OSMANLI
ESERLERİNİN İZİNDE
BULGARİSTAN, SIRBİSTAN,
MACARİSTAN ve ROMANYA
Prof. Dr. Recep MESUT
“Orta Kol” ne demek? Kadim Türk geleneklerine göre savaşta ve fetih akınlarında ordu mevcudu üç kola ayrılırdı: sağ kol, sol kol ve orta kol. Avrupa fetihlerini başlatan Sultan 1. Murat, 1361’de Edirne’yi fethettikten sonra yüzünü batıya çevirmiş ve üç koldan yayılma emirleri vermişti. Arkasında kalan Bizans başkenti Konstantinopol (İstanbul) 92 yıl daha fethedilmeyi bekleyecektir. Bu süre esnasında Balkan Yarımadasının fethi hemen hemen tamamlanmıştır. Sultan 1. Murat’ın hükümdarlığında:
1. “Sağ kol” Tunca Nehrini takip ederek ve Karadeniz’e paralel
ilerleyerek, önce Kara Timurtaş Paşa komutasında Doğu Balkan Dağları eteklerine
(1367), daha sonra Sadrazam Çandarlı Ali Paşa öncülüğünde (1388) bu dağları
aşarak Aşağı Tuna kıyılarına ulaşmıştır.
2. “Orta kol”, Lala Şahin Paşa
komutasında Meriç Nehrini takip etmiş, Yukarı Trakya Ovasını (1364), İhtiman ve
Samakov yaylalarını (1373) Osmanlı topraklarına katmıştır. Lala Şahin Paşa’nın
ölümünden sonra İnce Balaban Bey Sofya’yı (1385), Timurtaşoğlu Yahşi Bey de
Niş’i (1386) almışlardır.
3. “Sol kol” en hızlı ilerlemiş, Gazi
Evrenos Bey komutasında Rodop Dağlarını güneye doğru aşarak bugünkü Batı Trakya
Ovası (1361), daha sonra Sadrazam Halil Hayreddin Paşa öncülüğünde Makedonya’nın büyük bir kısmı (1372-1385
arasında) ele geçirilmiş ve Arnavutluk’a
kadar ulaşılmıştır (1385).
Bir zamanlar
ecdadımızın hakimiyet kurduğu ve izler bıraktığı toprakları yerinde görebilmek
için bir grup Edirneli tarihsever, “orta kol” fetih güzergâhını takip ederek
Kuzey Macaristan’a kadar bir haftalık gezi düzenlemiştir (26 Nisan-2 Mayıs
2014). Coğrafi çıkış noktası olarak Edirne şehri, tarih dilimi olarak da Edirne’nin fethinden (1361) sonraki yıllar
esas alınmıştır. Bu istikâmette Osmanlı fetihleri 300 yıl (1361-1663) aralıklı
ilerlemelerle (Yıldırım Bayezid, 2. Murat, 2. Mehmet [Fatih], Kanunî Sultan
Süleyman, 3. Mehmet ve 4. Mehmet dönemlerinde) devam etmiş, bunu takip eden 222
yılda (1663-1885) ise mağlubiyetler ve toprak kayıpları sonucu Osmanlı sınırı tekrar
Edirne’ye dayanmıştır.
Söz konusu sınır Rumeli-i Şarkî Vilâyeti’nin Bulgaristan
Prensliği tarafından ilhak edildiği 1885’te Edirne’nin
Kuzey
Macaristan’da uç nokta olan Eger (Osmanlı’nın “Eğri” dediği eyalet merkezi)
görüldükten sonra dönüş kuzeybatı (Roma döneminde “Dacia” / Osmanlı döneminde “Erdel”)
yolundan yapılmıştır. Bugünkü Batı Romanya’dan Demirkapı Boğazında (Orşova’da) Tuna
kıyılarına inilmiş, Kalafat -Vidin arasındaki yeni Tuna Köprüsünden geçilmiş, Kuzey
Bulgaristan’daki Vidin ve Plevne görüldükten sonra Balkan Dağları Hainboğaz’dan
aşılarak, Yeni Zağra ve Sakar Tepeleri üzerinden Kapıkule’ye ulaşılmıştır. Toplam
7 günde
1. gün:
2. gün:
3. gün:
4. gün:
5. gün:
6. gün:
7. gün:
Toplam
Beş çağdaş
ülkeden geçilmiştir: 1) Bulgaristan
(gidişte ve dönüşte); 2) Sırbistan;
3) Hırvatistan (sadece Slavonya
bölgesi tranzit); 4) Macaristan; 5) Romanya (Krişana ve Banat bölgeleri).
Bu ülkelerin karşılaştırmalı tanıtımı (ve Türkiye ile kıyaslanması) aşağıdadır
(2014):
Ülke Yüzölçümü Nüfus Türk GSMH Kişi başı Din Dil Alfabe Para Tel. İnternet Osmanlı
bin km2 milyon nüfus milyar $ gelir $ ailesi birimi kodu kodu hakimiyeti
Bulgaria 111 7,3 588,000 51 7,033 Ortodoks Slav
Kiril Lev +359
.bg ~500 yıl
Serbia
88 7,2 647 43
6,017 Ortodoks Slav
Kiril Dinar +381
.rs ~400 yıl
Croatia
56 4,3 367 61
13,920 Katolik Slav Latin
Kuna +385 .hr ~160 yıl
Hungary 93 9,9 1,565 138
13,950 Katolik Ural Latin
Forint +36 .hu ~150 yıl
Romania 238 20,1 67,500 192 9,000 Ortodoks Latin
Latin Lei +40 .ro ~160 yıl
Turkey 783 76,6 789 10,660 İslam Altay Latin
Lira +90 .tr 624 yıl
Sırbistan
hariç, bu ülkeler artık Avrupa Birliği (AB) üyesi oldukları için hem “Schengen
vizesi”ni tanıyorlar (Sırbistan ise Türkiye vatandaşlarına vize
zorunluluğu uygulamıyor), hem de
aralarındaki sınır kapılarında tek bir yerde pasaport-gümrük kontrolü ile
yetiniyorlar. AB üyesi olmalarına rağmen söz konusu ülkeler “Euro bölgesine”
henüz dahil edilmemişlerdir (kendi milli para birimlerini kullanıyorlar).
Gezimiz esnasında € karşısındaki değerleri şöyle idi: 1€ = 1,95 bulgar levası =
4,5 romen lei = 7,6 hırvat kunası = 115,5 sırp dinarı = 306 macar forinti.
Osmanlının “orta
kol” ilerleyişi Balkan Yarımadasının eski çağlardan beri bilinen en işlek diyagonal
yolunu (Edirne-Filibe-Sofya-Niş-Belgrad) takip etmiştir. Vakti zamanında Roma
İmparatorlarının bayındır hale getirdiği bu yol “Via militaris” (Askeri yol) olarak bilinmektedir. Dağlık olan
Yarımadanın en uygun ulaşım atardamarı olan bu güzergâh doğal geçitleri ve
akarsu vadilerini kullanmaktadır. Bugün de demiryolu (Baron Hirsch’in 1869’da
inşasına başladığı ve 1888’de tamamlanan “Orient Express” hattı) ve karayolu (gurbetçilerimizin
“Sıla Yolu”) olarak önemini yitirmemiştir.
Balkan
Yarımadası Avrupa’nın Akdeniz’e
uzanan en büyük yarımadasıdır ve Dünya coğrafyasında Türkçe kökenli bir kelime
(“balkan”= sarp dağ) ile anılmaktadır. Yarımada yaklaşık 500 bin km2
(Tuna ve Sava nehirleri güneyinde) olup, bugün 10 bağımsız ülke barındırmakla
Avrupa’nın siyasi-iktisadi olarak en parçalanmış bölgesidir. Fakat tarihsel
süreç içerisinde büyük imparatorluklar bütün yarımadayı birleştirerek,
gümrükleri ve sınırları kaldırarak yüzyıllar süren barış ve refah dönemleri
sağlamışlardır:
Roma İmparatorluğu (M.S. 2-3 yy, “Pax
Romana”);
Bizans = Doğu Roma İmparatorluğu (M.S.
5-6 ve 11-12 yy, “Pax Byzantina”);
Osmanlı İmparatorluğu (M.S. 15-17 yy,
“Pax Ottomana”) [“pax”= barış].
Gezdiğimiz devletler arasında sadece Macaristan (Orta Avrupa ülkesi) Balkan devleti sayılmaz. Sırbistan, Hırvatistan ve Romanya’nın ise yarımada dışına taşan toprakları vardır. Selânik körfezine dökülen Vardar ile Tuna’ya dökülen Morava nehirlerinin oluşturduğu kuzey-güney çizgisi yarımadayı Doğu Balkanlar ve Batı Balkanlar diye ikiye ayırır.
Trakya
bölgesi ise Balkan Yarımadası’nın 1/5
güney-doğu kısmını kapsar (yaklaşık 100 bin km2): Yukarı Trakya (%
60, Bulgaristan); Doğu Trakya (% 25, Türkiye) ve Batı Trakya (% 15,
Yunanistan). Kuzeyden Balkan Sıradağları, batıda İhtiman-Rila Dağları ve
Karasu (Bulg: Mesta, Yun: Nestos) nehri, güneyden Ege Denizinin bir
bölümü sayılan “Trakya Denizi” (Yunanlılar “Thrakiko Pelagos” derler, İng. Thracian
Sea); doğudan Karadeniz ve Marmara Denizi ile sınırlanır. İstanbul Boğazı
(Bosporos, Bosphorus) ve Çanakkale Boğazı (Hellespontos veya Dardanelles)
sayesinde Anadolu’dan (Küçük Asya = Mala Asia = Asia Minor)’dan ayrılır. Erken
Osmanlı döneminde Doğu Trakya’ya “Paşaeli”
(Gazi Süleyman Paşa’nın adından) denmiş, sonra ele geçirilen Trakya ve
Makedonya toprakları için “Rumeli”,
Rumca konuşulan topraklar (Roumelia) tabiri kullanılmıştır. Bazen bu deyimle
tüm yarımada kastedilmişse de, genellikle Balkan Dağları enleminin güneyinde
kalan topraklar için kullanılmıştır. Çünkü bu enlemin kuzeyinde o yıllarda
Rumca konuşan topluluklar kalmamıştı. Trakya’nın ünlü üçlemeleri vardır:
“Trakya denizleri”: Karadeniz, Marmara
ve Ege Denizi.
“Trakya adaları”: Taşoz (Tassos), Semadirek (Samothraki) ve
Gökçeada (İmbros)
“Trakya dağları”: Rodop, Istranca (Yıldız Dağları) ve Sakar.
“Trakya nehirleri”: Meriç, Tunca, Arda.
Güneşli bir
nisan sabahı Kapıkule’den Bulgaristan’a giriş Kapitan Andreevo (eskiden Viran Tekke)
sınır kapısından yapılmıştır.
Re Svilengrad’ta Meriç Nehri ve uzakta Mustafa Paşa Köprüsü (1529)
Çoban
Mustafa Paşa (öl. 1529): Devşirme
kökenli olduğu sanılmaktadır. Yavuz Selim’in ve daha sonra Kanuni Sultan
Süleyman’ın erken döneminde yaşamış, vezirlik ve beylerbeylik yapmış, Rodos
seferine serdar-ı ekrem tayin edilmiştir. Meriç üzerine yaptırdığı köprü (1529)
ölümünden sonra tamamlanmıştır – Cisr-i Mustafapaşa (bugün Svilengrad).
Gebze’deki külliyesi ve camisi ünlüdür, yanında türbesi de yer almaktadır.
Balkan Savaşlarından sonra Bulgaristan’a
terkedilen Cisr-i Mustafapaşa kasabası Svilengrad adını almıştır (1912). Bugün
ilçe merkezi olup nüfusu 18,600 civarında, nehir hizasında rakım 60 m’dir
(Edirne’de Meriç suyunun rakımı 40 m’dir). 1912 yılına kadar Osmanlıya ait
bulunan bu kasaba Filozof Rıza Tevfik’in doğum yeridir.
Rıza
Tevfik (Filozof Rıza) (1869-1949): Mustafapaşa (bugün Svilengrad,
Bulgaristan) doğumlu. Babasının memuriyeti nedeniyle rüştiyeyi Gelibolu’da okumuştur.
Galatasaray Lisesinden sonra önce Mülkiye’yi, sonra Tıbbiye’yi bitirmiş (1899),
1907’de İttihat ve Terakki Cemiyetine katılmış, Edirne mebusu olarak meclise
girmiştir. Sonra ayrılıp Hürriyet ve İtilaf Fırkasına geçmiştir. 1918’de Mason
Büyük Locasının büyük üstadı ve Maarif Nâzırı, 10 Ağustos 1920’de Sevr
Antlaşmasını imzalayan dört kişiden biri olduğu için “Yüzellilikler Listesinde”
hain ilan edilmiş ve yurtdışına kaçmıştır (1922). 1943 Af Kanunundan
yararlanarak yurda dönmüş ve 80 yaşında İstanbul’da ölmüştür. Dar-ül-fünun’da
felsefe dersleri vermiş, şiirler, makaleler ve hatıralarını yazmıştır.
Kuzeybatı
istikametinde devam eden Meriç Vadisi
genişleyerek verimli ovalara yer vermektedir. Sol tarafta ormanlarla kaplı
Rodop Dağları 700 m’ye kadar yükselen kesintisiz bir silsile (Bulg: Gorata) oluştururken,
sağ tarafta alçak ve oldukça çıplak Sakar tepelikleri görülmektedir.
Svilengrad’tan sonra Meriç’in sağ yakasına geçerek tarihi Osmanlı güzergâhını
yani E-5 yolunu tercih ettik (Meriç’in sol yakasında Bulgarların yeni
yaptıkları 35 km’lik Svilengrad-Harmanli otoyolu hizmete girmiş olmasına rağmen).
Harmanlı şehrine ulaştığımızda Meriç’e
dökülen Uludere üzerinde ikinci bir Osmanlı köprüsünü görme fırsatımız doğdu –
genellikle “kambur köprü” olarak adlandırılan 1585 tarihli Siyavuş Paşa
Köprüsü. Sultan 3. Murat döneminde sadrazamlık yapan Kanijeli Siyavuş Paşa,
“orta kol” güzergâhında önemli bir menzil kasabası olan Harmanlı’da külliye (kervansaray,
cami, mektep, hamam) yanında bu köprüyü de inşa ettirmiştir. Trafiğe kapalı
olan bu köprü de tarihi eser olarak korunmaya alınmıştır. Doğu tarafında
külliyeden bazı kalıntılar ve bir çeşme göze çarpmaktadır. Harmanlı’nın adını
Bulgarlar değiştirmemişler (sadece "Harmanli" demektedirler), ilçe merkezi olup
nüfusu 18,500, Meriç suyunun rakımı ise 80 m’dir. Meriç nehrinin sağ yakasında
bulunmaktadır.
Kanijeli
Siyavuş Paşa (öl. 1602): Hırvat veya
Macar asıllı olup, Enderun’da yetişmiş, Yeniçeri Ağası ve Rumeli beylerbeyi
olmuştur. 2. Selim’in damadı olup, 3. Murat döneminde (1574-1595) üç kez
sadrazamlık yapmıştır. Harmanlı’da külliyesinden (cami, mektep, hamam) iz
kalmamış, fakat Harmanlı çayı üzerindeki köprüsü [“kambur köprü”] hala
ayaktadır. Fatih’te medrese, Üsküdar’da sarayı olduğu bilinmektedir. Türbesi Eyüp’tedir.
Harmanlı’dan
sonra E-5 karayolu Meriç yatağından uzaklaştı ve nehir görünmez oldu, ancak
Lala
Şahin Paşa (öl. 1376): Orhan Gazi
döneminde şehzade Murat’ın lalası iken Gelibolu’ya geçerek Rumeli fetihlerine
katılmıştır. 1. Murat sultan olarak tahta çıktıktan sonra Çorlu, Lüleburgaz ve
Edirne fetihlerinde bulunmuş ve “Orta kol” fetihlerinin başına getirilmiştir –
Filibe ve Zağra’yı fethetmiştir (1364), Rumeli Eyaletinin ilk beylerbeyi
olmuştur. Ferecik’i, sonra da İhtiman ve Samakov’u Osmanlı topraklarına
katmıştır (1372). Tarihimizde vezir rütbesi ve “Paşa” unvanı verilen ilk kişidir.
Bursa’da medrese, Kirmastı’da (Mustafakemalpaşa) cami, zaviye ve türbesi
bulunmaktadır.
Plovdiv’ten
kuzeye doğru hareket edilerek Meriç nehri üzerindeki köprüden geçtik ve
Otoban ise İhtiman
Ovasına inmeden kuzeybatı yönünde yükselmeye devam etti ve Vakarel belinde (
Rumeli
Beylerbeyliği (1365-1826): Edirne’nin
fethinden sonra (1362) yapılan idari taksimatla iki eyalet (Rumeli ve Anadolu
Eyaletleri) oluşturulmuş ve başlarına birer “beylerbeyi” atanmıştır. Bu nedenle
eyaletlere “beylerbeyliği” de denilmiştir. İlk Rumeli beylerbeyi Lala Şahin
Paşa, onun ölümünden (1376) sonra Timurtaş Paşa olmuştur. Bu eyaletin başşehri
önce Edirne iken, sonra Sofya olmuştur. 18. yüzyılda alternatif ikinci merkez olarak
Manastır (Bitola) kullanılmış ve 1836’dan sonra Manastır son merkez sayılmıştır.
Balkanlardaki fetihler arttıkça bu eyaletin sahası çok genişlemiş ve koparılan
parçalarla yeni eyaletler teşekkül etmiştir:
1533 – Kapudan Paşa (Ceziret-ül Bahri Sefid) Eyaleti
(Akdeniz adaları ve kıyıları)
1541 – Budin Eyaleti (Macaristan’ın fethinden ve üçe
ayrılmasından sonra)
1580 – Bosna Eyaleti (1463’te fethedilen Bosna
önceleri Rumeli Eyaletine bağlı imiş)
1593 – Özi (Silistre) Eyaleti (Edirne’nin kuzeyinden
itibaren Kırım’a kadar Karadeniz kıyıları)
Eyalete bağlı bulunan “sancak” (aynı zamanda askeri
birlik komutanı “sancakbeyi”) sayısı sürekli değişmiştir: 1475’te, Fatih dönemi
– 17 sancak; 1520’de, Kanuni dönemi – 33 sancak; 1644’te – 15 sancak;
1700’lerde – 18 sancak; 1800’lerde – 16 sancak. Ayrıca, belirli coğrafi konumu
olmayan, fakat savaş seferberliklerine “sancakbeyi” komutasında katılan askeri
birlikler de varmış (Yörük Sancakbeyi; Voynuk Sancakbeyi; Çingene Sancakbeyi;
Kırk Kilise Müslümanları Sancakbeyi).
2. Mahmud’un Yeniçeri Ocağını kaldırmasından sonra (1826) büyük eyaletler daha küçük eyaletlere bölünmüş ve Rumeli Eyaletinden önce 4 eyalet (Edirne, Selânik, Manastır ve Yanya Eyaletleri), 1846’da daha 2 eyalet (Niş ve Vidin Eyaletleri) oluşturulmuştur. Ancak 1864’teki büyük idari düzenlemeyle eyalet sistemi tamamen kaldırılmış, yerine “Vilâyet” taksimatı ve idareci olarak da “Vali”ler getirilmiştir.
Ertesi sabah
Sofya’dan kuzey-batıya yöneldik,
Bela Palanka (Akpalanka, nüfus 8 bin,
rakım
Şopluk: Niş ile Sofya arasında kalan topraklar (özellikle
Pirot-Bela Palanka) her zaman Bulgar-Sırp anlaşmazlıklarına sebep olmuş,
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Bulgar askerleri geçici olarak buraları işgal
etmişlerdir. Söz konusu ara bölge “Şopluk” olarak bilinir, Bulgarca ve Sırpça
arasında kalan Torlak şivesini (Torlakian dialect) kullanırlar. Bazı
tarihçilerin iddialarına göre 11. yüzyılda kuzeyden gelen Peçenek kabilelerini
yenen Bizans, geri kalanları kuzeyden güneye Severin (bugün Romanya’da), Batı
Balkan Dağları, Sofya’nın batısı ve güneyi (Radomir, Breznik, Tırın),
Köstendil’in batısı (Bosilegrad) ve Kosova’nın doğusu (Gilan) gibi alanlara
iskan etmiş ve Ortodoks Hıristiyan yapmıştır. Osmanlı döneminde bunların bir
kısmı (Gilanlılar) Müslümanlığı benimsemişler, fakat Torlak şivesini
sürdürmüşlerdir. Mutlak çoğunluk artık Türkiye’ye göç etmiştir.
Niş merkezinde
ayakta kalabilmiş şehir camiini gördükten sonra en önemli Osmanlı eseri olan
Niş Kalesini ziyarete gitti. Nişava nehrinin sağ kıyısında bulunan
kaleye İstanbul Kapısından (Stambul Kapiya) girdik ve kale içindeki Bali Bey
Camii’ne kadar yürüdük. Şehir halkının park, gezi ve eğlence yeri
olarak kullandığı kale içinde hamam kalıntıları da onarılmış ve lokanta olarak
değerlendirilmişti.
Niş Kalesi içinde Bali Bey Camii
Niş molasından
sonra Morava Vadisine ulaştık ve buradan geçen güney-kuzey otobanı sayesinde
hızla kuzeye doğru yol almaya başladık. Selânik’ten Belgrad’a giden otoban
Balkan Yarımadasının en önemli kuzey-güney doğrultulu ulaşım atardamarı olup,
aynı zamanda Batı Balkanları Doğu Balkanlardan ayırmaktadır.
Roma İmparatorluğu döneminde bu bölge Provincia “Moesia Superior”, Yukarı Möziya (daha
sonra, M.S. 271 sonrası, “Dacia Aureliana” adını almıştır) eyaleti olarak adlandırılıyordu. Batıda Drina
nehrinden doğuda Ciabrus (bugün Tsibritsa, Bulgaristan’da Batı Balkan
Dağlarından kaynak alıp Tuna’ya dökülür) suyuna kadar geniş bir alanı kapsıyordu.
Kuzeyden Tuna nehri “limes” (sınır) olarak müstahkem kalelerle korunuyordu,
fakat “Kavimler Göçü” asırlarında bu eyalet çok zarar görmüştür. Günümüzde
Belgrad – Niş – Vidin arasında kalan dağlık alanı kaplıyordu.
Morava Vadisi, genişlemiş ovalar
silsilesi (Pomoravye) şeklinde giderek alçalarak (
1804-1813 Birinci
Sırp Ayaklanması: Bir domuz çobanı
olan Karacorci Petrovič önderliğinde
Belgrad, Smederevo (Semendire), Požarevac (Pasarofça) ele geçirildi ve Ruslar
tarafından desteklendi. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşından sonra 1813’te
ayaklanma bastırıldı, Karacorci Avusturya’ya kaçtı. 1817’de Sırbistan’a dönmek
isterken, popülaritesini kıskanan Obrenoviç’in adamları tarafından öldürüldü.
Fakat sonraki yıllarda oğlu ve torunları iktidara gelerek Sırbistan prensleri
(knez) ve kralları oldular. 19.-20. yüzyıl Sırbistan tarihi bu iki hanedanın
(Karacorci ve Obrenoviç) kanlı mücadeleleri ile geçmiştir.
1813-1815
İkinci Sırp Ayaklanması: Bir domuz
tüccarı olan Miloş Obrenoviç önderliğindeki
bu ayaklanma sonunda, yumuşak geçişle yerel özerklik (1815) tanındı, Osmanlı
Sultanına bağlı otonom Sırbistan Prensliği (1832) kabul edildi, Türk nüfus
tahliye edildi, fakat önemli kalelerde Türk garnizonları kaldı. 1867’de son Osmanlı askerleri Belgrad
ve Semendire Kalelerini boşalttılar ve
Niş’e çekildiler.
1876-77
Osmanlı - Sırbistan ve Karadağ Savaşı
(18.Haz.1876-28.Şub.1877): 1875-76 yıllarında Bosna-Hersek’te ve daha sonra
Bulgaristan’da Osmanlıya karşı ayaklanmalar oldu. Sırbistan ve Karadağ Prenslikleri
bu ortamı fırsat bilerek Osmanlı’ya savaş ilân ettiler, fakat 8 ay süren çarpışmalarda
Osmanlı ordusu üstün geldiyse de, Avrupa’nın baskısıyla Şubat 1877’de toprak
değişiklikleri olmadan barış imzalandı. Sırbistan cephesinde çarpışan Osman
Nuri Paşa (geleceğin Gazi Osman Paşası) başarılı oldu ve müşir unvanı aldı. Bu
iki prenslik bir yıl sonra 1877-78 Osmanlı-Rus harbinin son safhasında yeniden
Osmanlı topraklarına saldırdılar ve
Berlin Konferansında (Temmuz 1878) önemli toprak parçaları elde ettiler.
Belgrad’a
Semendire’nin
Tisa (Mac: Tisza; Srb: Tisa; Lat: Tissus; Gr: Pathissos;
Alm: Theiss) Tuna’nın en uzun kolu olup toplam uzunluğu 1358 km’dir. Batı
Ukrayna’da Karpat Dağlarının kuzey eteklerinden doğar, kuzey-doğudan
güney-batıya Büyük Macaristan Ovasını kateder (966 km’si bu ülkededir), Tokaj,
Szolnok, Szongrad ve Segedin (Szeged) şehirlerini geçtikten sonra Sırbistan’ın
Voyvodina topraklarına girer ve Salankamen (Novi Slankamen) karşısında soldan
Tuna’ya kavuşur. Az eğimli bir düzlükten geçtiği için çok yavaş akar, sürekli
yatağını değiştirir, birçok kanallara ayrılır, muazzam taşkınlar yapar. En
önemli kollarını sol tarafından (Transilvanya’dan) alır: Szamos (Rom: Someş);
Körös (Rom: Crişul) ve Maros (Rom: Mureş). 1846-1880 arası Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu Avrupa’nın en geniş çaplı taşkın önleme çalışmalarını yapmış ve
güvenli yeni yatak ve kanallar açmıştır. Bir inanca göre ünlü Hun hakanı
Attila’nın (öl. M.S. 453) gizli mezarı üzerinden bu nehrin suları geçirilmiş ve
halen bulunamamaktadır.
Sava (Alm: Sau; Mac: Száva) uzunluk bakımından ikinci,
fakat su miktarı bakımından en önemli koldur
- toplam uzunluk
Drava (Alm: Drau) Uzunluğu
Temeş (Rom: Timiş; Srp: Tamiš; Mac: Temes; Alm: Temesch)
uzunluğu
Morava nehri Sırbistan’ın tarihsel ana akarsuyu olup, iki büyük
kolun birleşmesiyle meydana gelir: Makedonya sınırından itibaren kuzeye akan Güney Morava (esk. Angrus,
Not: Slav dillerinde “morava” kelimesi “çayırlık, otlak”
anlamındadır ve Çek Cumhuriyeti’nin doğusunda aynı ismi taşıyan ikinci bir
Morava nehri vardır. Tuna nehrine Viyana ile Bratislava arsında soldan dökülen
bu akarsuyun akaçladığı bölge “Moravia” olarak bilinir ve Ortaçağ’da güçlü bir
Slav Devletine “Velika Moravia” (Büyük Moravya) adını vermiştir. Baş şehri Brno
(Alm: Brünn) olarak bilinir.
Eski
Yugoslavya’nın (bugün sadece Sırbistan’ın) başkenti olan Belgrad, 1,3 milyonluk nüfusuyla, üç tarihi kısımdan oluşmaktadır:
Eski Belgrad (yukarıda, kalenin dışında), Yeni Belgrad ve Zemun (Osmanlı
döneminde Zemlin). Son iki birim aşağıdaki düzlük ovada, Sava nehrinin
batısında yer almaktadır. Osmanlı izleri taşıyan en büyük eser kuşkusuz Belgrad
kalesidir. Burada da “Stambul Kapiya” adını taşıyan doğu kapısından girerek kale
içindeki Şehit Ali Paşa (Moralı Ali Paşa veya Silâhdar Damat Ali Paşa olarak da
bilinir, 1716 Petrovaradin Savaşında şehit olmuştur) Türbesini gördükten sonra panoramik
seyir teraslarından aşağıdaki nehirler, köprüler ve adalar izlenmiştir.
Silâhdar
Damat Ali Paşa (= Şehit Ali Paşa) (1667 – 1716,
Petrovaradin): İznik gölü kıyısında Sölöz köyünden olup, Enderun’da yetişmiş,
2. Mustafa’nın silahtarı, 3. Ahmed’in damadı olmuştur (1709). 1714’te Venedik
elinden Mora Yarımadasını geri aldığı için “Moralı” lakabını almıştır. 1716’da
Avusturya üzerine yürümüş ve 5 Ağustos 1716’da Petrovaradin yenilgisinde şehit
düşmüştür (bu nedenle “Şehit Ali Paşa” olarak da bilinmektedir). Cesedi
Belgrad’a getirilmiş ve Kaleiçi’ndeki türbesine gömülmüştür. Son yıllara kadar bu
türbe hem Müslümanların, hem de Hıristiyanların ziyaretgâhı ve dua yeri
olmuştur.
Niş’te ve
Semendire’de olduğu gibi Belgrad’ta da, son şekilleri itibariyle Osmanlı
Kaleleri olan eserler korunmuş, restore edilmiş ve halka açık parklar olarak
halen hizmet etmektedirler. Havanın kararması nedeniyle kale dışında kalan
Bayraklı Camii’yi görme imkânı bulamadık. Konaklamak için Sava nehri üzerindeki
Gazela köprüsünden geçerek Yeni Belgrad semtindeki “İn Hotel”e yerleştik.
Belgrad Kalesinde Şehit Moralı Ali Paşa Türbesi
Pannonia: Tarihi ve coğrafi bölge olarak ilk defa Roma
vesikalarında zikredilir. İlliryalılara akraba sayılan Pannoni kabilelerinin
yaşadığı bu topraklar, M.Ö. 35 yıllarında Augustus tarafından itaat altına
alınmış, bilâhare oluşturulan Provincia Pannonia (Pannonya Eyaleti) çok geniş
alanı kaplamıştır. İmparator Traianus (M.S. 98-117) döneminde ikiye (Pannonia
Superior ve Pannonia İnferior), imparator Diocletianus (M.S. 284-305) döneminde
dörde bölünmüştür (Pannonia Prima, Secunda, Siscia, Valeria). Alp Dağlarından
doğuda Transilvania’ya, Kuzey Macaristan Dağlarından güneyde Sırbistan ve
Bosna’nın dağ eteklerine kadar dümdüz veya az engebeli çöküntüleri kapsıyordu,
fakat Tuna nehrinin ötesine Romalılar karışmıyordu. Bugün Macaristan’ın tümü,
Hırvatistan, Kuzey Sırbistan, kısmen Avusturya ve Bosna sınırları içinde
kalmaktadır. Romalılardan sonra bu ovalarda Hun İmparatorluğu (M.S. 370-469),
daha sonra da Avar Kağanlığı hüküm sürmüştür (M.S. 562-823). Çağdaş jeologlar
tarihöncesi çağlarda bu çöküntüleri dolduran Pannonia Denizi’nden bahsederler.
Bu nedenle Hırvatistan topraklarındaki izole ve alçak (500-
Ertesi sabah
Panonya Ovasının en alçak kesimini oluşturan Sirem (Syrmium, Srem) düzlüğünde kuzeye doğru Novi Sad otobanında
yol almaya başladık. Fakat yeni Tuna köprüsüne varmadan önce otobandan çıkarak Sremski Karlovci (Karlofça) hedefimize
yöneldik. Amacımız 8 bin nüfuslu bu küçük kasabayı görmekti. Çünkü hepimizin
tarihten bildiği “Karlofça Antlaşması” 26 Ocak 1699 tarihinde burada
imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu için gerileme devri başlamıştı. Tuna’nın
sağ kıyısında, dik bir tepenin üzerinde antlaşmanın imzalandığı ünlü “Capela
Mira” binası uzaktan görünüyordu, fakat dar ve dik sokaklara otobüsümüzün
giremeyeceği anlaşılınca sadece izlemekle yetindik. Tuna Nehrinin sağ kıyısı boyunca
Tuna üzerinde
bir köprüden geçerek, Petrovaradin Kalesinin tam karşı kıyısında yer alan Novi Sad (= Yeni Bahçe) şehrine
ulaştık. 231 bin nüfuslu bu şehir Osmanlının bu toprakları terk etmesinden
sonra, bahçecilikle uğraşan üç köyün birleşmesiyle geliştiği için herhangi bir
Osmanlı eseri barındırmıyordu. Tuna’nın su seviyesinin rakımı burada 77 m’ye
çıkıyordu (Belgrad karşısında
Tuna’nın sol
kıyısı ile Tisa nehri arasında kalan bölge tarihi Baçka bölgesi olarak adlandırılıyordu. Tisa nehrinin doğusu ise
Banat olarak bilinir (dönüş yolunda bu bölgeden geçecektik). Bu sefer Tuna’nın
sol kıyısı boyunca kuzeye doğru yol alarak Baçka
Palanka (Osmanlı döneminde Küçük Hisar, nüfus 28 bin) karşısındaki Tuna
köprüsünden Hırvatistan topraklarına İlok
(Uyluk) sınır kapısından girdik. Hırvatistan’dan 4 saatte tranzit geçmemizin
nedeni Mohaç Meydan Muharebesi alanının Hırvatistan hududuna sadece
Bu alanın
Benzer durum Birinci ve İkinci Kosova Savaşları için
de geçerlidir. Birinci Kosova Savaşını (15 Haziran 1389) kendi faciaları olarak
unutamayan, anıtlar ve anma törenleri düzenleyen Sırplar, 60 yıl sonraki (17-18-19 Ekim 1448)
İkinci Kosova Savaşını kendileri için önemli saymamaktadırlar. Çünkü bu kez
Osmanlının karşısında Sırplar değil, Macar kralı ve müttefikleri vardı, Sırplar
ise Hıristiyan dayanışmasına rağmen tarafsız kalmışlardı. Çünkü katolik
Macarların egemenliğine girmekten korkuyorlardı. Sırp topraklarından geçen
Macar askerleri ortodoks ahaliye düşmanca davranmışlar ve zalimlikler
yapmışlardı. Bu nedenle savaş alanından kaçan János Hunyadi yakalanmış ve bir
süre tutuklu kalmıştır.
Esas
Osmanlının felâketini getiren, “Duraklama dönemi”nin bittiğini ve “Gerileme
dönemi”nin başladığını ayan beyan ortaya koyan korkunç “Uzun Savaş”tır:
“Uzun
Savaş”: Batılı tarihçiler genellikle “Great Turkish War” (1683-1699) derler. 16 yıl süren ve 4 ülkeyle
savaşan Osmanlıya karşı “Kutsal İttifak” (Holy League) oluşturulmuştu [Papa
İnnocentius XI gayretleriyle katolik ülkeler Avusturya, Lehistan ve Venedik,
daha sonra Rusya da katıldı]. Savaşı, iddialı ve ihtiraslı sadrazam Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa başlattı, fakat başarısızlıkların ilk kurbanı oldu. Savaş
süresince tahtta dörder yıl arayla dört zayıf sultan değişti (4. Mehmet döneminde
1683’te başladı, 2. Süleyman [1687-91], 2.
Ahmet [1691-95] ve 2. Mustafa [1695-1703] döneminde Karlofça Antlaşmasıyla son buldu).
1683
İkinci Viyana (Beç) Kuşatması (14.Tem.-12.Eyl.) başarısız oldu [Merzifonlu Kara
Mustafa Paşa]
1686
(2.Eyl) Budin Kalesi düştü [son beylerbeyi Abdurrahman Abdi Paşa şehit oldu]
1687
(12.Ağ.) İkinci Mohaç Savaşında yenilgi [Sarı Süleyman Paşa → yeniçeriler İstanbul’a yürüdü ve 4. Mehmet tahttan
indirildi]
1691
Salankamen Savaşında yenilgi [Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa şehit düştü]
1694
Petrovaradin Savaşında yenilgi [Sadrazam Sürmeli Ali Paşa]
1697
Zenta (Senta) Savaşında (11.Eyl.) büyük bozgun [Sadrazam Elmas Mehmet Paşa
şehit düştü, Sultan 2. Mustafa Temeşvar’a çekildi]
1699
(26.Ocak) Karlofça Antlaşması imzalandı (Tuna’nın kuzeyinde sadece Temeşvar
Eyaleti kaldı)
Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa (1635, Merzifon –
25.Aralık 1683, Belgrad): Köprülü Mehmet Paşa’nın evlatlığı ve damadıdır. Büyük
oğlu ve akranı Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın tüm seferlerine katılmış, onun 41
yaşındayken ölümü üzerine sadrazam olmuştur. “Uzun Savaşı” başlatan başarısız
İkinci Viyana Kuşatması dönüşünde Belgrat’ta iki cellâd idam fermanını
getirince, abdest almış, namaz kılmış ve “…şöyle
temiz bir kesiver evlâdım…” demiştir. Kellesi altın tepsi içinde sultana
getirilmiş ve Edirne’deki Saruca Paşa Camii haziresine defnedilmiştir.
Kitabesinde “…Serdarı ekrem Sadrazam Kara
Mustafa Paşa çevresini ermişlerin sardığı bir makama gitti. Çok çaba gösterdiği
bir savaşta yaptıklarından ötürü suçu yokken öldürüldü. Şimdi ebediyen kalacağı
Cennetin altıncı bahçesinden sesi duyulan bir şehit oldu…”. Kayseri - İncesu’da
kervansarayı ve hamamı, Edirne’de Arasta Çarşısı girişinde çeşmesi
bulunmaktadır.
Mohaç Müzesinden ana yola geri
döndük, Mohaç şehrine girmeden batıya saparak
Osmanlı çok
benimsediği bu şehre Peçuy da demiştir. Macarlara göre şehrin adı Türklerin
“penç”, yani Farsça “beş” sözcüğünden gelmektedir. Çünkü önceki adı “Beş
kilise” anlamındayadı (Lat: Quinque Ecclesiae; Alm: Fünfkirchen). Ünlü tarihçimiz
İbrahim Peçevî’nin doğum yeridir.
İbrahim
Peçevî (1572, Peçuy – 1650, Budin):
Lala Mustafa Paşa’nın himayesinde yetişti. Estergon (1595) ve Eğri (1596)
fetihlerinde bulundu. Tokat, İstolni Belgrad ve Temeşvar defterdarlığı yaptı.
Budin’e yerleşti ve ünlü tarih kitabını burada yazdı: “Tarih-i Peçevî” (iki
cilt, 1520-1648 dönemini anlatır).
Ertesi sabah
Baranya ovasında
Tekrar Peç’e
döndük, fakat şehir içine girmeden çevre yolundan batıya yöneldik.
Kaleyi
dolaştıktan sonra, Zigetvar’dan kuzeye giden Kapoşvar yolunda birkaç kilometre ilerledik
ve sol tarafta Muhteşem Süleyman’ın son nefesini verdiği “Türbek” mevkiine
geldik. 72 yaşındaki padişah buralara kadar yol tepmişti, kuşatma uzadıkça
uzamış ve 6 Eylül’ü 7 Eylül’e bağlayan gece çadırında vefat etmişti. Sadrazam Sokullu
Mehmet Paşa ölümünü ordudan gizlemiş, fakat ertesi gün de Zigetvar Kalesi
teslim bayrağını çekmişti. Kanunî’nin naaşı hekimbaşı Kaysunizâde Mehmet Efendi
tarafından tahnit edilmiş ve iç organlarının gömülü olduğu bu yere oğlu 2. Selim
tarafından türbe yaptırılmıştı. Yüzyıllarca yerli Macarlar burasını “türbek” olarak
anmışlar, 1994 yılında Macar-Türk Dostluk Parkı şeklinde çevre düzenlenmesi
yapılmıştı. Kaleyi savunan ve yenilen Macar komutan Kont Zrinyi ile kaleyi
kuşatan ve fetheden Sultan Süleyman için ortak bir anıt inşa edilmişti.
Kuzeye doğru
yolumuza devam ettik, 67 bin nüfuslu Kapoşvar
(Kaposvár) il merkezini geçtik ve bir saat sonra Balaton Gölü kıyısına ulaştık. Tuna nehrinin batısında kalan bu
bölgeye Macarlar “Dunantul” (yani Tuna ötesi) diyorlar ve Tuna’nın doğusundaki
düzlük ovaya benzemiyordu. Hafif dalgalı bir arazide tarıma açılmış tarlalar ve
meyve bahçeleri ile bakımlı müreffeh köyler göze çarpıyordu. Orta Avrupa’nın en
büyük gölü olan Balaton’a genellikle “Macarların Denizi” denir. Güneybatıdan
kuzeydoğuya uzanan 78 km’lik uzunluğuna karşı genişliği 5-15 km’yi, derinlik
ise 12,5 m’yi geçmiyordu. Kuzeyinde orta yükseklikte Bakony Dağları uzanıyordu.
Bu dağların ardındaki “Kisalföld”ün, Küçük Macaristan Ovası’nın (aslında
Tarlalık, çünkü “föld”= tarla) artık Avusturya topraklarına kadar ulaştığını
haritadan anlayabildik. Zamanında Budapeşte’ye varabilmemiz için M7 (Zagreb-Budapeşte)
otobanına Balatonszemes kavşağından çıktık. Bu otoban Balaton’un güney kıyısını
uzaktan takip ettiği için gölü de uzaktan seyrettik. Macar krallarının taç
giydiği ve çoğunun gömülü olduğu, Osmanlı fetihlerinde sıkça zikredilen Székesfehérvár’ı (anlamı Taht-ak-hisar,
veya Slavca kökenli “İstolni Belgrad”) da uzaktan görebildik. Osmanlı döneminde
Budin’in güneyinde ve Tuna kıyısında yer alan Hamzabey köyünü (bugün
Budapeşte’nin banliyösü Erd) de otoban nedeniyle kaçırdık. Oysa burada yol
ortasında duran tek minareyi (Hamza Bey Camii’nin) çok merak etmiştik.
Otobanlar gezimize zaman kazandırıyordu, fakat seyrek olan kavşak bağlantıları
her yere girip çıkmamıza izin vermiyordu.
Macaristan’ın
başkenti Budapeşte 1,7 milyon
nüfusuyla Orta Avrupa’nın en önemli ve güzel şehirlerinden biri sayılır. Şehir
145 sene Osmanlı idaresinde kalmış ve Budin Beylerbeyliğinin merkezi olmuştu.
Tuna nehrinin batı ve doğu yakasına yayılmıştı. Bu nedenle daha önce gördüğümüz
Filibe’ye (Plovdiv’e) benzettik. Budapeşte birleşik adını 1873’te almıştı. Daha
önceleri batı yakasındaki esas Buda (Osmanlı “Budin” demeyi tercih etmişti,
hatta “nazlı Budin” diye iltifat etmişti), kayalık tepeler üzerine yayılmış
kalesi, sarayları ve kiliseleri ile idari ve dini merkezi oluşturuyordu. Doğu
yakasında düzlük alandaki Peşte eskiden ayrı bir şehir sayılıyordu, fakat
sanayi devrimi ile hızla gelişmiş ve kalabalıklaşmıştı. Aslında gezimizin amacı
Budapeşte’yi öğrenmek değildi, zaten katılanların çoğu daha önce buraya
gelmişlerdi (çok rağbet gören Orta Avrupa turu: Prag-Viyana-Budapeşte çerçevesinde).
Bizim hedefimiz sadece Osmanlı eserleriydi, bu nedenle yarım günde otobüs
içinde panoramik bir tur yaparak nehir boyunca doğu yakasından kuzeye hareket
ederek batıdaki manzarayı (Gellert tepesini ve Özgürlük Anıtını, Buda Kalesini,
sarayları ve kiliseleri) izledik, sonra ünlü Seçeni Köprüsünden (Zincirli Köprü’den)
batı yakasına geçtik ve “Rosadom” tepesindeki Gül Baba Türbesi’ni ziyaret ettik. Arnavut kaldırımları korunmuş
dik bir yokuştan yukarı tırmandık ve Avrupa’daki en bakımlı ve en çok ziyaret
edilen Osmanlı eserini gezdik (tekke, türbe, çeşme, bahçe ve seyir terasları).
Bekçi bize türbeyi açtı ve Kanuni zamanında Budin’e yerleşen bu muhterem
Bektaşi Babas'ının sandukası yanında hepimiz birer Fatiha okuduk.
Dönüşte batı
yakasından nehir boyunca güneye indik ve karşı taraftaki muhteşem Parlamento
Binasını fotografladık. Kayalık tepelerin altından fışkıran sıcak suları
değerlendiren doğal kaplıcaları (Macarlar “fürdö” diyorlar) daha Romalılar
kurmuştu ve bu yerleşime “Aquinicum”, yani Suluca demişlerdi, fakat Osmanlılar
yenileyerek ünlü Türk hamamları haline getirmişlerdi (Kiraly fürdö = Sokullu
Mustafa Paşa Hamamı, Rudas fürdö = Yeşil Direkli Ilıca, Racz fürdö = Küçük
Ilıca, Csaszar fürdö = Velibey Ilıcası, Lukács fürdö, v.s.). Bazıları Spa Hotel
olarak halen hizmet vermeye devam ediyordu.
Budin
Beylerbeyliği (Eyaleti) Kanuni Sultan
Süleyman tarafından 1541 yılında kurulmuştur. 1663 yılına kadar fetihlerin
devam etmesiyle Tuna’nın kuzeyinde nispeten küçük yeni eyaletler oluşturuldu,
fakat çok uzun sürmeyen süreçlerde söz konusu eyaletler düşman eline geçti:
1) Budin
Eyaleti - 145 yıl (1541-1686)
2)
Temeşvar Eyaleti - 164 yıl (1552-1716)
3) Eğri
Eyaleti - 65 yıl (1596-1661)
4) Kanije
Eyaleti - 88 yıl (1600-1688)
5) Varad
Eyaleti - 31 yıl (1661-1692)
6) Uyvar Eyaleti - 22
yıl (1663-1685) [“Uyvar” bugün Slovakya’da Nove Zamki şehridir, fakat Osmanlı
izi kalmamıştır].
Not: 1716’dan sonra bu bölgede Tuna’nın
kuzeyinde Osmanlı toprağı kalmamıştır.
Ertesi sabah
Peşte kısmındaki Kahramanlar Meydanını görerek M3 otobanından doğuya yöneldik.
Artık dönüş yoluna girmiştik ve Büyük
Macaristan Ovası’nın (Nagyalföld) kuzey kenarını takip ediyorduk. Sağımızda
uçsuz bucaksız dümdüz bir ova (eski Pannonia Denizinin dibini dolduran kumlu çökeltiler),
solumuzda ise 1000 m’yi geçmeyen Kuzey Macaristan Dağları’nın silueti görüntüye
hakimdi. Füzesabony kavşağını kaçırmamak için dikkat ettik ve buradan otobanı
terkederek
Géza Gárdony
(1863-1922): Macar edebiyatının çok
popüler yazarı. Dünyada 50’den fazla dile çevrilmiş olan “Egri csillagok” (Eğri’nin
Yıldızları) [İngilizceye “Eclipse of the Crescent Moon” şeklinde çevrilmiştir]
adlı kitabında 1552’deki Osmanlı kuşatmasına karşı başarılı savunma
gösterenlerin kahramanlıklarını anlatmaktadır. Kale kumandanı İstván Dobó milli
kahraman ilân edilmiştir. Kitabı okuyan binlerce turist, dünyanın her
tarafından Eger’e akın etmektedir. Géza Gárdony’nin mezarı da buradadır. “Slave
of the Huns” kitabı ise Türkiye’de “Tanrının Kılıcı Attila” başlığıyla birkaç
baskı yapmıştır.
Eger’i tanıtan
bütün broşürlerde ve internet sitelerinde çok önemli görülecek eser olarak
“Minaret”ten bahsediliyordu. Orta Avrupa’nın en kuzeyindeki “Türk minaresi”
hararetle tavsiye ediliyordu. Gerçekten de 1596 yılında Sultan 3. Mehmet “Eğri
Seferi”ne çıkmış ve burasını 12 Ekim 1596’da fethetederek sonradan müstakil
eyalet haline getirmişti. 65 yıl süren (1596-1661) Osmanlı hakimiyet
yıllarından kala kala Kethûda Camii’nin sadece minaresi kalmıştı. Çok güzel
olan bu ince uzun (
Tekrar M3
otobanına geri döndük ve hızla doğuya doğru yol aldık.
Kuzey
Macaristan’ı kat eden M3 otobanını takip ettik, Tisa nehri üzerindeki köprüden
geçtik ve Macaristan’ın üçüncü büyük şehri olan 207 bin nüfuslu,120 m rakımlı Debrecen’e ulaştık. Osmanlı döneminde
küçük bir yerleşim olan Debreçin bir dönem Varad Eyaletine bağlı sancak merkezi
olmuştur. Macar bozkırının (“puszta”) ortasında göçebe çobanların hayvan pazarı
olarak bilinirdi ve kayda değer Osmanlı eseri barındırmıyordu, fakat Macarlar
için Avusturya esaretinden kurtuluş mücadelesinin simgesi sayılıyordu.
Karlofça Antlaşmasından (1699) sonra Macarlar
istiklâllerine kavuşmamışlar ve Avusturya egemenliğine, dinî ve kültürel
baskıya karşı mücadele etmişlerdir. Bu hususta Osmanlıdan daima destek ve
koruma görmüşlerdir. İlk başkaldırıyı Erdel özerk bölgesinin voyvodası 2. Ferenc Rákoczi (1676-1735)
başlatmıştır. 1704-1711 yılları arasında silahlı mücadele vermiş, Polonya,
Fransa ve İngiltere’ye sığınmış ve sonunda Osmanlı Devletinin daveti üzerine
1718’de Tekirdağ’a yerleşmiştir. 1735’te burada ölmüş, İstanbul’daki Saint
Benoit şapeline gömülmüştür. Tekirdağ’da kaldığı konak sonradan müzeye
çevrilmiştir.
1848-1849 Macar Ayaklanmasının önderi Lajos Kossuth [Layoş Koşut] (1802-1894)
özgür Macar hükümetini ve Milli Meclisi Debrecen’e taşımış, fakat Çarlık Rusya
ordularının müdahalesi karşısında “honvéd” (vatan savunucuları) dağılmışlardır.
Layoş Koşut Vidin’de Osmanlıya sığınmıştır (1849). Önce Şumnu’da (bu şehirde
müze-evi bulunmaktadır), daha sonra Kütahya’da misafir edilmiştir. Ailesiyle
birlikte İzmir’den Avrupa’ya gönderilen Koşut, Kırım Savaşında Rusya’ya karşı
ateşli propaganda yapmış ve Osmanlıya yardım edilmesini sağlamıştır. Bugün
Kütahya’da müzesi bulunmaktadır.
Debrecen’den
sonra güneye doğru normal asfalt yollardan devam ederek Ártánd-Bors sınır kapısından
Romanya’ya girdik ve
“Uzun Savaş” öncesi Kuzey Macaristan’da (bugün
Slovakya) bulunan Protestan Macarlar koyu katolik Avusturyalıların baskısına
karşı gizli Wesselény örgütü kurdular. Silâhlı ayaklanma başlatanların başına
1678’de İmre Thököly (1657-1705)
geçti ve Osmanlıdan destek istedi. Varad beylerbeyinin askeri yardımıyla, Kassa
(bugün Slovakya’da Košice) merkezli, Osmanlıya bağlı “Orta Macar Prensliği”
(Principality of Upper Hungary) kuruldu (1683). 1690’da İmre Thököly Erdel
Prensliğinin başına getirildi ve birçok çarpışmada (Salankamen, 1691; Senta,
1697) Avusturyalılara karşı Osmanlının yanında savaştı. Karlofça Antlaşmasından
sonra Osmanlıya sığındı, önce İstanbul’da, 1701’den sonra İzmit yakınlarında
Karatepe köyünde oturdu ve burada öldü. Bugün İzmit, Karatepe’de “Tekeli İmre anı
evi” açılmıştır.
Oradea şehir
merkezinden ve Crişul Repede nehri üzerindeki köprüden geçtikten sonra Crişana
bölgesinde
Arad şehri içinden tranzit geçtik, kalesini ve
Mureş nehrini otobüsten gördük ve çıkıştan sonra Romanya’nın A1 otobanına
girdik.
Temeşvarlı
Osman Ağa (1670-1725?): “Uzun Savaş”
yıllarında askere alınmış ve Arad yakınında Avusturyalılara esir düşmüştür. 12
yıl esir olarak Viyana’da çalıştırılmış ve Almanca öğrenmiş. Karlofça
Antlaşmasından sonra Temeşvar’a dönmüş, 1716 yılında Temeşvar’ın ve 1717
yılında Belgrad’ın düşmesine tanık olmuştur. Önce Vidin’e, sonra İstanbul’a
gitmiş, dil bilgisi sayesinde “dragoman”lık yapmış ve hatıralarını yazmıştır:
“Gâvurların Esiri” (1724) ve “Nemçe Tarihi”. Düşman tarafındaki esirlik
yıllarını anlatan tek Osmanlı müellifidir.
Ertesi sabah
Timişoara merkezinde otobüsle bir tur attık, fakat her yerin kapalı, yolların
da boş olduğunu görünce günlerden "1 Mayıs" olduğunu anladık. Meğer İşçi Bayramı
eski sosyalist ülkelerde halâ tatil günüymüş, amma ortalıkta ne işçiler, ne de coşkulu
yürüyüşler vardı. Oysa komünist diktatör Nikolae Çauşesku’ya (Nicolae
Ceausescu) karşı, 17 Aralık 1989’da halk ayaklanmasını başlatan Timişoara
işçileriydi. Şehir merkezinde çok büyük bir alan motorlu araç trafiğine
kapatılmış olduğu için yaya dolaşmayı göze alamadık.
Aslında Timiş (Macarlar Temeş derler, Osmanlı
Tamış demiştir) nehri şehre adını vermiş olmasına rağmen, bugünkü şehrin
Timişoara
şehrinden, E70 yolunu takip ederek doğuya yöneldik. Bega kanalına paralel
seyrederek
Dacia (Daçya, Grek telâffuzu Dakiya’dır) bölgesi, Tuna
nehrinin kuzeyinde bulunan tek Roma Eyaleti olmuştur. Traklara akraba oldukları
kabul edilen Daklar burada krallık kurmuşlar ve Tuna’nın güneyindeki Roma
topraklarına sık sık akınlar düzenlemişlerdir. İmparator Traianus’un M.S. 101
ve 106 yıllarında düzenlediği ünlü Daçya seferleri sonunda Dakların kralı
Decebalus intihar etmiş ve bölge Roma eyaleti haline getirilmiştir. “Daçya
fatihi” unvanı alan Traianus’un savaşları Roma kent merkezindeki ünlü “Trayan
sütunu”na kabartmalarla işlenmiştir. Romalılar Daçya’dan tonlarca altın, gümüş
ve bakır çıkarmışlar ve başkente taşımışlardır. Ancak diğer barbar kavimlerin
hücumlarına karşı koyamayan imparator Aurelianus M.S. 271 yılında bu toprakları
boşaltmış ve Tuna’nın güneyine çekilmiştir. Yüzyıllar geçmesine rağmen bu
bölgenin karmaşık kavimlerden oluşan insanları Latince konuşarak birbirleriyle
anlaşabilmişlerdir. Bugünkü Rumence’nin temelinde Latince bulunmaktadır. 1861’de
birleşen Valachia (Eflâk) ve Moldavia (Boğdan) prenslikleri “Romania” adını
almışlardır. Halen kendilerini Roma İmparatorluğunun uzantısı ve kültürel
mirasçısı saymaktadırlar.
Demirkapı
Boğazı: Sırbistan ile Romanya
arasındaki sınırı belirleyen Tuna Nehri, ünlü Demirkapı Boğazını (Sırplar
“Cerdab”, yani Türkçeden esinlenen “girdap” anlamında, Romenler “Portile de
fier”, Macarlar “Vaskapu” derler) aşarak Aşağı Tuna Ovalarına iner ve
Dobruca’nın kuzeyinde geniş bir delta yaparak Karadeniz’e dökülür. Avrupa’nın
ve Tuna nehrinin en uzun ve en dar boğazıdır (uzunluğu 134 km’yi bulur, en dar
yeri
Cerna (Çerna)
nehrinin Tuna’ya kavuştuğu yerde bulunan Orşova
kasabası 1972 yılında hizmete giren “Demirkapı-
Eski Orşova hizasında, Tuna nehrinin ortasında bulunan
ve sadece Türklerin yaşadığı Adakale
(1923’e kadar Osmanlı toprağı) adası da baraj gölü sularına gömülmüştür. Buradaki
Türkler ise ya Türkiye’ye, ya da Romanya’nın başka bölgelerine taşınmışlardı. Az
bilinen ilginç bir tarihi vardı Adakale’nin: 1878 Berlin Konferansında Osmanlı
toprakları Sırbistan ve Romanya arasında paylaştırılırken Tuna nehri iki ülke
arasında sınır kabul edilmiş, fakat Tuna ortasındaki Adakale unutulmuştu.
Antlaşma imzalandıktan sonra eksiklik fark edilmiş, artık yapacak bir şey
olmadığı için 55 yıl daha Osmanlı’da kalmıştı. O yıllarda Adakale çok popüler
turistik merkez olmuştu – Viyana’dan kalkan lüks gemiler Tuna boyunca geziler
düzenliyor ve mutlaka “oriental” görünümlü Osmanlı adasına (Adakaleh) da
uğruyorlardı. Bu ada Türkiye Cumhuriyeti ile Romanya Krallığı arasında sorun
oluşturmuş ve diplomatik gerginlikler sonrası Romanya’ya terkedilmişti.
Tuna kenarında
güzel bir yemek molası verdikten sonra,
“Küçük Eflâk”
diye bilinen engebeli Oltenya Ovası’ndan geçerek Tuna kıyısındaki Kalafat’a (nüfus 21 bin, Tuna seviyesi
Vidinli
Osman Pazvantoğlu (1758, Vidin –
1807, Vidin): Bosna kökenli olup, dedesi Sofya’da “pazvant” (bekçi) imiş.
Vidin’de askerlik yapan babası 1787-92 Osmanlı-Rus Savaşında bir
ayaklanmaya karışmış ve idam edilmiş.
Osman “yamak” (sınır muhafızı) olarak kayıt olmuş, kısa sürede Vidin ve Belgrad
yamaklarını organize ederek kendi başına Tuna boylarına hükmetmeye başlamış.
Gönderilen Osmanlı ordularını yenmiş, Niğbolu, Sofya, Belgrad ve Varna
sancaklarını talan etmiş, Bükreş üzerine yürümüştü. Sultan 3. Selim çaresiz
kendisini vezir yapmış ve Vidin Valisi olarak atamış (1798). 1800, 1804 ve
1806’da tekrar merkezi iktidara karşı çıkmış, fakat 1807’de felç geçirerek 27 Ocak tarihinde
ölmüştür. Vidin’de camisi ve kütüphanesi ayakta olup, yaptırdığı Askeri Kışla
da restore edilerek Tarih Müzesi olarak kullanıma açılmıştır.
Bir pazvant
(bekçi) oğlu olup, sınır muhafızlığından yetişen bu şahsın Tuna boylarında iki
katlı özel bir kütüphane inşa ettirmesi takdire şayan bir olaydır. Tuna
kenarındaki geniş park içerisinde bulunan Osman Pazvantoğlu kütüphanesini ve
camisini gördükten sonra doğuya doğru yola koyulduk.
Batı Balkan
Dağlarının kuzey eteklerini takip eden asfalt yol Bulgaristan’ın (ve Avrupa
Birliğinin) en fakir bölgesinden geçiyordu. İşsizliği çok yüksek, ekonomisi
sürekli gerileyen, boşalmış köyleri ve yaşlanmış nüfusu ile terk edilmişlik
izlenimi veriyordu. Yol boyunca müthiş bir yağmur altında saatlerce otobüsten
dışarı çıkamadık, 43,000 nüfuslu,
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra
1877-78
Osmanlı - Rus Savaşı (93-Harbi): Son
Osmanlı-Rus Savaşı (Birinci Dünya Savaşı hariç) olup, Sultan 2. Abdülhamid
dönemine (1876-1909) rastlar. Romanya Prensliği, Sırbistan ve Karadağ da
Rusya’nın yanında savaşa katıldılar. Rusya ve Romanya birlikleri 21 Haziran 1877’de
Ziştovi batısında Tuna’yı aştılar, Niğbolu ve Tırnova’yı aldılar ve 17 Temmuz’da
Balkan Dağlarındaki Şipka Geçidini ele geçirdiler – 6 ay süren Şipka Muharebelerinde (17 Temmuz 1877 - 9 Ocak1878)
Osmanlı’nın Balkan Ordusu başarısız oldu ve Plevne’de kuşatmaya direnen Osman
Paşa’nın yardımına gidemedi. Vidin’den hızla doğuya ilerleyen Batı Tuna Ordusu
Plevne kasabası çevresinde mevzilendi (40,000 asker ve 58 top) ve 5 ay çok
üstün Rus-Romen Ordusuna (150,000 asker ve 176 top) direndi [Gazi Osman Paşa’nın
Plevne Savunması, 20 Temmuz – 10 Aralık 1877]. Plevne’nin düşmesinden
sonra Sofya, Plovdiv, Edirne, Çorlu, Tekirdağ ve Dedeağaç işgal olundu. Rus
Ordusu Yeşilköy’e kadar ilerledi. Çaresiz kalan Osmanlı Devleti burada Ayastefanos
Antlaşmasını imzaladı (3 Mart 1878), [“3 Mart” hala Bulgaristan’ın resmi
bayramı sayılır]. Rusya’nın büyümesinden telâşlanan Avrupa Devletleri bu
antlaşmayı reddettiler ve Berlin Konferansını düzenlediler (13 Haziran – 13
Temmuz 1878). Berlin Antlaşmasıyla (13 Temmuz 1878) Osmanlı Devletinin
toprak kayıpları azaltıldı, fakat Osmanlıya şeklen bağlı Bulgaristan Prensliği (Sofya ve Kuzey Bulgaristan) ve Balkan
Dağlarının güneyinde Filibe merkezli ve Bulgar vali tarafından idare edilen Doğu Rumeli Vilayeti kuruldu. Romanya
Kuzey Dobruca’yı, Sırbistan Niş havalisini, Karadağ da bazı komşu toprak
parçaları alarak genişlediler.
Savaşın başında Rus-Romen ordularının Sviştov (Ziştovi) yakınlarında Tuna
nehrini geçmeleri üzerine Vidin’den harekete geçen Osman Paşa komutasındaki
Batı Tuna Ordusu bir hafta içinde Plevne’ye gelebilmiş ve çevredeki tepelere
istihkâmlar kazarak savunma hatları oluşturmuştu. 20 Temmuz ile 10 Aralık 1877
arasında 5 ay olağanüstü başarılı bir savunma sergileyen Osman Paşa, Plevne
adını bütün dünyaya duyurmuştur.
Gazi Osman Paşa (= Osman Nuri Paşa) (1832, Tokat – 1900, İstanbul):
Beşiktaş Askeri rüştiyesini, Kuleli Askeri idadisini ve Harbiye mektebini
bitirdi. Kırım Savaşında teğmen, Girit isyanında miralay, Manastır’da paşa
olarak görev yaptı. 1876’da Sırbistan savaş ilan edince Vidin komutanı olarak
Zayçar’ı aldı ve müşir oldu. 93-Harbi başlangıcında Batı Tuna Ordusu komutanı
olarak 6 günde ordusunu Vidin’den Plevne’ye getirdi. Beş ay üstün bir direniş
gösterdi ve 10 Aralık 1877’de teslim oldu. Savaş sonrası “Gazi” ünvanı verildi
ve 2. Abdülhamid’in askeri danışmanı oldu. 68 yaşında İstanbul’da vefat etti,
Fatih Camii avlusunda türbesini sultan yaptırdı. İstanbul’da bir ilçe, Tokat’ta
bir üniversite adını taşımaktadır. Plevne marşı bestelendi “…Tuna nehri akmam diyor / etrafımı yıkmam
diyor / şanı büyük Osman Paşa / Plevne’den çıkmam diyor…”
Plevne camiini ziyaret ettikten sonra, şehrin güneyinde bir tepenin
üzerinde Bulgar ve Rus ressam ve mimarların eseri olan “Panorama” müzesini
gezerek Plevne Savunması hakkında görsel bilgi aldık. Müze rehberinin
naklettiği bilgiler rencide edici değildi, Osman Paşa’dan saygı ile
bahsediyordu. Yine de Türk ziyaretçilerin bu ortamda duygulanmaması mümkün
değildi, herkes düşünceli ve gözü yaşlı idi.
Artık Edirne’ye dönmek üzere yola
çıktık.
Ahmet Cevdet Paşa (1822, Lofça – 1895, İstanbul): İlk öğrenimini
Lofça’da gördü. İstanbul’da Fatih Medresesinde okudu. Arapça, Farsça ve
Fransızca öğrendi. Bulgarca da biliyordu. Türkçenin ilk gramer kitabını yazdı.
Müderris ve Encümen-i Daniş (Bilim Akademisi) üyesi oldu. 12 ciltlik “Tarih-i
Cevdet” kitabını yazdı, devletin resmi tarihçisi oldu. Asker kökenli olmamasına
rağmen 1866’da “paşa” unvanı verildi. 1868-78 arası onun başkanlığında çalışan
bir kurul “Mecelle” (= Codex civilis) derlemesini tamamladı – asırların İslâm
hukuku kitaplaştırıldı. 1926’ya kadar Osmanlı-Türk hukukçularının temel başvuru
kitabı oldu (1851 madde). Defalarca adalet, eğitim ve vakıflar bakanlığı yaptı.
1895’te vefat etti ve Fatih Camii bahçesine defnedildi. Büyük kızı Fatma Aliye
ilk kadın roman yazarımızdır. Küçük kızı Emine Semiye ise gazeteci, siyasetçi
ve kadın hakları savunucusudur.
Lofça’dan sonra güneye doğru devam
ettik, fakat önümüzde kapkara bulutlara bürünmüş Orta Balkan Dağları’nın
silsilesi, geçit vermez bir duvar gibi yükseliyordu. Gerçekten de 2000 m’yi
aşan zirveler (2376 metrelik Yumrukçal Tepesine şimdi Botev Tepesi deniyordu)
arasında zor ve yüksek geçitler aşırı yağmurlu havalarda tehlike arz ediyordu.
Balkan
Dağları (Bulg/Sırpça: Stara Planina =
Eski dağ; Lat: Haemus = Hemus; ← Gr: Aimos= Kanlı
dağ) çok düzgün bir sıradağ silsilesidir. Karadeniz kıyısında Emine (esk.
Emona) burnundan batıya doğru (Timok nehri vadisine kadar)
Roma İmparatorluğu döneminde bu bölge Provincia “Moesia İnferior”, Aşağı Möziya Eyaleti olarak teşkilâtlandırılmıştı (Tuna Düzlüğü’nü,
Deliorman’ı ve Dobruca’yı kapsıyordu). Bugün küçük bir akarsu olan Tsibritsa
deresi Yukarı Möziya ile sınır kabul edilmişti. Günümüzde bu Roma eyaletinin
büyük bir kısmı Kuzey Bulgaristan’da, küçük bir parçası Romanya topraklarında kalmıştır.
Tekrar Balkan’ın kuzey eteklerini takip eden E772 ulusal yolda,
yağmurdan kaçarcasına hiç durmadan
Sredna
Gora (Osmanlı döneminde Karacadağ),
Balkan Sıradağlarının güneyinde ve paralel seyreden daha alçak (en yüksek
noktası
Balkanaltı
Vadileri (Bulg: Podbalkanski poleta) iklimi yumuşak,
kuzey rüzgarlarından korunaklı, akarsuları bol verimli topraklardır. En yüksek
Balkan tepelerinden inen Tunca suları doğuya doğru akarak en geniş Balkanaltı
vadisini (Tunca vadisini = Gül Vadisini) kateder ve Sliven yakınlarında 90
derece dirsek yaparak güneye yönelir. Osmanlı döneminde bu vadilere yoğun Türk
nüfusu yerleşmiş ve Edirne’den getirdikleri, gülyağı verimi yüksek olan gül
bahçeleri ekmişlerdi. Tarihi olarak Balkanaltı Vadileri Traklara ev sahipliği
yapmış ve Odris Krallığının başkenti (Sevtopolis) burada kurulmuştur (bugünkü
Kazanlık şehrinin güneyinde).
Tunca’nın sularını biriktiren Jrebçevo Baraj gölünün kıyısını takip
ederek Karacadağı’nın güneyinde yayılan bereketli Zagora (Türkler “Zağra” adını
vermişlerdi) Ovasına ulaştık. Daha 1365 yıllarında Lala Şahin Paşa tarafından
Osmanlı topraklarına katılan bu ovanın ortasına Yeni Zağra (veya Zağra Yenicesi) kasabası Türkler tarafından
kurulmuştu. Saruca Paşa ilk banisi olmuş ve bir cami yaptırmıştı (Saruca Paşa
Camii). 2. Bayezit döneminde başvezir Hadım Ali Paşa da güzel bir hamamla bu
yerleşimi mamur etmişti, fakat komünist dönemde bu eserler yıktırılmıştı. Bugün
Nova Zagora (nüfus 23,000, rakım
Trafik levhaları Svilengrad istikametinde, henüz haritalarda bile yer
almayan yeni bir güzergâha işaret ediyordu. Sakar Tepeliklerinin batı
kıyısından geçen bu güzergâh köyler arası yolların asfaltlanmasıyla oluşturulmuş,
fakat bazı bölümleri henüz tamamlanmamış, benzin istasyonları ve mola yerleri
yapılmamıştı. Fakat yol epeyi kısalmıştı. Belli ki Kapıkule’den sonra kuzeye
(Tuna üzerindeki Rusçuk Köprüsüne) giden en kısa yol olarak Türk TIR
taşımacılığına hizmet edecekti. Çok kısa sürede kendimizi Svilengrad’ın
kuzeyinden geçen otobanda bulduk ve
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder