13 Kasım 2021 Cumartesi

TUNCA KANAL

 

“TUNCA KANAL”

 

Prof. Dr. Recep MESUT

 

Üç yıl önce, “Edine’nin makûs talihi” başlıklı bir yazım, Hudut Gazete’sinde yayınlanmıştı. Balkan Dağları ile Rodop Dağları’nın yağmur ve eriyen kar sularının, Tunca, Meriç ve Arda nehirleri sayesinde, Edirne çanağında toplanmasını, bu güzel şehrimizin “makûs talihi” olarak nitelendirmiştim. Tarihimizde müstesna yeri olan  Edirne’mizin en büyük handikapı coğrafi topografyasıdır.

Fakat Dünyada, içinden nehir geçen sayısız yerleşim yeri vardır. Zaten insanlar, kural olarak akarsuların yakınına yerleşmişlerdir. Edirne gibi alçak rakımda, çanak biçimli çöküntüde yer alan yerleşimler de su taşkınları yaşarlar. İnsanlara, hayvanlara, evlere, bahçelere zarar veren selleri önlemek için insanoğlu çeşitli tedbirler almış ve almaya devam etmektedir. Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da sayısız örnekleri vardır (toprak seddeler, su toplama barajları, derivasyon kanalları, v.b.). Yani tarihten ders alınsa ve diğer ülkelerde neler yapıldığına bakılsa bu musibetten kurtulmak mümkündür (hele bugünkü teknolojik imkânlarla).

Gerçekten de, arada geçen üç yılda, Edirne’ye büyük çaplı önleyici yatırımlar yapıldı, fakat sadece Meriç (ve onun kolu Arda) üzerinde duruldu – bu nehir üzerine geniş ve yüksek yeni köprü (“Dr. Müezzinoğlu Köprüsü”) inşa edildi ve bu köprü sayesinde Karaağaç-Pazarkule bağlantısı bu yıl kesilmedi; Meriç kıyıları tahkim edildi ve yükseltildi (Söğütlük Ormanı ve Lozan caddesi kurtuldu); fakat “Kanal Edirne” diye adlandırılan “by-pass” (yangeçit) kanalı yetiştirilemedi. Neyse ki, şansımıza bu yıl Arda-Meriç yolu ile gelen sular aşırı seviyelere ulaşmadı ve kabarmış olan Meriç Nehri, 30 Mart 2018 sonrası alçalmaya başladı.


                                 30 Mart 2018 itibariyle tarihi Meriç Köprüsü

 

            Ancak esas sorunu yine Tunca Nehri’nin taşması oluşturdu ve oluşturmaya da devam edecektir. Zaten “Edirne’nin belâlısı” sayılan Tunca, şehrin yerleşim yerlerinden geçer, adeta şehri ikiye böler (Yıldırım ve Yeni İmaret Mahalleleri ile Kapıkule sınır kapısı batısında kalır). Yüksek “Yeni Gazimihal Köprüsü” ve Çevre Otobanı (viyadük) ulaşımı kurtarmakta olsalar da, tarihi ve manevi eserlerimiz bu nehrin kenarında olduğu için bunlar günlerce sel suları altında kaldılar. Çaresizce seyrettik, Türkiye’nin yazılı ve görsel basınına da konu olduk. İki tarafı yüksek, dar bir vadide akan Tunca’nın kıyılarına 1950-60 arası DSİ tarafından toprak seddeler yapılmış ve şehir merkezi taşkınlardan kurtarılmıştı. Gerçekten de Edirne’nin idari, ticari, kültürel ve yaşam alanları söz konusu taşkınlardan etkilenmiyor ve hayat normal devam ediyor. Basının abarttığı gibi olmasa da, yine de Osmanlı eseri tarihi köprüler (Fatih Köprüsü, Kanunî Köprüsü, Saraçhane Köprüsü, Sultan Bayezid Köprüsü, Yalnızgöz Köprüsü, Gazimihal Köprüsü ve Ekmekçizâde Köprüsü), Kırkpınar yağlı güreşlerin yapıldığı Sarayiçi Adası ve restore etmeye çalıştığımız Saray-ı Cedid alanının günlerce su altında ve çamur içinde kalarak zarar görmeleri affedilir gibi değildir. Çünkü Edirne sadece camiler şehri değildir, “camiler ve köprüler şehri”dir. İlk Osmanlı Sarayı prototipi olan Saray-ı Cedid [Edirne Sarayı] ulusal mimari bir değerdir. Kırkpınar güreşleri de Edirne’nin yaşattığı ve iftihar ettiği kültürel bir değerdir.

                       29 Mart 2018 itibariyle Tunca Nehrinin batı seddesinden iki görüntü

 

            Unutmayalım ki, Sarayiçi Adası’nın kuzeyinde kalan yerleşim yerleri (Değirmenyeri, Yolüstü, Hatipköy, Suakacağı) ve ekili alanlar da Tunca taşkınlarından zarar gördüler.

            Karaağaç’tan geçen derivasyon kanalı bu yıl tamamlansa bile Tunca taşkınlarına faydası olmayacaktır. Bu nehrin yıllardır taşıdığı kil ve çamur onun yatağını doldurmuş, taşıyabileceği su kapasitesini azaltmıştır. Bunda en büyük etken ise 60-70 yıl önce iki taraftan inşa edilen seddelerdir. Artık su mühendisleri de bu olguyu kabul etmekte ve nehir yatağının kazılarak derinleştirilmesini önermektedirler. Zaman içinde bu da yeterli olmayacaktır, çünkü gece gündüz akan bir su, kil ve çamurunu yine getirecektir. Yani periyodik bakım ve temizlik gerekecektir. Bu da ileri geri hareket eden “drager” denilen dip tarama makineleri sayesinde olabilecektir.

 

 

“BEGA KANAL”

 

            Dünyadan örneklere bakmak gerekir. Birkaç yıl önce turistik amaçlı bir gezi esnasında Romanya’nın Timşoara kentini ziyaret etmiştim. Uzun yıllar (1552 – 1716 arası, yani 164 yıl) Osmanlı idaresinde kalmış ve Eyalet Merkezi (Beylerbeylik) olmuş olan bu şehir, bugün 320,000 nüfusu ile Romanya’nın üçüncü büyük kenti, önemli sanayi ve kültür merkezidir. Osmanlı’dan sonra da 200 yıl Avusturya-Macaristan İmparatorluğu buralara hakim olmuştu (“Banat” bölgesi). Bu imparatorluğun 1918’de çöküp dağılmasından sonra Banat bölgesi Romanya ile Sırbistan arasında paylaşılmış, Timişoara da Romen topraklarında kalmıştı (Macarlar Temeşvar, Osmanlı Tamışvar demişti).


                             Romanya’nın Timişoara kentinde “Bega Kanal” ve çevre düzenlemesi

 

Üçyüz yıl öncesinden kalmış Osmanlı eseri göremedim (Avusturyalıların hakim olduğu topraklarda genelde Osmanlı eseri bırakılmamıştı), fakat şehri doğudan-batıya kateden “Bega Kanalı”na ve üzerinden geçen köprülere hayran oldum. 18.-19. yüzyıllarda Avusturyalılar buralarda geniş çaplı hidromeliorasyonlara (akarsu iyileştirmelerine) girişmişlerdi. Şehirden geçen ve sık sık taşkınlar yapan Bega nehrinin yatağını oldukça geniş ve derin kanala dönüştürmüşler, sedde yapmadan çevresini park ve bahçelerle donatmışlar, bentler ve ufak barajlar inşa ederek hidroelektrik üretmişler (şehri buradan aydınlatmışlar), 20 km güneyde seyreden Timiş (Temeş) nehri ile iki derivasyon kanalı sayesinde irtibat sağlamışlar, vapur iskeleleri ve rıhtımlar yaparak Tuna Nehrine kadar suyolu taşımacılığı başlatmışlardı.

Bega Kanal’ın toplam uzunluğu 116 km’yi bulmuş (44 km Romanya topraklarında, 72 km Sırbistan topraklarında). Cetvelle çekilmiş gibi düz hat izlemişler, bazı yerlere yan havuzlar yaparak balık üretme çiftlikleri de ilâve etmişler. 1730’lu yıllarda kazma-kürekle başladıkları hafriyat işleri 1850-lere kadar sürmüş. Aynı zamanda Macaristan Ovasını akaçlayan büyük Tisza Nehrinin ve kollarının yataklarını da daha derin ve düzgün kanallara alarak taşkınları önlemeye çalışmışlardır. Fakat 20. yüzyılda Bega Kanalı bakımsız kalmış, gemi taşımacılığı önemini kaybetmiş ve 21. yüzyılda doğa intikamını almış – 2005 yılında Banat Ovasında seller geniş alanları kaplamış ve çok büyük zararlar meydana gelmişti.

Bu sadece benim anımsadığım bir örnektir. Batı ülkelerinde, Çin’de, Hindistan’da daha nice çok büyük çaplı hidromeliorasyon örnekleri vardır. Bizimkisi kadere boyun eğmek zihniyetiyle, “laf üretmek, iş yapmamak” tembelliği ve sorumsuzluğu sayılabilir.

 

KURUCU REKTÖR’ÜN HAYAL GÜCÜ

 

            1982-92 yılları arasında (10 yıl) Trakya Üniversitesi’nin Kuruculuğunu yapan Prof. Dr. Ahmet Karadeniz (2017’de kendisine Edirne Belediyesi tarafından “Onursal Hemşehrilik” beratı verilmiştir), Edirne’yi gerçek bir “Üniversite kenti” yapma arzusunda idi. Henüz çamur içindeki tarlalar arasında, kaba inşaatları tamamlamak için çırpınırken, Edirne’nin dünya çapında bir üniversite ile nasıl anılacağını, öğrencilerin huzurlu bir ortamda (İstanbul’un gürültüsünden patırtısından uzak) bilim öğreneceğini ve üreteceğini hayal ediyordu. En büyük beklentisi de Tunca ve Meriç nehirlerinin, sabit ve yeterli debilere ulaştırılması, kıyılarının halkın istifadesine lâyık parklar ve bahçelerle boydan boya donatılması idi. Üniversite öğrencilerinin mutlaka su sporları ile ilgilenmesi (kürek, kanu-kayak) gerektiğini savunuyordu. Gerçek bir üniversite kentinin içinden akarsu geçmeliydi ve “akademik sporlar” tatbik edilmeliydi. Edirne’nin fazlasıyla böyle bir şansı vardı – iki nehir (Arda nehrini hesaba katmıyordu) burada birleşiyordu. İngiltere’nin tarihi üniversite kentlerine (Oxford ve Cambridge) gitmiş ve üniversite takımlarının asırlardır süren geleneksel kürek müsabakalarına şahit olmuştu. Günün birinde Edirne’de de böyle yarışların düzenleneceğine inanıyordu. 


Prof. Dr. Ahmet KARADENİZ

 

            Bunun için Tunca ve Meriç nehirlerinin birleşmesinden sonra (belki Süvari Köprüsü hizasında, çünkü Karaağaç’ta hâlâ sergilenmekte olan lokomotifi buradan geçirtebilmişti) su seviyesini birkaç metre yükseltecek bent inşa edilmesi yeterli olacaktı. Tabii ki, nehirlerin kıyıları ıslah edilecek, rıhtımlar yapılacak ve yatakları temizlenecekti. Edirne’de kaldığı 10 yıl boyunca bu mümkün olmadı, emekli olmasından sonra da 26 yıl geçti, Tunca ve Meriç’in suları aktı gitti, taştı gitti, su sporları ve kürek yarışları Oxford ve Cambridge’in patentinde kaldı.

 

 

“TUNCA KANAL”

 

            Bazı siyasetçilerimiz, Tunca nehri üzerinde Suakacağı mevkiinde, taşkın önleme amaçlı baraj yapılmasına Bulgaristan’ın muvafakat vermemesini mazeret olarak gösteriyorlar. Çünkü bu noktada yapılacak bir barajın ardında oluşacak baraj gölü tamamen Bulgar topraklarında kalacak, halkın başka yerlere nakli ve büyük miktarda istimlâk paraları gerekecek. Bulgaristan’ın muvafık olmasını beklemek gereksiz zaman kaybıdır (çok büyük tazminat ta isteyeceklerdir). Türkiye olarak kendi topraklarımızda yapabileceklerimizi değerlendirmemiz daha mantıklı yaklaşımdır. “Bega Kanal” gibi, nispeten derin (talveg 6-8 m), yeterli geniş (50-60 m) ve dümdüz istikamette (ki Suakacağı-Sarayiçi 21,7 km) kanal kazılması yeterli olacaktır.

                                                   “Tunca Kanal” güzergâhı

 

            Bu bölgede eğim düşük sayılır – Suakacağı köyünün üst tarafında nehrin su rakımı 45 m iken, Sarayiçi Adası hizasında 35 m civarındadır [Google Earth’e göre], yani 20 km’de 10 m’lik irtifa kaybı oluşacaktır. Başlangıçta, Tunca nehrinin Darkaya kanyonundan çıktığı iki tepe arasına alçak (8-10 m yükseklikte), fakat geniş dairesel bir baraj ile bir su biriktirme rezervuarı inşa edilebilinir. Derece derece ayarlanabilir menfezleri ve savakları sayesinde, geri tepecek su seviyesi Darkaya kanyonu’nun 12 km’lik aşağı kısmında, ilkbahar seviyelerinde tutulabilir [“Karanlık dere” olarak da bilinen bu kanyonun 12 km’lik aşağı kısmı Türkiye-Bulgaristan sınırıdır, kanyon içinde yerleşim yeri ve herhangi bir iktisadi yapı bulunmamaktadır. Kanyon’un kendisi Bulgarların Srem köyü hizasında başlar, derin ve karanlık bir vadi olarak toplam 25 km sonra Türkiye topraklarında Tunca ovasına açılır].

            Biriktirme rezervuarından, yaz aylarında dahi, nehrin asli yatağına yeterli miktarda su verilir, buradaki köylerin ve bahçelerin su ihtiyacı karşılanırken taşkın olmamasına sürekli dikkat edilir.


                         “Bega Kanal”ın şehirdışı kısmı ve karşılıklı kıyıları birleştiren bir köprü

 

            20 km’lik suni kanal [“Tunca Kanal”] bugünkü karayollarına paralel ve düz geçirilir. Ortalama kilometre başına 0,5 m irtifa kaybedileceği için en az 5-6 yerde bentlere ihtiyaç olacaktır. Bu bentler de ayarlanabilir kapaklar ve savaklar sayesinde kendilerinin yukarısında su tutulmasına izin verebileceklerdir. Yani kendi topraklarımızda inşa edeceğimiz  20 km’lik uzunlamasına, kademeli, ayarlanabilir, kaskad tipinde bir hacim, Bulgaristan’dan gelecek aşırı suların Edirne’ye ulaşmadan önce tutulmasını sağlayacaktır.

            “Tunca Kanal” sol taraftan gelen küçük dereleri ve Gölbaba bataklığını da akaçlamalı, iki yanında sedde yerine ağaçlandırma ve yeşillendirme olmalı, sahipsiz hayvanların ve küçük çocukların girmemesi için tel örgü yapılabilir (otoban kenarlarında olduğu gibi). Fakat yine de halka açık banklar ve rekreasyon alanları olmalıdır.

            Tunca nehrinin mevsimsel taşkınlarını kontrol altında tutabilirsek, Tavuk Ormanı, Sarayiçi etkinlikler alanı, Saray-ı Cedid restorasyonu ve Osmanlı Köprüleri güvencede olacak, yurtiçi ve yurtdışı ziyaretçilerimiz yılın her zamanında gezip görebileceklerdir. Belki bundan sonraki aşama, sabit seviyede tutulan nehirler üzerinde kayıklarla geziler, su sporları yapılacak ve kürek yarışları da görebileceğiz. Acaba? (Kurucu Rektörümüz hayatta, fakat 93 yaşında! Acele etmemiz gerekmez mi?) 

Not: Bu yazı dizisi 9 Nisan 2018 tarihinden itibaren “Edirne Hudut Gazetesi”nde tefrika

        edilmiştir.

Not: Maalesef Kurucu Rektör Prof. Dr. Ahmet KARADENİZ 29 Kasım 2020 tarihinde vefat etmiştir.

 

              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder