“TUNCA KANAL”
Prof. Dr. Recep MESUT
Üç yıl önce,
“Edine’nin makûs talihi” başlıklı bir yazım, Hudut Gazete’sinde yayınlanmıştı.
Balkan Dağları ile Rodop Dağları’nın yağmur ve eriyen kar sularının, Tunca,
Meriç ve Arda nehirleri sayesinde, Edirne çanağında toplanmasını, bu güzel
şehrimizin “makûs talihi” olarak nitelendirmiştim. Tarihimizde müstesna yeri
olan Edirne’mizin en büyük handikapı coğrafi
topografyasıdır.
Fakat Dünyada,
içinden nehir geçen sayısız yerleşim yeri vardır. Zaten insanlar, kural olarak
akarsuların yakınına yerleşmişlerdir. Edirne gibi alçak rakımda, çanak biçimli
çöküntüde yer alan yerleşimler de su taşkınları yaşarlar. İnsanlara,
hayvanlara, evlere, bahçelere zarar veren selleri önlemek için insanoğlu
çeşitli tedbirler almış ve almaya devam etmektedir. Avrupa’da, Asya’da,
Afrika’da sayısız örnekleri vardır (toprak seddeler, su toplama barajları,
derivasyon kanalları, v.b.). Yani tarihten ders alınsa ve diğer ülkelerde neler
yapıldığına bakılsa bu musibetten kurtulmak mümkündür (hele bugünkü teknolojik
imkânlarla).
Gerçekten de,
arada geçen üç yılda, Edirne’ye büyük çaplı önleyici yatırımlar yapıldı, fakat
sadece Meriç (ve onun kolu Arda) üzerinde duruldu – bu nehir üzerine geniş ve
yüksek yeni köprü (“Dr. Müezzinoğlu Köprüsü”) inşa edildi ve bu köprü sayesinde
Karaağaç-Pazarkule bağlantısı bu yıl kesilmedi; Meriç kıyıları tahkim edildi ve
yükseltildi (Söğütlük Ormanı ve Lozan caddesi kurtuldu); fakat “Kanal Edirne”
diye adlandırılan “by-pass” (yangeçit) kanalı yetiştirilemedi. Neyse ki,
şansımıza bu yıl Arda-Meriç yolu ile gelen sular aşırı seviyelere ulaşmadı ve
kabarmış olan Meriç Nehri, 30 Mart 2018 sonrası alçalmaya başladı.
30 Mart 2018 itibariyle tarihi Meriç Köprüsü
Ancak
esas sorunu yine Tunca Nehri’nin taşması oluşturdu ve oluşturmaya da devam
edecektir. Zaten “Edirne’nin belâlısı” sayılan Tunca, şehrin yerleşim
yerlerinden geçer, adeta şehri ikiye böler (Yıldırım ve Yeni İmaret Mahalleleri
ile Kapıkule sınır kapısı batısında kalır). Yüksek “Yeni Gazimihal Köprüsü” ve
Çevre Otobanı (viyadük) ulaşımı kurtarmakta olsalar da, tarihi ve manevi
eserlerimiz bu nehrin kenarında olduğu için bunlar günlerce sel suları altında
kaldılar. Çaresizce seyrettik, Türkiye’nin yazılı ve görsel basınına da konu
olduk. İki tarafı yüksek, dar bir vadide akan Tunca’nın kıyılarına 1950-60
arası DSİ tarafından toprak seddeler yapılmış ve şehir merkezi taşkınlardan kurtarılmıştı.
Gerçekten de Edirne’nin idari, ticari, kültürel ve yaşam alanları söz konusu
taşkınlardan etkilenmiyor ve hayat normal devam ediyor. Basının abarttığı gibi
olmasa da, yine de Osmanlı eseri tarihi köprüler (Fatih Köprüsü, Kanunî
Köprüsü, Saraçhane Köprüsü, Sultan Bayezid Köprüsü, Yalnızgöz Köprüsü,
Gazimihal Köprüsü ve Ekmekçizâde Köprüsü), Kırkpınar yağlı güreşlerin yapıldığı
Sarayiçi Adası ve restore etmeye çalıştığımız Saray-ı Cedid alanının günlerce
su altında ve çamur içinde kalarak zarar görmeleri affedilir gibi değildir.
Çünkü Edirne sadece camiler şehri değildir, “camiler ve köprüler şehri”dir. İlk
Osmanlı Sarayı prototipi olan Saray-ı Cedid [Edirne Sarayı] ulusal mimari bir
değerdir. Kırkpınar güreşleri de Edirne’nin yaşattığı ve iftihar ettiği
kültürel bir değerdir.
29 Mart 2018 itibariyle Tunca Nehrinin batı seddesinden iki görüntü
Unutmayalım
ki, Sarayiçi Adası’nın kuzeyinde kalan yerleşim yerleri (Değirmenyeri, Yolüstü,
Hatipköy, Suakacağı) ve ekili alanlar da Tunca taşkınlarından zarar gördüler.
Karaağaç’tan
geçen derivasyon kanalı bu yıl tamamlansa bile Tunca taşkınlarına faydası
olmayacaktır. Bu nehrin yıllardır taşıdığı kil ve çamur onun yatağını
doldurmuş, taşıyabileceği su kapasitesini azaltmıştır. Bunda en büyük etken ise
60-70 yıl önce iki taraftan inşa edilen seddelerdir. Artık su mühendisleri de
bu olguyu kabul etmekte ve nehir yatağının kazılarak derinleştirilmesini
önermektedirler. Zaman içinde bu da yeterli olmayacaktır, çünkü gece gündüz
akan bir su, kil ve çamurunu yine getirecektir. Yani periyodik bakım ve
temizlik gerekecektir. Bu da ileri geri hareket eden “drager” denilen dip
tarama makineleri sayesinde olabilecektir.
“BEGA KANAL”
Dünyadan
örneklere bakmak gerekir. Birkaç yıl önce turistik amaçlı bir gezi esnasında
Romanya’nın Timşoara kentini ziyaret etmiştim. Uzun yıllar (1552 – 1716 arası,
yani 164 yıl) Osmanlı idaresinde kalmış ve Eyalet Merkezi (Beylerbeylik) olmuş
olan bu şehir, bugün 320,000 nüfusu ile Romanya’nın üçüncü büyük kenti, önemli
sanayi ve kültür merkezidir. Osmanlı’dan sonra da 200 yıl Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
buralara hakim olmuştu (“Banat” bölgesi). Bu imparatorluğun 1918’de çöküp
dağılmasından sonra Banat bölgesi Romanya ile Sırbistan arasında paylaşılmış,
Timişoara da Romen topraklarında kalmıştı (Macarlar Temeşvar, Osmanlı Tamışvar
demişti).
Romanya’nın Timişoara kentinde “Bega Kanal” ve çevre düzenlemesi
Üçyüz yıl
öncesinden kalmış Osmanlı eseri göremedim (Avusturyalıların hakim olduğu
topraklarda genelde Osmanlı eseri bırakılmamıştı), fakat şehri doğudan-batıya
kateden “Bega Kanalı”na ve üzerinden geçen köprülere hayran oldum. 18.-19.
yüzyıllarda Avusturyalılar buralarda geniş çaplı hidromeliorasyonlara (akarsu
iyileştirmelerine) girişmişlerdi. Şehirden geçen ve sık sık taşkınlar yapan
Bega nehrinin yatağını oldukça geniş ve derin kanala dönüştürmüşler, sedde
yapmadan çevresini park ve bahçelerle donatmışlar, bentler ve ufak barajlar
inşa ederek hidroelektrik üretmişler (şehri buradan aydınlatmışlar),
Bega Kanal’ın
toplam uzunluğu 116 km’yi bulmuş (
Bu sadece
benim anımsadığım bir örnektir. Batı ülkelerinde, Çin’de, Hindistan’da daha
nice çok büyük çaplı hidromeliorasyon örnekleri vardır. Bizimkisi kadere boyun
eğmek zihniyetiyle, “laf üretmek, iş yapmamak” tembelliği ve sorumsuzluğu
sayılabilir.
KURUCU REKTÖR’ÜN
HAYAL GÜCÜ
1982-92
yılları arasında (10 yıl) Trakya Üniversitesi’nin Kuruculuğunu yapan Prof. Dr.
Ahmet Karadeniz (2017’de kendisine Edirne Belediyesi tarafından “Onursal
Hemşehrilik” beratı verilmiştir), Edirne’yi gerçek bir “Üniversite kenti” yapma
arzusunda idi. Henüz çamur içindeki tarlalar arasında, kaba inşaatları
tamamlamak için çırpınırken, Edirne’nin dünya çapında bir üniversite ile nasıl
anılacağını, öğrencilerin huzurlu bir ortamda (İstanbul’un gürültüsünden
patırtısından uzak) bilim öğreneceğini ve üreteceğini hayal ediyordu. En büyük
beklentisi de Tunca ve Meriç nehirlerinin, sabit ve yeterli debilere
ulaştırılması, kıyılarının halkın istifadesine lâyık parklar ve bahçelerle
boydan boya donatılması idi. Üniversite öğrencilerinin mutlaka su sporları ile
ilgilenmesi (kürek, kanu-kayak) gerektiğini savunuyordu. Gerçek bir üniversite
kentinin içinden akarsu geçmeliydi ve “akademik sporlar” tatbik edilmeliydi.
Edirne’nin fazlasıyla böyle bir şansı vardı – iki nehir (Arda nehrini hesaba
katmıyordu) burada birleşiyordu. İngiltere’nin tarihi üniversite kentlerine
(Oxford ve Cambridge) gitmiş ve üniversite takımlarının asırlardır süren
geleneksel kürek müsabakalarına şahit olmuştu. Günün birinde Edirne’de de böyle
yarışların düzenleneceğine inanıyordu.
Prof. Dr. Ahmet KARADENİZ
Bunun
için Tunca ve Meriç nehirlerinin birleşmesinden sonra (belki Süvari Köprüsü
hizasında, çünkü Karaağaç’ta hâlâ sergilenmekte olan lokomotifi buradan
geçirtebilmişti) su seviyesini birkaç metre yükseltecek bent inşa edilmesi
yeterli olacaktı. Tabii ki, nehirlerin kıyıları ıslah edilecek, rıhtımlar
yapılacak ve yatakları temizlenecekti. Edirne’de kaldığı 10 yıl boyunca bu
mümkün olmadı, emekli olmasından sonra da 26 yıl geçti, Tunca ve Meriç’in
suları aktı gitti, taştı gitti, su sporları ve kürek yarışları Oxford ve
Cambridge’in patentinde kaldı.
“TUNCA KANAL”
Bazı
siyasetçilerimiz, Tunca nehri üzerinde Suakacağı mevkiinde, taşkın önleme
amaçlı baraj yapılmasına Bulgaristan’ın muvafakat vermemesini mazeret olarak
gösteriyorlar. Çünkü bu noktada yapılacak bir barajın ardında oluşacak baraj
gölü tamamen Bulgar topraklarında kalacak, halkın başka yerlere nakli ve büyük
miktarda istimlâk paraları gerekecek. Bulgaristan’ın muvafık olmasını beklemek
gereksiz zaman kaybıdır (çok büyük tazminat ta isteyeceklerdir). Türkiye olarak
kendi topraklarımızda yapabileceklerimizi değerlendirmemiz daha mantıklı
yaklaşımdır. “Bega Kanal” gibi, nispeten derin (talveg 6-
Bu
bölgede eğim düşük sayılır – Suakacağı köyünün üst tarafında nehrin su rakımı
Biriktirme
rezervuarından, yaz aylarında dahi, nehrin asli yatağına yeterli miktarda su verilir,
buradaki köylerin ve bahçelerin su ihtiyacı karşılanırken taşkın olmamasına
sürekli dikkat edilir.
“Bega Kanal”ın şehirdışı kısmı ve karşılıklı kıyıları birleştiren bir
köprü
20
km’lik suni kanal [“Tunca Kanal”] bugünkü karayollarına paralel ve düz
geçirilir. Ortalama kilometre başına
“Tunca
Kanal” sol taraftan gelen küçük dereleri ve Gölbaba bataklığını da akaçlamalı,
iki yanında sedde yerine ağaçlandırma ve yeşillendirme olmalı, sahipsiz
hayvanların ve küçük çocukların girmemesi için tel örgü yapılabilir (otoban
kenarlarında olduğu gibi). Fakat yine de halka açık banklar ve rekreasyon alanları
olmalıdır.
Tunca nehrinin mevsimsel taşkınlarını kontrol altında tutabilirsek, Tavuk Ormanı, Sarayiçi etkinlikler alanı, Saray-ı Cedid restorasyonu ve Osmanlı Köprüleri güvencede olacak, yurtiçi ve yurtdışı ziyaretçilerimiz yılın her zamanında gezip görebileceklerdir. Belki bundan sonraki aşama, sabit seviyede tutulan nehirler üzerinde kayıklarla geziler, su sporları yapılacak ve kürek yarışları da görebileceğiz. Acaba? (Kurucu Rektörümüz hayatta, fakat 93 yaşında! Acele etmemiz gerekmez mi?)
Not: Bu yazı dizisi 9 Nisan 2018
tarihinden itibaren “Edirne Hudut Gazetesi”nde tefrika
edilmiştir.
Not: Maalesef Kurucu Rektör Prof. Dr. Ahmet KARADENİZ 29 Kasım 2020 tarihinde vefat etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder