.  



                                        

 


 







                                                                SULTAN 4. MURAT

"SON SAHİPKIRAN"; "YAVUZ-U SANİ"

(27.7.1612-8.2.1640)

hd. 10.9.1623-8.02.1640 = 17 yıl

 

Ağabeyi Genç Osman öldürüldüğünde 10 yaşında idi ve bu durumun baskısı altında iken 11 yaşında tahta oturtuldu. Beş gün sonra da sünnet ettiler. 20 yaşına kadar annesi Kösem Sultan'ın vesayetine katlandı. Haris bir kadın olan annesi rakibe istemiyordu, onu kasten cariyelerden uzak tuttu, yanına hep yakışıklı iç oğlanlar gönderdi. 17 yaşından sonra tebdil dolaşmaya başladı. İstanbul sokaklarını, kahvehanelerini ve meyhanelerini keşfetti. Kayıkçı Bekri Mustafa ile tanıştı ve rakıya alıştı. Saray erkânının ve annesinin rüşvete bağladığı düzeni öğrendi. Yeniçeri ve sipahilerin ahlaksızlığını, ilmiye sınıfının yobazlığını gördü. Kışkırtılan askerler genç padişahı üç kez "ayak divanına" çıkarttılar, Genç Osman'ı hatırlattılar, tehdit ettiler, veziriazamı ve güvendiği arkadaşlarını gözü önünde paraladılar.

Yirmi yaşına gelince (1632) "öfke patlaması" yaşadı ve ölümüne kadar 8 yıl sürdü: Ölçüsüz bir vahşetle, suçlu suçsuz demeden kesti, astı, boğdurdu. İstanbul sokakları boşaldı, korku içinde insanlar evlerinden çıkamaz oldular. Üç erkek kardeşini (Süleyman, Bayezid, Kasım) boğdurdu. İlk defa bir Şeyhülislam ve bir Patrik katledildi, İznik ve Şam kadıları asıldı, Divan şairi Nef'i ve hekimbaşı Emir Çelebi öldürüldü. Afyonu, tütünü, kahveyi ve içki içilmesini yasak etti. Tek cezası idam idi. Fakat yakışıklı erkeklerden oluşan yâranı ile her gece işret meclislerinde ve hamam sefalarında eğlendi. Bazı cariyelerinden çocukları oldu, fakat dört şehzadesi de bebeklikte öldü.

Sultan 4. Murat, hanedanın kendisinden evvel gelmiş bütün hükümdarların öldürttüğü insandan fazla cana kıydı (20,000 tahmin) ve kendisinden sonra Âli Osman’dan bir benzeri çıkmadı. Fakat Anadolu insanı onu Şii baskısından kurtaran Revan ve Bağdat Fatihi, gösterişli cengâver olarak bildi (Çerkeș Camii, Murat Suyu, Muradiye şelâlesi). Aşırı içki tüketimi nedeniyle genç yaşta karaciğer sirozu (teşemmu-u kebedî) oldu, karaciğer komasına girdi ve 8 Şubat 1640'ta, 28 yaşında huzursuz ruhunu teslim etti.

 


 






























SULTAN İBRAHİM

"DELİ" İBRAHİM

(4.10.1615 - 18.8.1648)= 32,5 yaş

hd. 8.02.1640-8.8.1648 = 8,5 yıl

 

Akıl hastası (oligofren) değildi, fakat derin depresyon safhasında duygu durum bozukluğu vardı. Sultan 1. Ahmed'in en küçük oğlu olup, şans eseri sağ kalmış son Osmanoğlu idi. Öz ağabeyi 4. Murad'ın ölüsünü görmeden tahta oturmadı. Yıllarca Kafes'te sürekli öldürülme korkusuyla yaşamış olan bu genç adam 25 yaşına gelmiş, fakat iktidarsız olmuştu. Hâlbuki amcası (1. Mustafa) ve iki ağabeyi (1. Osman; 4. Murat) taht vârisi bırakmamışlardı. Hanedanın son erkek temsilcisinden beklenen erkek evlat bırakmasıydı. Üfürükçüler ve muskacılar (Safranbolu'lu "Cinci Hoca") saraya üşüştüler, cinsel gücü arttıran (amber) ilaçlar sorunu çözdü ve yeni padişah çılgınlık denecek düzeyde harem yaşamına daldı: 9 oğlu (bunların üçü sonradan tahta çıkmıştır) ve 7 kızı dünyaya geldi.

"Zevk konusundaki doyumsuzluğu, düşünce ve sağduyu kıtlığı, aceleciliği, yönetim bilgisinden ve kültüründen yoksunluğu 8,5 yıllık iktidarını bir karabasana çevirmiştir" (N. Sakaoğlu). Ani kararla en sevdiği kişileri idam ettirmiştir: Hanya Kalesini fetheden Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa kendisine heykeller getirince hiddetlenmiş ve boğdurmuş. Sonra da pişman olup, cesedine merhametle bakıp "...ne güzel kırmızı elma gibi yanakları varmış. Yazık oldu. Kıydım..." demiş.

Validesi Kösem Sultan devleti yönetmiş, rüşvet ağını kurmuş, ilmiye ve ordu rütbelerini bile açık arttırmaya çıkarmış. İbrahim ise ruhsal bunalımlar içinde Sadrazama yazmış: "...Şöyle sıkılmam var ki ölüyorum. Gayetle hâlim yaman olmuştur. Eski hastalığım ziyadelendi. Ne kollarum, ne başum vardır. Ziyade elemdeyim..." Bu ifadeler Bipolar Bozukluğun çökkünlük (depresyon) safhasını apaçık ortaya koymaktadır. Ve sonraki Osmanlı tarihçileri kendisine "Deli" lâkabını yakıştırmışlardır. Annesi Kösem Sultan'ın, ulema ve Yeniçeri Ağalarının kararıyla 8 Ağustos 1648'de (32,5 yaşında) hal' edilerek Kafes'e kapatılmış ve 6 yaşındaki en büyük oğlu "4. Mehmet" sanıyla sultan ilan edilmiş. Kendisini öldürme niyetleri yokmuş, fakat kapatıldığı odada tamamen çıldırmış, yüksek sesle yakarışları Harem'deki kadınları huzursuz etmiş. Kapısı ve penceresi tuğlayla örülmüş. Kapıkulu sipahileri de eyleme hazırlanınca, 10 gün sonra, Şeyhülislam fetvasıyla, 18 Ağustos 1648'de boğdurulmuş. Aşırı şişman olması dışında herhangi bir bedensel rahatsızlığı bildirilmemiştir. Babasının türbesine lâyık görülmemiş, amcası Deli Mustafa'nın yanına (Ayasofya Vaftizhanesi'ne) gömülmüştür. Böylece "iki deli" Bizans'tan kalma Hıristiyan binasında yan yana yatmaktalar. 



      




















SULTAN 4. MEHMET

 

AVCI MEHMET

 

2.01.1642, İstanbul- 6.01.1693, Edirne = 51 yaş

Baba: İbrahim; Anne: Hatice Turhan

hd.8.8.1648-8.11.1687= 39 yıl 3 ay

 

Tahttan indirilip Kafes'e götürülürken Sultan İbrahim "...Elhamdülillah, hele bir cemaat başı oldum..." diye haykırmıştı. Bununla kendisinden sonra gelecek Osmanoğulları'nın atası olacağını ifade etmek istemişti. Haklıydı, çünkü Hanedan onun oğulları ve torunları sayesinde devam etti. Tam 160 yıl (1648'den 1808'e kadar) 4 kuşaktan 11 padişah kazasız belâsız tahta çıkmış, katledilen şehzade olmamış, üç sultan suhuletle tahttan indirilmiş (oğlu 4. Mehmet ve iki torunu 2. Mustafa ve 3. Ahmet) ve Şimşirlik dairesine dönerek eceliyle ölmüşlerdi. Osmanoğulları Hanedanında taht değişimleri daha makul şekle ulaşmış ("ekberiyet"), fakat İmparatorluk gerileme devrine girmiş, halk çaresiz, ordu perişan, asayiş berbat olmuştur.

Sultan İbrahim 8 yıl hüküm sürebilmişti, hal' edildiğinde küçük yaşlarda dört şehzadesi vardı: Mehmet 6 yaş 7 ay; Süleyman 6 yaş 3,5 ay; Ahmet 5 yaş 4,5 ay ve Selim 4 yaşlarında. Mehmet, ay farkı ile tahta oturmuş, diğerleri Kafes'e kapatılmışlar (fakat Selim 1669'da vefat etmiş).

En küçük yaşta tahta oturtulan ve 39 yıl 3 ay (Hicri takvime göre 40 yıl) saltanat süren bu padişah Osmanlı sultanları arasında en sorumsuz ve vicdanen duygusuz sayılmıştır. Belki idrak edemediği küçük yaşlarda koskoca bir imparatorluğun hükümdarı yapılmıştı. Annesi Hatice Turhan Sultan'ın koruyucu kanatları altında 8 yıl geçirmiş, çaresiz kalan kadıncağız 1656'da tüm sorumluluğu ve yetkileri Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa'ya devretmiş, 27 yıl da devletin gailelerini Köprülüler [Mehmet Paşa 5 yıl, oğlu Fazıl Ahmet Paşa 15 yıl, damadı Kara Mustafa Paşa 7 yıl] üstlenmişler.

4. Mehmed'in çok uzun süren saltanatı esnasında önemli olaylar cereyan etmiştir:

7/8 Ağustos 1648'de, tahta çıktığı günün gecesinde bir önceki sadrazam Ahmet Paşa öldürülmüş, çıplak cesedi Atmeydanı'nda parçalara ayrılarak ("Hezarpâre Ahmet Paşa")"insan yağı mafsal ağrılarına iyi geliyor" gerekçesiyle kapış kapış satılmış!

25-28 Ekim 1648'de "Sultanahmet Camii Vakası"nda yeniçerilerle sipahiler cami içinde savaşmışlar, "cami kapuları ve camları tüfenk fındıkları ile delik deşik olmuş" (Naimâ).

2 Eylül 1651'de Büyük Valide Kösem Sultan, Harem'deki odasında zülüflü baltacılar tarafından boğulmuş ve Hatice Turhan Sultan tek saltanat naibi olmuş.

29 Şubat 1656'da İstanbul'da esnaf ayarı düşük akçeler nedeniyle Atmeydanı'na yürümüş, çoğu öldürülmüş ve büyük çınar ağacının dallarına tepesi aşağı asılmışlar. İslam efsanelerinde bahsi geçen "Vakvak Ağacı"na benzetilerek "Vaka-i Vakvakiye" denmiş.

15 Eylül 1656'da Köprülü Mehmet Paşa tam yetkili sadrazam olmuş ve devletin bekası için korkunç terör estirerek (40,000 kişi idam edilmiş) orduyu disiplin altına almış, çarşı pazarı rüşvetçilerin elinden kurtarmış, dış cephelerde zaferler başlamış.

16 Eylül 1666'da kendini “mesih” ilan eden haham Sabetay Sevi, Edirne Sarayında yargılanmış. Canını kurtarmak için Müslüman olmuş ve taraftarlarının bir kısmı (dönmeler, Sabetaycılar) da İslâm’ı kabul etmişler.

4 Ağustos 1683'te Valide Hatice Turhan Sultan 56 yaşında vefat etmiş ve 4. Mehmet en önemli desteğini yitirmiş, "Devletin rükn-ü azamı gitti" diyebilmiş.

12 Eylül 1683'te İkinci Viyana Bozgunu haberi gelmiş ve Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 25 Aralık 1683'te Belgrad'ta idam edilmiş. Kesilen başı Edirne Saruca Paşa Camii haziresine gömülmüş.

Avrupa'da Katolik ülkeler (Avusturya, Lehistan, Venedik) Kutsal İttifak ("Holy League") oluşturarak Osmanlı'ya karşı topyekûn savaş başlatmışlar: "Great Turkish War" (1683-1699). Fırsattan istifade eden Rusya da ayrıca savaş açmış ve kârlı çıkmış. 16 yıl süren bu uzun savaşın ilk 4 yılı 4. Mehmet saltanatına ait olup, artık güvenebileceği aklıselim kumandan ve danışman yokmuş. Dört yıl cepheden gelen bozgun haberleriyle yaşamış, sadrazam ve serdar değiştirmiş, fakat kılını kıpırdatmadan eğlence ve av tutkusuyla gününü gün etmiş. Av tutkusu nedeniyle zamanını Edirne'de geçirirmiş, yılda bir-iki ay İstanbul'a gelirmiş.

12 Ağustos 1687'de İkinci Mohaç Savası'nda (ilk Mohaç meydanının 30 km güneybatısında, Nagyhársany köyü yakınında) korkunç bozgun bardağı taşırmış, kızgın yeniçeriler ayaklanarak başkente yürümüşler. 4. Mehmet ve saray halkı Edirne’den İstanbul'a kaçmışlar. İstanbul kaymakamı Fazıl Mustafa Paşa, kanlı olayları önlemek için, önce 39 yıldır mahpus yaşayan ve 45 yaşına gelmiş bulunan kardeşi Süleyman'ı tahta oturtup biat etmişler. Sonra da 4. Mehmet ve oğulları Kafes'e kapatılmışlar. Tahttan indirilme sebebi marazi ava düşkünlük imiş.

Bedensel dayanıklılığı ile övünen, saatlerce at üstünden inmeyen, haftalarca av peşinde koşturan bu lâkayt padişah 6 yıl daha Kafes'te yaşamış, 6 Ocak 1693'te Edirne Sarayında eceliyle 51 yaşında ölmüş. Daha önce sıtma (malaria) geçirdiği kayıtlara işlenmişse de, Kafes'e kaldırıldıktan sonraki sağlık durumu hakkında bilgi yoktur. Soğuk bir Ocak ayında ölmesi öncelikle zatürree (pnömoni) ihtimalini güçlendirmektedir.

Çocukluğunda Kafes hayatı yaşamamış, el üstünde tutulmuş, sürekli av peşinde koşturmuş, tütün ve içki kullanmamış, ağrı sızıdan yakınmamış (45 yaşında kapatılırken ailevi "nikris" şikâyetleri henüz belirmemişti) olduğundan en sağlıklı Osmanlı sultanıdır diyebiliriz.




 
 



 






İKİ İHTİYAR SULTAN

 

3. SÜLEYMAN ve 2. AHMET

 

"İki ihtiyar" diyoruz amma, bugünkü değerlerimize göre hiç de yaşlı sayılmazlar: Süleyman 45 yaşında, Ahmet ise 48 yaşında ardışık tahta oturdular. Fakat ikisi de kırk yıl dört duvar arasında kapalı yaşamışlardı. Bedenen ve zihnen çökmüşlerdi. Ancak üçer buçuk yıl (takvim yılı 4 gösterir) dayanabildiler ve irsi nikris (gut) hastalığının katışımlarından vefat ettiler.

Oysa Osmanlı devletinin görüp görebildiği en felâketli yıllar yaşanıyordu: Avrupa Hıristiyan devletleri, kendi aralarındaki "Otuz Yıl Savaşları"ndan (1618-1648) çıkmışlar, ateşli silâhlarını geliştirmişler ve Türkleri Avrupa'dan atmak için, Papa XI. Innocentius'un teşvikiyle, Avusturya, Lehistan ve Venedik 1684'te "Kutsal İttifak"ta (Holy League) birleşmişlerdi. Ve devletin bekasının belirlendiği bu talihsiz yıllarda, iki bahtsız ve aciz ihtiyar mahbesten çıkarılarak tahta oturtulmuştu. "Köprülüler Devri" de bitmişti.

 

SULTAN 3. SÜLEYMAN

 

(15.4.1642, İstanbul-22.6.1691, Edirne) = 49 yaş

Baba: İbrahim; Anne: Saliha Dilâşub

hd: 8.11.1687-22.6.1691 = 3 yıl 7 ay

 

[Fetret döneminde Süleyman Çelebi'nin hükümdarlığını saymayan tarihçilere göre 2. Süleyman kabul edilir].

Sultan İbrahim'in ikinci oğlu olup, Avcı Mehmet'ten sadece 3,5 ay daha küçüktür. Ne kadar şansızlık ki, üç buçuk ay büyük olan Mehmet 39 yıl sultanlığın sefasını sorumsuzca yaşamış, zavallı Süleyman ise 39 yıl (bir yaş daha küçük Ahmet ile beraber) mahbeste çürümüştür. Annesi Saliha Dilâșub Sultan (Sırp asıllı Katerina) hayatta idi ve Valide Sultan sıfatıyla oğlunun hükümdarlığını gördü, fakat 2 yıl sonra 62 yaşında vefat etti.

Sağlık durumu uzun bir sefere çıkmasına el vermeyecek derecede bozuk olan 3. Süleyman, ordunun başında 6 Haziran 1689'da Engürüs (Macaristan) Seferine çıktı, fakat Sofya'dan öteye gidemedi, Edirne'ye döndü. Giden ordudan mağlubiyet haberleri geldi (Belgrad, Niş ve Vidin kaybedildi). Köprülü Mehmet Paşa'nın, ilmiye sınıfından küçük oğlu Fazıl Mustafa Paşa'yı 1690'da sadrazam ve serdar atadı. Yeni sadrazam 1691'de sefere çıkarken, hastalığı artmış olan 3. Süleyman, kütük gibi olmuş bacaklarına rağmen tahtırevanla Edirne'ye kadar gelebildi ve yatağa düştü: 22 Haziran 1691'de Edirne Sarayında, nikris'ten mütevellit "istiskâ" (hydropsie, suluca), yani böbrek yetmezliğinden vefat etti. Kendi namına ne bir cami, ne de türbe yaptıramayan 3. Süleyman'ın cenazesi İstanbul'a taşındı ve Kanuni Süleyman'ın türbesine defnedildi. Uzun "Kafes" hayatı kısırlaştırmıştı, cariyeleri vardı, fakat çocukları olmadı.

 






 












SULTAN 2. AHMET

 

(25.2.1643, İstanbul-6.2.1695, Edirne) = 52 yaş

Baba: İbrahim; Anne: Hatice Muazzez

hd. 22.6.1691-6.2.1695 = 3 yıl 7 ay

Sultan İbrahim'in üçüncü oğlu olup, annesi Hatice Muazzez Sultan (Lehistan Yahudisi Eva) onun tahta çıkmasını göremeden Eylül 1687'de, 60 yaşında Eski Saray'da vefat etmiştir. Babasının ölümünde 5 yaşında idi ve ağabeyi Süleyman ile 39 yıl kader ortaklığı yaptı. Süleyman tahta oturunca ilk icraatı Ahmed'e ferah ve aydınlık oda verilmesini emretti. Paylaştıkları "Kafes" dairesine ise sabık padişah 4. Mehmet ve iki oğlu (Mustafa 23 yaşında ve Ahmet 14 yaşında) yerleştiler.

Edirne'de tahta çıkan, cülus ve biat töreni yapılan, Eski Cami'de kılıç kuşanan 2. Ahmet de 3 yıl 7 ay sonra nikris (gut) ve istiskâ (suluca) belirtileri göstererek birdenbire ağırlaştı ve 52 yaşında Edirne'de vefat etti. İstanbul'a hiç gitmedi, sadece cenazesi Kanuni Süleyman türbesine götürüldü. Hareketsiz yaşam nedeniyle aşırı şişmandı. Hasekileri vardı, üç kızı ve ikiz oğulları dünyaya geldi. Osmanlı tarihinde ilk ikiz erkek çocuk doğumu 1692'de gerçekleşti (fakat Selim 1 yaşında öldü, İbrahim ise 22 yaşında, 1714'te Kafes'te iken öldü).

2. Ahmet de "Great Turkish War" cenderesiyle boğuştu, fakat sefere çıkmadı. Tahta çıktığı yıl Sadrazam Köprülü Mustafa Paşa "Salankamen Savaşı"nda, alnından kurşunla şehit düştü (10.8.1691). 6 Ocak 1693'te ağabeyi sabık padişah Avcı Mehmet Edirne'de vefat etti. Lehistan ve Rusya cephelerinde de mağlubiyetler yaşandı. Venedik ise Mora'yı işgal etti. Mali sıkıntılar ve asker memnuniyetsizliği nedeniyle İstanbul'a dönemedi ve 6 Şubat 1695'te Edirne Sarayında vefat etti.



 























AVCI MEHMED'İN OĞULLARI

 

Sultan 4. Mehmet (Avcı) 1687 yılında isyancı askerler tarafından tahttan indirildi, fakat öldürülmedi. 45 yaşında idi ve iki yetişkin oğlu vardı: Mustafa (23 yaşında) ve Ahmet (14 yaşında). Sultan veya şehzade katletmek artık makbul değildi, Osmanlı toplumu bundan nefret etmişti. Fakat taht kavgasına kalkışmasınlar diye sıkı gözetim altında, Sultanın ikamet ettiği sarayında, "Kafes" veya "Şimşirlik Kasrı" denen özel dairede kapalı tutuluyorlardı. Baba ve oğulları 2 yıl İstanbul Topkapı Sarayında kapalı kaldıktan sonra, iktidardaki 3. Süleyman Edirne'ye taşındı. Kapalı arabalar içinde sabık padişah ve iki oğlu da Edirne'ye götürüldüler. Edirne Sarayı nehir kenarında, orman içinde, havadar, aydınlık ve ferah idi (fakat yaz aylarında sivrisinek boldu, cibinliksiz yatılmıyordu, sıtma'ya yakalananlar olmuştu). Baba Avcı Mehmet 4 yıl sonra, 51 yaşında, burada vefat etti, fakat cenazesi İstanbul'a, annesi Hatice Turhan Sultan Türbesine taşındı. Ondan iki yıl sonra da 2. Ahmet, 52 yaşında Edirne Sarayında vefat etti (6 Şubat 1695).

 

SULTAN 2. MUSTAFA

 

(5.6.1664, Edirne-29.12.1703, İstanbul) = 39 yaş

Baba: 4. Mehmet; Anne: Emetullah Rabia Gülnuş

hd. 6.2.1695- 22.8.1703 = 8,5 yıl

 

Çok şanslı bir çocukluk geçirmişti, muhteşem sünnet düğünü yapılmıştı. Doğa ile iç içe büyümüş ve babasının av partilerine katılmıştı. Öyle deli dolu yetişmişti ki, kendisine "Yularsız Arslan" deniyordu (coşkun manik safha). O böyle tasasız koştururken, Batıda kara bulutlar belirmiş, Hıristiyan ülkeler "Kutsal İttifak" oluşturmuş ve Osmanlı'ya saldırmışlardı - 16 yıl sürecek "Uzun Savaş" başlamıştı. Bu savaşın ilk 4-yılını babası 4. Mehmet küçümsemiş, ordu ayaklanınca suhuletle tahtı terk etmişti. İki ihtiyar amcası da 4-er yıllık sultanlık yaparken savaş bozgunlarla sürüp gitmişti. Bu savaşın son 4-yıllık dilimi Mustafa'ya kalmıştı.

Oysa umutlu başlamıştı - ikinci amcasının vefatını hizmetliler önce kendisine duyurmuşlardı. Herkesten önce Edirne Sarayındaki Has odaya gitmiş, tahta oturmuş, kendi kendini sultan ilân etmişti. 31 yaşında genç ve enerjik sultan, "zevk ve safa bana haram olsun" diyerek düşmana karşı gazâ ve cihada çıkacağını duyurmuştu.

Ve üç yıl ordunun başında seferlere çıktı (sefere çıkan Osmanlı padişahlarının sonuncusudur). 1695'te ve 1696'da muzaffer gazi olarak döndü. Fakat üçüncü seferinde korkunç Senta (okunuşu Zenta) Köprüsü faciası yaşandı: Osmanlı ordusu adeta imha edildi, sadrazam dâhil, dört vezir, 30 beylerbeyi ve 30,000 asker öldürüldü veya Tizsa nehrinde boğuldu. Sultan 2. Mustafa kurtuldu, Edirne'ye dönebildi ve barış istedi. Bir yıl süren müzakereler sonrası, 26 Ocak 1699'da, Osmanlı tarihinin en kahredici antlaşması Karlofça'da, Kapela Mira binasında imzalandı. Bir yıl sonra da İstanbul'da Ruslarla barış yapıldı ve Azak Kalesi teslim edildi. Depresyona giren 2. Mustafa savaşı ve cihadı unuttu, kendisini babası gibi av ve eğlenceye verdi. Devlet işlerini çok güvendiği hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi'ye teslim etti. Feyzullah Efendi suiistimal etti, oğulları ve damatları ile birlikte devleti parselledi ve halkın nefreti birden patladı - "Edirne Vakası"nda işkence edilerek öldürüldüler ve cesetleri Tunca'ya atıldı (3 Eylül 1703). 22 Ağustos'ta 2.Mustafa kardeşi 3. Ahmed'i çağırarak tahtı terk etmişti, fakat katliamı önleyemedi. Ertesi gün yeni padişah 3. Ahmet Edirne'yi terk ederken, Mustafa ve iki oğlu (Mahmut- 7, Osman- 4 yaşında) da İstanbul Topkapı Sarayının Kafes Dairesine kapatıldılar. Mustafa 4 ay sonra böbrek taşı ve mesane tıkanması sonucu, 39 yaşında vefat etti. Bazı internet sitelerinde geriye dönük "prostat kanseri" denilse de yaşı itibariyle gerçekçi değildir.



 

 

 

 

 





























SULTAN 3. AHMET

 

(30.12.1673, Hacıoğlu Pazarı- 1.8.1736, İstanbul) = 63 yaş

Baba: 4. Mehmet; Anne: Emetullah Rabia Gülnuş

hd. 22.8.1703-1.10.1730 = 27 yıl

 

Saray dışında dünyaya gelen tek padişahtır. Lehistan Seferi dönüşü, Dobruca'da menzil kasabası Hacıoğlu Pazarı'nda avlanmak için mola veren Avcı Mehmet, hamile eşini de çağırtmış ve yerli bir beyin konağında Ahmet dünyaya gelmişti. Mustafa'dan 9 yaş küçük olup, amcaları ve öz ağabeyinin iktidar yıllarında 16 yıl "kafes" hayatı yaşamıştı. Fakat Edirne Sarayında nispeten rahat etmiş, Validesi Emetullah Sultan sayesinde ciddi eğitim almış, şiir yazmış, hat sanatıyla uğraşmıştı.

Barışçıl ve sakin karakterli olan 3. Ahmet 27 yıl iktidarda kalarak bilim ve sanata öncelik vermiş, reformcu sultan kabul edilmektedir. İstanbul'un imarında büyük atılım yapmış, Topkapı dışına, Haliç (Sâdâbâd) ve Boğaz (Hümayunâbâd, Bebek) kıyılarına köşkler yaptırmış, suyu sevdiği için sebiller ve çeşmeler (Bab-ı Hümayun Çeşmesi, Üsküdar İskele Çeşmesi), kütüphaneler (Topkapı Enderun), annesi adına Üsküdar Valide-i Cedid Camii'ni inşa ettirmiştir.

Savaşa gitmemiş, sadrazamlarını göndermiştir: Baltacı Mehmet Paşa Rus çarı 1. Petro'yu Prut savaşında (1711) yenmiş ve Azak kalesini geri almış; Silahtar Damat Ali Paşa Mora'yı geri almış (1715), fakat Petrovaradin savaşında (1716) şehit düşmüş ve Belgrad Kalemegdan'a gömülmüştür. Kayıplar içeren "Pasarofça Antlaşmasını" imzalayan Nevşehirli İbrahim Paşa, 12 yıl süren "Lâle Devrini" başlatmıştır. Halk yoksulluk içinde kıvranırken, şatafatlı lale bahçelerinde çırağan eğlenceleri ve helva sohbetleri tepki doğurmuş ve "Patrona Halil isyanı" (1. Ekim 1730) ile 57 yaşında tahttan indirilmiştir. Babası gibi 6 yıl daha yaşamıştır. Bazı çağdaş yorumcular şeker hastalığından öldü derler. Fakat "tebevvül-i sükkeri" (şeker işeme) o yıllarda bilinmesine rağmen Osmanlı kayıtlarında geçmemektedir. Ağabeyi gibi onun cenazesi de babaanneleri Hatice Turhan Sultan türbesine defnedilmiştir.

Sultan 3. Ahmet döneminde ilköğretim zorunlu hale getirilmiş, matbaa kurulmuş, Avrupa'ya ilk elçi gönderilmiş, kâğıt ve kumaş fabrikaları ile çini imalâthanesi faaliyete geçmiş, şairler Nabi ve Nedim, nakkaş Levnî himaye görmüşler, Leydi Montegü Edirne ve İstanbul'dan ünlü mektuplarını göndermiştir.


































AVCI MEHMED'İN TORUNLARI

 

Osmanlı tarihinde kardeş katliamları hep abartılır, hâlbuki 1617'den itibaren kardeşten sonra kardeşler iktidara gelmiştir:

1) Sultan 3. Mehmed'in ölümünden sonra 2 oğlu ardı ardına tahta çıkmıştır (1. Ahmet ve 1. Mustafa) - soy 1. Ahmet'ten devam etmiştir

2) Sultan 1. Ahmed'in ölümünden sonra 3 oğlu ardı ardına tahta çıkmıştır (2.Osman, 4. Murat ve İbrahim) - soy İbrahim'den devam etmiştir.

3) Sultan İbrahim'in hal' edilmesinden sonra da 3 oğlu ardı ardına tahta çıkmıştır (4. Mehmet, 3. Süleyman ve 2. Ahmet) - soy 4. Mehmet'ten devam etmiştir.

4) Sultan 4. Mehmed'in hal' edilmesinden sonra 2 oğlu ardı ardına tahta çıkmıştır (2. Mustafa ve 3. Ahmet) - soyağacı ikiye çatallanmış ve her birinin 2-şer oğlu yaş sırasına göre tahta çıkmışlardır.

Dolayısıyla Avcı Mehmed'in dört torunu da sultan olabilmiş (1730 - 1789 arası = 59 yıl), kardeşten kardeşe veya kuzene (amcaoğluna) saltanat intikal etmiş, yani aynı kuşaktan dört hükümdar çıkmıştır. Fakat önce tahta oturan Mustafa-oğulları (1. Mahmut ve 3. Osman) çocuksuz kalmışlar, sonradan tahta oturan Ahmet-oğulları (3. Mustafa ve 1. Abdülhamit) erkek varis bırakmışlardır. Ne var ki, 3. Mustafa'nın tek oğlu (3. Selim) de çocuksuz kalınca, sülâle 1. Abdülhamit üzerinden devam etmiştir.

Kardeş katliamları durmuş, fakat hak sahibi şehzadeler Harem'in Kafes dairesinde birikmişti. Sayıları bazen 6 şehzadeye çıkmış. Dört duvar arasında, doğadan tecrit edilmiş, insan ilişkilerinden mahrum bırakılmış bu genç adamlara hocalar okuma-yazma öğretmişler, ibadet edebilecek kadar dini bilgiler vermişlerdir. Katledilmemişler, fakat yıllarca taht sırasının gelmesini beklemişlerdir (rekor 3. Osman'dadır, tahta oturmadan önce 51 yıl "kafes" hayatı yaşamıştır). Bir kısmı sırasının gelmesini bekleyemeden vefat etmiş, ruhsal ve bedensel çökmüş, sosyal yaşamı bilmemiş, siyaseti hiç öğrenememiştir.

Hepsinde "depresyon" (çökkünlük) az çok belirgindir ve kafes hayatının süresiyle orantılıdır. Atalarının gösterdiği enerjik atılımlı "manik" (coşkun) safha baskılanmış ve gelişememiştir. Çoğu aşırı dindar olmuş, dinde huzur ve teselli aramışlardır. Fakat bu eğilim onları mistik ve gizemli inançlara sürüklemiştir. Kerameti kendinden menkul şeyhlerin, büyücülerin, üfürükçülerin, muskacıların ağına kolayca düşmüşlerdir. "Nücûm" ilmine (yıldız falına) inanmış ve sarayı müneccimlerle doldurmuşlardır.

Kementle boğdurulmayacaklarını biliyorlar, fakat zehirlenme korkusunu (fobi, phobia) üzerlerinden atamamışlardır. Yemeklere kuşkulu bakmışlar, panzehir arayışında garip yöntemlerle kendi bünyelerini tahrip etmişlerdir (3. Mustafa). Hayatta kalanlar ise kısırlaştırıldıklarına inanmışlardır.

Uzun yıllar "kafes" hayatı yaşayanlarda, hareketsiz, ışıksız ve havasız kaldıkları için bedensel (somatik) hastalıklar ön plana çıkmıştır. Gerek Osmanlı matrakçı ve nakkaşları, gerekse Avrupa kökenli ressamlar, bu dönem sultanlarının portrelerini çizmişlerdir. Çoğunluğu fazla kilolu (obez) görünmektedir. Şişmanlığın ardında yüksek kan basıncı muhakkak ki vardı, çünkü "nüzûl, sekte-i dimâgıyye" (beyin inmesi), "sekte-i kalb" (kalp sektesi) ve "sekte-i reeviye" (akciğer ödemi) gibi Batı tıbbından esinlenen teşhisler ölüm nedeni olarak zikredilmeye başlanmıştır.

Tahta oturma şansını yakalayanlarda nelerden yoksun bırakıldıkları ve neyin özlemini çektikleri çok belirgindir: doğa özlemi (hepsi bağ ve bahçelere koşmuşlar, çiçek yetiştirmişler - Lâle Devri, Lâleli Camii); Haliç'te ve Boğaz'da kayık sefaları; atları sevmişler (at üzerinde İstanbul'u dolaşmaları); eğlenceye düşkün olmuşlar (cambazlar, hokkabazlar, dönme dolaplar). Topkapı Sarayından nefret etmişlerdi (sayısız köşkler ve kasırlar yaptırdılar). İnsanlarla ilişkiye susamışlardı ( hepsi tebdil kıyafet sokakları gezdiler), fakat seyahat etmek için sadece Edirne'yi ziyaret edebildiler.

Cinsel arzularını coşturarak Harem'i "kadın efendiler" ve "ikballer" ile doldurdular. Fakat daha yaşlı olanlarda andropoz belirtileri erken başlamış, iktidarsızlık (empotans, impotentia) ve kısırlık (sterilite, sterilitas) belirmiştir. Fakat "Kadınlar saltanatı" son bulmuştur.

Topkapı Sarayının Harem'inde ve Şehzadeler Dairesinde sinsi ve müzmin bir mikrobun (Koch basili, tüberküloz mikrobu) 18. yüzyıl başından itibaren yuvalandığı, kadınların ve çocukların yüksek ölüm oranından hissedilmekte, mahpus hayatı yaşayan şehzadeleri de etkilediği [kemik (omurga) ve erbezlik (berbah, epididim) tüberkülozu] anlaşılmaktadır. Zamanın hekimleri teşhisi koyamamışlar, fakat genç erkeklerde "epididimit" kısırlık sebebidir ve iktidarsızlık yapmaz.

Bu sultanlar devletin askeri ve siyasi işlerinden bihaber idiler. Genellikle savaşçı ruhları kalmamıştı ve barışı tercih ediyorlardı. Oysa İmparatorluk "Gerileme Devri"ne girmiş, mağlubiyetlerle toprak kayıplarına uğruyordu (1774, Küçük Kaynarca Antlaşması). Ordu demoralize olmuş, yeniçeriler çözülmüştü. Kapıkulu askerleri savaşmak istemiyorlar, İstanbul'da maaşlarını alıp kendi dükkânlarını açıyorlar, kafalarına estikçe kazan kaldırıyorlardı. Devlet otoritesi zayıfladığı için yollar eşkıya dolmuş, taşra yöneticileri bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Halk sahipsiz kalmış, para değer kaybetmiş, hazine boşalmıştı. Birkaç binlik çapulcu güruhlar Sarayı kuşatabiliyor ve Sultanları tahttan indirebiliyordu. Ne yapacağını bilemeyen bu sultanlar çareyi sürekli vezir-i azam ve serdar-ı ekrem değiştirmekte arıyorlar, bunları kolayca harcayıp sürgüne gönderiyorlar ve katlettiriyorlardı. Hiçbiri de savaşa gitmedi.

 

SULTAN 1. MAHMUT

 

(2.8.1696, Edirne-23.12.1754, İstanbul) = 58 yaş

Baba: 2. Mustafa; Anne: Saliha Sultan

hd. 30.9.1730-13.12.1754 = 24 yıl

 

Babasının iktidarında 7 yaşına kadar Edirne Sarayında hür büyüdü. Amcası 3. Ahmed'in 27 yıllık saltanatında İstanbul'da mahpus hayatına maruz kaldı. Ketum davranan Osmanlı tarihçileri kambur olduğunu pek yazmazlar. Fakat zayıf ve hastalıklı bünyeye sahip olduğunu hemen bütün kaynaklar belirtir. Ayrıca "fistülden rahatsız" olduğu ve 1754 kış aylarında birkaç hafta yattığı da ifade edilmektedir. "Fistül" (nâsûr, akarca) ile kastedilen makat çevresinde "perianal fistula"dır. Yıllarca süren kan kaybından mütevellit "fakr-ı dem" (anemi, kansızlık) gelişir. Kamburluk (hadebiyet, gibbosité) genellikle "Mal de Pott" (omurlarda kemik tüberkülozu) düşündürmekte ve buradan süzülen soğuk abse (abcés froid) de perianal fistül ile dışarı akmaktadır. 13 Aralık 1754 günü Cuma selamlığından dönerken atın üstüne yığılması anemi yüzündendir. Halefi 3. Osman'ın ölümünden sonra anlatılan bir rivayete göre 1. Mahmud'un cenazesi alelacele aynı gün ikindi namazında kaldırılıp Büyük Validesi Hatice Turhan Sultan Türbesinde toprağa verilmiş, başucunda Kuran okuyan hafızın derinden sesler işitip kaçarak Saray'a haber verdiğini ve daha o gece bu hafızın kayıplara karıştığı anlatılmıştır. Olmayacak şey değildir, çünkü kansızlık sebebiyle bayılmalarda bu mümkündür. 1. Mahmud'un cariyeleri olmuş, fakat çocuğu olmamıştır.



 

 

 

 

SULTAN 3. OSMAN

 

(3.1.1699,İstanbul-30.10.1757) = 58 yaş

Baba: 2. Mustafa; Anne: Şehsuvar Kadın

hd. 13.12.1754-30.10.1757 = 3 yıl

 

Babasının iktidarında 4 yıl hür büyüdü, fakat amcası döneminde 27 yıl ve ağabeyi döneminde 24 yıl "kafes" hayatı yaşayarak 51 yıllık mahpusluk rekoru kırdı. Yaşlı, hastalıklı ve aşırı sinirli bir kişiliğe sahip imiş ve 3 yıldan az tahtta kalabildi. Kadınlara tahammül edemediği için Harem'i boşaltmış, ayakkabılarının altına gümüş kabaralar çaktırmış ki, sesleri duyan hatun kişiler saklanıp gözüne ilişmesinler. Onun da ortopedik çarpıklığı varmış, bir omuzu diğerinden daha yüksek duruyormuş. Muhtemelen boyun omuru veya kaburga tüberkülozu nedeniyle "yaneğrilik" (skolyoz, scoliosis) olmuştu. Buradan kaynaklanan koltukaltı "köpek memesi"ne (soğuk abse, abcés froid), sinirliliği ve tez canlığı nedeniyle hekimlerin tavsiyelerini dinlememiş ve cerrahi müdahale yapılmasını emretmiş ve "kan zehirlenmesi" (kanbulaş, sepsis) olmuş. 29 Ekim 1757 gecesi, 58 yaşında vefat etmiş. O da Hatice Turhan Sultan Türbesine defnedilmiş. Çocuğu olmamıştır.

 


 

 

 

 

 

 

SULTAN 3. MUSTAFA

 

(28.1.1717, Edirne-21.01.1774, İstanbul) = 57 yaş

Baba: 3. Ahmet; Anne: Mihrişah Kadın

hd. 30.10.1757- 21.01.1774 = 17 yıl

 

Babasının iktidarında ve Lâle Devrinde 13 yıl mutlu çocukluk geçiren 3. Mustafa, Patrona Halil Ayaklanmasında kapatılmış ve 27 yıl kafes hayatı geçirdikten sonra 40 yaşında tahta oturmuş ve 17 yıl hüküm sürmüştür. Zehirlenme korkusundan yemekleri reddetmiş, pişmemiş meyve ve sebzelerle idare etmiş. Çok kitap okumuş, "ilmi nücum"a (astroloji) inanmış, panzehirlere merak sarmış. Ufak miktarlarda panzehir içerek zehirlere karşı dayanıklı olmaya çalışmış. Bu ilaçlar derisini kül rengine dönüştürmüş ve görüntüsü ürkütücü olmuş (Osmanlı sultanlarının en çirkini denmiştir). Kadınlara düşkünmüş, Saray dışından "sevgili" (Rıf'at Kadın) edinmiş ve sonradan Harem'e aldırtmış. İki oğlu ve sekiz kızı olmuş, sadece Şehzade Selim hayatta kalmıştır. 1768 kışında ağır bir hastalığa yakalanmış - hekimler "zatülcenb" (plevrit, akciğer zarı iltihabı) demişler. Genellikle akciğer tüberkülozu’nun habercisidir. Atlatmış ve daha 6 yıl yaşamış, fakat solunum güçlüğü çekmiş. Gittikçe artan nefes darlığı için "hunnak" (astım) denmişse de "akciğer tüberkülozu" gelişmiş. Solunum yetmezliği sonucu 57 yaşında vefat etmiştir. Kendi yaptırdığı Lâleli Camii'ndeki Türbesine gömülmüştür.

 

 


 

 

 

 

 

SULTAN 1. ABDÜLHAMİT

 

(20.3.1725, İstanbul- 7.4.1789, İstanbul) = 64 yaş

Baba: 3. Ahmet; Anne: Şermi Rabia Kadın

hd. 21.01.1774-7.4.1789 = 15 yıl

 

Lâle Devrinin sonlarına doğru dünyaya gelen 1. Abdülhamit de çok uzun "Kafes" hayatına katlanmış (44 yıl) ve ağabeyi 3. Mustafa'nın başlattığı 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşının bitiminde imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşmasını (21 Temmuz 1774) sineye çekmiştir. Zayıf bünyeli, narin yapılı, iyi niyetli, yumuşak huylu imiş, fakat Rusya ve Avusturya'ya karşı alınan bozgunlara çare bulabilecek bilgi ve deneyime sahip değilmiş. Kadınlara düşkünmüş (hatta tahta oturmadan önce bir kız evlâdı olmuş ve gizli tutulmuş), 11 kadın efendisi ve ikbal denilen cariyelerden toplam 20 evlâdı dünyaya gelmiş, 8 şehzadesinden ancak ikisine (4. Mustafa ve 2. Mahmut) padişahlık nasip olmuş. 49 yaşında tahta çıkmış ve 64 yaşında felç (nüzûl) geçirerek hayata göz yummuştur. Bahçekapı'da yaptırdığı imaretteki türbesine defnedilmiştir.







KATLEDİLEN SON SULTANLAR

 

4 Nisan 1789 tarihinde, Avcı Mehmed'in son torunu (1. Abdülhamit) de eceliyle öldü. Tam 120 senedir "ekberiyet" (en büyük evlat) kuralı iyi kötü işliyordu, şehzadeler "Kafes"te bekletiliyor, tahttaki sultanlar ise suhuletle değiştiriliyordu. Kafes'te üç şehzade kalmıştı: 28 yaşında Selim (3. Mustafa'nın oğlu ), 10 yaşında Mustafa ve 4 yaşında Mahmut (ikisi de 1. Abdülhamit'in oğulları).

 

 

SULTAN 3. SELİM

 

(24.12.1761- 28.7.1808) = 46 yaş

Baba: 3. Mustafa; Anne: Mihrişah

hd. 7.4.1789 - 29.5.1807 = 18 yıl

 

Bu şehzadeye büyük umutlar bağlanmıştı. İyi niyetli amcası 1. Abdülhamit onun yetişmesine engel olmamış, veliaht gibi muamele etmişti. Kafes yaşamı rahat geçmiş, ata binmiş, saray bahçelerinde dolaşmış, musiki ve hat dersleri almış, Fransızca öğrenmiş ve Fransa'dan kitaplar getirtmiş, Avrupa'nın "Aydınlanma" fikirleriyle tanışmış, saltanatın halka hizmet olduğuna inanmıştı.

Dikkat edin sene 1789 (yedi-sekiz-dokuz!) Dünya tarihinin en sarsıcı depremi, Avrupa'yı yerinden oynatan Büyük Fransız İhtilâli (14 Temmuz 1789) üç ay sonra vuku bulmuştu - halk monarşileri devirebiliyormuş, kralların kelleleri "giyotin" ile uçurulabiliyormuş! 3. Selim Fransız hayranı idi, sonra da Napolyon hayranı oldu. Kendisi de bir mutlak monark olmasına rağmen, Napolyon'un Mısır'ı işgaline (1798-1801) rağmen, Rusya ve Avusturya'ya karşı amcasının başlattığı 1787-1792 Savaşı'nı inatla sürdürdü ve korkunç bozgunlara sebep oldu. Çünkü hayatı boyunca İstanbul'u terk etmedi (Edirne'ye bile gitmedi). Orduyu ıslah etmek, "talimli asker" yetiştirmek için 1794'te Nizam-ı Cedid’i (Yeni Düzen) başlattı, kışlalar kurdu (Üsküdar Selimiye Kışlası ve Camii; Levent Kışlası), süngülü tüfekler getirtti, devlet matbaası, Mühendishane-i Berri-i Hümayun faaliyete geçti, tersane yenilendi, Avrupa'ya daimi elçiler gönderdi, İstanbul'a imar kuralları koydu, tebaalarının giyim kuşamına karıştı. Talimli askerden ürken yeniçerileri ve "din elden gidiyor" yaygarası başlatan ulemayı karşısına aldı.

1806'da Rusya'ya tekrar savaş açtı. Ordu ve sadrazam Nisan 1807'de Tuna boylarına gidince, "Nizam-ı Kadim" yanlıları pasif direnişi silahlı isyana dönüştürdüler: 25 Mayıs 1807'de Boğaz yamakları (kale muhafızları) Kabakçı Mustafa önderliğinde Rumelifeneri’nden Topkapı'ya yürüdüler. Her zamanki kararsız tutumu ile "bütün bunlara benim hilmim sebeptir" (hilm= iyi niyet, merhamet) diyerek, 29 Mayıs'ta tahtı amcaoğlu 4. Mustafa'ya terk etti ve Harem'deki dairesine çekildi. 45 yaşına gelmişti, Kuran okudu, ney üfledi, besteler yaptı. Klasik Türk musikisinin üstadı idi, "suzidilara" makamını bulmuştu, fakat çocuğu olmamıştı (kısır sultanlar dizisinin sonuncusudur).



 

 

 

 





































SULTAN 4. MUSTAFA

 

(8.9.1779- 17.11.1808) = 29 yaş

Baba: 1. Abdülhamit; Anne: Ayşe Sineperver

hd. 29.5.1807- 28.7.1808 = 14 ay

 

1. Abdülhamid'in büyük oğludur. Kabakçı Mustafa Ayaklanmasında 28 yaşında tahta çıktı ve 1 yıl 2 ay süren saltanatında isyancıların kuklası olarak kaldı. "...Muhakeme yeteneğinden yoksun, zekâsı kıt, yeniliklere karşı, sade-dil ve saf-derun, fakat saltanat hırsı aşırı bir şehzadeydi..." (N. Sakaoğlu). İstanbul'da ve Boğaz'da yamaklar güruhunun terörü devam etti. 1. Haziran 1807'de Nizam-ı Cedid’i ortadan kaldırdı, 24 Ağustos 1807 Slobozia mütarekesini iç savaş için kullandı.

Fakat Selim yanlıları Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nn yanına sığınmışlar ve karşı hareket oluşturmuşlardı: "Rusçuk Yâranı". 1808 baharında İstanbul'a yürüdüler. 28 Temmuz 1808'de Topkapı Sarayını bastılar. 4. Mustafa tahttan inmeye yanaşmadı, kapıları kapattı, direnişe geçti ve Kafes'te tutuklu amcazadesi Selim ile kardeşi Mahmud'un öldürülmesini emretti. Kendi taraftarı saray personeline cariyelerin yol göstermesiyle 3. Selim'in dairesini bastılar ve bıçak darbeleriyle öldürdüler. Fakat Anber Ağa ile diğer cariyeler şehzade Mahmud'u çatıdan kaçırdılar. Darüssaade kapılarını kırdırtan Alemdar, Arz Odası önünde 3. Selim'in kanlı cesediyle karşılaştı. Korkudan titreyen 23 yaşındaki Mahmut tahta oturtuldu ve biat edildi. Ertesi gün 3. Selim'in cenazesi Lâleli Camii Türbesine, babasının yanına defnedildi, Alemdar Mustafa Paşa sadrazam oldu ve 4. Mustafa Kafes'e kapatıldı.

Bu kanlı trajedi burada bitmedi. Üç buçuk ay sonra yeniçeriler tekrar ayaklandılar ve Bab-ı Âli'yi bastılar. Kahramanca direnen sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barut fıçılarını ateşe verdi ve 600 kadar yeniçeri ile birlikte öldü ("Alemdar Olayı", 16 Kasım 1808). Ertesi günü Sultan 2. Mahmut, Kafes'teki ağabeyi 4. Mustafa'yı boğdurttu ve tek Osmanoğlu kaldı. 4. Mustafa'nın, ölümünden sonra bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Cenazesi de Bahçekapı'daki babası 1. Abdülhamid'in Türbesine defnedilmiştir.






 






OSMANLIYI MODERNLEŞTİREN SULTANLAR

 

 

Osmanlı Devletinin çağdaşlaşmasına en büyük engeli Yeniçeri Ocağı ve ulema oluşturmuştur. Genç ve iyi niyetli padişahların girişimleri 200 yıl boyunca geri tepmiş, bazıları tahtından, bazıları hayatından olmuştur:

 

1622- 2. Osman'ın tecrübesiz ve desteksiz niyeti ölümle sonuçlandı

1632- Kardeşi 4. Murat tüm öfkesini ve intikamını şiddete dönüştürdü

1656- Köprülü Mehmet Paşa terör estirerek geçici disiplin sağladı

1730- 3. Ahmet gerici Patrona Halil isyanında tahttan indirildi

1807- 3. Selim gerici Kabakçı Mustafa isyanıyla indirildi, bilahare katledildi

1826- 2. Mahmut yeniçerilere ve gericilere öldürücü darbeyi indirdi

 

 

SULTAN 2. MAHMUT

 

(20.8.1785-1.7.1839) = 54 yaş

Baba: 1.Abdülhamit; Anne: Nakşidil

hd. 28.7.1808- 1.7.1839 = 31 yıl

 

Beş yaşında iken babası ölünce, amcazadesi 3. Selim döneminde 18 yıl Kafes'te kaldı, fakat nispeten rahat bir ortamda din, edebiyat, müzik konularında eğitim gördü, binicilik, atıcılık ve topçuluk öğrendi. 3.Selim'in muasırlaşma hayallerini benimsedi, fakat onun hatalarından da ders aldı. Ağabeyi 4.Mustafa'nın kısa padişahlığında (1 yıl 2 ay) Saray Hareminde korkulu anlar geçirdi, canını kıl payı kurtarabildi. Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa'nın vesayeti altında, 23 yaşında tahta oturdu, 3,5 ay sonra patlak veren "Alemdar Olayı" ile bu vesayetten kurtuldu, ayaklanmacıları dağıttı, Kafes'te tutulan ağabeyini boğdurtarak tek Osmanoğlu kaldı. Gençlik heyecanı ve enerjisiyle (Bipolar Bozukluğun manik etkisi) çağdaşlaşma yolunda ("gâvurlaşma" olarak algılandı) kararlı, fakat dikkatli adımlar attı. O kadar hesaplı ki, ancak 18 yıl sonra, 15 Haziran 1826'da son büyük "kul kıyamını" (Vaka-i Hayriye) gerçekleştirdi ve yüzyıllardır kazan kaldıran, padişah indirip padişah katleden Yeniçeri Ocağı'nı kanlı biçimde ortadan kaldırdı (bir günde 70,000 kişi katledildi!), Bektaşi dergâhlarını da kapattı.

Fakat kritik bir tarihi dönemeçte Devlet ordusuz kaldı, kurduğu "Asakir-i Muhammediye" birlikleri yeterli olamadı, Rusya karşısında direnemedi, 1829'da Ruslar Edirne'yi ilk kez işgal ettiler. Eflak ve Boğdan Rusların etkisine girdi, Sırbistan ve Karadağ özerklik, Yunanistan ise bağımsızlık kazandı. Yanya'da Tepedelenli Ali Paşa'yı ortadan kaldırabildi, fakat Mısır Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın soyuna bırakıldı, Fransa Cezayir'i ve Tunus'u işgal etti.

Kafes dairesinde bekleyen şehzade kalmamıştı ve acilen taht varisi gerekiyordu. Harem'i kadınlarla doldurdu ve 31 yıl süren iktidarında 20 kadından 18 erkek ve 17 kız çocuk dünyaya geldi. Lâkin tüberküloz basili artık Harem odalarını istilâ etmişti, çocukların çoğu bebek yaşlarda öldüler, erkeklerden sadece ikisi (Abdülmecit 1823 doğumlu, Abdülaziz 1830 doğumlu) hayatta kalabildiler. Sultan 2. Mahmut da bu korkunç mikrobun kurbanı oldu, akciğer tüberkülozuna yakalandı ve 54 yaşında verem'den öldü. Divanyolu'nda yaptırdığı kendi türbesine gömüldü.

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 






 


 

 



SULTAN ABDÜLMECİT

 

(25.04.1823 - 25.06.1861) = 38 yaş

Baba: 2. Mahmut; Anne: Bezmiâlem

hd. 1.07.1839- 25.06.1861 = 22 yıl

 

Uzun bir aradan sonra, küçük yaşta (16 yaşında) tahta çıkan padişahların sonuncusudur. Yıllardan beri babadan oğula saltanat değişimi olmamıştı (191 yıl önce, 1648'de Sultan İbrahim'den sonra 6 yaşındaki oğlu 4.Mehmet tahta oturtulmuştu). Babasının yenilikçi ve modernleşme reformlarını sürdürdü ve hemen 4 ay sonra, 3 Kasım 1839'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Tanzimat Fermanı) sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu. Modernleşme girişimleri takdir edildi ve ilk defa Avrupa Devletleri Rusya'ya karşı Osmanlı'nın yanında yer aldılar: Kırım Savaşı, 1853-55 kazanıldı ve Paris Antlaşmasında (30 Mart 1856) Osmanlı İmparatorluğu eşit devlet olarak yer aldı. Sultan Abdülmecid'in reformları: rüştiye mektepleri (1839), ebe okulu (1842), sürekli 4-yıllık askerlik (1843), Encümen-i Daniş= Bilimler Akademisi (1845), Maarif Meclisi (1845), karma ticaret mahkemesi (1846), Islahat Fermanı (18 Şubat 1856), kız rüştiyeleri (1858), Mülkiye Mektebi (1859), Telgraf Mektebi (1860).

Osmanoğulları arasında en zayıf ve en zarif padişah kabul edilir. Fakat özel hayatında aşırı cinsellik ve içkili eğlence düşkünüdür: 20'den fazla kadından 18 erkek ve 24 kız evlâdı dünyaya gelmiştir. Çoğu küçük yaşlarda ölmüşse de, 4 oğlu (5.Murat, 2.Abdülhamit, 5.Mehmet Reşat, 6. Mehmet Vahidettin) son Osmanlı sultanları olmuşlardır.

Fakat verem mikrobu Harem'de genç-yetişkin, kadın-erkek demeden can alıyordu. Nitekim 1857 yılında Abdülmecit de babası gibi vereme yakalandı, doktorların ısrarına rağmen içkiyi bırakmadı ve 25 Haziran 1861'de Ihlamur Kasrında öldü (38 yaşında). Vasiyeti üzerine, Yavuz Sultan Selim Camii avlusuna yaptırdığı türbesine defnedildi. Dolmabahçe Sarayını ve doğa ile uyumlu kasırlar yaptırmış, 1855'te Topkapı Sarayını terk ederek Harem-i Hümayun'u da daha sağlıklı ortama kavuşturmuştu.

Yaklaşık yarım yüzyılda (53 yıl), baba-oğul 2.Mahmut ve Abdülmecit Osmanlı Devletini kalıcı olarak modernleştirdiler, ıslahatlar yaparak toplumsal yaşamı, eğitimi, sanayileşmeyi ve orduyu yenilediler. Harem'de de hummalı çalıştılar ve tükenmek üzere olan Âli Osman soyunu çoğalttılar ki, Hanedanın tarihe karışmasını onların direkt varisleri gördüler.







































BUNALIMLI SULTANLAR

 

Osmanlı tarihinde 1617'den sonra kardeş katliamları durdu, şehzadeler öldürülmedi, fakat yıllarca Harem'in bir kanadında mahpus hayatına mecbur edildiler. Babadan oğula tevarüs eden genetik yatkınlıklar da değişime uğradı: 1) nikris (gut) belirtileri, hareketsizlik nedeniyle, eklemsel şeklini yitirdi, fakat kandaki yüksek ürik asit iç organları vurdu; 2) duygu durum dengesizliği olan Bipolar Bozukluğun coşkunluk (manik) safhası törpülendi, fakat çökkünlük (depresyon) safhası aniden bastıran bunalımlara (buhran, kriz) dönüştü.

Modernleşmeyle birlikte şehzadelerin "Kafes" hayatı kalktı, Topkapı Sarayı terkedildi, veliahtlık resmen ihdas olundu, köşklerde ve kasırlarda serbest yaşamaya başladılar. Fakat sosyal yaşamları ve insanlarla ilişkileri ruhsal dengelerini hassas duruma getirdi - olumsuz gelişmeler karşısında panik atak ile cinnete sürüklendiler.

 

 

 

 

SULTAN ABDÜLAZİZ

 

(8.02.1830- 4.06.1876) = 46 yaş

Baba: 2. Mahmut; Anne: Pertevniyal

hd. 25.06.1861- 30.05.1876) = 15 yıl

 

Modernleşmeyi başlatan Sultan 2. Mahmud'un ikinci oğlu idi. Ağabeyi Abdülmecid'in 38 yaşında akciğer tüberkülozundan ölmesi üzerine 31 yaşında sorunsuz tahta oturdu. Evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu - 1857 doğumlu oğlu Yusuf İzzeddin'i de Abdülmecid'in 8 şehzadesi arasına koyarak yaş sırasına göre vâris ilan etti. Şehzadelerle birlikte Mısır'a (1863) ve Avrupa'ya (1867) resmi ziyaret yapan ilk ve tek Osmanlı padişahı oldu. Osmanlı sultanları arasında en iri yapılı ve pehlivan cüsseli idi (güreş, bilek güreşi, cirit, av tutkusu). Çok iyi eğitim almamıştı, yabancı dil bilmiyordu, Avrupa'nın bayındırlık (Paris, Londra, Viyana, Brüksel, Berlin, Bükreş) ve ulaşım (demiryolu) seviyesini beğendi, fakat ruhunda Şark zihniyeti vardı. Babacan tavırlarla halk arasına karışıp sohbet etmeyi seviyordu. Türk musikisini tercih ediyor, köçek oynatıp, horoz dövüştürüyordu.

İktidarının ilk 10 yılında, babasının ve ağabeyinin modernleşme çizgisini sürdürdü:

Galata Köprüsü yenilendi; Bank-ı Osmani-i Şahane kuruldu (1863); Şura-yı Devlet = Danıştay ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliye = Yargıtay kuruldu (1864); Mekteb-i Sanayi (1865); Rumeli Demiryolları Topkapı Sarayı arazisinden geçti (1870-1873); "Mecelle" yayınlandı (1869); Dar-ül-muallimat = Kız Öğretmen Okulu (1870).

Fakat Sadrazam Âli Paşa'nın 1871'de ölümüyle "Tanzimat Dönemi" fiilen sona erdi, tutucu dalkavukların elinde kalan Abdülaziz'in müstebit (keyfi) ve müsrif yaşamı başladı. Aşırı gösteriş harcamaları (Beylerbeyi Sarayı, 1865; Çırağan Sarayı, 1871), hesapsız iç ve dış borçlanmalar devlet erkânını çaresiz bıraktı. Kendisine önerilen anayasal monarşiye (Kanun-ı Esasi'ye) karşı çıkınca, devlet ricali (sadrazam ve serasker dâhil), Şeyhülislam fetvası ile hal' edilmesi kararlaştırıldı ve 30 Mayıs 1876'da tahttan indirildi, validesi Pertevniyal Sultan ve haremiyle Çırağan Sarayı'nın "Feriye" eklentisine (sonradan Kabataş Erkek Lisesi) kapatıldı. Zorunlu ikamete mecbur edilince ruhsal dengesi çöktü ve dört gün sonra, bilek damarlarını makasla keserek kan kaybından öldü. Annesi bayılıp ayılırken, "...bana hekim değil, cellât lâzım, oğlumu öldüren makası kendi elimle verdim..." demiştir (R.E. Koçu). Heyet raporuna rağmen, halk arasında cebren öldürülüp intihar süsü verildiğine inanıldı. Bunu sonradan kullanan 2. Abdülhamit de 1881'de Yıldız Sarayında mahkeme kurarak amcasını hal' edenleri cinayetten suçlu buldurarak cezalandırdı. Günümüzde de bu olayı halâ siyasi amaçlı sömüren tarihçiler vardır. Sultan Abdülaziz'in cenazesi, babası 2. Mahmud'un Divanyolu'ndaki türbesine defnedilmiştir.




 

 

 

 

 

































SULTAN 5. MURAT

 

(21.9.1840- 29.8.1904)= 64 yaş

Baba: Abdülmecit; Anne: Şevkefza

hd. 30.5.1876-31.8.1876 = 3 ay

 

Saray darbesiyle tahttan indirilen Abdülaziz'in yerine yeğeni veliaht 5. Murat (36 yaşında) oturtuldu ve Serasker Dairesi'nde biat edildi. Abdülmecid'in en büyük oğlu olup, Avrupai tarzda eğitim görmüş, rahatlıkla Fransızca okuyup yazabiliyor, Jön Türkler (Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa) ile "Kurbağalıdere" (bugün Göztepe Kampüsü, Marmara Üniversitesi) çiftliğinde uzun uzun fikir tartışmaları ("Fikirtepe") yapıyordu. Bu felsefe ve edebiyat sohbetlerinde içki ve sigara da eksik olmuyordu. Hatta Mason Locası'na bile üye olmuştu. Anayasal ve parlamenter "aydınlanmış" monarşiye inanmıştı. Tutucu görüşlü amcasının, darbe ile tahttan indirilecek olmasından haberi vardı. Fakat kararlaştırılandan bir gün önce, gece yarısında, askerler tarafından uyandırıldığında korkuya kapıldı ve panik atak yaşadı. Dört gün sonra, Abdülaziz intihar edince, "bunu herkes benden bilecek" diye tüm maneviyatı çöktü ve derin depresyona girdi. Avrupa'dan getirilen psikiyatri uzmanı, kesin istirahat ve yurtdışında klinikte yatırılmasını tavsiye etti. Üç ay (93 gün) sonra doktorların heyet raporuyla "cinnete mübtelâ" teşhisiyle indirildi ve Çırağan Sarayı'nda gözetim altına alındı. Burada piyano çalarak, besteler yaparak, validesi, haremi, çocukları ve torunlarıyla 28 yıl daha yaşadı. Osmanlı tarihinde en kısa süre tahtta kalan, indirildikten sonra en uzun yaşayan padişahtır. Tutukluluk döneminde ruhsal hastalığı tamamen düzeldi, fakat "diyabet" (şeker hastalığı) baş gösterdi. Ciddi bir tedavi görmedi, ilaç almamakta direndi ve 64 yaşında vefat etti (1904). Hekimlerin raporunda "tebevvül-i sükkeri" (şeker işeme) ve "tasallüb-i şiryan" (damar sertleşmesi, arteriyoskleroz) teşhisleri yer almıştır. Yeni Cami haziresinde Turhan Valide Sultan Türbesine ek olarak annesinin yaptırdığı Cedid Havatin Türbesine gömüldü.


































İSTİBDAT SULTANI

 

Osmanlı sultanları mutlak (absolute) hükümdar sayılırlardı: tebaalarının canı ve malı iki dudakları arasında idi. Sadece şeriata uygun gerekçe bulmaları yeterliydi. Modernleşmeyi başlatan Sultan 2. Mahmut aslında "son mutlak sultan" idi: kardeşini boğdurttu, sadrazam ve patrik idam ettirdi, bir günde 70,000 yeniçeri katletti (Vaka-ı Hayriye). Yüzyıllardır kangren olmuş sorunların üstesinden gelebilmek için "mutlak" yetkileri kullandı, ancak oğlu Abdülmecit tebaalarının canını ve malını hukuk kurallarına bağladı (Tanzimat-1839 ve Islahat-1856 Fermanları). Fakat kendisi de, kardeşi Abdülaziz de, yetkilerini seçilmiş bir Meclis (Parlamento) ile paylaşmaya yanaşmadılar.

Avrupa'dan örnek alan yeni nesil iktidar erkânı, kötü gidişata son vermek için, "meşruti monarşiye (anayasa ve seçilmiş parlamentoya) bel bağlamışlardı. Bunun için Abdülaziz'i indirip 5. Murad'ı tahta çıkardılar, fakat o da "bunalıma" girince, çaresiz yaş sırasını bekleyen Şehzade Abdülhamid'e başvurdular. Mithat Paşa, 34 yaşına gelmiş bulunan şehzadeyi Maslak Köşkünde ziyaret etti ve meşrutiyet sözü aldı: 31 Ağustos 1876'da 2. Abdülhamit, geleneklerle uygun şekilde, Topkapı Sarayında tahta oturtuldu ve kendisine biat edildi.

 

 

SULTAN 2. ABDÜLHAMİT

 

(21.9.1842 - 10.02.1918) = 76 yaş!

Baba: Abdülmecit; Anne: Tirimüjgan

hd. 31.8.1876- 27.9.1909 = 33 yıl!

 

Abdülmecid'in ikinci oğlu olan Abdülhamit 11 yaşında annesiz, 19 yaşında babasız kalmıştı (ikisi de veremden ölmüşlerdi). Kendisi de çocukluğunda uzun süre sebebi bilinmeyen ateşli bir hastalık geçirmişti (muhtemelen verem). Saray'dan uzak (Maslak'ta) izole yaşamayı tercih etmiş, içkiden ve sefahatten uzak durmuştu. Sağlığına çok dikkat eder, temiz havayı, doğal beslenmeyi tercih eder, Tarabya'daki çiftliğine giderdi. Marangoz atölyesinde ahşap oymacılık ustası olmuştu.

Fakat devletin üzerine korkunç kara bulutlar çökmüştü: amcası Abdülaziz yıllarında Bosna'da (1875) ve Bulgaristan'da (1876) başlayan ayaklanmalar kanlı biçimde bastırılınca, Avrupa basını "Türk mezalimlerini" manşetlere taşıdı. Ağabeyi 5. Murad'ın kısa saltanatında Sırbistan ve Karadağ Osmanlıya savaş açtılar (18 Haziran 1876). Sekiz ay süren bu savaşı Osmanlı ordusu kazandı, fakat Rusya seferberlik ilan etti. Telâşlanan diğer devletlerin büyükelçileri İstanbul'da toplandılar (23 Aralık 1876, Constantinople Conference = Tersane Konferansı) ve Avrupa topraklarında idari reformlar istediler. Aynı gün 2.Abdülhamit "Birinci Meşrutiyet"i ilan etti, Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı ve mebus seçimleri başlattı.

18 Ocak 1877'de Büyük Devletlerin planını reddetti, 18 Mart 1877'de ilk Meclis-i Mebusan'ın açılışını Dolmabahçe Sarayında yaptı. Fakat 27 Nisan 1877'de Rusya savaş ilan etti ve 21 Haziran 1877'de Tuna'yı geçerek "93-Harbi"ni (Hicri 1293'ten) başlattı. Kafkas ve Tuna cephelerinde mağlubiyetler birbirini takip etti. Edirne tekrar işgal olundu ve Rus orduları Yeşilköy'e (Ayastefanos) kadar ilerlediler (Osmanlı tarihinde ilk defa!). İngiltere donanması    Marmara Denizi kıyısına ulaştı ve Ruslara ultimatom verdi (karşılığında Kıbrıs adasını aldı!). Savaşı gerekçe gösteren Abdülhamit, 5 Şubat 1878'de Mithat Paşa'yı azletti, 13 Şubat 1878'de Meclis'i süresiz tatil etti ve kayıtsız şartsız Ruslarla Ayastefanos Antlaşmasını imzaladı (3 Mart 1878). 8-ay süren 93-Harbi korkunç felaketle sonlandı.

Devlet borçları (252 milyon altın) ödenemediği için 1881'de Duyun-u Umumiye kuruldu ve vergi gelirlerine el koydu (İMF gibi). Aynı yıl Abdülhamit Yıldız Sarayı'nda, kendi tayin ettiği mahkemeye Mithat Paşa ve arkadaşlarını çıkardı. Amcası Abdülaziz'i öldürmekten suçlu bulundular, idam cezası aldılar, Sultan müebbet hapse çevirdi ve Arabistan'daki Taif Kalesine gönderdi (1884'te muhafızları tarafından öldürüldüler). Böylelikle kendisini tahta çıkaran Mithat Paşa'dan kurtulmuş oldu.

Abdülhamit, takip eden barış yıllarını fırsat bildi ve uzun yıllar sürecek (30 yıl= 1878-1908) "tek kişilik" iktidarını (istibdat, despotizm) sağlamlaştırdı. Aslında "Kanun-ı Esasi’yi lağvetmedi, fakat seçimler yaptırmadı, Meclis'i toplamadı. Vehimli karakteri nedeniyle Dolmabahçe'yi terk etti, Yıldız Sarayına yerleşti ("Yıldız Sarayı'nın esrarengiz münzevisi"). Obsesyon (takıntı) derecesinde temkinli idi, fakat ülke tedhişçi (terörist) kaynıyordu. Makedonya'da komitacılar, İstanbul'da Ermeniler gösteriler, banka soygunları, konsolos kaçırmaları ile Avrupa basınında seslerini duyuruyorlardı. 21 Temmuz 1905 yılında, Yıldız Camiinde 100 kg dinamit patlattılar - Abdülhamit kıl payı kurtuldu, 26 ölü, 58 yaralı mümin, 20 at parçalandı. Ülkede yaygın bir hafiye ve jurnalci ağını direkt kendisine bağlı çalıştırıyordu. Basına korkunç sansür uygulanıyordu. Jön Türkler yurtdışına kaçtılar, fakat Selanik merkezli İttihat ve Terakki Cemiyeti 1889'da örgütlendi, "Hürriyet! Müsavat! Uhuvvet!" sloganlarıyla seçimli Meclis istiyorlardı. Sonunda Resne, Ohri ve Manastır'daki askerler ayaklandı ve 24 Temmuz 1908'de Abdülhamit "İkinci Meşrutiyet"i ilan etmek mecburiyetinde kaldı. 17 Aralık 1908'de yeni Meclis-i Mebusan açıldı. İstibdat yılları sona ermiş, sansür kalkmış, siyasi partiler kurulmuştu. Ülke "Hürriyet"i kutluyordu. Fakat 13 Nisan 1909'da (eski tarih 31 Mart) İstanbul'da alaylı askerler, hafiyeler ve medrese softaları Abdülhamit yanlısı yürüyüş yaptılar ve çatışma çıkarttılar (31 Mart Olayı). Selanik'ten trenle hareket eden ordu 24 Nisan'da İstanbul'a ulaştı ve 27 Nisan 1909 günü Meclis 2.Abdülhamid'i hal' etti ve güvenli yer olarak Selanik'e sürdü. Üç yıl Alatini Köşkü'nde kaldı. Balkan Savaşı başlayınca İstanbul'a getirildi ve 5 yıl 3 ay daha Beylerbeyi Sarayı'nda ikamet etti. Birinci Dünya Savaşının bitimine doğru, 10 Şubat 1918'de, 76 yaşında vefat etti. Hekim raporunda "ozima (ödem) ve sol akciğer kanaması" yazıyordu (muhtemelen verem geçirmiş akciğerinde zatürree gelişti).

Verem mikrobunun cirit attığı bir sarayda dünyaya gelmişti, sağlığına dikkat etmiş ve en uzun yaşayan sultan olmuştu (Orhan Gazi'den sonra). Cenazesi, hükümdarlara mahsus alay ve askeri merasimle dedesi 2.Mahmud'un türbesine defnedildi.

2.Abdülhamit, cimri denecek kadar tutumlu idi. Fakat İstanbul'un ve ülkenin imarına çok önem verdi, kendi bütçesinden hayratlar yaptırdı. Mektepler ve hastaneler inşa ettirdi: Gülhane Asker Hastanesi (1898), Şişli Etfal Hastanesi (1899), Haydarpaşa Tıbbiye Binası (1903). Ziraat, teknik ve meslek okulları açtı. Demiryollarına önem verdi: Sirkeci Garı (1890), Hicaz (1900) ve Bağdat (1903) Demiryolları, Haydarpaşa Garı (1908). Hamidiye içme sularını işletmeye açtı, değerli kütüphane ile fotoğraf arşivi biriktirdi. Tiyatro ve opera izlemek için Yıldız Sarayında özel salonu vardı. Avrupa'daki icatları takip ederdi. Röntgen cihazı getirtti, Bakteriyolojihane ve Telkihhane (aşı üretimi) kurdurdu (1893). Dış siyasette diplomasiye önem verdi, Almanya ile yakınlaştı, Kaiser Wilhelm II İstanbul'u ziyaret etti. Bilime ve sanata meraklı, halkının eğitimine ve sağlığına duyarlı olan bu çelişkilerle dolu sultan için kimileri "Ulu Hakan", kimileri de "Kızıl Sultan" dediler.







 






















































MEŞRUTİYET SULTANLARI

 

İkinci Meşrutiyet’in ilanından (24 Temmuz 1908) sonra tahta çıkan son iki padişah çok farklı şartlarda hüküm sürdüler: ataları gibi ne mutlak, ne de müstebit hükümdar olamadılar, kısıtlı yetkilerle temsili devlet başkanlığı yaptılar. Zaten ne imparatorluk eski "Devlet-i Âliyye" şatafatında, ne de sultan eski "hakan" gücünde idi. Evet, "hürriyet"= demokrasi (anayasa, seçimler, meclis) gelmişti, fakat biraz geç gelmişti. Çok kültürlü, çok dilli ve çok dinli Osmanlı toplumu henüz hazmedememişti. Milliyetçilik dünyayı kasıp kavururken Osmanlının mozaik yapısı çatırdamış, emperyalizm ise büyük devletleri yeniden paylaşım hesaplaşmasına itmişti (Birinci Dünya Savaşı). Bu hengâmede çıkarlar girdabına kapılan Osmanlı Devleti inkıraza sürüklendi. Seçimleri ve Meclisi ele geçiren militan partiler de hayaller peşine takıldılar ve hep birlikte tarihe gömüldüler.

 

 

 

SULTAN 5. MEHMET REŞAD

 

(2.11.1844 - 3.7.1918) = 74 yaş

Baba: Abdülmecit; Anne: Gülcemal

hd. 27.4.1909-3.7.1918 = 9 yıl

 

Sultan 2. Abdülhamid'in hal' edilmesinden sonra, 2 yaş küçük kardeşi Şehzade Reşad Efendi tahta oturtuldu ve Meclis kararıyla "5. Mehmet" ismi eklendi (yani İstanbul fatihine izafeten, çünkü "Hareket Ordusu" bu şehri yeniden "fethetmişti"). Abdülmecid'in üçüncü oğlu idi ve 65 yaşına gelmişti. Annesi 1851'de, babası 1861'de veremden ölmüşlerdi. Babasının ve amcasının saltanat yıllarında özgür yaşamış, fakat Abdülhamit döneminde 32 yıl Dolmabahçe Sarayında kapalı geçirmişti (veliaht sayıldığı için Abdülhamit sevmezmiş).

En yaşlı tahta çıkan padişah olup, ancak 9 yıl yetkileri sınırlı sultanlık yapabildi. Yumuşak mizaçlı, güleç yüzlü, ak saçlı tonton sultan halk tarafından sevildi (1911 Makedonya-Kosova gezisi), fakat zayıf iradesi yüzünden siyasi partilerin elinde "kukla padişah" oldu, toplumsal, siyasi ve askeri gelişmelere sadece üzüldü. Bu 9 yıla korkunç felaketler isabet etti: 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912-13 Balkan Savaşı, 1914-18 Birinci Dünya Savaşı. Ağabeyi 5. Murat gibi şeker hastalığına yakalanmıştı. Artık Osmanoğulları sülâlesinde nikris (gut) yerine irsi olarak "diyabet" görülmeye başlamıştı (5. Murat tahttan indirildikten sonra 28 yıl, 5. Mehmet ise tahta çıkmadan önce 32 yıl hareketsiz tutuklu yaşadıkları için "Tip 2 Diyabet" olmalıydı).

1 Şubat 1916'da kuzeni Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, babası Abdülaziz gibi bileklerini keserek intihar etti. Avrupa'da tedavi görmüş olmasına rağmen, Bipolar Bozukluğun depresyonunda, taht sırasını bekleyemeden canına kıydı.

10 Şubat 1918'de ağabeyi, sabık hükümdar 2. Abdülhamit, Beylerbeyi Sarayı'nda eceliyle vefat etti. Beş ay sonra da, 3 Temmuz 1918'de Sultan 5. Mehmet Reşat, şeker komasına girerek 74 yaşında öldü. Hayatta iken Eyüp'te yaptırmış olduğu kendi türbesine merasimle gömüldü. İstanbul'daki padişah cenazesi alaylarının sonuncusudur.

 


 

 

 






































SULTAN 6. MEHMET VAHİDEDDİN

 

(4.01.1861- 15.5.1926) = 65 yaş

Baba: Abdülmecit; Anne: Gülüstû

hd. 3.7.1918 - 01.11.1922 = 4 yıl 4 ay

 

Herhalde Osmanoğulları hükümdar ailesinin sonuncusu ve en bahtsız olanıdır. Bahtsızlık daha bebek iken başladı: doğumundan 3 ay sonra annesi, ondan bir ay sonra da babası ölünce hem öksüz, hem yetim kaldı. Harem'deki diğer kadınlar tarafından büyütüldü. Amcası Abdülaziz ve ağabeyi Abdülhamit eğitimiyle ilgilendiler, fakat içine kapalı, az konuşan, düşünceli bir karaktere sahipti. Aşırı derecede kahve ve sigara (!) tiryakisi olmuştu. Özellikle Abdülhamit kendisini severdi, Çengelköy'de köşk tahsis etti, sıkıntısız bir yaşam sürdü. Yusuf İzzeddin Efendi'nin intihar etmesiyle 1916'da resmen "veliaht" oldu. 1917'de Almanya gezisine çıktı, Mirliva Mustafa Kemal "yaver" sıfatıyla kendisine refakat etti.

Özel yaşamında nazik, yumuşak, resmi ilişkilerinde ciddi ve iltifatsız idi. İlginçtir ki, 1861'de ölen Sultan Abdülmecid'in 18 erkek evladının en küçüğü olup, üç kıdemli ağabeyinden sonra sırası geldi ve "son sultan" olarak perdeyi kapatmak ona nasip oldu. Dört yıllık saltanatı ıstırap ve üzüntüyle geçti: "6. Mehmet" sanı ile 3 Temmuz 1918'de Topkapı Sarayında cülus etti. Dört ay sonra (30 Ekim 1918) Mondros Ateşkesi ile Osmanlı düşmanlara teslim oldu. 2 Kasım'da İttihat ve Terakki liderleri gizlice ülkeyi terk ettiler ve kendisini yalnız bıraktılar.13 Kasım 1918'de İtilaf devletlerinin donanması İstanbul önüne demirledi. Yıldız Sarayında tepkisiz ve aciz oturdu. Temsil ettiği devletin siyasi, askeri, parasal gücü kalmamıştı. O da, ağabeyi 5. Mehmet gibi, İtilaf güçlerinin kuklası oldu ("Halife" sıfatı nedeniyle ne yapacaklarını bilmiyorlardı, çünkü İngiltere, Fransa ve İtalya'nın sömürgelerinde kalabalık Müslüman topluluklar vardı). Kendisinden savaş suçlularını, Ermeni katliamları suçlularını ve Anadolu'daki Kemalistleri cezalandırmasını istiyorlardı. Hâlbuki 16 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa'yı müfettiş olarak Samsun'a kendisi göndermişti, yani güveni vardı. Bir yıl sonra, Şeyhülislam'ın idam fetvasını onayladı ve tarihe "Hain Vahdettin" olarak geçti.

10 Ağustos 1920'de Sevres Antlaşmasını kabullendi. Kuva-yı Milliye'nin başarılarını da tepkisiz izledi. İzmir'in kurtarılması (9 Eylül 1922) ve Mudanya Mütarekesinden (11 Ekim 1922) sonra, 1 Kasım 1922'de TBMM saltanatı kaldırdı. Sultanlığı sona ermişti, fakat "Halife" sıfatıyla 15 gün daha Yıldız Sarayında oturdu. 17 Kasım 1922'de gizlice İngiliz "Malaya" zırhlısı ile Malta'ya kaçtı. Hicaz'dan umduğu desteği elde edemedi ve İtalya Kralı'nın daveti üzerine San Remo'daki Nobel Köşkü'ne yerleşti. Parasal sıkıntılar çekti ve 15 Mayıs 1926'da, 65 yaşında kalp sektesinden öldü. Kesin ölüm sebebi bilinen tek padişahtır, çünkü otopsi yapılmış ve İtalyan doktor raporuna "bir akciğeri tüberkülozdan zedelenmiş (herhalde çocuk yaşlarda), fakat ölüm sebebi kalbi besleyen koroner atardamarın tıkanması" diye yazmıştır (yani "miyokard enfarktüsü"). Türkiye cenazesini kabul etmedi. Borçlu öldüğünden haciz konulan tabutu kaçırılarak Suriye'ye götürüldü ve Şam'da, Sultan Selim Camii haziresine gömüldü. Osmanlı Sultanlarının hikâyesi de burada

BİTTİ

 

Not: Fakat Türkiye'nin "muasır medeniyet" seviyesine yükselme mücadelesini "son Sultanın yaveri" üstlendi.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder